Arama

Popüler aramalar

‘’İkisine de bravo!‘’

Tempolu, bol pozisyonlu, mücadelesi üst düzeyde bir karşılaşma seyretti 4 Eylül Stadı’nı dolduranlar. Top bir o kalede, bir bu kaledeydi. Orta saha sanki yok gibiydi! Oysa iki takım da orta alanda kazandıkları topları çok çabuk hücum bölgesine taşımayı başardı. Bunun sonucunda da iki kalede de pozisyon zenginliği yaşandı. Gözlerimizi bir an bile maçtan ayıramadık desek, abartmış sayılmayız. Hiç kuşkusuz bunda, iki takımın hocaları Rıza Çalımbay ile Nurullah Sağlam’ın oyun felsefeleri etkendi. İki başarılı hocanın oyun anlayışı pozitif futbol üzerineydi. Kaybetmemekten ziyade kazanmayı amaçlayan bir düşünceyle takımlarını sahaya çıkarmışlardı. Sahadaki bir kaç özel oyuncu da oynanan güzel futbola önemli katkı sağladılar.

Sivaspor’da yeni transfer Faslı Aatif Chahechouhe ile geçen yılın başarılı ismi Eneramo, Mersin İdmanyurdu’nda da Cluio ve Nobre oyuna güzellik katan futbolculardı. Sezonun hemen başı olmasına rağmen böylesine tempolu bir 90 dakika çıkaran iki takıma ile hocalarına tek kelimeyle ‘bravo’ diyor ve bundan sonraki maçlarında da aynı güzellikleri görmeyi umuyouz.

26 Ağustos 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Spartaküs!‘’

Çocukluğumun masal kahramanını o vaziyette görmek beni derinden sarsmıştı. İçim sızlamıştı.

Kazandığı her şeyi inandığı değerler uğruna feda etmiş ve yoksul düşmüştü. Ama o buna aldırış etmiyordu. Halinden hiç bir şikayeti yoktu. Güçlüydü, gururluydu. Ve pes etmeye niyeti yoktu.

Sömürü düzenine karşı mücadele etmeye devam edecekti. Etti de... En büyük hayali olan Spor Emekçileri Sendikası’nı kurdu. Bıkıp usanmadan Türkiye’yi il il dolaşarak, buzdağının görünmez yüzünü oluşturan spor emekçilerini bilinçlendirmeye çalıştı. İşini yaparken çocuksu bir coşkusu ve heyecanı vardı.

Savaşsız ve sömürüsüz bir dünya kurulabileceğine sahiden inanıyordu. Amacı kölelikten efendiliğe geçmek değildi. Efendi-köle düzenini ortadan kaldırmak istiyordu sadece.

Muktedirlerle hiç durmaksızın çarpıştı; yel değirmenlerine karşı savaşan bir ‘Don Kişot’ olduğunu bilmeden... Kazanamadı ama kaybetmedi de... Çünkü, büyük usta Nazım Hikmet’in de dediği gibi, “Esir düşmekte değil, teslim olmamaktadır bütün mesele!” Nur içinde yat Metin Ağabey...

25 Ağustos 2012, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fatih Terim'in isyanı!‘’

Yeni bir futbol sezonuna daha coşkuyla başlamayı umut ederken, ülkenin dört bir yanında patlak veren terör saldırıları nedeniyle bir kez daha allak bullak olduk. Galatasaray-Kasımpaşa maçının oynandığı saatlerde Gaziantep'te meydana gelen alçakça saldırı hepimizi derinden sarstı. Futbol mutbol ya da o anda ilgilendiğimiz her neyse, bir anda anlamını yitirdi. Çocukları da katleden bu canilik karşısında nutkumuz tutuldu. Öfkelendik, isyan ettik, terörü lanetledik. Fatih Terim de aynı hissiyatı paylaşanlar içindeydi. O da bu canavarlık karşısında öfkeden deliye dönmüştü. Kazandığı maçın sonunda isyanını haykırdı. Teröristlere lanet etti.

Yanlış anlaşılacağım ama...
Ve bu ortamda futbolu konuşamayacağını belirterek basın toplantısını terk etti. Tepkisinde yerden göğe kadar haklıydı. Lakin futbolu konuşmayarak hayata ara vermesi doğru muydu? Terörün amacı da zaten bu değil mi? Moral değerleri alt üst ederek, insanları hayattan koparmak... Teröre karşı dik durmanın yolu, onun yöntemlerine boyun eğmemekten geçer. Teröre yenilmediğinizin yegane göstergesi, hayata daha sıkı sarılmanız, işinizi daha da iyi yapmanızdır. Acınızı kalbinize gömerek vakur bir duruş sergilemenizdir. Terör ancak o zaman size diz çöktüremeyeceğinizi anlayacaktır. Bir kanaat önderi olan Fatih Terim de öyle yapmalıydı. İsyan etmeliydi, bağırmalıydı; ancak futbolu da konuşmaya devam etmeliydi. Çünkü o susarsa, terör kazanır!

22 Ağustos 2012, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’İşte bunun i'Çin'‘’

2012 Londra Olimpiyat Oyunları’na 114 sporcusuyla giden Türkiye’de madalya alan sporcuların sayısı bir elin parmaklarını geçmedi. Milli kafile, olimpiyatların lokomotif branşları güreş ve halterde tam anlamıyla dökülürken, atletizmde iki kızımızın tarihi başarısı bir anda ortalığı süt limana çevirdi. Aslı Çakır Alptekin ile Gamze Bulut’un Türk spor tarihinin en büyük sportif olayına imza atması, bir anda diğer branşlardaki başarısızılğı kamufle etti! Oysa gerçek bütün çıplaklığıyla ortada. Türkiye Londra’da açık bir hezimete uğradı. Aslında Londra’nın, bundan önceki olimpiyatlardan pek farkı yoktu. Sadece katılımcı sporcu sayısında nicelik olarak bir artış vardı. Bir de madalyaların alındığı branşlarda yer değiştirme söz konusuydu. Güreşin ve halterin devreden çıktığı Londra’da ön plana çıkan branşlar atletizm ile tekvando oldu.

Çin açık bir spor alanı gibi


Şimdi bu durumda neden, niçin böyleyiz gibi soruların da pek bir anlamı kalmıyor. Biz zaten hep buyduk! Spordaki hal-i pür melalimizi ortaya koymadan önce başta Çin olmak üzere diğer ülkelere bir göz atmakta fayda var: 2008 Pekin’de hem olimpiyatı, hem de paralimpiki yakından takip etmiş bir gazeteci olarak ilk dikkatimi çeken, sporun toplumun tüm kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş olmasıydı. Çin’de her şeyden önce beden eğitimi bir devlet politikası. Anaokulundan, yüksek okullara kadar eğitimin her kademesinde programlı bir spor eğitimi veriliyor. İki bölümden oluşan derslerin bir bölümünde temel beden ve sağlık eğitimi bilgisi var. İkinci bölümde ise öğrenciler atletizm, jimnastik, yüzme, top oyunları, takım sporları, artistik jimnastik ve dans gibi sportif faaliyetlere katılıyor.

Ülkenin dörtte biri aktif spor yapıyor


Okullarda spor eğitimi yetenekli öğrencilerin keşfini de hızlandırıyor. Bu öğrencilerin bir kısmı daha profesyonel spor okullarında eğitim görebiliyor. Çin’de binlerce spor okulunda yüzbinlerce çocuk eğitim görüyor. Öğrencilerin bir kısmı sadece spor okullarına giderken, bir kısmı da normal okulların yanı sıra bir spor okuluna da devam edebiliyor. Üniversite kampüslerinde, parklarda, meydanlarda, sabah veya akşam saatlerinde her semtte her yaş grubundan insanı spor yaparken görmek mümkün. Semtlerde yapılan spor, gruplar halinde ve müzik eşliğinde gerçekleştiriliyor. 1995 yılında hükümetin uygulamaya koyduğu bir plana göre herkesin günde en az bir spor faaliyetine katılması, en az iki sağlıklı yaşam yöntemini öğrenmesi ve yılda bir kez beden eğitimi sınavından geçmesi öngörülüyor. Bugün Çin’in dörtte biri aktif olarak sportif faaliyetlere katılıyor.

Pekin’de birinci, Londra’da ikinci


Bu iş için milyarlarca dolar bütçe ayıran Çin, yaptığı yatırımların meyvesini de zaten olimpiyatlarda topluyor. Pekin’de madalya sıralamasında ilk sırayı alan Asyalılar, Londra’da da ABD’nin ardından ikinci oldu. Pekin’de yarıştırmak için 10-12 yaş gruplarındaki çocukları 8 yıl önceden hazırladıklarını da burada bir kez daha hatırlatalım. Çin’deki durum böyle. Şimdi kısaca ABD’ye de değinelim: ABD’de spor faaliyetleri, federal hükümet bünyesinde iki çatı örgütü tarafından yürütülüyor: Birleşik Devletler Olimpiyat Komitesi (USOC) ve Ulusal Kolej Sporları Birliği (NCAA). USOC en üst düzeyde ABD’yi uluslar arası platformda temsil edecek sporcuların seçilmesi ve ulusal antrenman merkezlerinde geliştirilmesinden, NCAA ise ulusal düzeyde sportif faaliyetlerden sorumlu.

ABD’de spor eğitimin bir parçası


Okullardaki sistem ise şöyle işliyor: Okullardaki beden eğitiminin klasik anlamda yapılması yerine öğrencilerin hayatları boyunca gönüllü seçtikleri spor branşlarında haftanın 3 günü birer saatlik çalışmalara alınması sağlanıyor. İlköğretime başlayan bir çocuk yeteneğine göre bir branşa yönlendiriliyor. Eğitiminin yanısıra sporunu da yapma imkanı buluyor. Branş eğitmenleri ve salon-sahalarının yanısıra, psikolojik destek birimleriyle, onları hayat boyu izleyecek scout ekipleri de hizmetlerine sunuluyor. Durum sporda gelişmiş diğer ülkelerde de ABD’en pek farklı değil. İngiltere, Almanya, İspanya, Rusya, Fransa, İtalya ve Güney Kore gibi hem bireysel, hem de takım sporlarında dünyada söz sahibi olan tüm ülkelerde spor hükümetlerin milli politikası.



4 branşa 100 milyon Pound bütçe


Tümünde 6-7 yaşlarından itibaren çocuklar ana okulu ve ilköğretim okullarında zorunlu beden eğitimi derslerine tabi tutuluyor. Kısa zamanda yeteneklerine göre ayrılıyor ve o çerçevede eğitimlerinin yanısıra spora devam ediyorlar. Gerekli tesis, eğitmen ve ekipman da devlet tarafından sağlanıyor. Eğitime ayrılan bütçelerin içinde sportif faaliyetler için öngörülen miktarlar hatırı sayılı bir yer tutuyor. Burada bir dip not olarak, İngiltere’nin 2008 yılından sonra sadece Londra için bazı olimpik branşalara ayırdığı 4 yıllık bütçeyi ve oyunlardaki karşılığını belirtmekte yarar var: Kürek: 27.2 milyon Pound (9 madalya), Bisiklet: 26 milyon Pound (12 madalya), Atletizm: 25.1 milyon Pound (6 madalya), Yelken 22 milyon Pound (5 madalya). Bu rakamları unutmayalım, çünkü yazının devamında suratımıza tokat gibi çarpacak! Şimdi geçelim bize:

Nüfusumuzun yüzde 2’si spor yapıyor


Önce Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın, TBMM’de bakanlığının bütçesini sunduğu konuşmasındaki itiraf gibi sözlerine kulak kabartalım: “Gelişmiş ülkelerde spor yapan insanların oranı toplam nüfusun yarısına ulaşırken, Türkiye’de bu oran ne yazık ki yüzde 2 seviyesindedir. Genç nüfusumuz (15-24 yaş arası) 2010 yılı sonu itibariyle 12 milyon 545 bine ulaşmış olup toplam nüfusun yüzde 17’sini oluşturmaktadır. Bu sözlerin Türkçesi şudur: Biz 12 küsur milyon gencimize spor yaptıramıyoruz. Eh yaptıramayız tabi. Bunun için devletin bir spor politikası olması gerek! Tüm gelişmiş ülkelerde spor anaokullarından itibaren eğitimle at başı sürdürülürken, bizde yeni 4+4+4 şeklinde formüle edilen yeni eğitim sisteminde beden eğitimi dersleri ilk 4 yıl için yok!

Beden Eğitimi derslerine sınıf öğretmeni!


İkinci 4 yıl içinse 2 saat zorunlu, 2 saat de ‘Spor ve Fiziki Etkinlikler’ adı altında seçmeli ders olarak okutulacak. Üçüncü 4 yıl ise meçhul! Bunun yetersiz olduğu zaten su götürmez bir gerçek iken, son anda bir yönetmelik değişikliği ile de bu derslere beden eğitimi öğretmenleri değil de sınıf öğretmenleri girecek! Üstelik, üniversitelerin Beden Eğitimi Yüksek Okulları (BESYO) bölümünden mezun olup işsiz güçsüz gezen 10 bin civarında beden eğitimi öğretmeni yıllarca atama beklerken... Aslında sadece bu bile ülkemiz için sözün bittiği yerdir. Bunun üstüne daha ne söylesek boş!

Federasyonlar başkanların çiftliği gibi!


Eskiden GSGM olan, şimdi ise SGM’ye çevrilen Spor Genel Müdürlüğü’nün hantal ve bürokratik yapısı, özerkleşen federasyonların büyük bir çoğunluğunun başkan ve yönetim kurulu üyelerinin babasının çiftiliğine dönmesi, federasyonların siyasete atılmak için araç olarak kullanılması, yine büyük çoğunluğunun rant kapısı haline getirilmesi, eş-dost, ahbap-çavuşların yurtdışı seyahatleri için harcanan milyonlarca lira, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin olimpik gün koşuları gibi suyuna tirit yarışların dışında spora bulaştırılmaması, 2020 adayı İstanbul’un yerel yönetimi Büyükşehir Belediyesi’nin panayır eğlencesinden öteye gitmeyen Avrasya Maratonu haricinde ortalıkta gözükmemesi gibi konular da kangrenin bir parçası elbette. Ama temel yoksa, bina nasıl çıkılacak? Bu işin temeli de okullardır. Okulların durumuna da yukarıda değindik.

İngilizler’in 4 branşı bize bedel!


Konuyu daha fazla uzatmadan Bakan Kılıç’ın TBMM’de açıkladığı bütçe rakamları ile kapayalım:
“2006 Mali Yılından itibaren üç yıllık bir dönemi kapsayan çok yıllı bütçeleme sistemine geçilmesi nedeniyle hazırlanan taslakta; 2012 için 731.341.000 TL, 2013 yılı için 792.892.000 TL, 2014 yılı için de 852.980.000 TL tahmini bütçe öngörülmektedir. 2012 yılı bütçesinin yüzde 27,9 ‘unu personel giderleri, yüzde 45,4’ünü yatırım giderleri, 6,9’unu mal ve hizmet alımları, yüzde 19,8’ini cari transferler oluşturmaktadır.” İngiltere’nin sadece Londra için 4 branşa 100 milyon Pound (284.500.000 TL) ayırdığını düşünürsek, Türk sporunun bütçesinin yeterli mi, yetersiz mi olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Bu bütçelerin sadece yüzde 45’inin sportif faaliyetlere (Tesis yatırımları ile birlikte) ayrıldığını düşünürsek ne durumda olduğumuz daha iyi anlaşılır.

2

15 Ağustos 2012, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Aslılar ölmesin!‘’

Çağdaş toplumların olmazsa olmaz bir kuralı vardır: Yaşama hakkı kutsaldır ve bu hakkın korunması için devlet tüm yükümlülüklerini yerine getirmek mecburiyetindedir. Aslolan insan yaşamıdır. Tüm kurallar bireylerin hayatlarının korunması, kollanması için düzenlenir. Yapılan bütün yatırımlar da insana dairdir. İnsanın, insanca yaşayabileceği, daha iyi, daha müreffeh bir hayat sürdürebileceği bir düzen tesis edilir modern toplumlarda. Ondan dolayıdır ki, risk minimumdur. Tatsız sürprizlere yer yoktur. Ola ki, bir insanın yaşamına mal olacak ihmal ya da ihmaller zinciri vuku bulur; sorumluların burnundan fitil fitil getirilir. Ondan dolayıdır ki, kimse kolay kolay ihmalkarlık yapamaz. İnsanlığın geldiği nokta budur.
Tüm bunları yeniden hatırlatma ihtiyacı duymamın nedeni Aslı Nemutlu’nun başına gelenlerdir. Olayı hepimiz biliyoruz. Erzurum’da antrenman sırasında yaşadığı bir kaza sonucu ömrünün baharında sonsuzluğa uçtu Aslı kız. Eğer bu kaza gelişmiş bir ülkede olsaydı Aslı şimdi aramızdaydı. Çünkü sporcuların başına kötü bir şey gelmesin diye bütün önlemler alınmış olurdu. Ama bizde maalesef böyle olmuyor. İhmal, bir bubi tuzağı gibi hayatımızın her köşesinde pusuya yatmış, bekliyor. Önüne bir türlü geçilemiyor. Çünkü yapanın yanına kâr kalıyor. Ölen öldüğüyle, geride kalan sevenleri de onulmaz acılarıyla baş başa kalıyor.

Bilirkişi, bilmez işi!

Asıl sözüm size Sayın Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç. Aslı’nın ölümü üzerine idari soruşturma açtınız, iki müfettiş görevlendirdiniz. Müfettişleriniz bütün ihmalleri apaçık ortaya koyan bir rapor hazırladı. 26 Haziran’da ceza kurulunuz toplandı, ama sonuç yok! Top, savcılığın soruşturmasına atıldı! Savcılık soruşturması ise sürüyor. Ağır aksak da olsa! Biliyorsunuz daha önce bir bilirkişi görevlendirildi. İlk bilirkişi Fatih Kıyıcı, sizin müfettişlerinizinki gibi bir rapor hazırladı. İhmali sergiledi, sorumluları işaret etti. Gelgelelim, savcılık bununla yetinmedi! Ya da yetersiz buldu! İkinci bir rapor istedi. İkinci bilirkişi Orcan Mızrak ise Aslı Nemutlu’yu suçlu buldu! Kendisi inkar ediyor, ama raporun 82. sayfasında Aslı’nın suçlu olduğuna işaret edilmiş. Ayrıca bu raporun ortaya çıkardığı birtakım çetrefilli ilişkiler de mide bulandıracak cinsten. Belli oluyor ki, olay bir oldu bittiye getirilmeye, suçlular da analarının ak sütü gibi aklanmaya çalışılıyor. Buna izin vermeyin Sayın Bakan.

İlişkilere bir bakın!

Hadi savcılığa müdahale etmeniz mümkün değil. Ama kendi idari soruşturmanızı süratle tamamlayıp, suçluları cezalandırabilirsiniz. Bu şekilde, savcılığın elini de güçlendirirsiniz. Başka Aslılar’ın ölmemesi için harekete geçmeniz elzemdir. Sayın Bakan!
En azından, ikinci bilirkişinin nasıl olup da pistin güvenliğinden sorumlu şirketin ortağıyla birlikte tatile çıktığını, ikinci bilirkişinin, bilirliğinin turistlere kayak hocalığı yapmaktan ibaret olduğunu, federasyondaki iki kurulda hâlâ görev yaptığını, federasyon başkanıyla çok yakın olduğunu soruşturabilirsiniz. Derinlere indikçe, belki başka şeyler de bulacaktır müfettişleriniz! Top sizde Sayın Suat Kılıç. Yükümlülüğünüzü yerine getirmenin tam zamanıdır. Aslı’nın ruhunun daha fazla ızdırap çekmemesi, anne-babasının acılarının katlanarak büyümemesi ve başka Aslılar’ı da kaybetmememiz için görevinizi yapın Sayın Bakan! Biz FANATİK olarak işin peşini bırakmayacağız, siz de bırakmayın!

11 Temmuz 2012, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ayıptır Günahtır!‘’

Ocak ayında pistte geçirdiği kaza sonucu yaşamını yitiren Aslı Nemutlu’nun ikinci bilirkişi raporunda suçlu ilan edilmesinin yankıları sürüyor. Anne Ayşe Nemutlu’nun, savcıları ziyaret ederek itibar etmemelerini istediği raporu hazırlayan bilirkişi Yrd.Doç.Dr. Orcan Mızrak’ın, pistin güvenliğinden sorumlu şirketin ortağıyla birlikte yurt dışına tatile çıktığı ortaya çıktı. İlk raporu hazırlayan Yrd. Doç. Dr. Fatih Kıyıcı’nın tespitlerinde, mekanik tesislerle kayak pistlerinin hazırlanması ve güvenlik sorumluluğunun Türkiye Kayak Federasyonu tarafından hizmet alımı yapılan Anadolu Kayak İşletmeleri ve Turizm Ticaret Ltd. şirketinde olduğu belirtilmiş ve söz konusu şirketin de Aslı’nın ölümünde ihmali olduğuna dikkat çekilmişti. Savcı tarafından atanan ikinci bilirkişi Orcan Mızrak’ın, Aslı’yı suçlu ilan eden raporun hemen ardından şirket ortaklarından Tuğrul Şam ile birlikte tatile çıkması şaşkınlık yarattı.

Karlar eridikten sonra incelemiş!
İnsana, ‘Bu kadar da olmaz’ dedirten olayın kahramanı Mızrak’ın, raporu hazırlamadan önce karın kalktığı haziran ayında pistte inceleme yapıp, Aslı’yı suçlu göstermesi ise skandalın bir başka boyutunu oluşturuyor. Mızrak’la birlikte tatilde olan Tuğrul Şam’ın, Federasyon Başkanı Özer Ayık adına şirkette ortaklık yaptığı iddiaları ise ihmalin nerelere kadar uzandığının açık bir göstergesi. Savcılığın bütün bu gelişmelerden sonra nasıl bir tavır takınacağı ise ayrı bir merak konusu.

07 Temmuz 2012, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bu terzi çok usta!‘’

Geçtiğimiz yıl Paris’te yapılan Avrupa Salon Atletizm Şampiyonası’nın hemen ardından Atletizm Federasyonu Başkanı Mehmet Terzi ve Avrupa Atletizm Birliği Yönetim Kurulu üyesi Salih Münir Yaraş ile şampiyonayı değerlendiriyorduk. Mehmet Terzi, Kemal Koyuncu (gümüş) ve Halil Akkaş (bronz) ile tarihimizde ilk kez iki madalya çıkardığımız organizasyonda elde edilen başarının tesadüfi olmadığının altını çiziyordu. Ve üstüne basa basa altyapıya yaptığı yatırımlardan bahsediyordu. Atletizmi Geliştirme Projesi’nden söz ediyor, bölgesel taramalardan dem vuruyordu. Bilimsel testlerle hangi sporcuların hangi branşa yatkın olduklarını tespit ettiklerini ve gençleri anatomik yapılarına göre yönlendirdiklerini heyecanla anlatıyordu. Bu çalışmaların Türkiye’de ilk kez yapıldığını ve gelecekte Türk atletizmini güzel günlerin beklediğini anlatıyordu. Ona göre, Paris’te elde edilen madalyalardan çok Türk atletizmi bu yönüyle gündeme gelmeliydi. Mehmet Terzi’nin o gün ne demek istediği işte bugün daha iyi anlaşılıyor. Helsinki’deki madalya patlaması, Londra Olimpiyat Oyunları’na 43 atletin kota alması ve o kota alanların büyük çoğunluğunun 23 yaş altı olması, Mehmet Terzi Federasyonu’nun altyapıya yaptığı yatırımın meyvelerinin alınmaya başlamasından başka bir şey değil.

Sakin güç: Mehmet Terzi

Hiç kuşkunuz olmasın, bu bir sonuç değil, bir başlangıçtır. Çünkü, devşirme sporcularla alt yapıdan gelen yetenekli gençleri ustaca harmanlayıp uluslararası pistlere süren Mehmet Terzi sessiz sedasız bir devrime imza atıyor. Daha düne kadar yarı final ya da final koşmayı başarı olarak addediyorken, bugün kaçan madalyalara yanıyor olmamız bile Türk atletizminin geldiği noktayı gözler önüne sermektedir. Göreve gelir gelmez Süreyya Ayhan ve destekçileri tarafından yıpratılan, daha sonra Binnaz Uslu’nun dopingiyle sarsılan, zaman zaman haksız eleştirilerin hedefi haline gelen Menmet Terzi, bütün bu badirelere karşı dik durarak sadece işini yapmanın ödülünü şimdi alıyor. Sabırla, özenle; tıpkı soyadı gibi bir terzi titizliğinde Türk atletizmini ilmek ilmek dokuyarak 21. Yüzyıl’a taşıyan Mehmet Terzi, bir zamanlar Kemal Kılıçdaroğlu’na yakıştırılan ‘Sakin Güç’ tanımının spordaki versiyonudur. İyisi mi, yergide kaçırdığımız dozu övgüde de kaçırmadan (!) onu kendi haline bırakalım; ekibini Londra’ya huzurlu bir şekilde hazırlasın. Zira hem onun, hem de sporcular ile antrenörlerinin bu sükunete ihtiyacı var.

03 Temmuz 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Gözleri görmeyenler!‘’

Bir olimpiyat yılı daha futbolun kuru gürültüsü arasında heba olup gidiyor. Temmuz-Ağustos’ta 2012 Londra Olimpiyat Oyunları, ardından da Ağustos-Eylül’de 2012 Londra Paralimpik Oyunları var. Gerek olimpik, gerekse paralimpik sporcular oyunlara kota almak için sınav üstüne sınav veriyorlar. Kota alanlar da çeşitli yerlerde yapılan kamplarla harıl harıl çalışıyorlar. Gelin görün ki, hepsi kaderine terk edilmiş gibi. Türkiye aylardır futboldaki şike, teşvik, Süper Final vb. rezaletlerle yatıp kalkıyor. Hal böyle olunca, Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları’na katılacak sporculara dönüp bakan bile olmuyor. Bu ülkede her şey Başbakan’ın iki dudağı arasına bırakıldığı için, Sayın Erdoğan’ın onlar için de talimat vermesi gerekiyor anlaşılan!

Edirne pidecisinden Londra’ya!
Lafı fazla uzatmadan Londra için gecesini gündüzüne katan bir sporcu kafilesinin neler yaşadığına bir göz atalım: Görme Engelliler Atletizm Milli Takımı 18 Nisan’da Edirne’de kampa girdi. Kampın bitişi için planlanan tarih 10 Mayıs’tı. Kampta 13 sporcu ile antrenörler ve kılavuz sporcular vardı. Kamp yeri için ise Edirne Gençlik Spor İl Müdürlüğü’nün kamp tesislerinin hemen yanındaki Atletizm Federasyonu’na ait tesis tahsis edilmişti. Bu, onların üçüncü kampıydı. Kafile neşe içinde kampa başladı. Gelgelelim, daha ilk günde işin rengi değişti. Zira bir odada 3 sporcu kalıyordu. Eşyalar odalara sığmıyor, malzemeler yerlere saçılıyordu. Neyse denildi, katlanıldı! Ama sürprizler daha yeni başlamıştı! Bir de baktılar ki, tesiste yemek çıkmıyor, hatta kahvaltı da verilmiyordu. Zira anlaşma böyleydi! Çaresiz yemek için tesisin karşısındaki bir pideci mesken tutuldu. Görme engelli sporcular her gün bir kaç kez yolun karşısına geçmek zorunda kalıyor, arabaların arasından slalom yapıyorlardı! Pidecinin menüsünde ne varsa onla yetinmek zorunda kalıyorlardı. La havle çekildi, ama yapacak bir şey yoktu! Derken, iki gün sonra bu kez kalorifer kazanından sorumlu görevli rahatsızlandı. Yerine de kimse atanmadı! Üç kişi bir oda ile kahvaltı-yemek problemine bir de sıcak suyun akmaması ve gece kaloriferlerin yanmaması eklendi. Edirne’nin gece soğuğunu bilenler, bilir!

Kamp burunlarından geldi
Bunlara da çaresizce boyun eğdi sporcular. Çünkü antrenman alanının tesisin hemen yanı başında olması onlar için yeterince mutluluk vericiydi! Bir kaç gün sonra bir sporcu sakatlandı. Kampta doktor ve ambulans olmadığı için sporcu taksiyle hastaneye yetiştirildi. Yapılan ilk müdahalenin ardından tedavisi için evine yollandı! Kampta sadece bir masör vardı. O da ufak tefek sakatlıklara ancak yetebiliyordu. Tabii bu arada, sporcuların alması gereken ergojenik yardımlardan, vitaminlerden, minerallerden, mentörden, diyetisyenden bahsetmek şu durumda abes kaçıyor. Şimdi diyeceksiniz ki, yemek olmayan yerde diyetisyenden nasıl bahsedersin? Haklısınız! Dil sürçmesi! Olan bitene daha fazla dayanamayan ve kampı zamanından önce sonlandıran bu sporculardan 5’inin Paralimpik kotası aldığını, kalanların da alma ihtimalinin devam ettiğini eklersem, nasıl çarpıcı bir spor manzarası ile karşı karşıya olduğumuz daha iyi anlaşılır. Şimdi bu çocuklar Londra’ya gidecek, içlerinden en az bir ya da iki tanesinin madalya getirmesi güçlü bir olasılık. Tüm bu yokluklara, yoksunluklara rağmen bunu başardıkları takdirde bizler de onlarla gurur duyacağız, öyle mi? Hangi hakla? Kimse boşuna heveslenmesin! Bu gurur sadece onların olacak. Bize düşense, çağın gerisine itilmişliğimize ağıt yakmak olmalıdır! Çünkü, gözleri görmeyen onlar değil, biziz!

24 Mayıs 2012, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI