Arama

Popüler aramalar

‘’Nasıl yani Aykut Hoca!‘’

Fenerbahçe'nin içinde bulunduğu durum, hiç kuşkusuz bütün Fenerbahçeliler'i duygusal bir atmosfere soktu. Kulüplerini daha çok sahiplendiler, daha fazla kenetlendiler, haklarını daha fazla arar hale geldiler. Daha kırılgan, daha öfkeli, daha hassas oldular. Verilen tepkilerin zaman zaman ölçüsünün kaçtığı olsa da, yaşanılan süreç anlayışla karşılanmalı. Tepki, şiddete dönüşmediği müddetçe her topluluğun demokratik hakkıdır. Gelgelelim, duyguların hakim olduğu bir ortamda sükûnetini koruyacak, hislerinden ziyade mantığıyla hareket edecek insanlara da ihtiyaç vardır.

Yaşanılan badire karşısında itidalli davranabilen bu kişiler, ait oldukları topluluğun bir adım önüne geçerek önderlik, rehberlik yaparlar. Onlara kısaca 'lider' deriz. Zaten sıra dışı liderlerin tümü de kriz anında ortaya çıkmıştır. Şu anda Fenerbahçe'nin böylesi bir lidere şiddetle ihtiyacı var. Bu potansiyeli taşıyacak ilk isim de hiç kuşkusuz Aykut Kocaman'dır. Zaten yapı olarak soğukkanlı bir kişiliğe sahip olan Aykut Hoca, fırtınaya tutulan gemiyi sakin bir limana çekebilirdi. Ancak ne var ki, o da zaman zaman kontrolünü kaybedebiliyor. Diğerleri gibi duygularının esiri olabiliyor. Geçen yıl Trabzonspor'un penaltılarını gündeme getirerek büyük bir tartışma başlatmıştı. Aslında yaptığı psikolojik harekâttı. Sonuçta başarılı da oldu! Bugün de aynı silahı devreye soktu. Fakat arada küçük bir nüans var. Bu kez dili sürçtü! "Değişen güç dengelerini hakemler iyi algılamış" sözü, bundan önce Aziz Yıldırım tarafından hakemlere baskı olduğunun itirafı değilse, nedir? Bu açıklamadan, "Fenerbahçe saha dışında güçlüydü, o nedenle hakemlerle sorunumuz yoktu!" anlamı çıkmıyor mu sizce de... Bu laf bumerang gibi gelir, Fenerbahçe’yi vurur.

Ama asıl mesele bu da değil. Aykut Hoca'ya bir haller oldu. Konya'dayken başka konuşuyordu, şimdi başka... Anlaşılmaz olan da bu.

06 Ocak 2012, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’'Ene'ramo!‘’

Bunu dün gece sergiledikleri futbolla bir kez daha kanıtladılar. Özellikle ilk 15 dakikada Karabükspor’u sürklase ettiler. Maça o kadar hırslı, arzulu ve tempolu başladılar ki, Karabük adeta nefes alamadı. Başlama düdüğüyle birlikte oyunu karşı alana yıktılar. Sağlı sollu ataklarla rakibi ablukaya aldılar. Solda Grosiçki, sağda Cerny, ortada da Eneramo ile rakip ceza alanı çevresinde Karabüksporlu futbolculara pres yapıp hataya zorladılar. Bunun sonucunda da rekor sayıda top kaparak göze hoş gelen hücum organizasyonları gerçekleştirdiler. Zaten bu bölümde beklenen gol de geldi. Golde her ne kadar kaleci Tomiç’in hatası olsa da Mehmet Nas’ın pası, Erman’ın aşırtması da şıktı. Golden sonra Karabükspor dengeyi sağladıysa da hücumda üretkenlikten uzaktı. İlhan ve Ali Kuçik’in yetersizliğine Cernat da ayak uydurunca, ilk yarıyı Karabük hemen hemen pozisyonsuz kapadı. İkinci yarıda topa daha çok sahip olan Karabükspor’du. Ancak konuk takım, ceza alanı içinde etkisiz kalınca istediği pozisyonları yakalayamadı. Cernat’ın uzaktan şutları da kaleyi bulmayınca Karadeniz ekibi kaderine razı oldu. Sivaspor ise sahanın yıldızı Eneramo ile bulduğu kontrataklarla etkili oldu. Nitekim, Karabük defansını hallaç pamuğu gibi atan Nijeryalı, kendisinin yarattığı penaltıyı gole çevirerek maçı koparan isim oldu.

* Ene Arapça’da ben demektir.

04 Ocak 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yalnız Galatasaray!‘’

Özdemir Asaf’ın şu muhteşem dizelerini bir kez daha hatırlamanın, hatırlatmanın tam zamanıdır:

”Bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler!”
O misal, son günlerde Galatasaray’a yönelik öylesine çirkin, öylesine mesnetsiz ithamlarda bulunuluyor ki, neredeyse şike dosyasında adı geçmediği için cezalandırılıyor! Şu kirli, paslı ortamda temiz kalmanın bedelini müfterilerin iftiralarıyla ödüyor.

Uzakdoğu bağlantılı bir çetenin, Bellinzona-Galatasaray maçında bahis şikesi yaptığının ortaya çıkması üzerine pusuda bekleyen zübükzadeler yaygarayı koparıyor. Medyada, ‘Galatasaray’a şike şoku’ başlıkları havada uçuşuyor. Fenerbahçe hakkında hazırlanan iddianame karşısında dilsiz şeytana dönen malum tayfa, köşelerinden zehir saçıyor. Fenerbahçe’nin 2.Başkanı Nihat Özdemir, “Bakın Galatasaray hakkında da suçlamalar var. Gün gelir birbirimize muhtaç oluruz!” şeklindeki aforizmasıyla küme düşmenin kaldırılması için Galatasaray’dan destek bekliyor. Aklı sıra aba altından sopa göstererek bir taşla iki kuş vuruyor: Hem Galatasaray’a kara bulaştırıyor, hem de “Bugün bana, yarın sana!” mesajı vererek Galatasaray’ı aynı kulvara sokmuş oluyor!

Şark cepesinde değişen bir şey yok!
Oysa bu hinler bilmiyor mu, konunun Galatasaray’la uzaktan yakından alakası olmadığını. Bal gibi biliyorlar. Ama utanmadan olayı maniple ederek Galatasaray’ı Türk futbolunun içine düştüğü çukura çekmeye çalışıyorlar. Bülent Tulun’un densiz mektubu sonrasında da aynı şeyi yapmışlar; bir bardak suda fırtınalar koparmışlardı.

Aslında gerçek apaçık ortada. Galatasaray’ın olayların dışında kalması delirtiyor bunları. Sadece bu da değil. Galatasaray yönetiminin olanlar karşısındaki dik duruşu da, çıldırtmaya yetiyor şakşakçıları. Galatasaray’ın, Batı normlarının benimsenmesi için verdiği mücadele, şark cephesinde rahatsızlık yaratıyor. Direniyorlar, ayak diretiyorlar. Galatasaray’ın haklı savaşını kazanamaması için gizli ittifaklar kuruyorlar. El ele verip bataklığı kurutmaktansa, Galatasaray’ı da bataklığın içine çekmek için var güçleriyle çalışıyorlar.

..Ve giderek Galatasaray’ı bu uğurda yalnızlığa mahküm ediyorlar.
Olsun. Galatasaray yalnız kalsın. Bu uğurda yalnız kalmaktan korkmasın. Yalnız ve güzel ülkem kadar yalnız olsun, güzel olsun. Haklı davasından da bir adım geri atmasın. Sonuna kadar dirensin. Böylesi bir yalnızlık onurdur, gururdur. Şu puslu havada Galatasaraylı olmak da öyle...

Özdemir Asaf’la başladık, Murathan Mungan’la bitirelim:
”Alabalık bir metafor/denizler ve balıklar içinde/kutsal kitaplara göre ilk yaratılanlar içinde/akıntıya karşı yüzen tek balık/tekini koruyan tekinsiz/ölüme doğru ve ölüme karşı/çağlayan çıkan, dikine yüzen bir balıkmış yalnızlık!”

30 Aralık 2011, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Elbette Fatih Terim!‘’

Büyüklüğün şanında vardır; tam yıkılırken son bir hamleyle doğrulmak ve ayağa kalkmak. Ancak büyük takımların, büyük camiaların başarabileceği bir iştir, tükenmeye yüz tutmuş umutları yeniden yeşertebilmek. Sadece büyüklere özgüdür, kulübün can suyu çekilip de ölmeye yattığı anda, aniden beliriveren ilahi bir gücün ruh üflemesiyle hayata yeniden merhaba demek. Üstelik daha gürbüz, daha güçlü. Her türlü fırtınaya, kasırgaya, boraya direnebilmek salt büyüklere özgüdür. Ve her büyük camia, yalpaladığı zamanlarda vereceği kurtuluş savaşına komuta edecek bir lidere ihtiyaç duyar.

İşte Galatasaray'ın bugün yaşadığı süreç budur.

Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen uzun bir nekahet döneminin ardından çöküşe geçen Sarı-Kırmızılı kulüp, tam sırtı yere gelmek üzereyken, kaptan köşküne çıkarılan Fatih Terim'le birden ayağa kalktı. Tıpkı efsanevi Zümrüdü Anka Kuşu gibi. Yandı, yıkıldı, kül oldu derken; bir kez daha kendi küllerinden doğdu. Mucizenin mimarı hiç kuşkusuz Fatih Terim. Bu kadar kısa zamanda, böylesine olağanüstü bir değişimi, dönüşümü de zaten ondan başkası yapamazdı. Ve öyle görülüyor ki, henüz start çizgisindeler. Koşu yeni başlıyor. Bu koşu öyle sıradan bir koşu değil, 2.Avrupa seferinin başlangıcı. Galatasaraylı!.. Sandıkları açmanın zamanı geldi! Bayraklar fora!

24 Aralık 2011, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Gönül de biziz, Topuz da!‘’

Aslında ortada alkışlanacak bir durum da yok ya; neyse... Biz yine de Gökhan Gönül'ün soylu duruşuna selam çakalım. Zira, hasretiz bu gibi durumlara, bu gibi adamlara... Yalanın, talanın, vurgunun, üç kağıdın, avantanın, rüşvetin, şikenin, teşvikin kan hücrelerimize kadar nüfuz ettiği şu ahir zamanda Gökhan Gönül'ün rakibinin haksız yere oyundan atılmasına itiraz etmesi, çölde vaha bulmamız gibi. Toplumsal ilişkilerin olmazsa olmaz koşullarından biri olan dürüstlüğün 'erdem' olararak görüldüğü, dürüst davrananların buğulu gözlerle takdis edildiği nadir ülkelerden biri olduğumuz içindir ki, Gökhan Gönül fair play üzerine ödül üstüne ödül kazanacaktır. Kazansın, hakkıdır. Lakin bir de madalyonun diğer yüzüne de bakmak gerekir. Bizim Gökhan Gönül gibi Mehmet Topuz gerçeğimiz de var. İşte gördünüz, ikisi aynı kadrajdaydı, pazar gecesi. Biri rakibinin hakkını ararken, diğeri onu engellemeye çalıştı. Bununla da yetinmedi, hakemin yanlış kararını alkışlarla takdir etti.

Karşımızdaki, tipik bir, rakibi eksiltmek için numara yapan şark kurnazı futbolcu modeliydi. Ve ikisi de bizim çocuklarımız, bizim inanlarımız. İkisi de zıtlıklarla, çelişkilerle tohumlanan bu topraklarda yetişti. Mesele, hasadı ne şekilde yapacağımız meselesi. Çünkü, nasıl bir geleceğe doğru yelken açacağımız, bu tercihte gizlidir.

20 Aralık 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Emre nereye koşuyor?‘’

Geleneksel toplum modelinden, modern topluma geçişini henüz tamamlayamamış bir ülke olmanın en büyük sancılarından biri de, tabuların günlük yaşamımızdaki belirleyiciliğidir. Bilimsellikten uzak yaklaşımların ve hurafelerin bütün haşmetiyle varlığını sürdürdüğü bir toplumun muasır medeniyet seviyesine ulaşmasını beklemek ham bir hayalden başka bir şey değildir. Bundan dolayıdır ki, bireyin ve toplumun sağlığı için zorunlu olan bazı uygulamalara burun kıvırıyoruz. Bunların başında ise bir terapiste görünmenin delilikle eş değer kabul edilmesi geliyor. Oysa gelişmiş ülkelere baktığımızda her bireyin, her ailenin, her kurumun sadece beden sağlıkları için değil, ruh sağlıkları için de yanı başlarında bir hekim bulunduğunu görürüz. Psikiatriste gitmekle diş doktoruna gitmek arasında hiç bir fark yoktur.

Terapi görmek, gündelik yaşamın getirdiği zorlanımlarla başa çıkmak için toplumun rutinlerinden biri haline gelmiştir. Bu, kurumlarda da böyledir. Kurumlar çalışanların verimini arttırmak için gerekirse bireysel ya da grup terapilerine başvururlar. Buna spor kulüpleri de dahildir. Bizde ise, hala babadan kalma 'aslanım, koçum, bizim çocuk' klişeleri varlığını sürdürdüğü için Emre Belözoğlu, bugün son sürat uçurumdan aşağı yuvarlanıyor. Bugüne kadar yaptıklarının, başta kendi camiası olmak üzere hakemler ve Fenerbahçe sempatizanı medya tarafından görmezden gelinmesi, onun bu kadar pervasızlaşmasının en büyük nedenidir.

Vukuatlarını tek tek sıralamanın manası yok. Karşımızda kadro dışı cezasıyla geçiştirilmeyecek kadar ciddi, mutlaka psikolojik destek görmesi gereken bir vaka var. Fenerbahçe, eğer 2. kaptanını kaybetmek istemiyorsa modern bir kurum gibi hareket etmeli ve Emre için bir terapist görevlendirmeli. Aksi takdirde her şey için çok geç olacak.

14 Aralık 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Forza Terim!‘’

Fatih Terim'i salt bir teknik direktör olarak ele alırsanız meseleye son derece sığ yaklaşırsınız. Terim teknik direktörden öte bir fenomendir. Liderliği, karizması bir yana, her şeyden önce bir proje adamıdır. Misyonu, temel atmak ve inşa etmektir. Yenilemek, değiştirmek, dönüştürmek varlık nedenidir. Ondan dolayıdır ki, bir kulüpte görev aldığı zaman işe önce altyapıdan başlar. Bilir ki, orası sağlam olursa, üst yapı da o denli güçlü olur. Galatasaray'da çalıştığı 1996/2000 arasında başarıdan başarıya koşarken, aynı zamanda altyapıyı da yeniden dizayn etmişti.

Mertan, Berk sırada...
Terim, şimdi de göreve gelir gelmez uzun süredir nadasa bırakılan Florya'ya el attı. Derhal iki saha yaptırdı. Tesisleri yeniletti. Sakatlıkların sebebi olan zemini değiştirdi. Uzman bir ekip oluşturdu. A2 maçlarını izlemeye başladı. Gençleri yakın takibe aldı. Sorunlarıyla bizzat ilgilendi. Florya'yı disipline etti. İşte Semih Kaya'lar, Emre Çolak'lar böyle ortaya çıktı. Bu çocuklar bundan önce de vardı. Ama yüzlerine bakan yoktu. İşte gördünüz, son Fenerbahçe maçının bir kez daha ispatladığı gibi, Fatih Terim yalnız Galatasaray için değil, Türk futbolu için de büyük anlam ifade ediyor. Semih Kaya ve Emre Çolak'ın devamının geleceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Sırada Mertan var, İsmail Berk var. Daha ismi bize ulaşmamış niceleri var. Çünkü 'Büyük Usta' işbaşında. Umutlan Galatasaraylı...

10 Aralık 2011, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Skibbe'nin onuru!‘’

Hayatta inandığım ve savunduğum değerlerin başında bir meslek erbabını rengine, milliyetine, cinsiyetine ve ideolojik görüşüne göre değerlendirmemek gelir.

Aslolan, namuslu ve dürüst olması, işini iyi yapmasıdır.
Aslolan, iş disiplinine, meslek ahlakına sahip olmasıdır.
Aslolan, verilen görevi eksiksiz yerine getirmesidir; getiremese bile bu uğurda iyi niyetle sonuna kadar çaba saf etmesidir.
Aslolan, hileye, hurdaya, hülleye kaçmaktan, başarıyı sahiplenip, başarısızlığı başkalarının üzerine atmaktan, bencil davranmaktan uzak olması; ekip ruhuna inanması, birlikte çalıştığı insanlara karşı samimi ve saygılı olmasıdır.

Bir meslek dalı olarak futbol da bu kriterlerden nasibini amalıdır. Yerli-yabancı, yaşlı-genç, siyah-beyaz demeden dürüst ve namuslu insanlara prim vermeliyiz, bu alemde de...

Aksi takdirde... Lafı fazla uzatmanın alemi yok. İşte görüyorsunuz sevgili okurlar, son zamanlarda başımıza gelenleri. Yukarıda sıraladığım evrensel kriterlerden uzaklaşmanın vahim sonuçlarını yaşıyoruz, son bir kaç aydır. Neyse, konumuz bu değil. Sözü bir futbol emekçisi olan Skibbe'ye getireceğim. Sezona iyi başladı. Ardından üç maç kaybetti, kendisi için idam sehpaları kuruldu. Ahbap-çavuşlar, kuyu kazıcılar sırtlan gibi etrafında dolaşmaya başladı. Yönetim çatladı vs. O ise yolundan şaşmadı. Sadece çalıştı, işine baktı. Son 5 haftanın en başarılı hocası. Lakin, durum yine farksız. Etrafı bugün de sarılı. Bir yanda Eskişehir'in eskileri, bir yanda simsar, cambaz takımından mütevellit işsiz antrenörler, bir yanda forma şansı bulamayan futbolcular, bir yanda Türk usulü yönetim... Skibbe, bütün bunlara rağmen işini sürdürüyor, meslek ahlakını yeniden tarif ediyor. Ama biliyorum, ona bir Alman diye burun kıvıracağız ve verdiği onur savaşını görmeyeceğiz. Olsun, ben üzerime düşeni yapayım da, şu futbolsuz günlerde o Alman'ı size hatırlatayım. Çünkü, ondan alacağımız dersler var.

07 Aralık 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI