‘’Arefeyi gördü ama...‘’
Kim eksik, kim cezalı olursa olsun, ‘Rolex de Souza’n varsa hep 1 fazlasın.
Elbette bunu anlar, bilir ve farkında olursan...
‘Büyük Usta’, müthiş bir atak sonrası Gaziantepspor ağlarını havalandırdığında ilk çeyrek yeni dolmuştu.
Fakat bu golden sonra rahatlayan Gaziantepspor oldu!
Rahat rahat paslar yapıp, rahat rahat sorgusuz-sualsiz orta sahayı geçip, hiç rahatsız edilmeden şut bombardımanı yaptılar.
İlk yarıda cezayı kesmelerini de engelleyen ya beceriksizlik ya acelecilik ya da Volkan oldu.
Yobo dışında kalanların yaptığı bütün hamleler ya erken ya da geçti.
İkinci yarıda Volkan da yetmedi.
Serdar’ın beraberlik golü müthiş güzellik ve estetik harikasıydı. Bu golde ‘bırakınız geçsinler, bırakınız atsınlar’ gevşekliğindeki Fenerbahçe orta sahası ve defansının hissesi en az yarı yarıyadır.
Hele ev sahibinin galibiyet golünde defansın kaç pozisyon hatası yaptığını, Olcan’ın üst üste kaç hareket çekip bomboş vurduğunu alt alta toplayıp, bunu da çaresizlik katsayısı ile çarparsanız, bu acı mağlubiyetin formülü kendiliğinden ortaya çıkar.
Skor 2-1 olduktan sonra da apar topar Niang hamlesi yapmanın tanımı da olsa olsa ‘durum komedisi’ olabilir.
İyi bayramlar...
‘’Aynı nakarat‘’
Mesele mağlup olmak değil. Mesele farklı yenilmek de değil. Mesele 45 dakikada 4 gol yiyen bir takım olmak. Attığın zaman bu zaafın üstü örtülüyor ama atamadığın zaman da her maçta farklı yenilme riskiyle baş başasın.
Bu mağlubiyete rağmen Aykut Hoca’nın rotasyon kararlılığı ve cesaretini kutlamak lazım. Aslında kupa kulvarında taviz vermeden, hep böyle yürümeli.. “Yedeklerin kadar takımsın ve onlar kadar güçlüsün” gerçeğini hiç unutturmamalı.
Yobo, sancıları dindiren rahatlatıcı ilaç gibi Fenerbahçe’de... Her şeyi O’na havale edip gevşeyenlerde asıl tuhaflık. Ara transferde orta sahaya kalıcı bir operasyon şart. Eğer Aykut Hoca’nın “iki yabancı” açıklaması sözde kalırsa, şimdiden geçmiş olsun.
İlk yarıda oyunun kontrolü hep İstanbul ekibindeydi. Ayağa pas talimatını ısrarla ve yardımlaşarak yapmaya çalıştılar. Stoch’un bitirici pasında, Semih de bitirici yerdeydi. Direğe takılan pozisyonda Santos’un alışı ve getirişi ile Stoch’un vuruşu muhteşemdi.
Sestak’ın kaleyi sıyıran vuruşu Fenerbahçe adına bir gaflet, Güven’in parmak ucu-direk yardımıyla bertaraf edilen akıllı vuruşu ise şans anıydı.
Bildik tanıdık sakatlık ikinci yarının hemen başında nüksetti. Önce beraberlik golü ikram edildi. Sonra tamamen teslim oldu. O golde Rajnoch’un elini kolunu sallaya sallaya kaç metre yürüdüğünü Fenerbahçeli futbolculara döne döne izletmeli.. Sestak ile gelen galibiyet golünün hazırlık aşamasına ve son vuruşuna şapka çıkarılır. Sonrası zaten istatistik.
Ümit Özat ve talebelerinden aynı hırs, istek ve sertliği “kardeş takım” ile oynadıkları maçlarda da beklemek fazla mı hayalcilik olur?
‘’Büyük Usta Alex‘’
Fenerbahçe sisli puslu bir akşamda, hakem gözetiminde bir ‘şiddet’ testine daha tabi tutuldu. ‘Talimatlandırılmış’ Kamikazelerin tekmelerinden korkup geri adım atsaydı, maç en başından korku filmine dönerdi. Nitekim sinirleri ilk iflas eden Lugano oldu. Zokayı hem de soyunma odasında yutup, takımı 2 kişi birden eksiltti.
Sarı-Lacivertliler ilk yarıda her hatlarıyla istekli, mücadeleci ve çok hareketliydi. Maça galip başlamalarına rağmen yine ucuz ve hastalıklı bir gol yediler. ‘Cesur Yürek’ Gökhan ve ‘Büyük Usta’ Alex karşılaşmaya damga vuran isimlerdi. Ve tabii bu kez ‘nöbet’in hakkını veren Semih.
İkinci yarıda ritmini de, cesaretini de, özgüvenini de, hırsını da, hızını da soyunma odasında bırakmış bir Fenerbahçe vardı. Es-Es de bu fırsatı kaçırmadı. Bilica da ikramda kusur etmedi. Sıkıntılı bir dakikada fark bire inmişken, tribünler de maçı ikram etmek için elinden geleni yaptı. Toplu infaz tamtamlarını susturan da yine Semih oldu. O golde Alex’in fizik kurallarını alt-üst edip rakibinin içinden geçişi ve çıkardığı asist muhteşemdi.
Ne kadar çok gol atarsa atsın, bu kadar kolay, bu kadar saçma ve bu kadar abuk gol yiyen bir takımın başı hep beladadır. Hele bir de daha sezon başında bu kadar puan vermişsen artık her maçın ‘kırılma maçı’ olması kaçınılmaz bir sonuçtur.
Son sözümüz tekmelerin ve şanssızlıkların hedefindeki adam Emre’ye... Ama Can Yücel’in dizeleriyle: Aşk olsun sana çocuk/ Aşk olsun/Acıyorsam sana/Anam avradım olsun.
‘’Kalecilerin maçı‘’
Eğer Fenerbahçe isen, sertlikten, yokluktan, eksikten yakınma hakkın da lüksün de olamaz. Hatta hiçbir geçerli ve gerekçeli bahanenin arkasına da saklanamazsın. Gücünle, mücadelenle, hırsınla her maçta rakibi yıldırır, kora kor oynar, sadece ve sadece kazanmaya oynarsın. Fenerbahçe bazı eksikleri olsa bile bunu yapmaya çalıştı, belki de ligin en zor deplasmanında. Çok dikkatli ve çok soğukkanlı oynadı. Orta saha üstünlüğünü ele geçirdi. Kanatları iyi kullandı.
Bursaspor’un ilk yarıda tek pozisyonu vardı. “Volkan mı kurtardı, Sercan mı kaçırdı” tartışması sonuca varmaz.
Maçın en iyi adamı Emre’nin orta görünümlü pası, Alex’in vuruşu ve Semih’in tiplemesi ile gelen gol, tam bir göz ziyafetiydi. ‘Büyük usta’ Alex zekasıyla sahanın her yerine zarafet eken bir işçiydi. İlk yarının sonunda Alex’in yarattığı pozisyonu, Stoch öldürmeseydi Fenerbahçe ‘bitirici’ darbeyi vurabilirdi.
İkinci yarının hemen başında klasik hastalığı olan gollerden birini yedi Fenerbahçe. Ergiç’in golünde Volkan iki rakip oyuncuyla kaderine terkedilmiş haldeydi. Bursa morallendi, ama Fenerbahçe yine de geri adım atmadı. Galibiyet için her şeyi yaptı ama ürettiği pozisyonları mirasyedi hoyratlığıyla harcadı. Volkan-Sercan çelişkisi bu yarıda -biri son dakikada olmak üzere- iki kez daha tekrarlandı.
Puan tablosu dikkate alındığında Bursaspor açısından galibiyet gibi bir beraberlik, Fenerbahçe için de tam tersi.
Sarı-Lacivertliler için bu maçın özeti şudur: Fenerbahçe sadece korkmadığı zaman korkutur.
‘’Baskın basanındır‘’
Mantığın favorisi Fenerbahçe’ydi ama psikolojik şartlar Galatasaray’dan yanaydı. Çünkü hem kaybedecek hiçbir şeyi yoktu hem de rakip camiadaki gevşek hava hiç olmadığı kadar lehlerineydi.
Nitekim karşısında hiç beklemediği kadar cesur ve kararlı bir Galatasaray bulan Fenerbahçe’nin eli ayağına dolandı, paralize oldu. Dakikalar ilerledikçe, bunun 5-10 dakikalık bir yıldırma blöfü olmadığı da göründü. Rakibinin gözünü korkutan Sarı-Kırmızılılar ilk yarının hakimi oldu.
Fenerbahçe kanatlara kurulan karakolları aşamadı, göbek de istimlak edilince tam anlamıyla kilitlendi. Çünkü Galatasaraylı futbolcular mıknatıs gibi yapışıp, döndürmedi.
Maçın hemen başında Pino’nun kaleye giden vuruşu, çizgiden çıkarıldı. Sonrasında Volkan yine Pino ve Neill’ın ayağından çıkan iki mermiyi elleriyle savuşturdu.
İkinci yarıda narkozdan çıkan Sarı-Lacivertliler Alex’in kafa vuruşuyla ilk sinyali verdi. Sonra peş peşe tehlikeler yaratmaya başladı. Ancak bu rüzgarın da arkası gelmeyince oyun yine dengelendi. Galatasaraylı futbolcular son dakikalarda Volkan’a antrenman yaptırmaya başladı.
Futbolu ve tabelası, heyecanının ve anlamının çok çok gerisinde kalan karşılaşmanın psikolojik galibi Sarı-Kırmızılılar oldu. Hem 10 yıllık mağlubiyet geleneğini bozdu hem Pino’yu kazandı.
Şimdi Fenerbahçe’nin tek yapacağı şey, bu derbiden çıkan ev ödevine eksiksiz ve çok iyi çalışmak. Çünkü 6 puanlık Bursa deplasmanında işi çok daha zor.
‘’Büyüklere masallar!‘’
Yüz yılın en çok inanılan, en çok tekrar edilen palavrası ve en geyik aldatmacası şudur: Galatasaray galibiyetleri Fenerbahçe için ilaçtır.
Oysa her akıllı Fenerbahçeli bilir ki; eğer ortadaki bir final maçı değilse, bu galibiyetler sadece zehirdir. Anestezi ya da lokal anestezi gibi uyutur, uyuşturur, gevşetir, sanal şampiyonluk hissi yaşatır. Sorunları erteletir, öteletir, gözleri ve aklı köreltir. Sezon sonunda elde hüsran ve boş bir avuntudan başka bir şey kalmaz. Fenerbahçe camiası bu teselli ikramiyeleriyle yıllarını heba etmiştir.
Şimdi bir ‘futbol bayramı’ daha kapıya dayandı. İki cephedeki hava birbiriyle taban tabana zıt. Şehrin bir yakası bahar, öbür yakası kış. Bu durum yazılanların ve söylenenlerin aksine ve her zamankinden çok daha fazla Fenerbahçe için dezavantaj...
Çok sert, kıran kırana ve yüksek gerilimli bir maç olacağı kesin. Çünkü istisnasız tüm Galatasaray camiası, bu derbiye bir diriliş ve kaostan sıyrılma fırsatı olarak bakıyor. Bundan daha ciddi bir motivasyon ve konsantrasyon olamaz. “Kaleye pota asarız” lafını kimse unutmadı.
Fenerbahçeli yönetici, teknik heyet ve futbolcuların bu süreçte söylemlerine çok dikkat etmesi lazım. Hariçten gazel okumaya alışmış bazı şaklabanlar, daha şimdiden densiz ve seviyesiz demeç yarışına başladılar bile... Bunlar düşmanlık körüklemekten ve Galatasaray’ı hırslandırmaktan başka hiçbir işe yaramayan abukluklar.
Ve gelelim asıl konuya... Konyaspor maçından sonra yazılı ve görsel medyadaki yorumlar, tam anlamıyla bubi tuzağı. Aykut Kocaman’a ‘hakkını teslim etme’ ayağıyla güzelleme döktürenlerin asıl amacı sinsice Alex de Souza’yı infazlamak. ‘Alex olmayınca ne güzel ne hızlı oynuyor’muş Fenerbahçe. ‘Brezilyalı olmayınca coşup uçuyormuş’ meğerse... Peki Devler Ligi’nde Chealse ile yarı final dalaşına giren, tarihinin en büyük dış başarısını yaşayan kadrodakiler uzaylı mıydı?
Bu kokuşmuş mavallarla zihin bulandırmaya çalışanlar ‘cambaza bak’ numarasıyla Aykut hocanın aklını, zekasını ve tecrübesini aşağılıyorlar. Ortak dertleri “Alex derbide oynamasın”... O taktik tutmasa bile Fenerbahçe maç yerine ‘salakça tartışmalara’ konstantre olsun. Çünkü bu gürültülü ve gurultulu polemiği yumurtlayanlar Fenerbahçe’yi de, Alex’i de, Kocaman’ı da günahı kadar sevmeyen adamlar.
Bir takım en fazla en zayıf yanı kadar güçlü olabilir. Fenerbahçe bu derbiyi kazanmak istiyorsa, Konya deplasmanında verdiği pozisyonları, savuşturduğu tehlikeleri tek tek gözden geçirip önlem alsın.
Yoksa bu sefer işi gerçekten çok zor.
‘’Topuz'un dirilişi‘’
Fenerbahçe-Konyaspor maçlarının ‘en karakteristik özelliği’ hep ‘bol gollü bitmesi’dir. Bu klasikleşmiş gelenek yine bozulmadı.
Fenerbahçe iyi paslaştı, iyi yardımlaştı, iyi mücadele etti ve kanatları da çok etkili kullandı. Yanlışlardan biraz daha arınmış göründü. Hâl böyle olunca ilk deplasman galibiyetini de aldı. Kasımpaşa maçına deplasman demek de ayıp kaçar çünkü...
Kimseye haksızlık etmek istemem. Ancak Mehmet Topuz bu formayı giydiği günden bu yana ilk kez kendisi gibi oynadı. Hem futboluyla, hem hırsı ve hızıyla, hem de gücü ve dikkatiyle ‘imha edici’ydi. Bir vites daha yükselttiğinde, tutulamaz bir caydırıcı güç olur.
Liderin ve ezeli rakiplerin evlerinde puan saçtığı haftayı, deplasmanda güzel bir oyun ve şık gollerle kapatmak elbette güzel.
Takımda total bir yükseliş var, ama ciddi sıkıntılar da hâlâ yerli yerinde. Yenilen golden başlayarak, Volkan’ın parmak uçlarıyla savuşturduğu iki vuruşun, verilen diğer pozisyonların önünü, başlangıcını ve sonunu çok iyi analiz etmek lazım.
Bu yükseliş devam eder, ara transferde de güçlü, atletik ve ayağına hakim bir ön libero alınırsa Fenerbahçe mutlu sona ulaşır.
Kaderi sakatlıklara bağlanmış Özer’e de bir kez daha çok geçmiş olsun. Ve Aykut hocam, bu maçtaki futbol ve skor üzerinden bir hafta boyunca Alex’i infaz edecek olan futbol ve vicdan körü garabetlere sakın aldanma olur mu?
Çünkü onlar hayatları boyunca ne sen, ne O, ne de formasını giydiğiniz kulüp için asla iyi rüya görmediler.
‘’Sevda Niang'a düşer usta‘’
Fenerbahçe biraz kıpırdandı, biraz hırslı, mücedeleci ve derli toplu oynadı, yarım saat dolmadan 2-0’ı buldu. Direkten döneni, kaleciye takılanı da cabası...
Sonra saçma sapan bir şekilde kabuğuna çekilip, yürümeye ve seyretmeye başlayınca yine ‘kurdeşen’ döktürdü. Topu alan Fenerbahçeli futbolcuyla, en yakınındaki takım arkadaşının arasında hep 3-4 Gençlerbirliği futbolcusu vardı. 10 kişi kaldıklarında bile...
Aykut hocanın bir an önce takımın kondisyonunu ve mücadele gücünü artırmak için çözüm üretmesi şart. Fenerbahçe’nin ve Fenerbahçeliler’in artık “bir varmış-bir yokmuş” tipi oyunculara zerre kadar tahammülü kalmadı.
Sahte markaj, sahte koşu, sahte mücadele ve sahte demeçlerle insanları gerzek yerine koyup gerçek üstü servetler kazanan adamlarla hiçbir yere varılmaz. Heykeli dikilecek Alex’i tartışarak havanda su döveceğine, sömürgen, semirgen ve kemirgen asalakların ilişikleri kesilmeli...
Niang, Dia ve Yobo takımın zeka, yetenek ve atletik güç ortalamasını yükseltti ama bu kadarı yetmez. Emre dışında hayalet ve harabeden farkı kalmayan orta sahaya mutlaka atletik, güçlü ve mücadeleci bir ön libero alınmalı. Forvetteki ve defanstaki çuvallamanın birinci neden orta sahadaki otorite boşluğudur.
Niang daha ne yapsın? Önce bir gol attı, sonra nefis hareketlerle getirdiği topla bir gol attırdı. Yetmedi bitti-gitti zannedilen pozisyona hamle yapıp, rakibi 1 kişi eksiltti. Orta sahadan attığı uzun pasla 3. golün de talimatını verdi.