‘’Buna sabotaj derler‘’
Galatasaray, rakibine değil sürekli kendisini kaybediyor. Anderlecht’i ne kadar dinamizmiyle övsek de ilk 70 dakika oynanan oyun kabul edilemez hamlıktaydı salı günü. Dünkü hücum hamlığı bunun da ötesindeydi. Kalesini hiç zorlamayan bir rakipten 2 gol yemesi, ‘muhallebi yerken kırılan 2 diş’ deyişiyle açıklanabilir belki. Ancak bu oyunu ve pozisyonsuzluğu açıklayamaz. Çünkü bir büyük takım hücumda alanı bu kadar kötü kullanamaz. Bu kadar organizasyondan uzak bir rakibe karşı bu kadar üretkenlikten uzak olmanın tek sebebi bu. Bilmiyorum...
Prandelli’ye sağ bekte Yasin’i oynatma aklı nereden geldi. Herhangi bir sağ bek ve sol çizgi oyuncusuyla alanı genişletebilse maçın başından itibaren oyunu bu kadar dengesiz bir düzlemde kabul etmek zorunda kalmazdı muhtemelen.
Tek sorun hocada değil!
Bu korkunç kadro seçimi, ligin ortalamanın biraz üzerinde olan herhangi bir takımla karşılaşıldığında yapılsa muhtemelen sonuç 2-0’dan çok daha acı olabilirdi. Tabii bu kadar değil. Asıl önemli tercihler teknik direktörün değil, başkanın seçimleri. Kabul etmek gerekir ki, bir şampiyon takımın kimyasıyla bu kadar oynayan bir yönetim aklı, spor akademilerinde ders olarak okutulur. 2 sene şampiyon olmuş bir ekibi, 2 hoca değişikliği, 2 kongre ile sarsmaya dünyanın her yerinde sabotaj derler. Başka bir şey değil...
‘’Oyun farklı ama‘’
Dün itibarıyla bu yolda o andakinden fazla veri ve umut var. Öncelikle Gökhan Töre’den bahsetmek lazım. Şahsen ben, Töre’nin yüksek yeteneğinin 90 dakika boyunca kullanılabilecek bir değere dönüşmesi konusundaki umutsuzluğumdan dün akşam itibarıyla kurtuldum.
Çünkü o dün belki de ilk kez basit oynamayı başardı. Yeteneklerini topu ve rakibi önüne alıp, sonra ne yapacağını düşündüğü bir doğaçlama dünyasında heba etmedi. Basit net, çevre kontrolü sağlam, opsiyonları zamanında görüp değerlendiren bir oyuncuydu nihayet. Attığı golde Oğuzhan’ın da ona uyması önemliydi. Basitlikte uzlaştılar. Alanı kullanışı, pas şut, orta zamanlama ve kalitesi maç boyunca hep aynı standartta kaldı.
Töre aydınlandı...
Önder Özen’in onda olduğunu söylediği ‘oyun kurucu’ yeteneklerini de gösterdi yeterince. Töre nerdeyse aydınlandı dün. Dünya klasında yetenekleri de ortaya dökülü verdi.
Umarım bu bir akşamlık bir şey değildir.
Bu oyunun üst düzey bir santrfor performansıyla rastlaşmayışı üzücü. Pektemek ve ardından Cenk’in korkunç zeminle asla birleşmeyecek tedirginlikleri yerine tekte kaleyi arayan bir tarzla sonlansa Töre’nin oyunu başka türlü taçlanırdı. Maç da çok erken biterdi.
Santrfor mevzuunun yanına, ilk yarıda Zizopoulos’un driplingine savunmanın anlaşılmaz şekilde açtığı uzun koridor ve yenilen goldekiorganizasyonsuzluk dışında bir zaaf eklemek mümkün değil. Bu kadarı beraberliğe yetse de bunlar düzletilebilir.
Zemin kötüydü
Beşiktaş Arsenal maçındaki gibi tek yani kompakt oynamayı başarmanın dışında bir iş yaptı dün. Sağlam bir savunma yapmak için elinde her şey olan bir rakibe bunu yaptırtmadı. Töre’nin liderliğinde savunmayı açılmaya koordinasyonunu kaybetmeye zorladı.
İnce işler ve hızlı pas gerektiren bu işi bu zemine rağmen yapabilmek çok öenmli bir iş. Ancak bunu yapmışken skoru artıramamak kötü. Hem de çok kötü. Çok erken bitebilecek bir maçtan sadece bir beraberlik çıktı. Böyle bir oyunda rakibi bu kadar oyunda tutmamak lazım. Oyun farkı hak etti ama skor 1-1. Yine aynı umudu devam ettirmekte bir sakınca yok. Sorunlar kolay giderilir. Tabii zemin dışında...
‘’Prandelli'nin hamlesizliği‘’
Anderlecht saygı duyulacak bir oyun oynadı. Yaş ortalaması 22 olan, savunmasının göbeğinde 20 yaşında biri olan, oyun merkezi yaratıcılığını 17 yaşındaki Tielemans’a bırakmış olan bir takım... Galatasaray, bu genç ve tecrübesiz takımı baskıyla sindirmek istedi. Bu genç takım, bu baskı stratejisini 3 dakikada çözüp, Şampiyonlar Ligi tecrübesi yüksek Galatasaray’ı 30 dakikada kendi sahasına hapsetti. Bu hızlı bilek güreşi zaferi, bu tecrübe ve yaş dengesinde tam terste çalışmalıydı. Acheampong, stoper Nuytinck’in sakatlanması sonrası sol beke geçtiğinde iş değişti. Zaten sağ önde oynayan Najar, sağ bekte oynuyordu. Böylece Anderlecht 2-3 hücum asıllı sağ bekle oyunu oynamaya başladı. Öndeki hızlı akışkan oyunları kesilince, Galatasaray topa hakimmiş gibi gözüktü. Ancak Dzemaili-Melo-Selçuk üçlüsü sürekli üst üste binip, alan paylaşımını yapamayınca etkin hücumlar sağlanamadı. Anderlecht, takımın geometrisini bozmadan, çok iyi durdu. Defour, Tielemans, Kljestan üçlüsüyle kesin bir üstünlük sağladılar. Ancak Suarez ve Mitrovic hızlı akınlar yapamayınca, maçın başındaki pozisyon üstünlükleri devam etmedi. Yani Anderlecht’in hücum gücü azalmıştı, ancak Galatasaray rakibin savunmasını delemiyordu. Bu durumda Prandelli’nin ikinci yarıya hamlesiz başlaması kabul edilemez. Defour, sağdan sola harika bir pasla Praet’i pozisyona soktuğunda gol de geldi.
3. kaleciye karşı!
Galatasaray bundan sonra, Anderlecht’in hızlı hücumcularını savunmada kullanmak zorunda kalması nedeniyle kontra görmedi ve rakibe yüklendi. Ancak Mbemba yönetimindeki savunma, müthiş bir direnç ve pozisyon sadakati gösterdi. Onları şaşırtan sadece, Chedjou’nun son dakika çabasıyla Burak’a neredeyse zorla attırdığı ve Galatasaray’ı hayatta tutan gol oldu. Bu arada kaleci Roef’in de üçüncü kaleci olduğunu, 20 yaşında olduğunu ve Avrupa’daki ilk maçını oynadığını söyleyelim. Böyle bir oyun bilgisinin ve soğukkanlılığın bu yaştaki oyuncularda olması insanı hayrete düşürüyor.
Selçuk İnan ne yapmalı?
Galatasaray’ın iki sene üst üste yaşadığı şampiyonluğun en önemli yapıtaşı o. Ama dün sahada ne yaptığının farkında değil. Tamamen kaybolmuş durumda. Bu pozisyonda oynayamayacağını düşünüyor ve kederi 100 metre uzaktan bile görünüyor, çaresiz... Ona bir tavsiye; özellikle sürekli olumsuz nasihatler aldığı, onun kafasını karıştıran arkadaşları ile ilişkilerini gözden geçirsin. Olumlu düşünmeye, pozisyonlara adapte olmaya ve yeteneğini bu yeni işinde göstermeye gayret etmeli. Sorumuz, iyimser ve çözülebilir...
‘’Roller belli değildi‘’
Gökhan’ı, Ümit’i, Olcay’ı saymıyorum. 2. şut da 47’de gol oldu zaten. Özdilek’in mantıklı kontra hesabının ilk yarıda tutmayışı Lualua’nın çok kendisine dönük oyununun hızlı çıkışlarda fren oluşundan. Beşiktaş’ta ise sorun hücum 4’lüsündeki rol paylaşımının açık olmayışından. Pektemek mi Oğuzhan’ın pozisyonunda Cenk mi? Yoksa Olcay ve Gökhan’ı da içine alacak şekilde bir 4 hareket mi düşündü Bilic. Veya daha keskin bir değişiklikle 4-2-4’e mi dönüldü? Belki de bütün bunların dışında bir doğaçlama durum var sahada.
Cenk frikikçi mi?
Yani belki 41’deki frikikte Cenk Tosun’un topun başına gelişi gibi vaziyet. Cenk Beşiktaş’ın 1 numaralı frikikçisi mi? O an kendisini iyi hissettiği için mi orada? Beşiktaş’ın şampiyonluk adaylığı bu tip mevzuları rafa kaldırmasıyla direkt bağlantılı aslında. Kafana göre frikik atılmaz. Prandelli’nin dediği gibi geometrisi iyi, rolleri iyi dağıtılmış bir takım olmasıyla alakalı şampiyonluk adaylığı. 2 eksik ve 2 haftayla bu kadar fark etmemeli.
Bilic’in içine düşünülen bu durumdan santrfordan eksiltip Kerim’i oyun alarak çıkma çabası anlaşılabilir. Pektemek sonuna kadar kendini veren ama plansız oyuncu. Cenk’le de rol dağılımı belli değil. Kerim dar alana driplingle delme işi de yapabilir. Ayrıca arkada ekstra pas istasyonu da olabilir. Ve dönen toplara yapılacak baskıya da Necip’le birlikte katkısı olur yani akın sürekliliği sağlayabilir. Bütün bunlar oldu. Yani alım doğru. Ancak belki de tüm plansızlığına rağmen Mustafa yerine Cenk’in çıkması daha doğru olurdu. Ancak ne olursa olsun Rize’yi golden sonra çıkarmadan oynamayı başardılar. Üretebildiler mi? Hayır... Ancak akın sürekliliği az bulunur bir gol getirdi. Kornerden gelen top, Olcay’ın vuruşunda iki savunmacının bacak arasından geçerek filelerle kucaklaştı.
Roller belli değildi, geometri bozulmuştu. Ama akın sürekliliği çözüm getirdi.
‘’Kulaklarını çekmişler!‘’
Vahid Halilodziç elindeki takımın belli bir pas otomatiğiyle oynayamayacağını biliyor. Birlikte antrenman yapmamış bir ekip bu. Peki şampiyona karşı nasıl oynarsınız? Oyunun geometrisini doğru oluşturup, Fenerbahçe’ye özellikle kanatta açık vermeyerek. Üstüne de uygulması basit bir iki kontratak seti ezberlettin mi tamamdır. Tutar ya da tutmaz... Bu ayrı bir tartışma. Ancak hemen tamamı 3 yıldır birlikte zirveye oynayan bir takıma karşı başka bir yöntem yoktur.
Trabzonspor başarılı olmuştur
Son 10 maçta yenemediğiniz, son 3 maçta da (birisi hükmen) üç gol atmış bir rakibe karşı bunu yapabilirsiniz ancak. Pozisyon vermeden ilk yarıyı tamamladıysanız da başarılı olmuş sayılırsınız. İsmail Kartal’ın ekibi, 4-5-1’le birbirine yakın oynayan, geometrisi doğru rakibe karşı sadece Emre’yle savunma delme işini yapmaya çalıştı. Kabul edelim ki ne Emenike ne Sow pivot olmak için yeterli. Takım kanattan işlediğinde başarılı oluyorlar. Ancak Fenerbahçe topu çizgiden çizgiye süratle geçiremediği için (sakat olan) Caner ve Gökhan hiç boşta kalmadılar. Yani Kartal, Trabzonspor’un geometrisini bozamadı.
60. dakikadaki şuta kadar...
Sonuç olarak konuk ekip ilk yarıyı yüzde 66 topa sahip olmayla başardı (maç sonunda yüzde 68 oldu)... Bir tane dahi riskli pas atmadan. Hep merkezden girmeye çalıştılar. İkinci yarıda da 2 şut attılar. Fenerbahçe 60’da Topal’ın direkten dönen şutuna kadar da taraftarını ayağa kaldıramadı. Öte yandan Trabzonspor o ana kadar 4 kontra yapmıştı. Gökhan ve Caner’in arkasına attıkları toplarda birkaç kez rakibi eksik yakaldılar. 5’e 3 gibi. Ama kontrataklar da bir metoda, şablonlara dayanır. Belli ki Vahid hocanın ezberlettiklerini uygulamak da zaman alacak. Maç öncesinde belli ki tüm oyuncuların kulakları fazlasıyla çekilmiş. Hiçbir tartışma olmadan bitti oyun. Fırat Aydınus da bu kimyaya uygun idarelerinden birini gösterdi.
‘’Hak edilmiş rezalet‘’
Alan/adam paylaşımından, pas opsiyonu yaratmaktan filan bahsetmeyeceğim. Daha basit bir konuya bakalım, basit düşünelim...
Dün akşam İzlanda’nın bizden daha iyi paslaştığına dair bir tartışma yoktur herhalde. Topa da daha iyi vuruyorlardı. 5 kişinin arasından baskıdan driplingle de çıkıyorlardı. Üçgenleri de kuruyorlardı.
Bu neyi gösterir: Teknik açıdan bizden daha iyi olduklarını...
Peki neden şaşırıyoruz? 1 haftadır yırtınıyorum. Yüzde 95’i futbol ihracatı olan bir kadro bu. 9 oyuncusu büyük liglerde oynayan bir takım...
Onlar Play-Off oynadı
Son eleme gruplarında biz 4. olurken Play-Off’a kalan bir takım. Böyle bir dengede önce beraberlik stratejisiyle oynanır. Çünkü bu dengede yapılması gereken Çekler’den ve İzlanda’dan 4’er puan almaktır.
Gökhan Gönül’ü bu strateji içinde sağ kanat oyuncusu olarak kullanabilirsiniz. Takımı da dünkü gibi dizebilirsiniz. Sorun bu değil. Sorun strateji. Gökhan’ı sağ açık olarak neredeyse en önde kullanmak stratejik olarak büyük risktir.
Dün sorun, beraberliği de ciddi bir kazanım olarak görmemekti. İzlanda ve Çekler’den 4 puan almak şartken, üç stoperden Ömer’i de rakip alana yollayıp 8 kişi ileride durmak istemek için başka bir denge gerekir. Teknik olarak önde olmak...
Top çevirme ve pas opsiyonu yaratma becerisinde tempolu olmak gerekir.
Bunlar yokken bu kadar önde oynamaya çalışmak tüm dengeyi bozdu. Sorun budur. Kendimizi olduğumuzdan daha iyi gördüğümüz için rezil oluyoruz en fazla. Dün de sorun buydu.
Ömer’in kırmızısı çaresizlik
Öyle ki Ömer’in gördüğü 2 kart da bu dengesizliğin doğurduğu çaresizliğin sonucu...
Belki Onur’un korkunç performansıyla kaybettik. Ama İzlanda’nın net 2 penaltısının verilmediğini de unutmayın.
Hak ettik. Rezil olduk.
‘’Hedef ikincilik‘’
Maceraya başlarken unutmamamız gereken gerçekler var. 2014 elemelerinde biz grup 4.’sü olduk. Tek kutuplu bir grupta, Macaristan ve Romanya’nın ardından.
İzlanda ise grup 2.’si olarak Play-Off’lara kaldı.
Bir önceki grupta 2012 elemelerinde 3. olmuştuk.
2010’da ise Play-Off’ta kaybettik.
Çok net, belirgin bir düşüş trendi içerisindeyiz. İkinci, üçüncü, dördüncü...
2005’te Dünya 4.’sü olan U17 ve Dünya Kupası’nda gruptan çıkan U20 takımlarımıza dayanan şu andaki milli takıma yeterli deneyim kazandırabilmiş de değiliz. Oyuncularımız A milli seviyede yeterli maç sayısına ulaşamadı. Misal geçen yılın ligde en iyi oyuncusu Caner’i daha yeni ilk 11 yapabildik. Selçuk ve Burak gibi ligi domine etmeye başlayan oyuncuları ise 30’larına merdiven dayadığında üst seviyeye yükseltebildik. Bunu 22-23 yaşlarındayken yapabilmeliydik.
Yani yaş olarak ayarı, 27 ortalamayı tutturuyoruz. Ancak üst düzey maç tecrübesi açısından eksiğiz. Milli formayla 10 golden fazla atmış 2 oyuncumuz var kadroda.
Sonuç olarak Hollanda, Letonya, Çek Cumhuriyeti, İzlanda ve Kazakistan’dan oluşan grupta Türkiye’nin doğal yeri 3.’lüktür.
2’lik başarıdır. Çünkü tarihimizde yer aldığımız hiçbir grupta 1. olabilmiş değiliz. En iyi kadromuzla ve en formda zamanımızda dahi...
Hayale dalmamak, efsanelere inanmamak gerekir.
Bu çerçevede plan basittir: Deplasmanda yenilme, içeride hep kazan.
İş güvenliği
Empire State Binası, New York’ta 1929 yılında inşa edilmeye başlandı. O günün teknolojisiyle büyük bir hızla 15 ayda tamamlandı. İnşaat sırasında 5 işçi hayatını kaybetti.
85 yıl sonra ‘Üç büyüklerin yükseldiği’ inşaatta ise bir asansörde
10 can gitti.
Yıkılmak üzereydi Ali Sami Yen. İnsan sağlığı için, tehlike arz ettiği için bir dönem UEFA maç oynatmadı, hatırlarsınız.
Güvenlik sebebiyle yıkıldı ve yerinde ‘üç büyükler yükselirken’ bir asansör yere çakıldı. 10 can gitti...
İstanbul’un başka bir yerinde bir başka gökdelen de geçen aylarda konu olmuştu. Soma’da 301 canın gittiği madenin sahiplerinin Spine Tower’ı.
İş güvenliğiydi sorun. Orada da burada da...
İş güvenliği yetersiz olduğu için ölen 301 insanı anmak ve yardım için Manisa’da oynanan maçın hakemi Abitoğlu’na MHK Başkanı Alp maçtan sonra şu soruyu sordu: Olaylar nedeniyle neden maçı tatil etmedin?
‘Maçın anlamı sebebiyle’ dedi hakem. ‘Soma yararına olmasaydı tatil ederdim.’
İş güvenliği sebebiyle ölen 301 vatan evladını anmak için önce iş güvenliğini sağlamak gerektiğini anlamayan bir hakem, futboldaki iş güvenliğini hiçe sayarak maçı oynatmaya devam etti.
Şükür kimseye bir şey olmadı.
Bir hafta sonra futbolcuların dizlerine kadar çime battığı Mersin’de de maçı bitirebildi hakem. 2 sakat verildi zemine. Ve Süper Lig başladı.
Şükür kimse ölmedi.
Şimdilik...
Soylu bir yol
Adana ülkenin tarım başkenti. Adana ülkenin sanayi merkezlerinden biri.
Adana göç veren değil göç alan şehir. Spor kültürü olan bir şehir.
İpek Soylu, Adana’dan çıkıp USopen’da genç çift bayanlarda şampiyon oldu. Bunu, yolu kendisi ve ailesi çizerek yaptılar. Hazır bir yol yoktu. Patikayı açtılar. Şehri terkederek. Herkes Adana’ya çalışmaya gelirken o ayrılmak zorunda kaldı.
Babası Adana’da çalışırken o annesiyle İstanbul’a gitti. Halbuki dünyanın tüm gelişmiş ülkelerinin Adanası’nda onun gibi sporcular için yol hazırdır. Misal, imkanların olmadığı Hakkari’de büyümedi İpek. Adana gibi bir dev endüstrinin ortasında çıktı. Ama orada kalsa olmayacaktı. Mecbur kaldı. Şimdi bakalım İstanbul’un yolları yetecek mi İpek’e? Yoksa yol açmaya devam mı edecek? Bu sadece İpek’in değil, İstanbul’un da sınavı.
‘’Pandev fark yaratır‘’
Uzatmadan söyleyeyim, transfer kesinlikle doğru yerlere yapıldı. Stoper arayışı saçmalıktı. Galatasaray’ın stoperlerini yetersiz gösteren aslında savunma bekleri ve orta sahada topa doğru şekilde sahip olmada yaşadığı sorunlar. Yani oraya Balanta ya da kim transfer edilse aynı sorun yaşanacaktı. Sağ bek ve orta sahanın iki yönüne çalışmak çok daha mantıklı.
Bu üç transferden Pandev’i ayrı bir yere koyuyorum. Oyuncu profili farklı olsa da Galatasaray’da oyuna asılma anlamında bir Kuyt etkisi yaratabilir. Santrfor, santrfor arkası ve iki açıkta gol ve asiste yakın oynar. Pandev bir son dakika transferi olarak değerlendirilmemeli. Geçen sezonun sonunda onunla görüşemeye geçilse yine heyecan verici olurdu. Napoli’nin maaş azaltma zorunluluğu onu Türkiye’ye getiriyor. Oyuncu kendisini verir, takım da onu kabul ederse garanti transfer sınıfına girer. Gole yakın, asiste açık, yılmayan bir oyuncu tipi ve teknik olarak da iyi.
Diğer Makedon (ama İsviçre vatandaşı) Dzemaili için o kadar olumlu bakamıyorum. Hele de yabancı sınırlaması varken. Özellikleri açısından vasat üstü bir iki yönlü orta saha. Buna kuşku yok. Ancak Melo, Muslera, Sneijder, Pandev ve Chedjou, hatta Telles ve Bruma alternatifleri arasından nasıl ligde süre alacak? Bu soruya cevap bulmak zor. Prandelli’nin hesabınının ne olduğunu görmek lazım.
Üç oyuncudan en pahalı olanı (takasta verilen Umut Gündoğan’ı da katarsak) 5 milyon Euro’ya gelen Tarık Çamdal ise bir aday oyuncu.
Ülkede dikkat çeken futbolcular arasında ve milli takıma kadar yükseldi. Ancak Galatasaray’ın oyun yapısı içine girip şu an için hemen kullanılabilecek bir sağ bek performansı verebileceğini düşünmek en başında ona haksızlık olur. Az şans bulup ayrılan Salih ve Veysel’den bir tık yukarıda olduğunu söylemek mümkün. Fakat bu yetmez. Bir kaç gömlek yukarı çıkması şart. Tarık orta sahanın sağı kökenli bir oyuncu ama iki savunma kanadında da görev aldı. Gökhan ‘Gönül’vari bu pozisyon devşirmesi sonucunda 48 maçta sadece 1 asistle oynamış Eskişehir’de. Galatasaray için tablo çok yetersiz.
Tabii ki bu olmaz demek değil. Ancak taraftarın ve teknik heyetin ona son ürün olarak bakması yanlış. Türkiye standartlarında genç sınıfına girse de sezon içinde 24 yaşında olacak. Galatasaray’ı oynadığı için eleştirmek zor olsa da Tarık transferi pahalı bir kumar.
Sarı-Kırmızılılar son iki sezonda 18 oyuncuya 50 milyon Euro harcamış oluyor böylece. Tüm bu transferler sonunda kadro 3 gün öncesine göre daha iyi olsa da hâlâ yerli standardı ve yabancı matematiği açısından sorunlarını gidermiş değil.
Toparlamak gerekirse Pandev’in hemen takıma dahil olup katkı vereceğini, Dzemaili’nin bir alternatif oluşturacağını, Tarık’ın ise çok ama çok çalışması gerektiğini söyleyebilirim.









































