Arama

Popüler aramalar

‘’Dayan Terim dayan!‘’

Sayın Fatih Terim Hocam, bu ülkede başarıya giden yol, Kaf dağına giden yol gibidir. Adına 'başarı' dediğimiz sihirli elmaya sahip olmak istiyorsanız, önünüze çıkarılan bin bir türlü engeli aşmak zorundasınız. Kasırgaları, tayfunları, boraları atlatacaksınız, cehennemi çukurlardan, sırat köprülerinden geçeceksiniz, ilkel yaratıklarla (!) boğuşacaksınız, ihanetler yaşayacaksınız; ama yılmayacaksınız, durmayacaksınız. Bir kez denediniz bunu. Ve başardınız. Türkiye'yi alışık olmadığı bir hazla tanıştırdınız. Lakin, kısa sürdü. Oysa işiniz daha bitmemişti. Neyse ki dönüşünüz çabuk oldu. Sonra tekrar kolları sıvadınız. Yine aynı dahili ve harici bedhahlar çıktı karşınıza. İlahlar sizi 100. yıllara filan kurban verdi. Çabuk pes ettiniz. Belli ki, İtalya'da aldığınız yara bünyeyi zayıf düşürmüş, direncinizi kırmıştı. Şimdi üçüncü kez yola koyuldunuz. Biliyorum, yarım bıraktığınız işi tamamlamak istiyorsunuz. Ne var ki, buralarda düzen değişmedi. Hariciler can derdinde, ama dahililer her zamankinden daha güçlü! Sizi durdurmak için ellerinden geleni yapıyorlar, yapacaklar. Hocam, Kayseri maçı sonrası basın toplantısında dikkatle izledim sizi. İçinizde kopan fırtınaları bastırmakta zorlanıyordunuz. Olsun, zorlanın! Çünkü, size karşı yürütülen sinsi operasyonu bertaraf etmenin tek yolu direnmektir. Pes etmek yok Hocam! Siz kaybederseniz, Galatasaray kaybeder! Türkiye kaybeder!

14 Şubat 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bu kurşunlar hepimize!‘’

Aslında sorunun temeli çok açık: Mayası şiddetle yoğrulan bir toplumun statlarında da şiddetin kol gezmesi gayet doğal! Şimdi bu önermeden yola çıkıp afili laflar etmeyeceğim. Şiddetin tipolojisinden filan da bahsetmeyeceğim. Burada söz konusu olan, şiddet toplumunun kendi hukukunu tesis etmesidir. Bir tarafta yazıya, karikatüre, slogana dava açacaksınız, söz konusu edimleri hapisle cezalandıracaksınız; diğer yanda tribünlerde terör estiren çetelere hoş görüyle bakacaksınız. Hatta, bu güruhu koruyacaksınız, kollayacaksınız. Onlar da mafya, kalpazan yönetici ve ucuz siyasetçi üçgeninde palazlanacaklar, semirdikçe semirecekler. İşte geldiğimiz noktayı görüyorsunuz.

Ankaragücü kongresinde delegelerin üzerine kurşun yağdırıldı. Sonuç: 4 yaralı! Ölen olmadığına şükrediyoruz! Hemen ardından derbi cinnetini de izledik. Sizce bütün bunlar spontane gelişmeler midir? Değilse nedir?

Olayı biraz daha minimalize ederek özetleyelim: Yaşananlar, slogan atan öğrenciyi hapse tıkıp, tribün canilerinin sırtını sıvazlama aymazlığının sonucudur. Öyle, şiddet yasası çıkarıp kulağının üstüne yatmakla bu işler çözülmüyor. Çıkardığın yasayı uygulayacaksın. Onun-bunun adamı, bizim çocuklar demeden bu teröristleri tribünlerden temizleyeceksin. Yaptın, yaptın... Yapamadın, bu yarattığın canavar bir gün gelir seni de hap gibi yutar! Mısır'dan beter oluruz!

08 Şubat 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Tribün çiçekleri!‘’

Seyircisiz maçlara bulduğumuz dahiyane çözüme güzellemeler döşendik, döşeniyoruz. Ama işin rengi yavaş yavaş değişiyor. Kadınlarımız, küfür konusunda erkekleri aratmıyor! Cezaya da ceza kesemeyeceğimize göre tek çare puan silmek

Futbolda 'Tribün Kültürü' diye bir olgu vardır. İnsanlar hoşça vakit geçirmek, eğlenmek, tuttukları takımları desteklemek, yenme-yenilme heyecanını yaşamak için tribünlere koşarlar. En azından modern toplumlardaki gelenek böyledir. Onlarda da zaman zaman holiganizm olsa da, tribünlerde olaylar patlak verse de, bu durum süreklilik kazanmaz. Alınan önlemlerle önüne geçilir. Bizdeki 'Tribün Kültürü' algısı ise farklıdır. Geçmişten günümüze kadar uzanan ilkel bir zihniyet hakimdir Türkiye statlarına. Tribünler bir deşarj olma yeri olarak görülür. Hafta boyu günlük yaşamda biriktirilen öfke, hafta sonu tribünlerde boşaltılır. Hayatın ağırlığı altında ezilen kitleler, tribünlerde iktidarını ilan eder. Deşarjın en etkili yolu ise küfürdür. Taraftarlar hançerelerini yırtarcasına küfreder. Rakibe, rakip taraftara, rakip yöneticilere, hakemlere ağza alınmayacak küfürler edilmesi adeta yaşam biçimimizdir. Şiddete kapı aralaması nedeniyle uzun süredir küfürle mücadele eden federasyonlarımız ne yazık ki şu ana kadar bunun önüne geçemedi. Seyircisiz cezalar tepki alınca bu sezon dahiyane bir çözüm bulundu: Kadınlar ve çocuklar. Bu çözümü hepimiz çok sevdik. Güzellemeler döşendik, döşenmeye devam ediyoruz. Ama işin rengi yavaş yavaş değişiyor. Kadınlarımız da, küfür konusunda erkekleri aratmıyor! Nerden baksan ironik bir durum! Cezaya da ceza kesemeyeceğimize göre sorunu çözmenin tek çaresi var: Puan silmek. İlk seferde kulübe ağır bir para cezası verilir. İkincisinde takımın puanı silinir. Üçüncüsünün ise olacağını sanmıyorum!

04 Şubat 2012, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe düşmez!‘’

Düşmekten kastım elbette küme düşmemesi değildir. Fenerbahçe, yarın bir gün suçlu bulunup küme düşebilir. Avrupa kupalarına bir kaç yıl gidemeyebilir. Belki o bir kaç yıl Süper Lig'e tekrar çıkamayabilir de... Bütün bunlar, hayatın olağan akışı içinde toplumların, camiaların başına gelebilecek talihsizlilerdir. Ve o kadar da önemi yoktur. Şayet siz metanetinizi, direncinizi, gücünüzü ve büyüklüğünüzü koruyabiliyorsanız. İşte, bugün Fenerbahçe'nin yaptığı da aynen budur. Başta, başkanı Aziz Yıldırım olmak üzere tarihe geçecek bir direnç gösteriyorlar. Dayanışma ruhu üst düzeyde. Camia yekvücut olmuş vaziyette.

Başta Aziz Bey...
Haklı olduklarına dair inançları ve bu uğurda sergiledikleri dik duruş sayesinde taraflı tarafsız tüm toplumun saygınlığını kazanmış durumdalar. Yargıyla başı dertte olan Türkiye'nin en köklü diğer camiaları helva gibi dağılırken, Fenerbahçe eşi benzeri görülmemiş bir bütünlük sergiliyor. Bu şike sürecinin ortaya koyduğu gerçek şudur: Fenerbahçe, Türkiye'nin en büyük ve en dinamik sivil toplum kuruluşudur. Tökezleyebilir, sendeleyebilir ama asla yere düşmez, diz çökmez. Şu durumda bile gücüne güç katıyorsa sebebi bellidir: Yaşamak, direnmektir. Fenerbahçe de direniyor. Direniyor ve yaşıyor. Tüm haşmetiyle...

01 Şubat 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Dayan Ankaragücü!‘’

Şike ve teşvik iddialarının gölgesinde oynanan 2011/2012 sezonu bir ayıpla daha anılacak. Ankaragücü'nün başına gelenler, vicdanlarda öylesine yara açtı ki, uzun yıllar kapanmayacak gibi. Galatasaray tribününde açılan pankart o vicdanın sesiydi

Türkiye'de kulüp yapılanmalarının sağlıksız olduğu zaten bilinen bir gerçekti. Futbol sayesinde popülarite sağlamak veya kulüplerden nemalanmak için yönetici olan bezirgan tayfası nedeniyle darmadağın olup, bugün amatör kümelerde mücadele eden köklü takımlarımız hala hafızalarda. Bu tehlike bugün Süper Lig'de yer alan birçok kulübümüz için de geçerli. Yarın bir gün yayıncı kuruluşun musluğu kapandığı anda iflas bayrağını çekecek kulüplerimiz mevcut. Kulüpler kişilere bağlı olmaktan kurtulamadığı, kalıcı gelir kaynakları yaratamadığı müddetçe her sezon Ankaragücü dramına benzer trajediler yaşarız. Ki, Ankaragücü yayın gelirlerine rağmen bu hale gelmiştir. Bir kaç kifayetiz muhterisin elinde oyuncak olan asırlık kulübümüzün içler acısı hali vicdanlarda öylesine yara açtı ki, uzun yıllar kapanmayacak gibi.
Galatasaray tribününde açılan 'Dayan Ankaragücü' pankartı işte bu sızlayan vicdanların sesiydi. Sarı-Kırmızılı taraftarların dayanışma ruhu takdire şayandı. Lakin, Ankaragücü'nün küme düşeceği gerçeğini değiştirmiyordu. Yalnız düşmekle kalsa, belki buna da şükür denilebilir. Ankaragücü'nü asıl bekleyen tehlike, bundan önceki bazı kulüplerimiz gibi amatör kümeye kadar düşme ihtimalidir. Zira, kulübü bu hale getirenlerin ellerini Ankaragücü'nden çekebilecekleri yönünde en ufak bir emare gözükmüyor. Başkentinden şampiyon çıkaramayan tek ülkeydik. Şimdi takım bile çıkaramayacak ülke olmak üzereyiz. Bu ayıba imza atanlar umarım tarih önünde hesap verirler.

27 Ocak 2012, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Rıza Hoca'nın Sivas'ı‘’

Bazı insanlar vardır, gösterişten uzaktırlar. Bu, gösterişsiz olmalarından çok, tevazu sahibi olmalarıyla alakalı bir durumdur. Tevazu ise, karakter yapılarının bir parçasıdır. Belki de varoluş nedenleridir. Ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, söze hep 'biz' diye başlarlar. Kendilerini merkez almaktan ziyade ekip ruhuna vurgu yaparlar. Bu, onların hayata bakış açılarıdır. Sivas'ın hocası Rıza Çalımbay da bunlardan biridir. Tevazuunun yanı sıra hırslıdır, çalışkandır, azimlidir, emekçidir. Ve bir o kadar da centilmendir. Futbolculuğunda kendisine takılan 'Atom Karınca' lakabı boşuna değildir.

Rıza Hoca, teknik direktörlük yaşamında da kendi klasiğini devam ettiriyor. Çizgisi aynı. Yine çok çalışkan, yine çok mücadeleci, yine emekçi. Yolu kısa bir süre İstanbul'a düşse de, genellikle Anadolu'nun bozkırlarında, steplerinde, ovalarında antrenörlük yaşamını sürdürüyor. Çalıştırdığı takımların en karakteristik özelliği mücadeleci olmaları. O, kendi ruhunu takımına üfleyen bir teknik adam. Şimdi Sivasspor'u zirveye taşımakla meşgul. Dokuz haftadır kaybetmiyorlar. Ligin en diri takımı. En göz kamaştırıcı futbolu onlar oynuyor. Bir zamanlar, kapıcı çocuğu olduğu için 'İki ekmek, bir süt' pankartıyla aşağılanmak istenmişti. O ise buna aldırmamış, bilakis gurur duymuştu. Çünkü emeğin en yüce değer olduğunu biliyordu. İşte Sivasspor'daki başarısının sırrı da budur: Alın teri.

24 Ocak 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Lefter'e vefasızlık!‘’

Ben de Lefter ve Metin Oktay efsaneleriyle büyüyenlerdenim. Çocukluğum ve gençliğim bu iki fenomenin hikayeleriyle geçti. Kulaktan kulağa anlatılan, nesilden nesle aktarılan destansı kahramanlarımızdı onlar. Tüm toplumu büyüleyen, sadece büyük futbolculukları değildi; büyük insanlıklarıydı aynı zamanda... Birini kaybedeli 20 yıl oldu. Diğeri ise meydan okudu, yıllara ve hayata. Çekildi kendi yalnızlığına. Sığındı ıssızlığına. Çok sevdiği adasında münzevi bir hayatı tercih etti. Ortalarda pek görünmedi. Zaman zaman hatırladı sevenleri onu. O ise hiç dert etmedi, unutulmuşluğunu. Ve sessizce yürüdü kendi ölümüne de... Bir asilzade gibi. Başı dik ve mağrur.

Hayatı nasıl onurlu yaşadıysa, ölümü de öyle karşıladı. Veda etti sevenlerine ve pek sek sevdiği başkanına. Gelgelelim, böyle mi olmalıydı bu yüce insanın son yolculuğu? 55 bin kişilik stadın ancak 5'de biri mi dolmalıydı? Ey Fenerbahçeli! Kusura bakma! Bu konuda sınıfta kaldın. Lefter Küçükandonyadis gibi bir değerini hak ettiği, layık olduğu şekilde uğurlamadın. Hani neredeydi o pazar sabahı 25 milyon Fenerbahçeli? Yarın bir gün, misal; Musa Sow'un imzası olduğunda o statta; tribünleri daha fazla dolduracağınıza eminim! Velhasıl kelam; Çok ayıp ettiniz, çok...

18 Ocak 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sayın Başbakan!‘’

Sayın Başbakan! Bu ülkenin bir spor yazarı olarak en son aklıma gelecek şeylerden biridir, Başbakan'a mektup yazmak! Lakin başka çarem yok! Güzel bir oyun olarak benimseyip sevdiğimiz futbolu, son sürat yuvarlandığı uçurumdan kurtarmak için ülkenin en güçlü figürünün devreye girmesi gerekiyor. Çünkü sağduyu yitirildi. Mantığın yerini duygular aldı. Futbola dışarıdan yapılan müdahaleler, tarihimizde hiç olmadığı kadar tavan yaptı. Türk futbolunun itibarı iki paralık yapıldı. Kim suçlu, kim güçlü, kimin eli kimin cebinde belli değil.

Sayın Başbakan! Eminim olan biteni siz de izliyorsunuz. Aklı selim insanlar gelişmeler hakkında yorum yapmaktan imtina ediyor. Çünkü devam eden hukuki bir süreç var. Gelgelim, üzerine vazife olmayan bazı işgüzarlar, hukuka müdahale olarak kabul edilebilecek girişimlerden kaçınmıyorlar. Müdahil oluyorlar. Ellerine geçirdikleri gücü orantısız kullanıyorlar.

İşte gördünüz, son olarak bir bakanınız neler yaptı? Siz onu çevreyi düzenlesin diye görevlendirdiniz, o mikserlik yapmayı tercih ediyor. Futbola beton muamelesi çekiyor! Artık belli oldu ki, siz olaya el koymadan bu işler düzelmeyecek. Kabul, siz de bir siyasisiniz. Ama onun öncesinde futbol ailesinin bir ferdisiniz. Vurun masaya yumruğunuzu, şu kumpanyayı bir sonlandırın. Eğer daha fazla vakit kaybederseniz, Türk futbolunu saplandığı bataktan siz bile kurtaramazsınız!

11 Ocak 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI