Arama

Popüler aramalar

‘’Bursa ve Eskişehir modeli‘’

Bursa ve Eskişehir modeli

Fenerbahçe'nin Denizli'de puan kaybetmesi sonucu Galatasaray'ın şampiyon olduğu gün Kayseri'deydim. O meşhur 16 dakika sonunda sokaklar bir anda ana-baba gününe döndü. Bütün Kayseri, Galatasaray'ın mucizevi şampiyonluğunu kutluyordu. Bense olan biteni şakınlıkla izliyordum. Çünkü Galatasaray'ın, İstanbul'da şampiyon olurken yendiği takım Kayserispor'du. Ve o Kayserispor bu sonuçla tarihinde ilk kez katılma hakkı elde edeceği UEFA Kupası'nın dışında kalmıştı. Kayserili buna üzülmek yerine Galatasaray'ın şampiyonluğuna seviniyordu! Bunda elbette o dönem Fenerbahçe'ye karşı Anadolu'da oluşan antipatinin de rolu vardı. Ama neresinden bakarsanız bakın kolay kolay hiç bir ülkede eşine rastlanmayacak absürd bir durumdu. Bunun sebebi çok basit: Anadolu kentlerinde şehir takımına sahip çıkacak bir taraftar kültürünün oluşmaması.

Anadolu'nun çoğu kentinde İstanbul takımları futbolseverin birinci tercihi oluyor. İşte bugün bu geleneği yıkmaya aday iki kent var: Bursa ve Eskişehir. Her iki kentimizde yaşayan futbolseverlerin ilk tercihi kendi şehirlerinin takımları. Hatta çoğunun tek tercihi... Olması gereken de budur. İstanbul-Anadolu arasındaki uçurumun oluşmasında önemli etken olan bu durumun diğer kentlerimizde de yaygınlaşması Türk futbolunun kurtuluşu olacaktır. Futbol piyasasındaki arz-talep dengesi değişecektir. Anadolu daha fazla maddi olanaklara kavuşacaktır. Bursa ve Eskişehir modeli örnek alınmalı. Anadolu'nun başka çaresi yok.

19 Ağustos 2009, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray bir semt takımı değildir!‘’

Galatasaray artık bir lise takımı da değildir. Evet, temelini lise atmıştır, lise beslemiştir, lise büyütmüştür; lakin bugün çapı, potansiyeli, etkisi, kapsama alanı yalnız liseyi değil, Türkiye’yi dahi aşmıştır. Galatasaray ismi, markası, sevgisi, sempatisi yeryüzünün en ücra köşesine kadar ulaşmıştır. Öyle ki, bugün Galatasaray’ın sahip olduğu potansiyele dünyada hiç bir kulüp yaklaşamamıştır. 2000 yılında gerçekleşen ‘büyük patlama’nın etkisi o kadar sarsıcı, o kadar devasa boyutta olmuştur ki, Galatasaray sadece Türkiye’nin de takımı olmaktan çıkmıştır. Galatasaray bundan böyle evrensel bir fenomendir. Galatasaray 9 yıl önceki başkaldırısıyla yalnız biz Türkler’in değil, İslam Dünyası’nın, Üçüncü Dünya’nın, Asya’nın, Afrika’nın, Türki cumhuriyetlerin ve hatta deniz aşırı okyanus ülkelerinin de onuru, gururu, takımı olmuştur.

İşte bazı lisecilerin -liseli değil- anlamadığı ya da anlamak istemediği, gördüğü ama görmezden gelmeye çalıştığı da budur. Galatasaray markası liseyi kat be kat aşmıştır. Galatasaray yalnızca onların değil, Galatasaray’ı kalbinde hisseden, Sarı-Kırmızı renklere gönülden bağlı herkesindir. Galatasaray, yüreği Galatasaray için çarpan yeryüzündeki tüm Galatasaraylılar’ındır. O nedenle hiç bir şahıs veya zümre Galatasaray’ı vesayet altına alamaz. Galatasaray kendini liseli diye tanımlayan ve aslında ‘lisecilik’ yapan, dar görüşlü, kafatasçı, ayrımcı, oligarşik bir grubun malı olamaz (Bu grubu akl-ı selim liselilerin de tasvip etmediğini biliyorum). Kimsenin Galatasaray’ı ‘harici-dahili’, ‘liseli-lisesiz’ diye bölmeye ve birbirine düşürmeye hakkı yoktur. Galatasaray ancak el birliğiyle, gönül birliğiyle, ortak bir sinerjiyle layık olduğu yere getirilebilir. Ekonomik açıdan gerçekten zor günler yaşayan Galatasaray’ın bugün her şeyden çok birlik ve beraberliğe ihtiyacı vardır. Galatasaray’ın UEFA zaferinden beri uyuyan potansiyelini harekete geçirmek ve Sarı-Kırmızılı kulübü dünyanın 1 numarası haline getirmek her Galatasaraylı’nın asli görevidir. Liseli de, lisesiz de, liseci de, lise karşıtı da bunu kafasına sokmak zorundadır. Zıtlıklar, fikir ayrılıkları, farklı tarz ve yöntemler elbette olacaktır. Olmalıdır da... Demokratik teamül bunu gerektirir. Ancak bunları düşmanlık vesilesi haline getirmek her kesime zarar verir. En çok da Galatasaray’a. Tıpkı 9 yıldır verdiği gibi... Gün, birlik ve beraberlik günüdür.

Galatasaraylılar Derneği’nin tuhaf talebi
Geçtiğimiz hafta yazdığım “Galatasaray gerçekten Bizans mı(ş)!” yazısı bazı liseliler tarafından tepkiyle karşılandı. Benim lise düşmanı olduğumu iddia edenlerden, Adnan Polat’ın tetikçiliğini yaptığımı söyleyenlere kadar çeşitli teoriler üretildi. (Bu arada Adnan Polat’la son 2 yıldır telefonla ya da şifahi görüşmemi ispatlayan olursa, derhal meslekten istifa edeceğim.) Hakaret ve ölümle tehdit edenler de oldu, medenice tartışanlar da... Bunların hepsi normal. Kendilerince haklı da olabilirler. Ancak benim anlamadığım Galatasaraylılar Derneği’nin verdiği anti-demokratik tepki oldu. Ben o yazıda bütün liseyi töhmet altında bırakmamama, derneğin ismini kullanmamama rağmen, Genel Yayın Yönetmenimiz Necil Ülgen’e hitaben bir bildiri yayınlanarak, benim işten atılmam talep edildi. Şimdi bu mudur demokratik olgunluk? Hani nerede kaldı tahammül?

Adnan Polat neden hedef alınıyor?
Her türlü sıkıntıya rağmen Galatasaraylılar geleceğe umutla bakıyor. Sebebi de, başta Rijkaard olmak üzere yapılan transferlerle, stadın bir yıl sonra bitirilecek olması. Bu sezon olası bir şampiyonluk ya da Avrupa başarısıyla, stadın hizmete girerek Galatasaray’ın süratle düzlüğe çıkması, Adnan Polat’ın elini kuvvetlendirecek etkenler. Böylesi bir durumda Polat’ı kongrede devirmek mümkün olmayacaktır. Meselenin bir yönü budur. Diğeri ise Galatasaray için iki milat var: Biri UEFA Kupası, diğeri de stat. UEFA Kupası lisesiz bir başkana nasip olmuştur. Bedelini de kısa zamanda derdest edilerek ödemiştir! İşte lisecinin tahammül edemediği budur: Stadın da lisesiz bir başkana kısmet olması. Oysa hizmet hizmettir. Liseli-lisesiz, ne farkeder ki? Aslolan Galatasaray değil mi? Yoksa ben çok mu safım?!!

Ayhan Akman değişmeli
Galatasaray’ın yeni sisteminde en önemli dişlilerden biri Ayhan Akman’dır. Son Gaziantep maçında da sahanın en iyisiydi. Ancak Ayhan, yana ve geriye pas şeklindeki risksiz oyun anlayışını değiştirmek zorundadır. O zaman katkısı iki katına çıkacaktır.

Gezer’e özür borçluyum
Gazintep maçı yazımda penaltı nedeniyle ağır bir şekilde eleştirdiğim Bünyamin Gezer’in daha sonra haklı olduğunu görmek beni hakemlik açısından mutlu etti. Kendisine büyük bir haksızlık yaptığım ve taraftara hedef gösterdiğim için özür diliyorum.

13 Ağustos 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Büyüklük böyle bir şey!‘’

Her yeni sezon, yeni umutlar, yeni heyecanlar, yeni hayaller demektir. İşte bu duygu ve beklentilerle Türkcell Süper Ligi'nin 52. sezonuna 'merhaba' dedik. İlk hafta oynanan maçlara bakıldığında bizleri oldukça zevkli ve çekişmeli bir sezonun beklediğini söyleyebiliriz. Rekabetin üst düzeyde olduğu bir lig yaşanması en büyük temennimiz. Bunun yanısıra mücadelenin fair play çerçevesi içinde geçmesi bir diğer dileğimiz. İlk hafta bu konuda güçlü emareler verdi. Aşırı sıcağın futbolcuların metabolizmasını ve sinir sistemini olumsuz etkilemesine rağmen karşılaşmalar centilmence mücadelelelere tanık olduk. Hep böyle kalsınlar diyelim ve asıl meseleye geçelim:

Beşiktaş'ın bedavaya Kızılay'ın reklamını yapması ne kadar anlamlıysa, Fenerbahçeli futbolcuların kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Espanyol Kaptanı Dani Jarque için kollarında siyah bantla maça çıkması da bir o kadar takdire şayandı. İşte büyük takımları büyük yapan değerler bunlardır. Beşiktaş'ın ülkesinin en önemli hayır kurumuna verdiği desteği ve bunu düşünenleri canı gönülden kutlamak gerekir. Dünyanın bir başka yerindeki meslektaşlarının acısını içlerinde hissedecek kadar empatileri gelişmiş olan Fenerbahçeli futbolculara da gönüllerimizin en mutena yerinde özel yer açmalıyız. Bu onların hakkı...

11 Ağustos 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Arda'kadabra!‘’

İki sihirbaz vardı sahada: Arda ve hakem Bünyamin Gezer! Biri şapkasından takımı adına üç gol çıkardı, diğeri ise penaltı!.. Anlaşılan Galatasaray bu sezon da sadece ezeli rakiplerine karşı mücadele vermeyecek. Sarı-Kırmızılı takımın federasyon ve hakemlere karşı da sürekli tetikte bulunması gerekecek. Adnan Polat’ın yaktığı barış çubuğunun dumanı henüz tüterken, aşırı sıcak ve neme rağmen ısrarla bu maçı 19.30’da oynatmanın başka izahı olabilir mi? Haftanın tüm maçları 21.00’de, Fenerbahçe’nin ki 21.45’te, Galatasaray’ın ise 19.30’da! Üstelik Gaziantep gibi ülkenin en sıcak şehrinde... Pes!

Rijkaard’la farklı bir kimlik kazanan Galatasaray’ın yeni sisteme giderek adapte olduğunu gördük, dün gece. Bol pas, ani yön değiştirmeler, defas arasına atılan toplar, sahanın her yerinde pres, yardımlaşma, toplu savunma, toplu hücum ve etkili duran toplar, Galatasaray’ın oynadığı futbolun temel karakteristik özellikleriydi. Bu sistemin ana dişlisi ise Arda Turan’dı. Kaptan, her geçen gün sahadaki duruşuyla, futboluyla, attığı ve attırdığı gollerle büyüdükçe büyüyor. Türk futbolu uzun yıllardır hasretini çektiği yıldızına geç de olsa kavuştu. Kavuştu, kavuşmasına da, korner atarken, kafasına yağan su şişelerine ne demeli? Tek kelimeyle, yazık!

Geçtiğimiz sezonun flaş takımlarınan biri olan Gaziantepspor’da ise değişen pek fazla bir şey yok. Güney temsilcisi, yine ligin iyi futbol oynayan, dişli takımlarından biri olacağını Galatasaray karşısında gösterdi. Özellikle ilk yarının ikinci bölümünde Galatasaray’dan daha iyi oynayan, sahaya hükmeden ve pozisyonlar bulan taraftı Kırmızı-Siyahlı ekip. Tabata ve Beto gibi iki etkili silahı olan Gaziantepspor’a bu sezon da Julio Sezar katılmış. Mükemmel bir gole imza atan Brezilyalı oyuncu, Galatasaray’ı en çok zorlayan isimdi. Öyle görülüyor ki, bu sezon Gaziantep’ten çıkmak o kadar kolay olmayacak.

10 Ağustos 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’2. UEFA yürüyüşü‘’

Sakın Bank Asya düzeyindeki bir rakip karşısında oynanan futbol ile alınan farklı galibiyetten yola çıkarak, “Ver gazı, coştur lazı” felsefesiyle taraftara ve okura coşku vermeye kalktığımı sanmayın. Dün gece Ali Sami Yen’deki ambiyans, Galatasaray’ın sezon sonu müzesine ikinci bir UEFA Kupası daha götüreceğinin güçlü emarelerini verdi. Rijkaard’ın takımın başına getirilmesiye başlayan ve şimdilik Elano ile sonuçlanan başarılı transfer süreci camiada inanılmaz bir sinerji yaratmış durumda. Rijkaard’ın takıma kazandırmaya çalıştığı oyun anlayışının futbolcular tarafından her geçen gün benimsenmesi, ortaya seyrine doyum olmayan coşkulu bir futbol çıkarıyor. Bu coşku tribünlere dalga dalga yayılıyor, oradan tekrar sahaya yansıyor. Sonuçta oynayan da, oynatan da, seyreden de büyük bir keyif alıyor, stattan mutlu ayrılıyor. Zaten futbolun amacı da bu değil mi? Eğlen, eğlendir. Mutlu ol, mutlu et. Yaptığı işten haz duyanın, işinde mutlu olanın sonunda kazanması kaçınılmazdır zaten. Bu sezon Galatasaray’ın bürüneceği farklı kimliğin mihenk taşı, bu felsefe olacaktır.
İlk Netanya maçında Arda ön plana çıkmıştı. Kaptan dün de görevini yaptı. Ancak dün gece Ali Sami Yen’e ışık saçan bir başka yıldız vardı: Aydın Yılmaz. Hollandalı teknik adamın ısrarla üzerinde durduğu genç futbolcu bu sezon beklenen patlamayı yapacak gibi gözüküyor. Görünen o ki, Rijkaard’ın Arda’dan sonra ikinci prensi Aydın Yılmaz olacak. Ve bu, hem kendisine, hem Galatasaray’a, hem de Türk futboluna yarayacak. Futbolumuza kutlu olsun Aydın Yılmaz ve Galatasaray’ın dün gece başlayan 2. UEFA yürüyüşü...

07 Ağustos 2009, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray gerçekten Bizans mı(ş)!‘’

Başlığa ve fotoğrafa bakarak bana küfür etmeye hazırlananlara peşinen şunu söylemek isterim: Galatasaray-Bizans yakıştırması bana değil, kulüp tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı başkanı Faruk Süren’e aittir. Bir röportajımızda kendisinin başkanlıktan neden uzaklaştırıldığını sorduğumda verdiği cevap aynen şuydu: “Burası Bizans, Bizans! Biliyorsunuz Galatasaray da Beyoğlu’nda!”
Bu, elbette Sayın Süren’in bütün camiayı karalamak için yaptığı bir benzetme değildi. Benim de amacım zaten bu değil. Ve haddime de düşmez. Süren’in sözünü ettiği, lise odaklı küçük bir klik. Bahsi geçen, bazılarının adına ‘Derin Galatasaray’ dediği, adeta bir cemaat gibi, tarikat gibi yapılanmış ve kulübü vesayet altına almaya çalışan dar görüşlü, kafatasçı, hizipçi, entrikacı, faşist bir zümre. UEFA Kupası sonrası kulübün önüne set çeken de kendilerini Galatasaray’ın asıl sahibi gibi gören ve liseli olmayanları ‘harici’, taraftarı da ‘çapulcu’ diye nitelendiren bu zihniyettir. Galatasaray’ın gelişmesini, büyümesini ezeli rakip diye Fenerbahçe’nin engellediğini sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Galatasaray’ın gerçek rakibi kendi içindedir. Ve her daim hazır ve nazırdırlar. Kurdukları hiyerarşik düzende şeyh-mürit ilişkisi geçerli olduğu için hangi dönem kime müritlik yapıyorlarsa onun vereceği bir işaretle derhal harekete geçerler. Yalan, iftira, dedikodu, entrika en etkili silahlarıdır. Hedefte ise her zaman bir ya da bir kaç alaylı vardır. Kulübe ne kadar hizmet verilirse verilsin, umurlarında değildir. Onlardan olmayan yok edilmelidir. Son zamanlarda kulüpte yaşanan gelişmelere bakıldığında iş başında olduklarını anlamak pek güç olmaz. Belli ki işaret fişeği çakılmış. Amaç belli: Kendilerinden olmayan Adnan Polat’ı ilk kongrede devirmek. Liseli Özhan Canaydın’a tüm başarısızlığına rağmen 6 yıl sabreden bu kesim -ki doğrusu da buydu- liseli olmayan Adnan Polat’a 1.5 yıl bile tahammül edemiyor. Denetleme Kurulu’nun toplu istifasının arkasında yatan nedenler bunlardır. İstifa tek taraflı bir müessesedir, toplu istifa ise bir tavırdır. Muhalefet sözcülerinin televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde yaptıkları yorumların şifrelerini çözerseniz, Polat Yönetimi’nin nasıl altının oyulduğunu görürsünüz. Bu konuda o kadar aymaz olabiliyorlar ki, kulüp tarihinin en utanç verici olayı olan Ribery’nin kaçırılmasının baş sorumlusu, lise formlarında Lincoln’un gelmemesi üzerine “Haricilerin yönettiği kulüp bu kadar olur” diye yazabiliyor.
Borçlar, Seyrantepe vs. gibi sorunlar çözümü olan meselelerdir. Asıl problem daha derinde ve ağırdır. Çünkü Galatasaray’ın kendiyle sorunu var!

Sezonun yıldızı Arda olur
Arda zaten yıldız diye karşı çıkacaklara şu noktada itirazım var: Arda elbette ülkemizin en önemli starı. Ancak yetenekleri ölçüsünde damga vurduğu maç sayısı yeterli düzeyde değildi. Hiç bir zaman vasatın altına düşmemesine rağmen son Netanya maçındaki gibi futbol karakterini yansıttığı kaç maçını hatırlıyoruz? Bunun sebebi de Arda’nın geçtiğimiz yıllarda hem Galatasaray’da, hem de Milli Takım’da kanat oyuncusu olarak kullanılmasıdır. Oysa çok kolay adam geçebilen, rakip kaleye dikine giden, her iki ayağını da kullanabilen, futbol zekası üst düzeyde oyuncuların oynaması gereken yer ‘10 numara’ diye tabir edilen mevkiidir. Yani forvet arkasıdır. Giderek bu mevkiye uyum sağladığı gözlenen Arda önümüzdeki sezona damga vuracak gibi gözüküyor. Yalnız Türkiye değil, Avrupa büyük bir yıldızın doğuşuna tanıklık etmeye hazır olmalı.

İkinci Meduna olayına davetiye
Yıllardır yazılıp çiziliyor. Söyleyenlerin dilinde tüy bitti. Ancak değişen bir şey yok. Muktedirler kendi bildiklerini okuyorlar. Yine Ağustos’un başında lig başlatılıyor. Bu da yetmezmiş gibi Gaziantep-Galatasaray maçı 19.30’da oynatılıyor. Gaziantep ülkenin en sıcak iklimine sahip kentlerinden biri. Maçın oynanacağı saatte hava sıcaklığı 40 derece civarında tahmin ediliyor. O koşullarda oynayacak futbolcuların sağlığını tehlikeye atmanın mantığını anlamak mümkün değil. Kim, neden böyle bir karar veriyor, bilinmez. Adeta insanlarla alay ediyorlar. Manisasporlu Meduna’nın yaşadığı trajedi henüz hafızalardan silinmemişken başka Meduna’lara mahal vermek cinayete azmettirmekle eş anlamlıdır. Ama ne gam? Bu ülkede nasıl olsa kimse işlediği suçun bedelini ödemiyor. Bu pervasızlık bundan.

Futbolcu eşyadır!
Manisasporlu Sezer ile Ufuk sözleşmelerini uzatmadıkları ve Galatasaray’la flört ettikleri için kadro dışı bırakıldılar. Bu, yeni bir şey değil. Ülkemizdeki kölelik düzeninin tipik bir örneği. Ve futbolcular bunu hak ediyorlar! Milyon dolarlar kazanmalarına rağmen, haklarını savunacak örgütlenmeleri gerçekleştiremedikleri için...

Bir forvet alınmalı
Galatasaray’ın geçen yıl şampiyonluğu kaybetmesinde en büyük faktörlerden biri de Milan Baros’un dışındaki forvetlerden verim alınamamasıdır. Baros’un gol attığı maçlar kazanıldı, atamadığı karşılaşmalar da kaybedildi. Bu sorun bu sene de devam edecek gibi gözüküyor. Galatasaray’ın en az Baros kalitesinde bir forvete daha ihtiyacı var.

06 Ağustos 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İçimizden biri: Haldun Üstünel‘’

Büyük kulüpleri büyük yapan en önemli etken büyük düşünenler tarafından yönetilmesidir. Çağdaş, ileri görüşlü, vizyon sahibi, ufku geniş, dışa açılımcı, karizmatik bir yönetici prototipidir, sözünü ettiğimiz. Bu tip yöneticiler yerelden evrensele uzanan bir yörünge çizerler. O yörüngede ilerlettileri kulüplerinin varacağı nokta ise yalnız Avrupa’nın değil, tüm dünyanın zirvesidir. Büyük düşünceye sahip yöneticiler, yalnız kulüplerini büyütmekle kalmaz, yarış içinde olduğu diğer camiaların da ufkunu açarlar. Örnek teşkil ederler, model olurlar. Zaman içerisinde de bir efsaneye dönüşürler.
Son zamanlarda bu tanıma uyan en önemli isim hiç kuşkusuz Haldun Üstünel’dir. Liseli olmadığı ve tribünden geldiği için bazı ırkçı, kafatasçı, jakoben liseliler tarafından benimsenmeyen, her fısatta aşağılanmaya çalışılan Üstünel, hakkında çıkarılan tüm dedikodulara, karalamalara kulağını tıkıyor ve sadece işini yapıyor. Yalnız işini yapmakla kalmıyor, vizyonuyla, tavrıyla, tarzıyla, enerjisiyle, çalışkanlığıyla, iş bitiriciliğiyle, icraatlarıyla herkese adeta ders veriyor. Ezeli rakip Fenerbahçeliler’in dahi büyük takdirini kazanan Haldun Üstünel, sezon öncesi yarattığı sinerjiyle de camiasının moral motivasyonunu en üst düzeye çıkartmış durumda. Ancak bir liderin yaratabileceği bu sinerjinin, Galatasaray’ı diğer rakiplerine karşı yarışın henüz başında bir adım öne geçirdiğini iddia etsek abartmış sayılmayız.
Kemaraların ve objektiflerin karşısına geçmeyi pek sevmeyen, medyaya karşı hep mesafeli duran Haldun Üstünel’in, son transferler nedeniyle zoraki çıktığı basın toplantılarında kendisini yakından tanıyanların çok iyi bildiği, ancak kamuoyunun pek bilmediği bazı yönleri de ortaya çıkmış oldu: Mütevazılık, paylaşımcılık. Alınan yıldız oyuncularda aslan payına sahip olmasına karşın, bunun kendisine mal edilmesinden rahatsızlik duyması ve her şeyi ekip halinde başardıklarını dile getirmesi, gerçek bir alçakgönüllülük örneğidir. Doğrudur, yapılan hamleler bir ekibin işidir. Ancak her zorlu mücadelenin doğası gereği bir kaharaman ortaya çıkar. Günün kahramanı da Haldun Üstünel’dir. Ve o kahraman gün gelecek yarınlarını devşirdiği kulübünün en onurlu makamına da bileğinin hakkıyla oturacaktır. Çünkü tarihte hiç bir güç bir nehri tersine akıtamamıştır. Galatasaray’da da akıtamayacaktır. Bu, böyle biline...

02 Ağustos 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Rijkaard'ın işi çok!‘’

Aslında bir futbol filozofu olan Rijkaard’ın Galatasaray’a gelmesine basit bir teknik adam değişikliği olarak bakanlar Galatasaray’ın bugünlerde yaşadığı saha içi sıkıntıları iyi analiz edemezler. Zira Hollandalı teknik adamın gerçekleştirmeye çalıştığı değişim salt takımın sahaya dizilişiyle alakalı değil. Söz konusu olan, başta oyun felsefesi olmak üzere tepeden tırnağa köklü bir değişimdir. Bunun içerisinde geçmişten miras kalan bir takım alışkanlıklar da var elbette. Hücuma hızlı çıkamamak, dikine oynayamamak, ayakta fazla top tutmak, kontra pas atamamak, duran topları etkili kullanamamak (her ne kadar dün geceki goller duran toplardan geldiyse de), kalabalık savunmalara karşı çözüm üretememek, defansın oyun kuramaması, hakeme itiraz etmek bunlardan bir kaçı. İşte Galatasaray’ın iki Tobol maçında da zorlanmasının ana nedenleri bunlardır.
Şu çok açık ki, Galatasaray’ın mevcut kadrosu Rijkaard’ın uygulatmak istediği sisteme henüz uyum sağlayamadı. Bütün bunlara bazı futbolcuların fizik olarak hazır olmayışı da eklenince Sarı-Kırmızılı takım pozisyon ve gol bulmakta bur hayli zorlandı. Rijkaard’ın henüz zamana ihtiyacı olduğu aşikar. Ayrıca Keita’nın takıma girmesi ve yapılacak bir-iki takviyeyle gerçek Galatasaray’ı sanırım Eylül başlarında göreceğiz. Ancak o zamana kadar da sancılı bir süreç yaşanacağı bir gerçek. Umarım bu süreçte camianın sezon motivasyonunu bozacak sürprizler gerçekleşmez. Zira dün gece az kalsın böyle bir sürpriz gerçekleşiyordu. Bereket rakip bir futbol takımı değildi!

24 Temmuz 2009, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI