Arama

Popüler aramalar

‘’'Dosttuk' maçı!‘’

Amaç, gurbetçilere bir nebze memleket havası aldırmak desek, bu da hiç inandırıcı değil. Basbayağı, doğrudan, açık seçik sadece ve sadece para maçı bu. Transfer fiyaskolarından ve tazminatlardan delinen bütçeyi gurbetçilerin cebinden yamalama kurnazlığı... Maçta ne futbol önemliydi, ne spor, ne de skor. Pekii, ‘bir avuç Euro için’ Avrupa maçları öncesi bu gerginliği ve sakatlık riskini göze almaya değer miydi?

Yoksa iki kulüp, daha sezon başlamadan neden böyle riskli bir işe kalkışsın. Hele hele Pingel olayından Fenerbahçe’nin ağzı yanmışken... Adama, “TSYD Kupası’nı niye kaldırdınız o zaman?” diye sormazlar mı?
Yarım yamalak hazırlanmış eksik kadrolar, sarı kartlar, kırmızı kart, sahaya atılan taşlar, meşaleler, anonslar; yani ‘dostluk’ maçı kandırmacası daha ilk yarıda çöktü. Olsa olsa ‘dosttuk’ maçı demeli. Dövüş ve söğüş eksenli bir gereksizlik!

İki takımın yarı bütçesine sahip takımlar, Avrupa Kupaları’nda final, yarı final oynuyor her yıl. Bıraksınlar bu göz boyama işlerini, en azından UEFA Kupası’nda yabancı bir ülkede final, yarı final oynasınlar da kimin kazandığına bakmadan gururlanıp alkış tutalım.

Tek sahici yanına gelince; yeneni uyuşturup, yenileni uyandıracak bir maçtı. Fenerbahçe, Andre Santos ile Galatasaray’ın alarm ziline bastı. O kadar.

22 Temmuz 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yok saymak‘’

Kaybederek öğrenmek gibisi yoktur derler. Kadıköy yakası oldum olası bu sözden muaftır benim bildiğim. Kaybetmesine kaybeder de, öğrenme konusunda hep sınıfta kalır.

Fenerbahçe’nin coşkusunu kaybedeli yıllar olmuştu, şimdi umut da giderek tükeniyor. Bunun öncelikli ve temel nedeni, yönetimin her transfer sezonunda milyonlarca taraftarı yok sayan tutumudur. Kimse kusura bakmasın; bunun adı gizlilik mizlilik değil alenen yok sayan bir suskunluktur.

Bu hoyrat ve gergin iletişimsizlik kulüpte öyle kök salıp gelenekselleşti ki, herhalde absürt bir espri olarak ‘kurumsal iletişim’ yaftası verildi. Sizin anlayacağınız göz göre göre maskeli balo.

Yahu “şunlarla ilgileniyoruz, bunlara teklif yaptık, onların da peşindeyiz” diye bir şey bekleyen yok ki sizden sayın yönetim. Belli aralıklarla en azından kulübün kendi televizyonuna çıkıp insanların gazını alacak, yüreğine su serpecek, umudunu diri tutacak açıklamalar yapın. Kimsenin detay ya da isim istediği falan yok. Sadece bu gergin saklambacı bırakın da, milyonlarca taraftar kitlesini adam yerine koyun. En azından “hiç kimsenin kuşkusu olmasın, gerekli çalışmalar yapılıyor” deyin.

Bunu farkında olarak yapıyorsanız vahim, yok farkında değilseniz o çok daha vahim. Tek bildiğiniz iletişim yolu resmi siteden ya gergin ya alaycı yalanlamalar geçmek mi? Siz sustukça, Fenerbahçeliler’in belirsizlikten ruhu kararıyor. Şüpheler daha da büyüyüp derinleşiyor ve insanlar bezginliğe, yılgınlığa kapılıyor. Kulüple taraftar arasındaki uçurumlar büyüyor. Fenerbahçeli artık Fenerbahçe’den konuşmuyor, farkında değil misiniz?

Gelelim şu transfer meselesine. Ortada uçuşan isimlere bakınca da çelişkinin ötesinde çelişkiler var. Yalanlanan ve yalanlanmayanlar üzerinden açılan papatya falları bu vehameti gösteriyor. Portakal kalmadı kıyma verelim hesabı. Aynı mevkiye taban tabana zıt futbolcuların adı geçiyor. İnşallah öyle değildir demekle yetinelim.

İşte Dünya Kupası ortada.. Sistemin zaferidir bu. Sadece İspanya değil, yarı finale kalan bütün takımlar sistem takımıydı. Stoch eğer bir sistem tercihinin işaret fişeği değilse yandı gülüm keten helva. Unutmayın ki Rebrov ondan 5 gömlek üstün futbolcuydu. Sistemsizliğin içinde murdar oldu gitti.

Fenerbahçe’nin önce bir sisteme, sonra o sistemi yıldızlaştıracak futbolculara ve o sistemde yıldızlaşacak futbolculara ihtiyacı var. Yoksa bu devran böyle döner durur.

13 Temmuz 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Geç olmadı mı?‘’

Taraftar futbolda bir hareket bekliyor ama bombalar basketbol ve voleybolda patlıyor. Sinir bozucu bir soğukkanlılık ve suskunluk.

Amatör şubeler ne kadar profesyonelce iş yapıyorsa, profesyonel şube de o kadar amatörce davranıyor. Herhalde Şampiyonlar Ligi ön elemesinin sonucu bekleniyor kadroya takviye için. Tıpkı daha önce de olduğu gibi... Sonra öfkeyi yatıştırmak için panik transferleri patlar yine art arda.

Kaç kere tekrarlandı bu garabet? Ve daha kaç kere tekrarlanması gerekiyor?

Anlaşılan hatalardan, yanlışlardan ve dolayısıyla yıllardır ağır bedeller ödemekten sıkılan yok. Eğer ortada gerçekten bahsedildiği gibi bir ‘sistem’ olsaydı, hocanın da, transferlerin de geçen sezon bitmeden belirlenmiş olması gerekirdi.

Başka derin maliyetleri de oluyor bu sistemsiz ve rastgele transferlerin. Bu kez de “bu kadar büyük paralar ödedik, pazarını düşürmeyelim” mantığıyla kumara dönüyor iş. Ve sonucu çok önceden belli olan bir kumara hem de. Şampiyonluklar feda ediliyor bu gereksiz ısrarla.

Kadıköy’de geçerli tek sistem sistemsizlik. İstikrarla inat kavramı da birbirine karıştırılmış vaziyette. Buna sitem edene de tahammül yok. Peki biraz geç kalmadılar mı?

Yahu şu ‘çift haneli’ yılların, transfer ve maliyeti açısından ‘en zor yıllar’ olduğunu öğrenemez mi bir türlü futbolu yönetenler? Vitrine çıkma, vitrine sürme meselesi yüzünden hem transfer bir türlü sonuçlanamıyor, hem de fiyatlar fahiş seviyelere sıçrıyor.

Devler Ligi kapıya dayandı. Kimler alınacak da, takıma, hocaya ve sisteme ne zaman uyum sağlayacak? Adaptasyon sorunu yaşamamaları için insanüstü yaratıklar olması gerek bunların. Peki fatura kime kesilecek bu durumda? Bin yıldır alıştığımız ve alıştırıldığımız üzere, elbette ve her koşulda sorumluluğu ve günahı en az olan kişilere... Bu ülkenin en fedakâr taraftarları da, en çok bedel ödetilen kulübü de şu olan biteni hiç hak etmiyor.

Futbolda beklenen atağın ne zaman gerçekleşeceği merak konusu. Fenerbahçeliler şu sorunun cevabını arıyor: “Yarım yamalak ve kırılgan santrforlarla, çakma ve devşirme kanat oyuncularıyla, kırılgan ön liberolarla mı yola devam edilecek?”

Umut giderek daha da törpüleniyor!

06 Temmuz 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ateşten gömlek‘’

Olan oldu, biten bitti. En kritik en önemli zamanlar Daum kaosuyla heba edildi. Taraftarın sinirleri de daha sezon başlamadan laçka oldu.

Sonunda Aykut Kocaman imzayı attı. Attı ama ateşten gömleği de giydi. Daha doğrusu giydirildi. Çünkü kendi sözleriyle çelişme pahasına kabul etti bu görevi. Onu bu kulüpten gönderenler ve o zihniyetin sözcüleri şimdiden ateş etmeye başladılar bile.

Aykut Hoca bütün bu olan bitenlere rağmen bu şartlarda bu görevi kabul ettiyse, bunu sadece Fenerbahçelilik adına göze almıştır. Ne para hırsıdır derdi, ne de makam. Hatta bir anlamda tenzil-i rütbe sayılır.

İnşallah kendi devrimlerine, sözlerine ve değerlerine bir anda sırt çevirebilenler, Aykut Hoca’ya da sırtlarını dönmezler. İnşallah onu da ortada bırakmazlar. Çünkü bu hamlenin samimi bir tercih olup olmadığı konusunda herkesin çok ciddi kuşkuları var. Çünkü ‘bir kurumsal, iki durumsal’ gidişat nedeniyle sicilleri berbat. Umarım bu kez bizi yanıltırlar.

Daum ile medeni koşullarda bir saatte halledilebilecek iş, bir aylık utanç verici serüvene dönüştürülünce Aykut Kocaman’ın basacağı zemin de sabote edildi. Taraftarın morali allak bullak edilip, sinir küpüne döndürüldü. Ve Kocaman şimdi bu öfke, sabırsızlıkla ve tahammülsüzlükle de baş etmek zorunda. Teknik adamlık ve sportif direktörlüğün yanında paratoner ve canlı kalkan görevi de var artık. Allah kendisine kolaylıklar versin.

Şu veya bu görevde fark etmez; Aykut Kocaman, Vefa Küçük gibi bir beyefendinin kafasına konulan o rakı bardağından alınan rövanştır. Pespaye zihniyet ile devrim zihniyeti ayrışmasının zirve noktasıdır. O yüzden de sembol isimdir. Harcanırsa gerçekten çok yazık ve ayıp olur.

İmza töreninde ‘savaşan bir Fenerbahçe’ yaratma sözünü verdi. Taraftarın gönlünde bir türlü bitmek bilmeyen o özlemi dillendirdi. Futbolun en sıradan ve basit olgusu bu kulüpte ‘ütopya’ya dönüşebiliyor işte.

Sezon açıldı, hoca nihayet değişti. Eee, elbette sistem de değişecek. Şampiyonlar Ligi ön elemesi kapıya dayandı. Gidenler gitti ama kimlerin geleceği hâlâ muamma. Bu tablo, sistemsizliğin, plansızlığın ve durumsallığın zirvesidir. Çünkü büyük idealler, küçük heveslere kurban edilmiştir.

Sevgili Aykut Hocam sen neye hazırsan, o da senin için hazırdır.
Bu ahval şerait içinde yegane vazifen tabelada farklı yenik olsa da, mücadelede ve takımdaşlıkta sahadan her zaman farklı galip ayrılacak bir Fenerbahçe oluşturmaktır.
Kolay gelsin.

03 Temmuz 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Adı konamaz‘’

En başta yapılması gereken, en sonda yapıldı. Yapıldı da, ne yapmak ne yapmak. Ne var ne yoksa kirletildi, murdar edildi, ortalıklara döküldü, ayaklar altına alındı...

Öyle böyle bir rezillik değil. Tehdit iddiaları, belirsizlikler, medya üzerinden ucuz savaşlar. Sonunda yine bildik hikaye; kıvırmalar, inkarlar, yok farz etmeler, kulağının üzerine yatmalar. Herkesi aptal yerine koymalar. Yutkunmak yetmez yutmak lazım da, hadi gel de yut yutabilirsen. Hadi gel de yuttur yutturabilirsen.

Sözleşme garabeti apayrı bir çarpıklık. Tapu falan da değil, resmen tabu... Bırakın düşünmeyi, konuşmayı, dillendirmeyi; yazmayı bile insanın midesi kaldırmıyor. O kadar pespaye, utanç verici bir manzara.

Fenerbahçeliler yeni sezon için umut ve moral olacak hamleler beklerken, haftalardır yönetim ile Daum’un kasti faullerle dolu entrika tefrikalarını okuyup izleyip burnundan soluyor. Taraftar sinire kesti, spor sayfalarına küstü. Franz Beckenbauer ‘sirk’ benzetmesi yapıyor, bir Alman gazetesi ‘Deliler Evi’ diye başlık atıyor. Fenerbahçe’nin teknik direktörü Daum da içkili bir lokantada ayak üstü basın toplantısı yapıyor. İman tahtası sağlam ve mezhebi geniş olanlar için ne güzel bir manzara... Kuş dili ve edebiyatı enstitüsü...

Sevgiyi zaten geçtik de, kimsenin kimseye bir saygısı, inancı, güveni kaldı mı? Her şeyin ayaklar altına alınıp çiğnendiği bu ortamda hangi felsefeyle, hangi hedefe yürünecek? Fenerbahçe sezonu başlamadan murdar ve sabote etmiştir. İtibarını hiç kimsenin aşağılamayacağı kadar aşağılamış, ucuzlatmış ve gülünç duruma düşmüştür.

Kulüp üç kuruşluk adamların ağzına zorla ve kasten sakız edilmiştir. Lafı dolandırmanın anlamı yok; vizyon da, misyon da iğfal edilmiştir. Hepsinin masal, hatta bir balon olduğu konusunda hiçbir kuşku kalmamıştır.

Ya bu rezillikler hiç yaşanmayacaktı ya da yaşandıysa da hiç uzatmadan gereği yapılıp üstü kapatılacaktı. Şimdi durumdan vazife çıkaran ‘tescilli bir dalkavuk’, Christoph Daum’a ‘6 milyon Euro için bu yapılır mıydı, buna değer miydi?’ diye bir soru soruyor. Bu sorunun doğru adresi Daum mudur, yönetim midir? Ya hiç dayak yememiş ya da hesap bilmiyor. Ya da hesabı başka...

Daum o sözleşmeyi silah zoruyla mı imzalattı? Devam edilecek ya da ayrılacaksa, oturur medeni şekilde konuşulur ve biterdi. Bu çirkinlikler serisinin tahribatı hangi bedelle ölçülebilir. Meğerse şu şampiyonluk Fenerbahçe’den bile daha değerli bir şeymiş.

Rahmetli İslam Çupi ‘adı konamaz bir büyüklük’ olarak tarif eder Fenerbahçe’yi... Peki şu olup bitenlerin ‘adı konabilir mi?’ Kelime haznesi geniş bir babayiğit varsa yönetimde o koysun adını... Benim dağarcığım yetersiz kalıyor da!

22 Haziran 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ödül mü, ceza mı?‘’

Diyelim Fenerbahçe Daum’u gönderdi, yerine de Aykut Kocaman getirildi... Bu durumda ödül kime, ceza kime Nereden baksanız bir tutarsızlıklar, gariplikler, çelişkiler yumağı. Nereden baksanız bir inkarlar silsilesi. İki sezonda bir böyle savrulmalar ve har vurup harman savurmalar, çar çur mantığı yaşanacaksa, istikrar bunun neresinde?

Daum’u göndermek için eline kemiksiz, kılçıksız 6-7 milyon Euro para tutuşturulması gerekiyor. Tıpkı Aragones gibi. Zarsız, zahmetsiz. Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi şampiyonu yapsalar böyle bir piyango, böyle bir kazanç elde edemezlerdi. Nasıl gelmişti peki Daum? Köln ile sözleşmesini feshettirme ve tazminat ödeme pahasına. Gidişten üç sene sonra kazancını ikiye katlayarak dönüş. E o zaman bu neyin nesi?

Bu tahribatın sadece görünen yüzü. Arkada maddi ve manevi çok ağır bedeller de var. Mesela aldırılan futbolcular, istikrara vurulan darbe, silbaştan yapmanın dayanılmaz riski. Her gidenin de nükleer atık gibi takımda bıraktığı uzantı futbolcuları var. Dünya bonservis bedeli ödemişsin, oynatmadan beslemişsin, göndermek için de bonservisleri kadar da yüklü paralar ödeyeceksin. İşini yapmayana, kapris yapana, itiraz edene, bezgine, gezgine, bıçkına, kaçkına, nazlanana verilen sözde cezanın güzelliğine bak; ‘paranı da al, git’ misali, bütün alacakları topluca ve peşin peşin ödeniyor. İşini yapanlar, kendini yırtanlar, formanın hakkını verenler de taksitlere talim ediyor. Ne güzel değil mi?

Aykut Kocaman teknik direktörlüğe zorlamak ceza mı, ödül mü? Terfi mi, tenzil-i rütbe mi? Bu senaryoda hem yönetim, hem Fenerbahçe, hem Kocaman kendi kendisiyle çelişmez mi, karizmayı çizdirip tartışılır hale gelmez mi? Daum’un ‘konuşkan kuşu’ vasıtasıyla medyaya sızdırdığı komplo teorileri doğrulanmış olmaz mı? Gerçi bu ikilinin hali ancak ‘ahmak misafir ev sahibini ağırlar’ atasözüyle açıklanabilir. Fakat bu gerçek, şu yakışıksız ve sevimsiz tabloyu gerekçe olamaz. Plansızlık ve sistemsizlik çok pis sırıtıyor.

Bu gürültülü ve gergin belirsizliğe gerek var mı? Çözüm ortada; Sözleşmesinde ‘doğrudan başkana bağlıdır’ diye garabet madde gerçekten yoksa, Daum’un tek muhatabı Aykut Hoca olur. Ve ikisi de yerinde kalır. Daum bunu kabul etmezse de gitmek için kulübe tazminat öder. Yok illa yeni teknik direktörse çözüm, o zaman Löw mü, Parreira mı, Scolari mi her neyse bir an önce olur. Daum da adam gibi ve murdar edilmeden gönderilir. Aykut Hoca da işini yapmaya devam eder. Şu tabloda cezalandırılan aslında sadece Fenerbahçe ve Fenerbahçeliler, o kadar!

15 Haziran 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Polat haklı‘’

Şöyle buyuruyor son röportajlarından birinde Sayın Polat: Haksız rekabet bitecek. Stadımız bu yıl bitiyor. Yıllardır haksız koşullarda rekabet ediyorduk.

Bu konuda ‘suskunluk yemini’ etmiş gibi davranan ‘ima bile etmesinler, beni konuşturmasınlar’ diyen Aziz Yıldırım’a meydan okuyor. “Ne konuşacakmış, konuşsun da görelim” diyor.

Şimdi Çelebi Işın Bey de “Fenerbahçe oraya stat yapmadı ki, sadece yıkıp revize etti. Öyle olsa biz de yapardık kendi stadımızı” şeklinde vecize ile seslenmişti.

Adamlar yerden göğe kadar haklı. Milletin arazisini, devletin kasasıyla birlikte hortumlayanlar bağıra bağıra konuşuyor, her kuruşunu cebinden harcayıp stat yapanlar ya susuyor ya da fısıldaşarak konuşuyor. Hortumlayan kira vermeyecek, diğeri hâlâl ödüyor. Müthiş(!) bir iletişim başarısı... Doğruyu söyleyebilmek değil, anlatabilmektir zor olan...

Bu Seyrantepe rezaleti ile ilgili müfettiş raporu Milliyet Gazetesi’nde tefrika halinde yayınlandı. Ne gariptir ki; gazetenin manşeti, kendi internet sitesinde sansür edildi. Haber iki-üç saat kaldı, sonra yok edildi. Devam haberleri ise sitede hiç yer almadı. E, herhalde çatı da tehlikeye girsin istemiyorlar. Zaten TOKİ’ye parayı ‘Allah veriyor’muş... Başındaki zat öyle buyurdu.

Katakulliyi herkes gördü. “Ali Sami Yen’in yeri 1 milyar Dolar’ palavrası ters yüz oldu. İhaleye çıkıp çıkıp iptal ediliyor. Çünkü o bahsedilen paranın yarısına bile ulaşamıyor teklifler... Mızrak çuvala sığmayınca, çuvalı mızrağa sığdırmaya çalışıyorlar. Göz göre göre, rapora, hukuka rağmen devam ediyor yüzsüzlük... Hani ne yapıyorsanız yapın da, en azından bunu hak görerek insanları aptal yerine koymayın. Kimsenin aklını, vicdanını ve emeğini aşağılamayın.

Menfaatin konuşmayacağı dil yoktur. O ‘haksız rekabet’ denilen şeyi kamuoyu çok iyi bilir. Proje takımları iyi bilir. Siyaseti, icazeti, biatı, devleti, derin devleti, federasyonu yanına alıp futbola çullananları da çok iyi bilir. Papermoon’daki utanç sofralarını da gayet iyi bilir. Haklı olan haklılığını anlatamazsa işin varacağı yer burasıdır.

O yüzden Çelebi, Polat ve Bayraktar beyler sonuna kadar haklıdırlar. Şansal, Erman ve Hıncal beyler de sonuna kadar haklıdırlar.

Boşverin siz ‘yeminli suskunlar tekkesi’ne haber uçurmayı, asıl çatı ne oluyor çatı? Sıkı markaja alın ve fırçalayın da TOKİ yan çizmesin. ‘Allah’ın gönderdiği paralar’ çatıdan esirgenmesin.

Ona dikkat edin. Tepe tepe de kullanın...

Spor ve ahlak kavramı birbirinden boşanalı çok oluyormuş. Bizim gibi birkaç densize göre de bunu yapanlar ikisinden de hiçbir şey anlamamış oluyormuş. Siz boş verin bu boş konuşmaları, aldırmayın. Hizmetlerinizin devamını diler, haklı ve kutlu davanızda başarılar dilerim.

10 Haziran 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hedefte istikrar‘’

Fenerbahçe’de iyi gelişmeler var. Anlaşılan o ki; gerekli ders bu kez gerçekten çıkarılmış. Laf olsun mahiyetinde boş konuşmalar değil, içi dolu dolu sahici cümleler kuruluyor. Aziz Yıldırım, bütün güçlerini ‘işi son maça bırakmayacak takım’ oluşturmak için harcayacaklarını beyan ediyor.

İşte yıllardır yapılması gereken de buydu zaten. Bu analitik tespit tam da meselenin bam teli. Şampiyonluk ne bir maçla alınır ne de bir maçla verilir. Sezonun bütününe bakmak lâzım. Fenerbahçe son maçta şampiyonluk kaybettiği için değil, işi son maça bıraktığı için sıkıntılıdır.
Hem de tanıdığı, bildiği, alışık olduğu koşullara rağmen...

Neleri yaşayacağını, önceki tecrübelerinden çok çok iyi bilmesine rağmen...
Başarının kıstası şudur; kaybedeceksen bile son saniyeye kadar yarışın içinde olup, öyle kaybedeceksin. Son anda havlu atmak travmatik olabilir. 5-10 hafta önce havlu atıp dramatik olmak daha kötüdür.

Fenerbahçe şampiyonluğu son maçta kaybettiği için değil, son maçta Bursaspor’a kaybettiği için başarısızdır. Başarısızlık işi son maçlara bırakmaktır.

Yönetim, kadro, teknik ekip istikrarı elbette önemli, ama asıl önemlisi hedefte ve vizyonda istikrardır. Fenerbahçe anlamsız bir şekilde kendi yolunu inkar etmeyip rotasından sapmasaydı, bunlar başına gelmezdi. Transfer stratejisi iç rekabete göre değil de, Şampiyonlar Ligi ve gedikli devlerini dize getirme üzerine şekillendirilmiş olsaydı, bu ağır bedeller ödenmezdi. Tolstoy ‘Bir insanı bulunduğu mevkiyle değil, göz koyduğu mevkiyle ölçmek gerekir’ diyor. Fenerbahçe’nin açmazı da buydu.

Reçete ortada. Köy de, kılavuz da ortalık yerde duruyor. İşte Trabzon maçında ortaya konulan futbol ve mücadele. İşte erkek basketbol takımının şampiyonluk maçında 30 sayı öndeyken bile ortaya koyduğu ruh. Ama bu disiplin, takım ruhu, hırs, istek ve mücadeleyi zaman zaman değil, sezonun tamamında ortaya koymak gerekiyor.

Tıpkı Fenerbahçe Acıbadem örneğinde olduğu gibi.
Fenerbahçe Yönetimi, daha ligin başından itibaren her maçını final hırsıyla oynayacak, farklı öndeyken bile farklı gerideymiş gibi iştahla saldıracak, mücadelesiyle rakibi yıpratıp, yıldıracak bir ekip yaratmak zorunda. Yeniden dirilişin de, taraftarın gönlünü fethetmenin de, bukalemun ittifakını dize getirmenin de en kestirme yolu işte bu.

Transferde maddi ve manevi sınırlar sonuna kadar zorlanmalı.
Ne yapıp edip, disipliniyle, kondisyonuyla, mücadelesiyle, hırsıyla, bilinciyle, yeteneğiyle devrime hız kazandıracak bir takım oluşturulmalı. Öyle ki; kayıplar da, kayıp zamanlar da telafi edilmeli. Artık lamı cimi kalmadı çünkü.

07 Haziran 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI