Arama

Popüler aramalar

‘’Akıllara zarar...‘’

Belli ki Ertuğrul Sağlam, genç Ethem’e güvenmemişti, sağ bek ve stoper krizi yaşanan bir maçta, artık terk edilmeye yüz tutan üçlü savunma kurgusuyla oynamayı tercih etmişti. Ancak bilmesi gerekirdi ki, elindeki malzeme ona hiç uygun değildi. Ne bir Ronaldo, ne bir Zago, ne de bir Ahmet Yıldırım’ı vardı sahaya sürmek için. Görerek, yaşayarak öğrenecekti tabi. Öyle de oldu zaten. İlk 20 dakika içinde gelen 2 şok gol, Beşiktaş’ın hocasının akıllara zarar bir taktik düzeneği ile (3-2-3-2) sahada yer aldığının farkına varmasına neden oldu. Serdar Özkan’ı sağa çekerek savunmayı dörtledi. Normal oyun düzenine dönen Siyah-Beyazlılar, devre bitmeden skoru eşitledi ve zor da olsa kazanmasını bildi. Skor aldatmasın, dün Beşiktaş’ın karşısında daha güçlü ve agresif bir rakip olsaydı. Kara Kartal İnönü’de bir felaket senaryosuyla karşılaşabilrdi.
Tello, Cisse ve gecenin en güzel vuruşunu yapan Delgado ile her geçen gün üstüne koyan Nobre, standartları aşan performanslarıyla maça damgalarını vurdular. Maça kötü başlayan İbrahim Üzülmez, daha sonra toparlandı. Yeni transfer Holosko, uyum sorununu atlattıktan sonra faydalı olabileceği izlenimi veriyor. Kara Kartal’ın en büyük gol umudu Bobo ise, beklenenin uzağındaydı, anlaşılmaz derecede bozuktu. Serdar Özkan, Kasımpaşa karşısındaki yerini yadırgamış olacak ki, Beşiktaş’ın kötüleri arasında başı çekiyordu. Dünkü maç, Beşiktaş savunmasının çok acil bir takviyeye ihtiyacı olduğu gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. Bu arada, maç öncesi kapalı tribünde, 19 Ocak 1989’da elim bir trafik kazasında yaşamını yitiren Samsunsporlular’ın anısına açılan pankart gecenin en anlamlı hareketiydi.

20 Ocak 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sahadaki beyefendi‘’

Matias Delgado geçen sezon boyunca tartışıldı. Bonservisine ödenen ücret hakkında polemikler yapıldı. Basel’deki parmak ısırtan performansının yarısını bile sergileyememesi sürekli sorgulandı. Bir sezonu adeta ‘pas’ geçen Arjantinli yıldız sonunda müthiş yeteneklerini futbolseverlerin beğenisine sunmaya başladı. Ülkesinde “Barajlar kralı” olarak bilinen Tangocu öylesine başarılı bir çizgiye yükseldi ki, herkes ondan bir önceki maçta yaptığından fazlasına ortaya koymasını beklemeye başladı. O da beklentileri boşa çıkarmıyor, resital üzerine resital yapıyor. Arjantinli’nin performansı geçen sezonla kıyaslandığında farkın siyahla beyaz kadar açık olduğunu söyleyebiliriz. Beşiktaş’ta uzun zamandır sahada ne yaptığını bilen, çok çabuk düşünüp, uygulamaya koyan, böylesine etkileyici bir yabancı maestrosu yoktu. Aslında Arjantinli eleştirildiği zamanlarda bile çok kötü oynamadı. Bir türlü takım olma olgusunu taşımayan, birbirinden kopuk futbolcularla yanyana forma giymenin şanssızlığını yaşadı. Çoğu zaman anlaşamadı veya anlaşılamadı.
Tüm bunlar bir kenara, Delgado’nun birçok şeyi tartışılabilir ama eleştirilemeyecek tek yönü vardır. Arjantinli yıldız geldiği günden bu yana Fair-Play ruhundan ödün vermemiştir. Bütün maçlarına bakın, Delgado her şeyden önce sahada futbol oynamayı düşünmektedir. Hiçbir zaman rakibiyle didişmemiştir, tekme yediğinde bile kendine bu sertliği yapana dönüp bakmaz bile... Hakemle veya rakip oyuncularla polemikten uzak kalmaya bakar. Sahada bir ‘beyefendi’ portresi ortaya koyan Delgado bu özellikleriyle de alkışı hakediyor. Arjantinli, Beşiktaş taraftarının önem verdiği bu özellikleriyle de tribünlerin yeni sevgilisi olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyor. Hep böyle kal Matias...

21 Aralık 2007, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Raul, İnzaghi ve Semih‘’

Süper Lig’in ağları en çok havalandıran ikinci ismi olan Semih Şentürk ortalamaya bakıldığında 96 dakika başına düşen bir golle zirvede. Şu anki kral Gökdeniz 143 dakikada bir gol atabilmiş. Ancak bu etkileyici istatistiğe rağmen bu oyuncu üzerindeki tartışma ve taraftarın aklında Fenerbahçe’nin santrforu olup olmadığına dair şüphe eksilmiyor. Milli oyuncunun şanssızlığı, şöhrete ve popülariteye düşkün Sarı-Lacivertli camia ile spor medyasının pompaladığı isimlerin altında ezilmesi... Tabii transfer için Ronaldo, Adriano, Carew gibi süperstarlar gündeme gelince taraftar da doğal olarak şartlanıyor ve kendi oyuncusu ne kadar efektif olursa olsun bunun farkına varamıyor. Bir başka deyişle “Semih bizim golcümüz olamaz, daha iyisine layığız” düşüncesi kırılamıyor.
Ama Real Madrid’deki Raul örneği göz önünde bulundurulmalı. Real her sezon futbolda en değerli şey olan gol bölgesi için müthiş transferler yapıyor ama Raul hep oynuyor. Milan’daki İnzaghi’ye bakın... Semih’in İtalyan forvetten ne eksiği var? Milan’a da birçok santrfor geliyor, gidiyor. Ama diğerleri yolcu, İnzaghi hep hancı; Şampiyonlar Ligi’nde de en golcü(63)...
“Kimse kendi köyünde peygamber olamaz” sözü deneyimli golcünün (Kendisine genç denilmesine çok kızıyor da) omuzlarındaki misyonunun zorluğunu özetliyor. Ama modern futbolun değişen santrfor imajında golü hisseden ve olması gerektiği yerde bulunan santrfor tipinin nesli tükeniyor. Bu da onun avantajı... Semih’in stili Gerd Müller’i andırıyor. Son vuruşlardaki ustalığı zaman zaman Romario’yu anımsatıyor. Fenerbahçe bu oyuncuyu tartışmak yerine onu markalaştırıp, dünya futboluna sunmalı. Sarı-Lacivertliler, Semih’te ısrar ederse belki onların da bir Raul veya İnzaghi’si olabilir.

19 Aralık 2007, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sağlam ne demek istedi?‘’

İstatistikler futbol için maç öncesi birşey ifade etmeyebilir. Örneğin bir takım attığı 10 golün hepsini sağ taraftan orta ve kafa vuruşuyla kaydedebilir. Ama bu, bir sonraki karşılaşmada sol kanattan ve ayakla gol atmayacakları anlamına gelmez. Ancak maçın ardından ortaya çıkan istatistikler takımların ne yaptıklarına dair performansları açısından bir izlenim oluşması için belirleyici olabilir. Ertuğrul Sağlam’ın Beşiktaş’ı, Şampiyonlar Ligi’nde ofsayt dahil olmak üzere tüm hücum formasyonları incelendiğinde grubun en kötüsü. Kornerde, ofsaytta, kaleyi bulan ve bulmayan şutlarda gruptaki üç takımın da gerisindeler. Genel istatistiklerde de Şampiyonlar Ligi’nin 32 kulübü arasında en çok gol yiyen üçüncü, en az gol atan üçüncü, en az şut atan beşinci ve en kötü şut atan üçüncü ekibi... Beşiktaş maç başına 3.17, Fenerbahçe ise 6.67 isabetli şut kaydetti ve karşılığını aldı. Yürekli olmazsan başaramazsın. Korkaklar her gün ölür, cesurlar bir kez.
Bunları bir kenara bırakalım. Grupta oynadığı üç deplasman mücadelesinde bırakın rakip fileleri havalandırmayı, taraftarını heyecanlandıracak bir pozisyona bile giremedi. Şimdi Porto maçının bitiminde Sağlam’ın verdiği “Türk futbolunu başarıyla temsil ettiğimize inanıyorum” demeci aklıma takılıyor. Liverpool faciası Beşiktaş tarihine kara bir sayfa olarak geçerken, acaba Sağlam ne demek istedi diye düşünüp, duruyorum. Bu Beşiktaş Türk futbolunu başarıyla temsil ettiyse, Lucescu’nun son dakika golüyle gruptan çıkma şansını yitiren Beşiktaş’ı ve UEFA Kupası’nda -kaldı ki o zamanlar tur geçmek bile büyük olaydı- üç tur atlayan Rasim Kara’nın Beşiktaş’ına büyük haksızlık edilmiş... Eğer Sağlam iç sahayı kastettiyse orada da tribünün etkisi bariz ve yadsınamaz. Zaten bunu da tüm Avrupa, Liverpool karşısındaki tribün şovunun ardından kabul etti.
Siyah-Beyazlılar için hoca değişiminin bir çare olmadığı ortada. Del Bosque, Çalımbay, Tigana derken gelen gideni aratıyor. İstikrar açısından Sağlam kalmalı, ama o da artık kendini aşmalı...

14 Aralık 2007, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ahlar vahlar içinde...‘’

Şampiyonlar Ligi’nde son 18 iç saha karşılaşmasında sadece bir kez yenilmiş, müzesi Avrupa Kupaları ile dolu bir rakibe karşı final maçına çıkmak hiç kolay değildi elbette. Zaten iş bu noktaya gelmemeliydi.
Ama çıkmadık candan umut kesilmez misali ve futbolun sürprizlere açık bir oyun olduğu düşüncesiyle mücadeleye başlayan Beşiktaş aslında dış saha performansı göz önüne alındığında kendi standartını aşan bir Avrupa deplasman maçı oynuyordu.
Ta ki, o ana kadar yaptığı kurtarışlarla gecenin adamı olabilecek Rüştü’nün ‘ofsayt’ diye duraklamasıyla yenilen ‘saçma-sapan’ gole kadar... Türk futbolcusunun hakemle oynama ısrarı yine çok şeye maloldu...
Oysa Rüştü gibi dünyanın tanıdığı bir kaleci önce çıkıp topu almalı, yani kendi işini yapmalı ondan sonra hakeme bakmalıydı.
İlk yarının sonlarında gelen gol Beşiktaş’ın moral motivasyonunu alt-üst etti. Ardından malum hikaye...
Bu sezon İnönü’de oynadığı 5 Avrupa Kupası maçında sadece Porto’ya kaybeden Siyah-Beyazlılar bir kez daha rakibine boyun eğdi ve Kara Kartal’ın inişli-çıkışlı, sürprizlerle dolu Avrupa macerası ‘ahlar-vahlar’ içinde Dragao Stadı’nda noktalandı.
Bu arada son haftaların formda ismi Delgado, futbol resitalini yenilgiye rağmen Portekiz’de de sürdürdü... Cisse her zamanki gibi çalıştı, didindi ama o da sistemsiz bir ekipte oynamanın şanssızlığını yaşıyor.
Anlamsız bir düşüş içine giren Serdar Özkan bir an önce toparlanmazsa kaybolup, gidecek ve Türk futbolunda bir yetenek hikayesi daha başlamadan bitecek...

12 Aralık 2007, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ejderhaya karşı!‘’

Porto öyle çok büyük bir şehir değil. Bir yüzü okyanusa bakan bu sempatik futbol kenti Lizbon gibi metropol özellikleri taşımıyor. Ancak son yıllarda gerek Portekiz Ligi gerekse Avrupa’da elde ettikleri başarılar onları iki önemli rakibi başkentin takımları Benfica ile Sporting Lizbon’un çok çok önüne taşımış durumda. Beşiktaş öylesine bir maça çıkıyor ki, keşke turu bu noktaya bırakmasaydı. Rakip Şampiyonlar Ligi’nin gediklisi... 2003’ün UEFA, 2004’ün ise Şampiyonlar Ligi Şampiyonu... Özellikle son 20 yıldaki müthiş atılımla gelen başarıları onları artık Avrupa’nın hatırısayılır futbol ekolleri arasına taşımış. Bu sezon oynadıkları resmi maçlardaki tek yenilgisini Liverpool deplasmanında aldılar. Devler Ligi’nde evinde yaptığı son 18’maçta sadece bir kez kaybettiler. 1 puanın onlara gruptan çıkma yolunda yetiyor olması takıma aşırı rahatlık vermiş durumda. Zaten bu da çalışmalara yansıyor. Dün sabah idmanının takip ettiğimiz bölümünde rakip oldukça neşeliydi. İstediklerini alacakları konusundaki emin tavırları yüzlerine yansıyordu. Portekiz basını da aynı kanıda...
Şimdi bu şartlar altında çıkılacak bir maç düşünüldüğünde insan İnönü’de son saniyede yenilen golle kaybedilen karşılaşma için hayıflanmıyor değil. O maç 0-0’lık eşitlikle sonuçlansaydı Beşiktaş’a burada beraberlik yetebilecekti. Ama henüz her şey bitmiş değil. Bugün Kartal, Dragao semalarında uçacak. Nam-ı diğer Ejderha Stadı’nda... Beşiktaş’ın elinde hâlâ bir şans var. Belki bu şans Ejderha’ya karşı verilecek bir savaştaki kadar ama unutmamak gerekir; futbol mucizelere açık bir oyundur.

11 Aralık 2007, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Reform gerekli makyaj değil!‘’

Denenmişi tekrar denemeye gerek yok. Beşiktaş’ta sorunun çözümü yine popülist politikalarla aranıyor. Bir kez daha yanlış yapılıyor. Taraftarın gözbebeği teknik direktör Ertuğrul Sağlam, 7-8 futbolcu ile devre arasında yollarını ayıracaklarını açıkladı. Gerekçe: Gönderilmesi düşünülen oyuncuların Beşiktaş’ın büyüklüğünü anlayamamaları ve buna göre hareket etmemeleri. Peki bunlara bu ilkeyi hatırlatmakla yükümlü kişiler kimler? Teknik kadro ve takımın menaceri... Bir anda ne oldu da bu oyuncuların, Siyah-Beyazlı kulübe uygun karakterde ve yetenekte olmadıklarına kanaat getirildi? Bunun açıkça belirtilmesi gerekir.
Son Başkanı Yıldırım Demirören’in görev aldığı 3.5 yıllık dönem boyunca azımsanmayacak sayıda ezeli rakibi Fenerbahçe’den de olmak üzere 42 futbolcu transfer edildi. Belki bir o kadarı da gönderildi. 4 teknik direktör, 13 yardımcı antrenör değiştirildi. Kara Kartal’ın geldiği nokta ortada. Bu süreçte sadece Türkiye Kupası başarılarıyla camia avutuldu. Kulübün finansal açıdan içine düştüğü durum kimilerine göre felaket olarak nitelendiriliyor. Zaten mantalitesi “Sevinmek için sevmemek” olan bir taraftar topluluğu bile isyan noktasına geldiyse bu noktada biraz durup düşünmek gerekir. Öyle ki, ligin kaderini etkileyecek derecede önemli bir maçta takımı öne geçtiği anda tribünler başkanı ve menaceri istifaya davet ediyorsa verilen mesaj hem açık hem de nettir.
Sağlam makyaj yaparak, problemleri ortadan kaldırmak istiyor. Ancak bu geçici olarak sorunların önüne geçebilir. Fakat gelecek için kesin bir umut olamaz. Beşiktaş’ın şu anda ihtiyacı olan tek çözüm şekli köklü bir reform hareketi olarak gözüküyor.
Basketbola dikkat!
Beşiktaş futbol üzerine endeksli bir kulüp. Tamam ama bu noktada kulübün armasını taşıyan diğer takımlara biraz haksızlık yapılıyor. Sezona biri beklenmedik (Karşıyaka) iki yenilgiyle giren basketbol takımı ardından oynadığı (Üçü Avrupa) 8 resmi maçı kazandı. Kaldı ki, takımın büyük bölümü yeni isimlerden oluşuyor ve coach da bu sezon göreve geldi. Müthiş bir form yakalamış durumdalar. Ligin en agresif ve hızlı basketbol oynayan ekibiler. En çok asist yapma özellikleri oyunu ne kadar güzel oynadıklarını gösteriyor. Ancak Coach Ergin Ataman’ın da vurguladığı gibi gerekli ilgiyi görmüyorlar. Belki son yılların potada en görkemli dönemini yaşatan El Amin’li kadrodan bile daha iyi işler yapabilirler. Sanırım biraz daha fazla desteği hakediyorlar.

23 Kasım 2007, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Adam gibi adam ama...‘’

Ertuğrul Sağlam’ın beyefendiliğine, duruşuna kimse birşey diyemez. Tribünlerin de haykırdığı gibi gerek futbolculuğunda gerekse teknik direktörlük kariyerinde sergilediği profille “Adam gibi adamdır” da ayrıca gözlemlediğimiz kadarıyla. Ancak kenar adamı olarak Beşiktaş’ın ağırlığını kaldırabilecek deneyimde bir çalıştırıcı mıdır? İşte tartışılması gereken nokta burası olmalıdır. Siyah-Beyazlılar, sezonun 22. resmi maçını oynamasına rağmen hâlâ bir futbol kimliği ortaya koyamamaktadır. Doğrudur, zaman zaman göze hoş gelen ve doyurucu futbol oynamaktadırlar. Örneğin Sivas maçında Beşiktaş yenilgiyi hakedecek bir futbol oynamadı. Ancak Sağlam’ın önemli bir hatası mağlubiyeti hazırladı. Genç teknik adam, bırakın Beşiktaş’ı sahanın o ana kadar en iyisi Delgado’yu kenara alınca film koptu. O dakikadan sonra Siyah-Beyazlılar’ın hücuma dönük tüm organizasyonu sekteye uğradı. Siz şimdi “Delgado çıkana kadar oynayan takım Sağlam’ın değil miydi?” diye sorabilirsiniz. İşte anlatmak istediğim de budur zaten. Sağlam’ın tecrübesi eksiktir. Bir başka deyişle genç çalıştırıcı, Beşiktaş’a erken gelmiştir. Siyah-Beyazlılar adına bir ‘değer’ daha kaos ortamında yitirilme riskiyle karşı karşıyadır. Beşiktaş için şu anda olağanüstü şartlar sözkonusudur, tıpkı Seba’nın ve Bilgili’nin gidişinde olduğu gibi. O zaman gözlerimizi kapatalım ve normal şartlar altında bu 8-0’lık skorun ve üst üste yaşanan puan kayıpları olduğunu düşünelim. İlk suçlanacak kişi kim olacaktır? Tabii ki takımın teknik direktörü. Tüm dünyada bu sistem böyle işler. Beşiktaş taraftarının, hocasını koruma içgüdüsüyle ona sahip çıkma tavrı çok doğrudur. Zaten esas gitmesi gerekenler koltuğunda otururken, teknik direktörler öğütüle öğütüle bu noktaya gelinmedi mi? Ama bu tavrın bazı gerçeklerin üzerini örtmesi, geleceği kararan kulübü daha kötü duruma sürükleyebilir.
Bir de ortada büyük bir çelişki sözkonusudur. Taraftarın kulübün başında görmek istemediği Başkan Yıldırım Demirören ve Menacer Sinan Engin’in göreve devam etmesi durumunda (ki devam edecekleri açıklandı) bu tablo karşısında Sağlam’ın tutumu ne olacaktır? Kendisine sahip çıkan taraftarların, “Beşiktaş’ın değerlerini iki paralık ettiniz?” diye istifalarını istediği yönetimle devam mı edecektir yoksa... Eğer birlikte devam ederlerse taraftarın tavrı ne olacak?
Bir de Sinan Engin, taraftar için “Keşke Sivas maçında takımı destekleyip, galibiyeti getirselerdi. Ardından bizi protesto etselerdi” dedi. Yağmur altında “O forma kutsaldır nasip olmaz herkese” şeklinde oyunculara yönelik tek protesto tezahüratı yapan ve “Aldırma Kartal aldırmayı” yaklaşık 20 dakika söyleyen acaba başka takım taraftarı mıydı?

13 Kasım 2007, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI