Arama

Popüler aramalar

‘’Suç ortakları‘’

Eğer Fenerbahçe yönetimi her tuğlası ‘alın teri’ olan o stadı ateşe veren, loca basan, itfaiyeyi engelleyen, sahayı kapattıran o güruhtan hesap sormazsa suç ortağıdır.

Eğer her birini tek tek tespit ettirip hasar ve hasılat zararı için tazminat, can güvenliğini tehdit ettikleri için de ceza davası açmazsa yine suç ortağıdır.

Ya Fenerbahçe bu maçı Trabzonspor yerine Galatasaray ile oynasaydı sonuç da aynı olsaydı katliam mı olacaktı?

Ya Galatasaray, Şükrü Saracoğlu Stadı’na ‘şampiyon’ sıfatıyla gelseydi, bu soykırım mı yapılacaktı? Ya Galatasaray, 10 yıldır Fenerbahçe’yi kesintisiz yeniyor olsaydı, bu adamlar insan avına mı çıkacaktı?

Gelelim işin medya boyutuna... Einstein, “Gerçeği açıklamak istiyorsan, zarafeti terziye bırak” der.

Fenerbahçe Yönetimi, komplocu putları ve entrikacı baronları isim isim adreslemez ve dava açmazsa yine suç ortağıdır. Sıra dayağı mantığıyla herkesi aynı başlıkta toplamak çok yakışıksız bir tavır. Onlar ve beslemeleriyle, onların yok etmek istediklerini, onlara rağmen var olanları aynı kefeye koymak en hafif deyimiyle vicdansızlıktır

Bu suç ortaklarının kuyrukları hep birbirine bağlı.

Kesişiyorlar, çakışıyorlar, örtüşüyorlar, öpüşüyorlar, meleşiyorlar, gülüşüyorlar. Ve gün bir kez daha onların günü...

Mesela bakın Toroğlu Erman, Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım’a sallarken ne kadar cesur değil mi? Peki Şansal Büyüka’nın ‘altın tespih’ meselesine atladığını gördünüz mü hiç?

Peki bizim Hamit Turhan’a ‘eloğlu’ sıfatı yakıştırıp, Toroğlu’na inceden ‘korkak’ yaftası yapıştıran ‘cesur’ Tahir Kum?

Elindeki Denizli belgelerini yıllardır neden yayınla(ya)maz da ima ile geçiştirir? Fenerbahçe aleyhinde olsa dakika durur muydu?

Dün Yeşil-Siyah, bugün Yeşil-Beyaz kesilen bir bukalemun... Kendisine ‘çantacı’ sıfatı takıp aşağılayan adamlara şirinlik yapıyor.

Sahibinin sesi anti-radyodan sallıyor. “Üzülmedim” diyor. Çok da fifi hani... Üzülmesi sürpriz olur asıl.

Çete liderlerinin gölgesinde yaşayan, onların tespihiyle güzellemeler döktürenler, kumarbazlar, madrabazlar, şaklabanlar ve medyabazlar daha neler yumurtlayacak?

Yalancılar, dolancılar, yancılar, yancıklar, yardakçılar, işbirlikçiler neler neler döktürecek? Çetelesini şimdiden tutun ve şunu hep hatırlatın; evrenin tüm karanlığı, tek bir mum ışığını bile köreltmeye yetmez.

24 Mayıs 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nihayet!‘’

Denizli’deki tarihi fırsat, suskun bir saklambaçla heba oldu, ‘istifa’ belirsizliğiyle çar çur edildi. Neyse ki bu kez aynı hataya düşülmedi. Bugün göz açtırmayanlar, dün göz yumulanlardır.

Böyle günlerde susmak, kabuğuna çekilmek, saklanmak sadece ‘kirli ittifak’ı aklamaya hizmet eder. Kasvetli bir puslu havadan yararlanmak hevesiyle tutuşan fırsatçıları, şaklabanları, yağmacıları, yalancıları, yancılarını palazlandırır.

Aziz Yıldırım’ın Gökçek ve Bakan Çelik’e yanıtlarını bazıları ‘iş işten geçtikten sonra diye’ değerlendirebilir. Bence en doğrusu, mahalle kavgasına bulaşmadan maçtan sonraya ertelemekti. ‘Bukalemungiller’ ittifakına gider yapmak, köprüleri tamamen atmak da yerli yerindeydi. Ülke futbolunun içine düşürüldüğü bu garabet ve ucube tabloya “Zayıfların dostluğu, düşmanlığı kadar tehlikeli değildir” tabelasını asıp, geçiştirelim.

Bence çok daha üst perdeden, çok daha çıplak ve bütün Fenerbahçeliler’i ‘Haydi!” diye çok güçlü bir kalkışmaya çağıran konuşma olabilirdi.

Ama önce stadı yangın yerine çeviren, stada ulaşmaya çalışan itfaiye araçlarını ‘bırakın yansın” diye engellemeye çalışan “güruh”tan başlanmalıydı. Bu kulüp için hiç kimse ve hiçbir şey onlar kadar tehditkar ve tehlikeli değil çünkü.

Fenerbahçe ezberlemiş olması gereken şeylere hâlâ nasıl şaşırıyor bunu anlayamıyorum. Yıldırım’ın, Rüştü ve Ümit Özat’ı konuya dahil etmesi, asıl mesajları bulandırmak dışında hiçbir işe yaramadı.
Çok ama çok gereksizdi.

Genelkurmay Başkanı ile çete liderinin çelengini yan yana getirebilen bir adama neden kaptanlık verdiniz o zaman?

Bin kere söyledim, yazdım. Anamıza bile küfredenler bile oldu bu yüzden. Asla Fenerbahçe formasını yakıştıramadığım bir adam.

Diğeri de cipinin plakasıyla, kaptanlık pazubandıyla siyasi mesajlar veren, kendini döven ve dövdüren adamları tanıdığı, bildiği halde bunu kulübe mal eden, en önemli maçlarda ‘ağrı sızı’ bahanesine sarılan bir adam değil mi? İkisinin zerre kadar birbirinden farkı olmadı hiçbir zaman.

Bana sürpriz değil de size neden sürpriz bunlar?
Ayrıca yapsalar ne olur, deseler ne olur?
Mesele şu ki; işi asla son maçlara asla bırakmayacaksın. Kondisyonuyla, mücadelesiyle, hırsıyla, motivasyonuyla, yeteneğiyle, zekasıyla, fizik gücüyle ezen, yıldıran ve bezdiren bir takım kuracaksın.

Bütün olanakları zorla.
Bütün taraftarları buna ortak et. İttifakı daha en başında dize getirip, oluşmasına bile izin vermeden darmadağın edeceksin.

Kötülük kazanmış olabilir, kazansın. Sen yine dene, yine yenil. Yeter ki üstün gelmelerine izin verme.
Ve asla onlara benzeme...

20 Mayıs 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kalk ayağa!..‘’

Pazar akşamki çoluk çocuğu bile terörize eden, zaten bunun için yıllardır fırsat kollayan hazımsız güruhun saldırgan zavallılığını bir yana bırakın. Fırsat bu fırsat yılların kinini kustular. Büyüklük hem yenilgiyi hem de zaferi kabullenebilmekten geçer.

Olayın en çıplak ve en kestirme özeti şu: Bukalemungiller ittifakı kazandı, Sarı-Lacivert kaybetti. Ortalık rahatladı. Futbolun toplu tecavüze uğrayan onuru Kadıköy’de kurtuldu. Bu kulüp ne kimseyle ittifak yaptı, ne de pusu kurdu. Ne “kardeşlik” ucuzluklarına saptı ne de kalleş tezgahların kumpasına alet oldu. Alçakça saldırılara rağmen iki kulvarda da en sonuna kadar yürüdü. Bu sonuç sadece Fenerbahçe’yi aklar, o kadar.

Haftalardır komplo senaryolarıyla kin ve nefret üreten onursuz, omurgasız ve yüzsüz medyabazlar ve onlara dalkavukluk için yarışanlar apaçık deşifre oldu. Hz. Ali “Her derde çare bulunur ama ahlaksızlık illetini iyi edecek bir ilaç yoktur” demiş yüzyıllar önce... “İnanılması en zor dedikodular, aptalların belleğinde en uzun süre kalanlardır” diye tamamlamış Delavigny. Değişen bir şey yok.

Fenerbahçe, taraftarına yine acı yaşattı ama başlarını öne eğdirecek hiçbir utanca ortak olmadı. O yüzden taraftarları dimdik durmalı, hatta bu gururuyla boyun eğdirmeli. Engizisyon cinnetiyle darağaçları kurup cadı avına çıkmak sadece o provokatörleri eğlendirmeye hizmet eder. Gevşek kahkahalar attırır.

Fenerbahçe’nin üzüntüsünü yaşayacak zamanı bile yok. Rüyaları gerçekleştirmenin en kısa yolu hemen uyanmaktır, kabusu sonlandırmanın da tabii ki... Bahane ve mazeretle oyalanmadan, hataları çok iyi saptamalı sonra bir daha asla ve hiç tekrarlanmaması için en radikal tedbirleri almalı. “Sen neye hazırsan, o da sana hazırdır” deyişinden hareketle kötü sonucu üreten kötü sebepler ortadan kaldırılmalı.

Çok basit bir beyin jimnastiği: Mesela Fenerbahçe sezon başından bu yana son maçtakinin yarısı kadar üretken oynasaydı bu sonuç yaşanır mıdı? Mesela Güiza’nın yerine Kamanan veya Makukula oynasaydı kim şampiyon olurdu? Mesela evindeki Kasımpaşa maçından en azından beraberlikle çıksa sıralama ne olurdu?

Ve çok basit birkaç soru; bu kulübün gelecek sezonun transfer politikası Bursaspor’la son maça kadar yarışmak üzerine mi kurulacak? Yoksa Barcelona’yı alt edemese de en azından baş edebilme vizyonuyla mı şekillenecek? Bu sorulara devrim güzergahına uygun yanıtlar verilseydi, aynı yol kazası tekrarlanmazdı.

Dünyada her şey yıkılsa bile gelecek hep yerli yerinde durur. O halde sızlanmayı bırak ve ayağa kalk! Olanca heybetin, cesaretin ve gücünle yeniden meydan oku, yeniden dikil karşılarına!

18 Mayıs 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu mudur?‘’

Müthiş gol pozisyonları yarattı ama inanılmaz bir kısmetsizlik duvarına çarptı Fenerbahçe... Maçın başında kalenin ağzından yapılan bomboş vuruşlar çizgi üzerinde Onur’a, Selçuk’a, Giray’a takıldı. Bilica’nın direğe takılan vuruşunu da bütün bunlara eklemek gerek. Alanzinho’nun teğet geçen şimşek gibi uzaktan yoklaması, kimya bozucuydu. Kaderin oyunu mudur nedir; olmazları kaçıran Güiza bir başka olmazı gole çevirdi. Alex menteşeleri
oynattı, Güiza kapıyı açtı. Bu golden sonra daha çok saldırması, ısırması ve kaleyi işgali gereken Fenerbahçe gereksiz yere durgunlaştı.

Oyundan koparan bir anlık ‘hakeme itiraz’ disiplinsizliği pahalıya mal oldu. ‘Gedikli karavanacı’ Burak Yılmaz’ın ayak tenisinden, affedilmeyecek
şaka gibi bir gol yedi. Dengesizlik skora denge getirdi. Trabzonspor rahatladıkça, Fenerbahçe’nin rahatı kaçtı. Bu arada Bursa’dan 2 gol haberi gelince taşı bile çatlatacak ‘deja vu’ stresi topyekün tetiklendi. Hal böyle olunca takım elden ayaktan düştü. İnanç erozyonu duruşları bozup, vuruşları cılızlaştırdı.

İkinci yarıdaki en ciddi pozisyonda Burak’ın kalabalıkta dolu kaleye attığını, Güiza kimse yokken bomboş kaleye kafasıyla yapamadı. Böyle böyle, yine o ölümcül ‘son 16 dakika’ testine girildi. Fenerbahçe’nin de Fenerbahçeliler’in de yapması gereken tek şey Trabzonspor’u da Bursaspor’u da tebrik edip kutlamak ve kendi dertlerine yanmak. Şampiyonluğu ikram eden şifreler bu maçta değil, Kadıköy’deki Kasımpaşa ya da Diyarbakırspor maçında gizli...

Hani bir şarkı var ya; ‘kader diyemezsin, sen kendin ettin’ diye... Kirli ittifaklar falan bir yana; Fenerbahçe yine kendine yenildi. Acaba Bursaspor’un attığı o goller Trabzonspor yeseydi, kim bilir ne senaryolar üretilirdi.

17 Mayıs 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Olası mı, olmayası mı?‘’

Anlaşılan o ki; Bursaspor ya bu haftayı ‘bay’ geçtiği illüzyonuna, ya Beşiktaş maçını çerez gibi algılama halüsinasyonuna kapılmış. Ya da üç puan çantada inancına kapıldıklarına göre bildikleri bir şey var.

Laf kervanının son yolcusu da Ertuğrul Sağlam, son demecinde (mealen değil naklen) “Fenerbahçe’nin Trabzonspor’u yenme ihtimali çok düşük” buyuruyor. Ve sürdürüyor; “Trabzonspor kupa finalindeki motivasyonuyla sahaya çıkarsa, Fenerbahçe’nin kesinlikle puan kaybedeceğini düşünüyorum.” Elbette sözlerinin nereye gittiğini, nereye gideceğini çok iyi hesaplıyor. İnceden Şenol Hoca’ya ayar veriyor, çaktırmadan da maça şerh düşüp, şimdiden töhmet tohumları saçıyor. Bunu yöneticileri gibi kabaca ve uluorta değil de, ‘terbiye’ sosu ve ‘ima’ yoluyla yapıyor. Medya da onun gibi düşündüğü, daha doğrusu temenni ettiği için kimsenin kontr soruyu soracağı yok. Şu halde biz birkaç soru yöneltelim.

Sizin son hafta maçınız yok mu sayın Sağlam? Beşiktaş maçında 3 puanı nasıl garanti görüyorsunuz? Sizin puan kaybetme olasılığınız neden hiç yok? Beşiktaş, Bursaspor karşısına Fenerbahçe ya da 3.’lük motivasyonuyla çıkarsa neler olur? Yoksa rakibinizi maça çıkmama ve hükmen mağlup olma yönünde ikna mı ettiniz? Bu soruları aslında, yok farz edilen Beşiktaşlılar ve Denizli sormalı. En aklı başında adamı oynayanlar bile bu mavallara ve martavallara son vermeyeceğine göre, en iyisi biz boş verelim.

Öyle ya da böyle pazar günü 90 dakikalık bir heyecan kasırgası esecek. İki maç da sonuna kadar her sonuca açık. Ne olursa olsun, kim şampiyon olursa olsun ama Denizli’deki ‘uzaktan kumandalı organize çirkinlikler’ bir daha tekrarlanmasın.

Fenerbahçe kanadındaki bilet telaşı konusuna da değinmek gerek. Gerçek taraftarlar bu maçlarda değil, en sıradan ve en iddiasız maçlarda bile tribünlere koşanlardır. Bu talep farkı, kulübünü seven azınlık ile başarıyı seven ezici çoğunluk arasındaki uçurumun farkıdır.

Fenerbahçe Yönetimi Taraftar Kart’ın bilet önceliği konusunda stratejik bir (hata değil) yanlış yapmıştır. Sınıf farkı gözetmeksizin her kart sahibine sadece 1 adet bilet verilmeliydi. Hadi Platinium Kart’a 2 bileti hak gördünüz diyelim. Peki bu uygulamayla Gold ve Klasik Kart arasında ne gibi bir fark kaldı? İsyan aşamasındaki Gold Kart sahiplerinin gönlünü nasıl alacaksınız?

14 Mayıs 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Pilavdan lapaya‘’

İki haftadır pompalanan stresle boğma ve yalan dolanla provoke etme taktiği tutmadı. Şimdi öbür klasik senaryo gündemde; aşırı bir rahatlatmayla rehavete sokma ucuzluğu... Cemaat, cemiyet, siyaset ve medyabaz ittifakı yemedi ya, şimdi de “olmadı pilav, çevir lapaya” modeli...

Aslında üzerinde tek kelime etmeye bile gerek yok. Normalde ağacın hatırladığını balta unutur ama bizim ülkemizde ağaçlar unutup baltalar hatırlar. Fenerbahçe’nin de çok ciddi bir ‘hafıza’ sorunu olduğundan şunu bir kez daha hatırlatmak istedim; “Ne maç bitmeden maç biter, ne de lig bitmeden lig.”

Ekranları, köşeleri parselleyen ‘rüzgar gülleri’ pazar gecesinden itibaren Fenerbahçe’yi ‘erken şampiyonluk’ tuzağına çekme gayretinde... Utanmadan, sıkılmadan pohpohlayıp, üfürüp duruyorlar. Çünkü amaç gevşetmek ve yavşatmak.

Hem de ortada daha koskocaman bir 90 dakika dururken. İçeride ya da dışarıda ne fark eder? Hem de rakip kaybedecek hiçbir şeyi olmayan rahat bir Trabzonspor ise. Ve bu rakibine 3-1 gibi net bir skorla kupayı vereli daha birkaç gün olmuşken.

Fenerbahçe camiasında herkes şunu kafasına iyice yazsın; onca gürültü ve patırtısına rağmen, Ankaragücü maçı, bu maçın yanında çerez kalır. Disiplinden, mücadeleden, dikkatten, ciddiyetten, hamleden, yardımlaşmadan, konsantrasyondan, motivasyondan verilecek en küçük tavizin bedeli çok travmatik olur. Diğerlerine de benzemez.

O yüzden yönetim, Daum, futbolcular ve de taraftarlar bu şamataya ve safsataya kulaklarını tıkayıp sadece bu maça odaklanmalı. Alsınlar daha dumanı üzerinde tüten kupa finalini, Samandıra’da döne döne, bıkana kadar izlesinler. Trabzonspor’un ne yaptığını ve kendilerinin ne yapamadığını saniyesi saniyesine ezberlesinler.

Bu sezon nasıl biterse bitsin ama bu garabet tablo bir daha asla tekrarlanmasın. Herkes sadece işini ve sadece olması gerektiği kadar yapsaydı, Fenerbahçe şampiyonluğunu haftalar önce ilan etmiş olurdu. Bu durum bizzat kendisinin eseridir.

Son olarak hazım ve sindirme güçlüğünün öfkesiyle ahlak simsarlığına soyunanlara Bertrand Russel’dan gönderelim “İnsanlığın iki tür ahlakı vardır: biri sözünü edip uygulamadığı, diğeri de uygulayıp sözünü etmediği.”

12 Mayıs 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Oldu mu şimdi?‘’

Provokasyonun her türlüsü, dört bir koldan, en üst perdeden ve en alçak seviyeden yapıldı. Durumdan vazife çıkaran medya şövalyeleri de hem benzinle hem körükle yardıma koştu. Ankaragücü’nün derdi Fenerbahçe’yi yenmek değil, puan kaybettirmekti. Fenerbahçe, işte bu ahval şerait içinde, sükunetini muhafaza edip, sahadan başı dimdik çıktı.

Taraftarlık da, takımlar da topyekün bukalemunlaştı. Her hafta renk değiştiren, kendi renklerini inkar eden tuhaf bir ‘nöbetçi’ güruh türedi. Fenerbahçe bu; dargınları barıştırır, barışıkları küstürür.

‘Talimatlı’ açıklamacının ‘üçlü’ senaryosu fos çıktı, benim ‘tek’ geçtiğim hakem atandı. Zaten bu maça hangi hakemin atanacağını bilmek için fal açmaya, müneccim olmaya gerek yoktu.

Kimbilir ne atakları ofsaytla kesilmiş, ne golleri verilmemiş, ne penaltıları çalınmamıştır Ankaragücü’nün? Kimbilir ne hatalar yapılmıştır Fenerbahçe’nin golleri öncesi? Kimbilir Baroni’nin jenerik golüyle ne suratlar ne renklere bürünmüştür? Serkan’ı ikinci Zalad ilan etmezlerse, ben de hiçbir şey bilmiyorum.

Ya o Ümit Özat’ın halleri? Ağzından çocukların bile, duymadığı halde anlayabileceği küfürler. Anladınız mı bu takımın kaptanlığını kim yapmış Fenerbahçeliler? İlhan’ın dirseği de ‘bonus’ olsun.

Bundan çok daha zor, çok daha gerilimli son bir maç kaldı. Sonrasında sıra Aziz Yıldırım’da... Ya böyle devam edecek, ya da iki satırlık adamların ağzına sakız vermeyecek, ittifaklara en başından balyoz gibi darbe zırhlı bir takım kurmak boynunun borcudur.

10 Mayıs 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gürültülü çaresizlik‘’

Fenerbahçe kupayla ilgili hüzün, hayıflanma ve hesaplaşma faslını bir an önce kapatmazsa, kayıp çok daha büyük olur. O yüzden dün artık dünde kalmalı...

Ortada ne bir hüsran ne de hezimet var... Çok basit ve net bir ifadeyle Trabzonspor isteyen ve hak eden takımdı. Kupa da onların oldu. Fenerbahçe ise bugüne kadar çıktığı kupa finallerindeki en berbat oyununu sergiledi. Bu sonuca da sonuna kadar saygı duymak lazım. Kazanabilirsin veya kaybedebilirsin; asıl önemli mesele, hep finalde olabilmek meselesidir.

Christoph Daum’un, futbolcuların ve taraftarların son 180 dakikaya mutlak konsantre olmaları şart. Çünkü asıl ve gerçek kulvardaki kaybın hiçbir anlamda telafisi yok. Maddi ve manevi, vizyon ve misyon olarak külfeti de çok ağır olur.

Sarı-Lacivertliler, Trabzonspor’un haklı sevincini teslim ederek, ama onların dışındaki şamatacılara kulak tıkayıp, yok farz ederek hedefe kilitlenmeye mecbur. Hariçten gazel okuyanların, mutluluklarını rakibin mutsuzluğu, başarılarını rakibin başarısızlığı üzerinden tarif edenlerin yaptığı tantana ve cümbüş, sadece ‘gürültülü bir çaresizlik’ itirafıdır.

Yazmaya başladığım günden beri savunduğum ilke şuydu; Fenerbahçe’nin en tehlikeli, en korkutucu ve en güçlü rakibi hep kendisidir. Bu kulüp, genel itibariyle kendine hükmen mağlup bir gelenekten gelmektedir.

Başkan Aziz Yıldırım, kulübün resmi dergisindeki son yazısında “Fenerbahçe’nin tek rakibi Fenerbahçe’dir” derken, kuvvetli olmak ve kudretli olmak arasındaki derin farkı, çok ciddi şekilde kavramış ve benimsemiş görünüyor. Somut gösterge için yeni sezon hamlelerini beklemek gerek.

Fenerbahçe’nin sayısız kez finalden eli boş dönmesinin nedeni de gereksiz bir stres ve aşırı motivasyon baskısından başka bir şey değil... Yani finale kaldığı an itibariyle kendisine hükmen kaybediyor.

Ben Fenerbahçe’nin Türkiye Kupası’nı kazanması halinde şampiyonluğu kaybedeceğini düşünenlerdenim. Bu beni bağlayan bir görüş. Suni ve abartılı coşku tufanı hedefin odağını kaydıracak, saptıracak ve ‘her şey bitti’ havasına sokacaktı. Bunu da kulübün genleri söylüyor.
Şimdi dimdik ayakta durma zamanı!

07 Mayıs 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI