‘’Mükemmel organizasyon‘’
Beşiktaş, Asteras maçında olduğu gibi Londra’da da sağlam bir planla sahadaydı. İkinci bölgede birbirlerine yakın duran Olcay ve Gökhan, Demba Ba’yı beslemek konusunda iyi kurgulanmış, bir de üzerine Sosa eklenmişti. Sosa, basit oynamayı sanat haline getirmiş çok etkili bir oyuncu. Oyun yönünü değiştirmede, savunmadan hızlı çıkışlarda, ezbere ve etkin bir oyunla Beşiktaş’a kademe atlatır.
Fark kalede başlıyor
Bu dün bir kez daha ortaya çıktı. Her ne kadar savunma bekleri hücumda kompakt oyunu tamamlayacak hamleleri yapamasa da Beşiktaş’ın futbolu rakibinden çok daha iyiydi. Zaten Olcay ile yüzde 99’luk gol pozisyonuna girdiler. İkinci yarıda da Demba Ba, Olcay ve Sosa’yla üretimleri kesilmeden devam etti. Ancak, Kane’in vuruş kalitesine yaklaşmak mümkün olmadı. Maç öncesinde de Beşiktaş’ın oyun olarak kaybetmeyeceğine emindim. Ama skor her türlü çıkabiliyor. Açık söylemek gerekirse bu iyi planlanmış oyunun sonuç getirmemesinin çok basit sebepleri var. Birincisi kaleci farkı. Diğeri de vuruş etkinliği. Açık söylemek gerekirse Türkiye’de çok iyi kalecilerimizin olduğuna inanıyoruz ve bu doğru. Tolga, Onur, Volkan hatta Muslera genel futbolumuzun içinde parlıyorlar. Ancak uluslararası arenada kaleci seviyesi başka bir boyutta. Neuer veya Courtois’dan bahsetmiyorum. Önceki gün seyrettiğimiz Ospina veya Lloris gibi üst klas kaleciler bu mesleği başka bir boyuta taşıdılar ve maalesef bizim kalecilerimiz için en üst noktanın çok çok ilerisindeler.
6 puan olabilirdi
Aynı şekilde oyuncularımızın vuruş kaliteleri de iki gündür seyrettiğimiz seviyenin çok çok gerisinde. Eğer bu iki noktada çok az fark yaratabilsek Beşiktaş şu an 6 puanla grubun tepesinde olurdu. Çünkü organizasyonu bunu vaadediyor.
‘’İşgüzar Prandelli‘’
Son üç yıldaki ideal orta sahasından iki oyuncuyu dışarıda bırakmış bir takım. Selçuk hiç yok. Ama asıl önemlisi Melo’nun durumu. Savunmanın göbeğini tek başına tutuyor. Hayır Sivas maçındaki gibi sarkık libero değil. Çizgi halinde dizilmiş bir 5’li savunmanın göbeğinde 20 metrenin kontrolü onda. Ancak asıl trajik olan Veysel önde yakalandığı ve geri dönemediği için Chedjou’nun neredeyse sağ bek oluşu. Soldan her geldiklerinde çaresiz yakaladılar savunmayı. Buna Muslera’nın dibini görmesi eklenince felaket oldu. Aslında bu tip bir tercih belli bir plan çerçevesinde belli bir mantığa oturtulabilir. Mancini de geçen sene 3’lü savunma oynamış, hatta başarılı olmuştu. Ancak burada kazanılan değil kaybedilen silahlara bakmak lazım. Orta sahadaki 3 temel oyuncu Melo, Sneijder ve Selçuk’u yerlerinden ediyorsunuz. Savunmada bir derinlik yaratmak yerine çizgi halinde kalıyorsunuz. Üstüne üstlük elinde artık Drogba yok. Açık söylemek gerekirse dün Galatasaray arkası görünen kağıt gibi şeffaftı. Welbeck’ten hat-trick yemek ancak böyle mümkün olur. Prandelli bu planı savunmadan hızlı top çıkarmamak üzerine kurmuş belli ki. Eldeki en hızlı top kullanan oyuncu Sneijder’i savunmanın önüne koyup Burak’ı ağır Arsenal bekleri arkasına sarkıtacaktı. Ancak unuttuğu, Telles’in çok uzun süredir oynamayışı ve Veysel’in ise bu standardın oyuncusu olmayışı. Halbuki standart 4-4-1-1 ile Beşiktaş’ın yaptığı gibi Arsenal’in savunma beklerini çıkarmamak üzerine bir oyun kurmalıydı.
Arsenal’i analiz edememiş
Mesut, Sanchez ve Chamberlain’den sadece biri tam anlamıyla geri dönebilirken, rakibin beklerini arkada kalmaya zorlamak, önde baskıyla çok daha akıllıca bir iş olurdu. Ama Prandelli ilk uygulaması gereken planı maç 4-0 olduktan sonra ve Arsenal eksik kaldıktan sonra uyguladı. Açık söylemek gerekirse Prandelli, Arsenal’in ne Beşiktaş ne de Dortmund maçlarını iyi analiz etmiş. Buradan galibiyet ile çıkabilirdi ama büyük hezimetten bir kırmız kart ve penaltıyla kurtuldu.
‘’3'lü tercihini anlamıyorum‘’
Arsenal karşısında 3’lü defans özellikle kanatlarda takımı iki yönlü olarak çok zorlar. İngiliz ekibinin tempoyu artırması dışında bir işe yaramaz ki bunu Barcelona bile istemez.
Arsenal’in Tottenham maçında verdiği sakatlar önemli. Ancak Wenger’in maç sonu yaptığı açıklamada, oyuncu kaybından ziyade oyuncu değiştirme haklarını kaybetmiş olmaktan sıkıntı duyduğunu söyledi: Podolski ve Rosicky’i oyuna alıp maçı çevirebilirdik...
Sivas’a karşı tutmadı
Arteta yerine muhtemelen Flamini oynayacak. İki yönlü oyunda hücum yönünde bir kayıp bu. Ancak Cazorla muhtemelen sahada olacak. Ve bu kazanç bile olabilir. Wenger bu oyunda oyunu rahatlıkla Gibbs, Chambers, Alexis ve Chamberlain üzerinden kanatlardan oynayabilir. Böyle bir oyunda 3’lü savunma denemek risk. Eğer Prandelli gerçekten bu dizilişi uygulayacaksa bizim önceden farkına varamadığımız bir şey planlıyor olmalı. Sivas karşısında Sneijder’le uzun paslar kullanıp kanatlarını çıkaran Sivas’ın arkasına sarkmak kağıt üzerinde düşünülebilir ve denenebilir bir işti. Ama tutmadı.
Beşiktaş örneği
Arsenal’in güçlü kanat hücumları karşısında ise kötü bir sonuç doğurabilir. Unutmamalı ki Beşiktaş iki kanat oyuncusuyla sürekli zorlayarak Arsenal beklerini geri itmişti. Prandelli, Telles ve Tarık’ı yalnız bırakarak bu işi nasıl yapacak bilemiyorum. Halbuki Melo’nun savunmanın önünde olduğu bir oyunda, kanatları misal Telles-Bruma ve Tarık-Olcan’la çiftleyip aynı işi yapabilir. Sneijder ve Selçuk’un paslarıyla Burak’ı Koscileny ve Mertesacker’in arkasına sarkıtmak daha uygulanabilir bir plan.
Drogba’yla denenebilir
Açık söylemek gerekirse 3’lü defans özellikle kanatlarda takımı iki yönlü olarak çok zorlar. Geçen sene Mancini bunu zaman zaman denemişti ama o zaman ileride Drogba gibi bir gücün rakip savunmayı tedirginliğe itmek konusunda yaptığı bir etki vardı. Sneijder ve Burak’ı da ekleyince rakip savunma rahat çıkamıyordu. Bugün durum farklı.
Demin bahsettiğim planla Galatasaray, Arsenal’in temposunu düşürebilir ama “3’lü” tempo artışı dışında bir işe yaramaz. Ve Barça da olsa Arsenal’in temposunu artırmasını istemez.
‘’Biri gelir fark atar!‘’
Emre Belözoğlu Gaziantep maçında 6 dakika topa sahip oldu. Yani topun oyunda olduğu sürenin yüzde 10’undan fazla bir süre top ondaydı. Peki böyle bir istatistikle oynarken onun yokluğunda yerine Alper oynar mı? Alper topa sahip olabilen bir oyuncu değil ki. O zaman ya Alper oynamayacak ya da yeni bir yöntem bulunacak. Alper-Diego-Topal üçlüsüyle aynı şekilde topa sahip olmayı amaçlamak manalı değil. Hele de böyle bir zeminde. Yüzde 64 topa sahip olmayı yeterli bulmamak da manalı değil. Emre’yle dahi geçen hafta sadece 1 net pozisyonda forvetlerini demarke vaziyette pozisyona sokabilmişken, top çevirmenin çok anlamı yok.
Farklı bir plan olmalıydı!
Mustafa Reşit Akçay gibi Trabzonspor’u dahi tek bir planla oynatmış bir kontratak teknik direktörüne karşı plan farklı olmalı.
Bakın karşınızda sizi tehdit etmek için Bilal’den başka temel bir pas kaynağı olmayan bir takım var. Bilal boş bırakıldığında öldürücü işler yapar. Ancak baskı altına alındığında çaresizdir. Zaten topla bu kadar yetenekli bir oyuncunun kariyerini zirveye taşıyamaması da bundan. Fenerbahçe orta saha tercihleriyle Bilal’i genellikle markajsız bıraktı.
Buna geçen sene Ersun Yanal’ı en çok etkileyen sorun da eklenince durum vahim oldu. Fenerbahçe’nin geçen yıl zorlandığı tüm maçlarda savunma göbeğinin kendisini garanti almak için geri kaçması gerçeği var ortada. Önde baskıyla oynadığında fark yaratan Fenerbahçe stoperleri geri kaçtığında hep uzun ve sürekli geri koşular yapmak zorunda kalmıştı. Bu sebeple topu 3. bölgede kaptırdığında yeniden kapma mesafesini kısa tuttuğunda akın sürekliliği sağlayabilmiş, bunu aşan takımlara karşı da zorluk çekmişti.
Sow ve Kuyt yetersiz
Fenerbahçe’nin bugün topu 3. bölgede kaptırdıktan sonra yeniden sahip olduğu yerle mesafesi geçen yılkinin iki katı. Bunu yapamadığı için gol ayaklarını daha az topla buluşturabiliyor ve yoruluyor. Sow ve Kuyt’ın fizik olarak yetersizliğinin dışında etkisizliğinin sebeplerinden biri de bu. Bu oyunda Caner ve Gökhan’ın demarke olarak akınlara katılma oranı da aynı şekilde düşüyor. Bu yüzden de demarke hücum buluşmaları azalıyor ve şut isabet ve kalitesi düşüyor. Topa en çok sahip olan ve en çok pas yapan takım olmasına rağmen rahat ve boşta vuruş yapamıyorlar. Sonuç ise Opta’nın verilerinde açıkça görülüyor. Sarı-Lacivertliler en fazla isabetsiz şut atan takım. Bunun tam tersini yapıp, Gekas’ı sürekli demarke topla buluşturan Akhisar ise -yine Opta’nın verilerine göre- Yunan forvete topa 13. kez dokunuşunda 2. golü attırıyor. Kaçırdığı net 2 pozisyonu da unutmayın... Buna şu veriyi de ekleyelim. Gekas ligde kaleyi bulan 7 şutundan 6 gol çıkardı.
Sorun topa sahip olamamak değil
İddiam şu Fenerbahçe’nin oyun tarzında Gekas’ın Webo’dan farkı kalmazdı. Çünkü Gekas da rahat topla buluşamazdı.
İsmail Kartal ya Ersun Hoca’nın oyunundan taviz vermeyecek ve oyuncularını buna ikna edecek, ya da yeni bir yöntem bulacak.
Her maçtan sonra ‘bir gol bulsaydık farklı olurdu’ diyerek bu işi açıklayamayız. Çünkü bizzat Fenerbahçe gol şansı yaratamamaya kendisini mahkum etmiş gibi. Ve her seferinde, rakip gol şansları buluyor. Trabzonspor atamadı. Akhisar az attı. Yarın birisi gelir fark atar. Hoca sorunun ne olduğunu anlamıyor. Yanlış yöne gidiyor. Sorun topa sahip olamamak değil.
Rakiplere sorun... Hepsi Fenerbahçe’nin topa sahip olup, pas yapmasından memnun.
Aysal döner
Ünal Aysal Galatasaray Başkanlığı defterini tamamen kapatmadı. Yeniden başkan olmak istiyor. Özellikle Riva konusu onun için önemli. Kurumsal ve şahsi açıdan. Amacı orayı satmak değil, değerlendirmek. Bu orta vadeli bir iş. Çünkü orta vadede değer daha da yükselecek.
Divandaki muhalefet ise şu an için kongreye yansımaz. Kongrede destek devam ediyor. Ancak dönem oldukça yıpratıcı bir dönem. Şu anda saydığı 4 başlığın onu yıpratıp orta vadede sıkıntıya sokması muhtemel.
Bu ara dönemde çok güçlü bir başkan ve yönetimin çıkmayacağını düşünüyor. Bence haklı da...
Dolayısıyla çıkacak başkan adayının uzun vadede başarılı olması kolay değil.
Eğer böyle bir başkan adayı çıkarsa Aysal ‘Yüzde 100 yokum’ demesine rağmen kararından dönebilir. Hiçbir başkan adayı çıkmazsa da yoğun istekle geri dönmesi mümkün. Ancak misal Alp Yalman alternatifi ona geri adım attırmaz. Gider, 6 ay ya da 1-2 sene sonra omuzlarda geri döner.
Geçen hafta yüzde 100 yok demiştim. Ayrılacağını açıkladı.
Şimdi bugün, yarın ya da ileride mutlaka yeniden aday olacak diyorum.
İstihbaratım ve hislerim bunu söylüyor.
‘’İsmail Kartal sorunun ne?‘’
İsmail Kartal ve yönetim, sorunun ne olduğunu biliyorsa sorun yok. Ancak sorunun ne olduğunu bilmek için geçen sene neyin doğru yapıldığını anlamak lazım. Anladıklarını hiç zannetmiyorum. Geçen yıl anahtar ‘ikna olmak ve ikna etmekti’
Yanal önce oyuncuları şartlarını yerine getirmedikçe forma bulamayacaklarına ikna etmişti. Fiziksel olarak %100’de ve taktik disiplin/pozisyon sadakati yönünden full konsantre olmadan forma yok... Buna herkes ikna olmuştu. Prens Salih bile gitti işte ötesi var mı? Yönetim, onlar istediler diye Yanal gönderdiği an bunu yıktı.
Sonra rakipleri de ikna etmişti. Her maçta rakip ‘bunlar bizi bir şekilde yener’ fikriyle oynuyordu. Ancak bu sene takım o kadar yumuşadı ki 20. dakikada ‘bizi yenemezler’ fikri doğuyor zihinlerde. Kartal ve yönetim sonun ne olduğunu anlamıyor dahi eminim.
Detaya girelim: Kartal mı öyle söylüyor yoksa oyuncular mı doğaçlama yapıyor bilmiyorum... Ama Sow ve Kuyt’ın oyunları geçen yıldan farklı. Ceza sahası önü ve içinde haraketsiz bir oyun oynuyorlar. Geçen yıl yana ve geriye oyunda Caner ve Gökhan’ı yedekliyorlardı. Oyunları bir takım/önlü arkalı tandem gibiydi. Attıkları goller tersten gelen toplarda santrfora döndüklerinde geliyordu. Şimdi o kendi kanatlarından gelen akınlarda pozisyon bekliyorlar.
Hak ettiler
Onların hareketsizliği neredeyse 2. ve 3. santrfor gibi oynamaları Gökhan ve Caner’in koridor bulma yüzdesini düşürüyor. Bekler çizgiden çizgiye oyunu açamadıkları için Diego pas verecek adam arıyor. Ama herkes kucakta. Yanal’ın akımında eksik olan driplingçi ota sahalardı. Eğer Yanal gönderileceğine böyle bir ya da 2 orta saha alınsa mevzu çözülürdü. Ancak yönetim hem bu transferleri yapmadı hem de Yanal’ın göndererek bulduğu yöntemi yıktı.
Dün var olan sorunlara ilaveten Caner ve Gökhan’ın arkasını kollamadıkları için oralara atılan her top tehlike oldu.
Akhisar’ı tebrik etmeli. Hem pas oyununu hem de direkt oyunu bu kadar iyi oynamayabilmek önemli. Kuşkusuz Fenerbahçe’nin yumuşak oyunu buna katkı sağladı ama Bilal ve Bruno’nun düşünmeye bile -gerek duymadan istedikleri anda Gekas’ı görebilmeleri paha biçilmez bir ezber. Geldiğinden buyana formsuz olan Alves de yardım edince Gekas nasıl bir seri katil olduğunu yine gösterdi. Sonuna kadar hak ettiler.
‘’Futbol izlenmesin‘’
Futbol izlenmesin isteniyor. Artık bundan kuşkum yok. Yoksa zaten seyirci sorunu olan bir ülkede paldır küldür Passolig'e geçilmezdi. Geçilse dahi sistem mükemmel işletilirdi. Şimdiki gibi insanlara eziyet edilmezdi. Sonra, böyle zeminlerde oynanmazdı maçlar. Bu kadar geç saatlerde de oynanmazdı.
Ve en önemlisi statlara 2-3 bin kişi gittiğinde futbolu yönetenler bir çözüm bulmaya çalışırlardı. Ama hayır! Herkes memnun. Çünkü kimse stada gitmesin istiyorlar. Başka açıklaması yok. Bu korkunç şartların en çok hissedildiği yerlerin başında Olimpiyat Stadı geliyor. Aslında oyunların düzenlenmediği spor alanlarına 'Olimpiyat' isminin verilmesi kurallara aykırı bilirsiniz. Uluslararası Komite bu konuda bizimkileri uyarmıştı. Ama biz -miş gibi yapmayı çok sevdiğimiz için Olimpiyat Stadı ismini kullanmakta bir sorun görmüyoruz. Bir isme bakın bir de sahaya. Patates Olimpiyatı...
Beşiktaş yine bitiremedi!
Bu patates olimpiyatı stadında en azından ilk yarıda futbol oynamaya çalışan herkese teşekkür etmek lazım. Korkunç bir rüzgar, korkunç bir zeminde yüksek bir spor ahlakı göstergesiydi. Eskişehir zemin ve hava şartları gereği kendi standart pas oyununun dışında direkt bir oyun oynamaya çalıştı. Ve aslında Mori'yle girdikleri pozisyonda golü de buldular. Ancak hakemler de en az şartlar kadar kötü olduğundan ofsayta takıldılar.
Beşiktaş son 10 dakika dışında kanat oyuncularını oyuna sokamadığı için Eskişehir savunmasının kalabalık göbeğinde boğuldu çoğu kez. Oğuzhan, Gökhan ve Olcay, Demba Ba'nın sağa-sola hareketlenmelerine zamanında paslarla karşılık veremedi. Veli ve Atiba da uzak kalınca hücumda geniş alan kullanılamadı. Olcay'ın takipçiliği ve Erkan Zengin'in işgüzarlığı ile gelen gol sonrası oyunu domine etmek için şartlar oluştu ama Es Es savunma güvenliğini elden bırakmadı. Oyunda kalınca bu şartlarda her şey olur futbolda. Oldu da. Beşiktaş Asteras maçında olduğu gibi bitirmedi maçı.
‘’Doğru ve şanslı‘’
Golsüz bitmesine rağmen Bilic’in 2 değişiklik yapmasına yol açan bir ilk yarı izledik. Hiç top yapamadı Beşiktaş... Dikine olmadığı gibi enine dahi paslaşamadılar. Bilic’in hamlesi geç olarak bile değerlendirilebilir. Bursa becerikli olsa çok geç olabilirdi, şanslı. Değişiklikler %100 uttuğu içinse kutlamayı hak ediyor. Şenol Güneş’in öğrencileri Oğuzhan ve Gökhan’ı hiç oyuna sokmadı. Topun onlara ulaşmasına hiç izin vermedi. Rakip savunmayı hataya zorladılar. Eğer Volkan’ın bileği dönse iki gollük pası Fernandao yerine Tolga’ya atmasa oyunu erkenden çözebilirlerdi. Ancak yapamadılar. Bakambu’nun yanlış iki şut tercihi üzerine Fernandao’nun şutunu Tolga çıkardı. Ardından da Volkan...İlk yarıda sürekli Beşiktaş’ı geri koşturdular, boşa adam kaçırdılar ve pozisyonlara girdiler. İsmail sol Necip’in sağ, Sivok’un da göbekteki korkunç performansını değerlendiremeyince, Bilic devreye girip Oğuzhan/Sosa ve Necip/Serdar değişikliklerini yaptı.
Peki neden Oğuzhan?
Eğer Sosa bu kadar geriye gelip top alıp kullanacaksa Oğuzhan yerine Veli’yi oyundan almak topa sahip olup Oğuzhan’ı kullanabilmek açısından çok daha mantıklı değil mi? Bunun cevabı Oğuzhan’ın o ana kadarki performansında değil, Oğuzhan’a santrfor arkasında dahi %100 güvenemiyor oluşu Hırvat hocanın. Yoksa Sosa-Atiba önlerinde Oğuzhan’la işi kurtarmak çok daha akıllıca olabilir. Zira sorun savunmada değildi... Topa sahip olup oyuna hakim olmaktaydı. Bilic’i bu yüzden eleştirmek kolay değil... Zaten yaptığı değişiklikler de oyunu belli oranda değiştirdi, Sosa’nın Olcay’la kurduğu direkt bağlantı, Gökhan’a dahi gereksinim duymayan bir hücum zenginliği yarattı. Olcay’ın golden önce 3 kez gole yaklaştığının altını çizmek lazım.
‘’Elektrik kaybı‘’
Bazı yönleriyle daha iyi takım dünkü Fenerbahçe... Geçen seneden ciddi bir farkı ise elektriği zayıf takımın. Uysal bir ekip bu. Geçen sene Bursa deplasmanında son dakikada Bursa maçı beraberliğe getirdiğinde stoper Egemen’i yollayıp galibiyeti nasıl alıyordu bu ekip? Yüksek tansiyonuyla, elektriğiyle... Herkesin bir meselesi vardı geçen sene olup bitenle. Kimse normal oynamıyordu bu oyunu. Kabul edelim çoğunluğun meselesiyse Ersun Yanal’laydı. Hiç sakin kalmamıştı ekip. Hep yüksekti. Hep oyundaydı... Yanal bilerek ya da bilmeyerek takımı hep yüksek tutuyordu.
Şimdi durum farklı. Meseleyi çözdüler. Yanal gitti.
Geçen yıldan daha iyi ve yaratıcı bir orta saha olmasına rağmen kanatları geçen yılın yarısı kadar çalışmıyor bu sebeple. Bu zor bir durum. Dün bu durumdan çıkışın Emenike-Emre kavgasıyla yaratılan elektrikle oluşu ironik. Seyircinin ıslıklaması... Emenike’nin anında cevap verişinin ortaya çıkardığı elektrik biraz olsun kendisine getirdi Fenerbahçe’yi. Ama sadece biraz.
Fark var
Geçen seneyle arada büyük fark var. Fenerbahçe geçen sene orta saha/savunma göbeği bütünleşmesini ve önde baskısını bulabildiği her maçta ya da bölümde oyuna hakim olduğu için iki bekini oyuna sokup alanı genişletip, akın sürekliliği sağlayarak bir şekilde skor buldu. Mutlak şekilde...
Dün ise kimseyi demarke pozisyonda kaleyle muhatap edemedi. Gol dahil, Sow’un 64’te attığı kafa bunun tek istisnası.
Dün bir kez daha görüldü ki, Fenerbahçe sadece Yanal’ı değil, elektriğini ya da asıl meselesini kaybetmiş belli ki... İsmail Kartal’ın şansı ona duyulan sempati ve rakiplerin durumu.









































