‘’Son mohikan: Aragones!‘’
Sakın yanlış anlamayın, Aragones'in yaşından dolayı böyle bir benzetme yapmıyorum. Bana göre yaşlı hoca, genç hoca, yerli hoca, yabancı hoca diye bir ayırım, kıyaslama yoktur. Ben hocaları iki sınıfa ayırırım: İyi hoca, kötü hoca!
Aragones'in 'son mohikan' olmasının nedeni, ligimizdeki yabancı hocaların neslinin tükenmesi ve elde sadece İspanyol teknik adamın kalmasıdır. Evet, yıllardır beklenen sonunda oldu; ligde sessiz sedasız bir 'yerli darbesi' yaşandı. Son olarak 2004-2005'e 4 yabancı ile başlayan Süper Lig'de sezonu sadece 3'ü tamamlayabilmişti. Bu sezon ise lig 3 yabancıyla başladı, Jarabinsky'nin ilk yarı, Skibbe'nin de geçen hafta ayrılmasıyla sayı 1'e düştü. Eğer Fenerbahçe'nin başında Ali Şen veya onun zihniyetinde bir başkan olsaydı, muhtemelen Aragones de ülkesinin yolunu tutmuş ve lig tarihimizde görülmemiş bir sezon yaşanmış olacaktı. Hoş, ligimizde bu haliyle bile bir ilk yaşanıyor. Tek yabancı hocanın olduğu bir Süper Lig'e ilk kez tanık oluyoruz.
Peki, bu iyi bir şey midir? Kesinlikle hayır. Nasıl ki yabancı futbolcu, rekabeti arttırırsa, yabancı hoca da arttırır. Elbette kaliteli olması kaydıyla. Yıllardır bu ülke Türkiye'yi bir arpalık gibi gören vasat yabancı hocaların istilasına uğradı. Kulüplerin bütçeleri bu paragöz ve komisyoncu hocalar tarafından talan edildi. Bunlara bazı yöneticiler de çanak tuttu. Hatta futbolcu transferinde yönetici-antrenör-menacerden oluşan 'şeytan üçgeni' bile kuruldu. Kendi kulübünün bütçesini boşaltan yöneticiler oldu. Yerli hocalar da haklı olarak bu kirli ittifaka isyan etti. Bu, madalyonun karanlık yüzü. Diğer yüzü ise iyi yabancı hocanın olmayacağı, tamamen yerliye kalacak bir ligde kalitenin giderek düşeceğidir. Hatta takımlarımızın son haftalarda oynadıkları futbola bakılırsa, bunun güçlü emarelerini görebiliriz. Bu durum da hiç kuşkusuz ligin marka değerini düşürür. O nedenle, Derwall, Piontek, Feldkamp'a evet; Lorant, Skibbe, Mitroviç'e hayır!
‘’Sivas'ın rakibi yine Sivas'tır!‘’
Şampiyonluk bir kültürdür, alışkanlıktır, gelenektir. Ve her şey önce bu kültürü edinmekle başlar. Alışkanlık ve gelenek haline gelmesi ise, ancak şampiyonluğu içselleştirmekten, özümsemekten geçer. Sivasspor’un asıl sorunu işte burada başlıyor. Sivasspor camiası hala şampiyon olacağına inanmıyor. Bakmayın siz her hafta tekrarlanan şampiyonluk temrinlerine, isteklerine... Sivasspor henüz şampiyonluk havasına girmiş değil. O coşku, o heyecan, o arzu, o kenetlenme yok. Ne oynadıkları futbolda, ne de yaratılan atmosferde... Kafalarında bir yerde, “Bu işi bize bırakmazlar” endişesi taşıyorlar. Bu anksiyeteden bir türlü kurtulamıyorlar. Aslında haksız da değiller. Geçen yıl son haftalarda alınan sonuçlar ve yapılan haksız uygulamalarla bırakın şampiyonluğu, Avrupa’nın bile dışında kalmaları unutulmuş değil. Sivaslı, bunu zihninden bir türlü atamıyor. Lakin geçmişle de yaşanmaz ki. Geçmişten ders alınır ve yola bu dersler ışığında devam edilir. Evet doğrudur, Türkiye’de bir takım görünmez güçler, her alanda olduğu gibi futbolda da nihai noktayı koyuyor. Ama bu zinciri de kırmak mümkün. Yeter ki, sahip olunan potansiyelin farkına varılsın. İki sezondur gösterilen performans ortada. İki yıl üst üste doğru işler yaparak yarışın içinde olmak kolay değil. Geçen yıl son anda kaybeden, bu sezon ise ligin üçte ikisini lider geçen bir Sivasspor, sonunu neden getirmesin? Her ne kadar son haftalarda oynanan futbolda düşüş olsa da, Sivaspor bu işi başaracağına yürekten inanır ve ülkenin dört bir yanındaki milyonlarca Sivaslı ile bu işe dört elle sarılırsa, aşılamayacak engel yoktur. Muhtaç olunan kudreti kendi içlerinde aramalılar. Bulacaklardır. Mutlaka...
‘’Simülatör Denizli!‘’
Mustafa Denizli’nin futbol literatürüne soktuğu bir deyim vardır: Teknik direktörün maçı, maçtan önce kafasında oynaması. Kendisi teknik direktör yaşamı boyunca adeta bir simülatör gibi hep maçı kafasında oynadığını anlatır. Mustafa Hoca, Belediye maçını zihninde nasıl canlandırmışsa, ilk yarı planlarının tuttuğunu söylemek mümkün değil. Bu bölümde Beşiktaş’ın soyunma odasına yenik gitmesi işten bile değildi. Bunda sahaya sürülen kırılgan kadronun yeterince mücadele etmemesinin rolü olduğu gibi, Belediye’nin orta alanda büyük üstünlük kurması da önemli etkendi. Erman Kılıç kumandasında oldukça etkili ataklar geliştiren konuk takımı kaleci Hakan Arıkan durdurdu.
İkinci yarıda ise Denizli’nin o meşhur motivasyonunun sahaya yansıdığını gördük. Zira Beşiktaşlı futbolcuların kazanma arzusu ikinci 45 dakikada üst düzeydeydi. Sahanın tek hakimi olan Siyah-Beyazlı takım, Ernst, İbrahim Toraman ve Gökhan Zan’la ikinci topların neredeyse tamamını almayı başardı. Bu durum kalesinde pozisyon vermemesine neden olduğu gibi, oyunu rakip sahaya yıkmasında da baş faktördü. Yarım devrelik bu baskıya karşın ciddi pozisyon bulmakta zorlanan Beşiktaş’ın imdadına kaleci değişikliği yetişti. Sakatlanan Hasagiç’in yerine oyuna giren kaleci Mehmet Ali, yaptığı komik hatalarla takımını yakan isimdi. 82 dakika gol sesi çıkmayan İnönü’de birbirinden ilginç 3 golün arka arkaya gelmesi şaka gibiydi. Vasatın üstüne çıkan futbol sayısının pek fazla olmadığı Beşiktaş’ta öne çıkan futbolcu yine Mert Nobre’ydi. Sahanın her tarafına koşan Kaptan, Beşiktaş ruhunu sahaya yansıtan isimdi.
‘’Harcanan golcü: Taner Gülleri‘’
Türkiye'de futbol piyasasının dinamiklerini belirleyen çeşitli parametreler vardır. Ve sadece bize özgüdür. İşin içinde ahbap-çavuş münasebeti vardır, mafya müdahalesi vardır, cemaat ilişkileri vardır, komisyoncu antrenörler vardır, yönetici tehtidi vardır, menacer tahakkümü vardır, simsar kıskacı vardır. Olmayan tek şey hukuktur. O nedenle yabancı antrenörlerle futbolcular kapı önüne konulduğunda eşek yüküyle tazminatlarını alır giderler de, yerliler sürüm sürüm süründürler. Çünkü yabancılar gelirken mukavelelerini hukuki prosedüre göre yaptırır. Hiç bir boşluk bırakmazlar. Bizimkiler ise Allah'a emanettir. Bir yerden kovulurken, bırakın tazminatı dayak yemediklerine şükrederler. Bundan dolayı bazı futbolcular ve teknik adamlar isteseler de istemeseler de yukarıda sıraladığım çetrefilli ilişkiler yumağına dolanırlar. Bir çoğu ise zaten çarkın bir dişlisidir. Sistem sahipsiz futbolcuyu yok eder. İşte bu haftanın kahramanı Taner Gülleri de bunlardan biridir. Oysa Taner Gülleri yeni değildir ki! Birinci Lig'de defalarca gol kralı olmuştur. Bir çok takımı Süper Lig'e taşımıştır. Ancak ne hikmetse bir tek kendini taşıyamamıştır Süper Lig'e! Çünkü lige çıkan takımın başına geçen hocalar derhal onu geldiği yere gönderip, ne idüğü belirsiz yabancılara veya birlikte çalıştıkları menacerlerin yeteneksiz futbolcularına çuval dolusu para ödetmiştir. Bu sezon bir istisna oldu. Her nasılsa Taner Gülleri Kocaelispor'da kaldı! Ve Türkiye onu keşfetti! Lakin iş işten geçti. Yaşı geldi 32'ye. Şunun şurasında 2-3 yıl daha futbol oynar. Taner Gülleri, Türkiye'de arkası olmayan futbolcuların nasıl harcandığının en canlı örneğidir. Yazık oluyor. Hem Taner gibilere, hem de Türk futboluna...
‘’Avrupa Aslan'ı!‘’
Bordeaux maçı bir kez daha gösterdi ki, Galatasaray gerçek anlamda bir dünya kulübü. Annesinin liginde işler ne kadar yolunda gitmezse gitmesin, başındaki teknik adam ne kadar tartışılırsa tartışılsın, Sarı-Kırmızılı takımın bir Avrupa kültürüne sahip olduğu gerçek. Bu kültür ancak ve ancak büyük takımlara özgüdür. Tıpkı, kendi liginde şampiyon olamayıp da, Avrupa’da kupa kaldırmayı başaran İspanyol, İngiliz ve İtalyan devlerinde olduğu gibi.
Aslına bakılırsa ligde üst üste kotu sonuçlar alan Galatasaray’ın Bordeaux deplasmanından bir hezimetle döneceği ve Skibbe’nin biletinin bu maçla kesileceği beklentileri yoğunluktaydı. Ancak burada unutulan bir şey vardı. O da, Avrupa kültürüne sahip Galatasaray’da bunu özümsemiş futbolcu sayısının bir hayli fazla olduğuydu. Ve bu futbolcuların her birinin uluslararası tecrübesinin yüksek olması Galatasaray’ı farklı kılan özelliklerden biriydi. Nitekim bu fark da ilk 15 dakika haricinde sahaya ve sonuca yansıdı. Geldiği günden itibaren gideceği gün için papatya falı açılan Skibbe dün gece yine herkesi şaşırtan bir 11’le sahaya çıktı. Bunu Kalli’nin raporu ve telkinleri doğrultusunda mı, yoksa kendi taktik anlayışından mı yaptı bilinmez, sahaya üç stoper, üç ön libero, üç oyun kurucu ve tek forvetle çıkmıştı. Buna mukabil kanat adamları kenardaydı! Doğrusunu söylemek gerekirse bu Skibbe hanesine artı puan olarak yazılacak cesur bir hamleydi. Zira bir futbol takımının sahaya hangi dizilişle çıkacağının o kadar önemi yok! Futbol, içinde yıldızları da barındıran bir takım oyunudur. Aslolan takım halinde savunma, takım halinde hücumdur. Skibbe’nin dün gece sahaya sürdüğü takım da futbolun bu en basit kuralını sergiledi ve Fransa’dan avantajlı bir skorla döndü. Bence Galatasaraylılar bayrakları sandıktan çıkarmaya hazırlanmalıdır. Görünen köy kılavuz istemez. Bu yolun sonu Saracoğlu...
‘’Üç Büyükler'le şaka olmaz!‘’
Bu sezonu diğer sezonlardan ayıran en önemli farklardan biri, Anadolu'nun bir kaç takımla İstanbul'a meydan okumasıdır. Puan cevteveli zaten bunun en açık göstergesi. İlk kez iki Anadolu takımı birden şampiyonluk mücadelesi veriyor. Ankara, Kayseri, Gaziantep ve Bursa da Üç Büyükler'i Avrupa yolunda sonuna kadar tehdit edecek gibi görünüyor. Buraya kadar her şey normal. Gelgelelim, bu haftanın maçları, bu sezon şampiyonun Anadolu'dan çıkmasını bekleyen, isteyen futbolseverler için iç karartıcıydı. Trabzonspor'un, Beşiktaş'tan 1 puan çıkarması şüphesiz kendisi için büyük kazanç. Ancak Bordo-Mavililer'in futbolu, taraftarını endişelendirecek boyuttaydı. Beşiktaş'a adeta ezilen Trabzon'un rakip kaleyi bulan şutu sadece bir (1)! O da gol olmuş. Keza Bursa'nın elinden ucuz kurtulan Sivas'ın da öyle. Hatta Tum'un ortaladığı topun defansa çarpıp gol olmasını göz önüne alırsak kaleyi bulan şutları yok bile diyebiliriz. Kocaeli karşısında zor anlar yaşayan Kayseri'nin pozisyona girmeden iki gol bulduğunu, Gaziantep ile Ankaraspor'un düşüşe geçtiğini de hesaplarsak şemsiye bir anda tersine dönebilir ve meydan yine Üç Büyükler'e kalabilir. Kötü oynarken de kazanmak şampiyonluk belirtisidir ama... İşin içinde Üç Büyükler varsa dikkat!
‘’Kalli sahaya!‘’
Galatasaray Yönetimi, hafta içi futboldan uzaklaşmıştı. Hal böyle olunca takımın da futbolu ve ligi ötelemesinden daha doğal bir şey olamaz. Ali Sami Yen’de kaybedilen iki puanı Selçuk Dereli üzerinden MHK ve Futbol Federasyonu’na yazan Sarı-Kırmızılı yönetim, aynaya bakmadığı için gerçek suçluyu göremedi. 119 milyon dolarlık bir takım kurup da, o takımı Skibbe gibi beşinci sınıf bir hocaya emanet etmek ve bu yanlışta ısrarı sürdürmek yönetici aymazlığından başka bir şey değildir. Galatasaray Antalya yenilgisi ile lige büyük ölçüde havlu atmıştır. Derhal bugün Skibbe’yi göndererek takıma bir şok tedavisi uygulamazsa, hafta içi Bordeaux karşısında tarihi bir fark yiyerek UEFA defterini de büyük bir ihtimalle kapatacaktır.
Geçtiğimiz yıl son 6 haftada Kalli’ye yol vererek ligi hocasız tamamlayacak kadar cesur kararlar alabilen bir yönetim, Galatasaray’ın bir ezberini daha bozabilir ve sezon ortasında hocayı gönderebilir. Göndermelidir. Çünkü Galatasaray ve Adnan Polat ikinci bir Saftig faciası yaşıyor. Yönetim, ‘büyük takımlar büyük hocalarla çalışmalıdır’ ilkesine ihanet ediyor. Çünkü Skibbe bu takıma bir kaç numara küçük geliyor.
Skibbe bu takımı iyi çalıştırmıyor; rekor sakatlıkların başka izahı yok.
Skibbe takımı motive edemiyor; değeri bir Milan Baros kadar bile etmeyen Antalya karşısındaki ruhsuz takım bunun en büyük göstergesi.
Skibbe takım üzerinde otorite kuramıyor; görülen ucuz kartların sebebi budur.
Skibbe taktik veremiyor; bakınız; duran top kullanmadaki perişanlık...
Skibbe oyunu okuyamıyor; oyuncu değişikliklerindeki hatalar ortada.
Skibbe oyuna müdahale edemiyor; örnek; Kayseri maçında 60 dakika 10 kişi oynayan takımda 2 değişiklik yaptı.
Daha fazla uzatmaya gerek yok. Sözün kısası, zararın neresinden dönülürse kârdır.
‘’Sivasspor'un tarihi misyonu‘’
Sivasspor'un bugün geldiği nokta omuzundaki yükü biraz daha ağırlaştırmıştır. Çünkü Sivasspor bir devrimin eşiğindedir. Lig tarihinde Trabzonspor'dan başka şampiyon çıkaramayan Anadolu, belki de ilk kez ikinci bir takımla mutlu sona bu kadar yaklaşmıştır. Biliyorum, ligin bitimine henüz 14 hafta varken 'yaklaşmıştır' gibi iddialı bir vurgu yapmak kimi okurlara abes gelebilir. Ama işin doğrusu bu. Zira Sivasspor emin adımlarla hedefine ilerliyor. Yöneticisinden teknik adamına, futbolcusundan malzemecisine kadar Sivasspor'da herkes işini en iyi şekilde yapıyor. Ne yapmaları ve ne yapmamaları gerektiğini çok iyi biliyorlar. Herşeyden önemlisi artık kendileri de başarabileceklerine inanıyorlar. Geçen yıl kaybetmeleri özgüven eksikliğindendi. Bu sezon ise böyle bir sorunları yok. O nedenle Sivasspor şampiyonluğun 1 numaralı adayıdır. Ve Sivas'ın şampiyonluğu bir milat olacaktır. Hem kendileri, hem de Anadolu futbolu için. Böylesi bir başarı Sivasspor'a 5. büyük olma fırsatını vereceği gibi, diğer takımlar için de yol gösterici olacaktır. Sivasspor'un açtığı yoldan Gaziantep, Keyseri, Bursa gibi takımlar da gidecektir. Onlara da inanç ve güven gelecektir. Bu yıl, Türk futbolunun kırılma yılı olabilir. Bunun gerçekleşmesi için Anadolu Sivasspor'a dua etmelidir. Aksi bir sonuç, Üç Büyükler'in sultasının yıkılması için daha uzun yıllar beklenmesine neden olacaktır. Ki, Anadolu'nun buna daha fazla tahammülü yoktur.