Arama

Popüler aramalar

‘’Direkler ve dilekler‘’

Fenerbahçe tıpkı Trabzonspor maçındaki gibi hızlı, hırslı ve kararlı başladı karşılaşmaya... Futbolcular bu maçı alamazlarsa, geçen haftanın da pek bir anlamı kalmayacağının farkındaydılar. Bu, karar maçlarından biriydi.

Manisa her takım için zor bir deplasman. Hikmet Karaman’ın takımı bu ligin en diri ve dirençli ekiplerinden biri olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Doğru koşu ve doğru hamleyi ve sıkıştırmaları iyi yapıyorlar. Hem de bıkmadan, usanmadan.

İlk yarı daha çok kora kor mücadeleyle yoğuşmalı, zaman zaman da boğuşmalı geçti. Bu 45’te akıllarda kalan iki hareket; Manisaspor’un üst direğinde patlayan vuruş ile Fenerbahçe’nin boş kalesini teğet geçen dokunuştu.

Alex’e yoğun mahalle baskısına rağmen oynayan ve oynatan kader adamıydı. Niang mecburi sol kanat hizmetinde gole kadar silik, Semih ise penaltı pozisyonuna kadar ‘etkisiz eleman’dı. Mehmet Topuz ‘savaşan’, Emre Belözoğlu ‘çırpınan’, Gökhan Gönül ise ‘aranan’ isimlerdi..

Anlık gaflet uykusu ‘Kahe’ molasıyla son buldu. Sarı-Lacivertliler seyrederken o bomboş vurdu. Manisaspor bu golün ardından yakaladığı maçı kıracak kritik pozisyonları harcayınca, Fenerbahçe önce tabelayı eşitledi, ardından galibiyeti yakaladı. Maçın ‘en heyecanlı yerinde’ noktayı koyan da Dia oldu.

Fenerbahçe çok kritik haftada, çok kritik bir deplasmandan, direklerin inatçı muhalefetine rağmen kayıpsız çıkmayı başardı. Bu farkındalık ve silkiniş sürdürülebildiği sürece yol da aydınlık olacaktır.

06 Şubat 2011, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe bu değil‘’

Anormal olan son maçta yaptığını, sezon başından beri yapamamasıydı. Yeni yeni normale dönüyorlar. Geçen sezonun son maçını bir hatırlayın. O maçta bundan çok daha fazlasını yapmış, aynı rakibini sürklase etmiş, çok daha önemli pozisyonlar üretmiş ama topu boş kaleye bile sokamamıştı. İşte o kadronun üzerine çok önemli takviyeler yapıldı ama o maçın değil yanına yaklaşmak, uzağından bile geçemedi.

Bu takımdaki futbolcular yetenek olarak ligin en ağır basan kadrosu. Güzel futbol ve skora üretme açısından da öyle. Yani gerçek Fenerbahçe bu değil... Potansiyeli son karşılaşmada sergilediğinden çok çok daha fazla... Biraz kıpırdandı bu oldu, yeniden dirilse neler olur siz düşünün.

En az rakipleri kadar koşup mücadele ettiklerinde, kendilerinin ve giydikleri formanın farkında olduklarında, bu farkın da ortaya çıkması kaçınılmaz sonuç. Zaten bütün olan biten de bu... Sorgulanması gereken diğer maçlarda bunun neden yapılmadığı-yapılamadığı. Doğru sonuca da bu maç üzerinden değil bu soru üzerinden gidilir.

Trabzonspor hala Fenerbahçe’nin 4 puan üzerinde ve lider. Kaldı ki Bursaspor da 2 puan önünde. Futbolcular Bursaspor ve Kayserispor dışında kalan bütün kritik maçlarını da deplasmanda oynanacağını asla akıllarından çıkarmamalı... Bütün maçlara final havasında hazırlanıp, final havasında oynamalı. Çünkü ligin ilk yarısında olduğu kadar rahat değil artık hiçbir maç. Sular giderek ısınıyor ve ateşle imtihan başlıyor. Düşme kalma hesabıyla her maç kıran kırana bir savaşa dönüşecek.

Alex’in maç ak∫amı söylediğini, herhalde yazılarımda bugüne kadar bin kere tekrarladım. ™ampiyonluk ne son maçta gelir ne de son maçta gider. Fenerbahçe o iki Şampiyonluğu da Kadıköy’de verdi. İlkinde Diyarbakıspor beraberliği, ikincisinde Kasımpaşa mağlubiyeti. Hatta 2-0 önde olduğu Bursaspor’a maçını berabere bitirebilseydi gene şampiyondu. Küçük zannettiğin şeyler, başına büyük işler açar. Gerisi palavra. Artık ona göre davranmanın zamanı geldi de geçiyor bile.

Asıl silkinme, diriliş ve dönüşü Fenerbahçe taraftarı yaptı. Bu sezon ilk kez bu kadar inançlı, coşkulu ve yürekten destek verdiler. Pankartlar geri dönüp, tribünler çiçeklenince çok şık oldu.

Futbolcuların ve taraftarın bu dönüşü tek maçlık bir ‘rövanş’ ayaklanması mı, yoksa kesin bir dönüş mü? Çok değil, haftaya bile belli olur. Mesele havalanmak değil, havada kalabilmekte...

01 Şubat 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Üç buçuk‘’

İlk kez bu kadar baskın bir şekilde hissettirdi kazanma isteğini... İlk takım olmaya bu kadar yaklaştı. Bunun için varını da yoğunu da ortaya koydu.

Kolay değil... Ligin uzak ara lideriyle ‘olmak ya da olmamak’ maçına çıkıyorsun. Üstelik o lider ligin en diri, en coşkulu, en dirençli, en takım oyunu oynayan ekibi olunca, sinir harbi de iyice katmerleniyor. Buna bir de maçtan önce medyanın kanatana kadar kaşıdığı ‘demeç’ gerginliğini ekleyin.

Bu ahval şerait altında önce rakibin silahlarını imha etti Sarı Lacivertliler. Yetmedi hem seyir zevki veren bir futbol sergileyip, hem de gollere erken ulaştılar. Lugano’nun fırsatçılığıyla araladığı kapıdan, Niang da usta işi kibar bir dokunuşla girdi. Fenerbahçe ihtiyacı olan skoru ilk yarının ilk yarısı dolarken buldu. Pozisyon takibi, devamlılığı ve hamle cesareti bir ‘tık’ daha yukarda olsaydı maç daha bu yarıda kopardı.

İkinci yarıda sakin sakin rakibin hatalarını bekleyip, bitirici darbeyi vurmak yerine, yine ‘rölanti’ ve ‘koruma’ saçmalığı perde aldı. Bu da Bordo-Mavililer’i hayli rahatlattı. Sanki bu kadarı yetmemiş gibi, bir can simidi de Selçuk Şahin attı. Abuk bir sarı kartla takımını eksiltti. Sonra yeniden savaşmayı hatırladı.

Bünyamin Gezer çaldıkları ve çalmadıklarının yanı sıra tavrıyla da zaten gergin olan futbolcuları iyice gerince, ortam çığırından çıkıp meydan savaşına döndü.

Fenerbahçe ikili averajı da cebine koyunca sahadan 3,5 puanla ayrıldı. Bütün dengeler allak bullak oldu. Her şey yeniden başladı. Haftaya Manisa’da puan bırakırsa, bu galibiyetin de hiçbir önemi de anlamı da kalmaz.

31 Ocak 2011, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hangi Fenerbahçe?‘’

Kupa grubunda olasılıkları tüketmiş, ligde de sabırları, marjları, sevgileri, inançları tüketmek üzere olan Fenerbahçe’ye bu kez kendi tribünleri ‘seyircisiz’ cezası kesmişti.

Sarı-Lacivertli futbolcular, boş tribünler önünde formalite maçındaydı. Ama grubun ve gururun dibine demir attığı için formalite. E, esas olan liyakat değil mi? Taraftarlar da hak edenlere hak ettiği desteği vermek üzere Saracoğlu’nu terk edip, Sinan Erdem’e göç etti. Mücadeleyi, meydan okumayı, kafa tutmayı, inancı, inadı, coşkuyu, hırsı, isteği, yüreği, takım oyununu ve formanın hakkını verenleri takdir etmek üzere...

Futbolda ne yoksa, basketbolda fazlasıyla var. Taraftar Kadıköy’de kaybolan hasletlerle, Ataköy’de hasret gideriyor. Saracoğlu’nda tükenen heyecan, Caferağa ve Burhan Felek’te de fazlasıyla mevcut. Taraftarın yüz çevirmesi de sırf bu yüzden işte. Rüyayı gerçeğe çevirenlerle, umuda el birliğiyle suikast düzenleyenleri ayırt ediyor. Vurduğunu devirenle, vurulmadan devrileni çok iyi biliyor. Çarpışanlarla, kaçanları asla bir tutmuyor. Yani gönül kıblesi yanıltmıyor.

Mesele kazanıp kaybetmenin, eleyip elemenin çok ötesinde. Bunu bu kulüpte sadece futbol branşı öğrenemedi. Mesele elinden gelenin en iyisini, terinin son damlasına kadar verdiğine akılları yürekleri ikna etmekte.

Doğruyu söylemek değil, anlatmak güçtür. Söz tükendi de, belki aynı saatlere denk düşen iki maçın tribünleri resimli olarak anlatır.

İki yakadaki iki Fenerbahçe arasındaki farkı doğru okuyamayanların, futbolda iki yakayı bir araya getirebilmesi mümkün olabilir mi?

28 Ocak 2011, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ahlaksilin şart‘’

Fenerbahçe’nin üstüne milyon milyon eurolar harcanarak düştüğü/düşürüldüğü durum, tartışmasız bir şekilde yönetimin hatalı ve yanlış tercihleridir.

Kendi taraftarlarının kabusu, rakip taraftarların eğlencesi haline gelmesi elbette birinci derecede yönetimin ikinci derece de teknik direktörünün zincirleme sorumluluğudur.

Peki Antalya’da daha maça çıkmadan hemen önce bir hafta içinde puan farkını 9’dan 4’e düşürme olasılığı belirmişken, sergilenen futbolu futbolcular nasıl ve neyle izah edecek?

Bu kadrodaki mesele ruh ya da forma aşkı meselesi falan değildir. Hocayı seversiniz ya da sevmezsiniz. Şu futbolcudan hoşlanırsınız veya hoşlanmazsınız. Bunu alttan alta medyaya üfürüp durursunuz da, merak ettiğim şu; kendinizden memnun musunuz?

Birkaç iyi adam hariç, bu futbolcuların hepsinde kondisyondan, mücadeleden, yetenekten, adaptasyon ve disiplinden çok daha önce profesyonel ahlak ve iş namusu sorunu olduğu kesin. “Vatanını en çok seven, işini en iyi yapandır” demiş Mustafa Kemal. En iyi Fenerbahçeli de çocukluktan bu renge gönül veren ya da altyapıdan gelen falan değil, işini en iyi yapandır. Bu futbolcu topluluğu buradan yola çıkarak önce kendini bir tartıya koysun da sonra çenebazlık yapsın.

Rakibi küçümseyen aslında kendi giydiği formayı küçümser. Sonra da kaçınılmaz olarak küçümsenecek durumlara düşer. Milyon milyon eurolar saçılan adamlara bir de teknik direktör, yönetim, takım arkadaşı ve taraftar mı beğendireceksin?

Saha içinde mücadeleden, yardımlaşmadan ve koşmaktan kaçmanın, ekmek yediğin kulübü sabote eden umursamazlığın, kendi taraftarınla alay eder, formanla dalga geçer gibi komik durumlara düşmenin izahı nedir?

Bu eğer toplu bir hafıza kaybı ve teknik direktörün ipini çekme adına sergilenen ortak vicdan körlüğü değilse, ahlak ve profesyonel namus bunun neresindedir?

Profesyonellik sadece para karşılığı çalışmak mıdır? İşini eksiksiz yapmaya çalışmayı ve görevini olabilecek en iyi şekilde yerine getirmeyi, elinden gelenin en iyisini vermeyi de zorunlu kılmaz mı? Peki bu inkarcı görüntü neyin nesi ?

Futbolu, futbolun takım oyunu olduğunu, yeteneklerini, giydikleri formayı, milyonlarca taraftarı, rakipleri, kulübün hedeflerini, imzaladıkları sözleşmeyi inkar ediyorlar.

Fenerbahçe’de yüksek dozda ahlaksilin ile bu kafa değişirse/değiştirilirse Trabzonspor maçıyla yeniden yarışın içine dahil olur. O da hayır etmezse sadece bu sezon değil, gelecek birkaç sezon da şimdiden çöpe atılmış demektir.

25 Ocak 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Değişen bir şey yok‘’

Sabır da dahil bütün marjlarını mirasyedi gibi tüketen Fenerbahçe için artık her maç ‘olmak ya da olmamak’ meselesi... Futbolcuların söylemleri ve eylemleri arasında hâlâ taban tabana zıt. Eski hamam eski tas.

Oyuna bakıyorsunuz, sanki uzak ara lider olan Trabzonspor değil de Fenerbahçe. Sinir bozan bir rahatlık. Haftaya evinde ağırlayacağın Lider, hiç hesapta olmayan iki puan bırakmışken, kazanmak için kendini yırtıp, paralaman gerekmez mi? Çatır çatır mücadele etmen gerekmez mi? Ara ki bulasın. Aynı yavaşlık, aynı yavanlık, aynı uyurgezerlik. Ne yaptığını ve yapması gerektiğini bilen birkaç adam hariç, sanki acemi birliği. Baskı kurması gerekenler tam tersine ağır baskı yiyor.

O hengame içinde, Alex’ten rol çalan Gökhan Gönül jeneriklik bir şandelle yılların tecrübesi Ömer’i avlıyor. “Belki şimdi maçı koparmak için hareketlenirler” diye düşünenler yine yanılıyor. ‘Rölanti’ taktiğiyle ilk yarı bitiriliyor.

İkinci yarıyla birlikte Sarı Lacivertliler’de abuk pozisyonlar sunma yarışı başlıyor. Tolga Özkalfa da bu yarışa ‘uyduruk’ bir çift vuruşla dahil oluyor. O da ‘haydan gelen huya gider’ misali dağlara taşlara gönderiliyor.

Bu yakın tehlikeyi savan Fenerbahçe’de hâlâ bir kıpırtı, bir çaba görebilene aşk olsun. Skoru koruma derdiyle rutine bağlamış gidiyorlar. Hâlâ belayı davet ediyorlar. Nitekim o da peşpeşe geliyor, ama Volkan’ın parmakları savuşturuyor.

Peki herkesin aklındaki soruyu biz soralım: Bu takım devre arasında ne çalıştı?

23 Ocak 2011, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’600 trilyon kimin?‘’

Islıklar yükseldi, ‘suskunluk’ kuralı bozuldu, herkesin dili çözüldü, zemberek boşaldı ve 5 yıldır üfürülen balon çok fena patladı.

Üst kullanım, alt kullanım bilmem ne, gerçeğin üzerini örtmek için kullanılan kocaman bir palavraydı. Nitekim Erdoğan da “Şunun emeğiymiş, bunun emeğiymiş işlerini bırakın, o statta Galatasaray’ın tek bir Allah kuruşu yoktur” diyerek, o sırrı bağıra bağıra ortaya saçtı. Millete ait araziye, devlet hazinesinden yapılan harcamayı da açıkladı. Paraya bakar mısınız; tamı tamına 600 milyon lira, yani eski parayla 600 trilyon...

Ki o Başbakan, heykele ‘ucube’ demesinin nedenini -bence de çok haklı olarak- ödenen paraya duyduğu öfke üzerinden tarif ediyordu. “Bu anıta 1.2 milyon lira harcandı. Yahu yatırımda öncelik denilen bir şey vardır. Kars’ın alt yapısı yok, oraya harcasana” diyordu. Peki Sayın Erdoğan, siz de 600 trilyonluk kıyağın ‘öncelik’ derecesini ve nedenini bize de anlatabilir misiniz?

Başbakanlık Başmüfettişi’nin raporunda apaçık ve tek tek ortaya koyduğu tuhaflıklara ve düştüğü itiraz şerhine rağmen hem de... Yetmedi oradaki kooperatif arazilerine rağmen, yan yollar için kişilere ait arazileri parayla ve dayatmayla kamulaştırarak...

Galatasaray’ın Seyrantepe’ye tek bir kuruş bile harcamadığını, kira borcunu ödemediği için üst kullanım hakkı sözleşmesinin mahkeme tarafından feshedildiğini, dolayısıyla asla bir takastan söz edilemeyeceğini sürekli yazdım. Bunu medyadaki herkes adı gibi de biliyordu. Taammüden görmezden geliyor, hatta tartışmasız bir hak olarak gösteriyorlardı.
Ben bu 600 milyon liralık kıyağı belge ve bilgiyle yazdığım/söylediğim için Galatasaraylılar’dan da AK Partililer’den de yemediğim hakaret kalmadı. Tam 5 yıldır haksız rekabete ve bunu makyajlayan yalancılara itiraz edip, sırf gerçekleri yazdım diye anneme edilen küfrün haddi hesabı yok. Ben de ıslıkla kurtarabilseydim keşke. Medyadaki peşkeş yandaşları da beni ‘yalaka-tetikçi’ yaftasıyla itham ve idam ettiler. İşte bir ‘ıslık’ bütün makyajı da boyayı da döktü. Herkes ve her şey dımdızlak ortaya çıkıp sobelendi. Zırvayı gerçeğe tevil etmenin gönüllü memurları, şimdi de gerçekleri zırvaya tevil etme gibi acıklı bir telaşa düştü...

Hâlâ, “Başbakan’ın da orada emeği vardı” diyenlere ne demeli bilmem? “Ahmak misafir ev sahibini ağırlar” sözünü hatırlatmakla yetinelim. Honore de Balzac’ın, “İnsanlara, nankörlüğe mecbur edecek kadar büyük hizmetlerde bulunmayın” tespitiyle de noktalayalım.

19 Ocak 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sıfır sorun‘’

Üç yıl önce Devler Ligi’nde Chelsea’ye ecel terleri döktüren takımın geldiği noktaya bakın.. Kupa’da grup mücadelesini neredeyse sıfır puanla tamamlayacak. Bu sadece Türkiye’de değil dünyada tez konusu olur.

Ligin gol fakirinden kendi sahanda bir yığın gol yemekten başka, Yeni Malatyaspor’a gruptaki ilk galibiyetini hediye ediyor. Şansı da yaver gitmese neredeyse kevgire dönecekti. Bu artık bırakın çözülmeyi falan, belki biraz ağır kaçacak ama basbayağı bir çürüme hali.

Ruh ya da yürek meselesi değil, meslek ahlâkı meselesi. Ve tabii üç yıllık hatalar ve yanlışların da alt alta toplamı... Herkes yüzleşmekten ve özeleştiriden veba gibi kaçınca, bu sonuçlar da sürpriz değil..

Sabote edilse bu kadar olmaz. Bu formayla dalga geçmek için özel bir senaryo yazılsa bile bundan daha aşağılayıcısı yazılamazdı. Küçümsersen küçümsenirsin.
Merak ediyorum, bu tabloda dahli olanlar kendilerinden ne kadar memnun? Milyonları verenler, milyonları alanlar, bu talihlileri seçenler, çalıştıranlar, oynatanlar. Bir tek talihsiz bir maç yaşayan Okan’a diyecek söz yok.

Şimdi o kadar çalışmadan, iddialı demeçten sonra, bu skoru kim nasıl izah edecek? Hangi cümleleri kuracak? Her şeyden önce kendisini ikna edebilecek mi? ‘Şampiyonluk’ ve ‘kadromuz yeterli’ lafını sezon sonuna kadar ağzına alabilecek mi?

Bu maçla birlikte Fenerbahçe’deki güven bunalımı bir daha zor kapanacak şekilde derinleşmiştir. Futbolcunun hocasına, hocasının futbolcusuna, yönetimin her ikisine, taraftarın ise külliyen hepsine... Sıfır sorun oyunu bitti, sıfır tolerans tam gaz start aldı.

14 Ocak 2011, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI