‘’Bursaspor kazandı ama...‘’
Ligin en az gol atan üç takımdan ikisinin Bursaspor ile Kayserispor olduğunu söylersek aslında mesele daha iyi anlaşılır.
Maç öncesi istatistikler ise Bursaspor lehineydi. Son 5 sezondur sahasında rakibine yenilmeyen, son 4 maçını da kazanan yeşil-beyazlılar coşkulu taraftarı önünde seriyi devam ettirmek amacındaydı. Ligin ilk haftasında Sivasspor karşısında aldığı galibiyetten bu yana üç puana hasret kalan konuk takım ise makus talihini yenmek istiyordu. Kaybedilmesi halinde kaybecek çok şeyi olan iki takım için de sırat köprüsü niteliğinde olan maç beklendiği gibi orta alan mücadelesi şeklinde geçti. Kayserispor'un oyunu kendi yarı alanında kabul ettiği, Bursaspor'un kontrolü elinde tuttuğu, daha çok rakip kalede gözüktüğü karşılaşmada ev sahibi ekibin girdiği bütün pozisyonlarda Batalla'nın imzası vardı. Kazım'ın direkten dönen topunda ara pasını veren Arjantinli'nin bir vuruşunu defans çizgiden çıkarırken, bir diğer şutunu ise kaleci kurtardı.
Bursaspor'da Batalla'nın yanısıra Kazım etkili bir futbol sergilerken, konuk takımda Salih ve Mouche rakibi zorlayan isimlerdi. İlk yarının sonlarına doğru Bursaspor kalesini tehdit eden Kayserispor'un da bir şutu çizgiden çıkarılırken, Mouche'nin karşı karşıya kaldığı pozisyonda taleci Frey topu rakibinin ayaklarından alarak takımını mutlak bir golden kurtardı. Kayserispor'da ilk yarı itibariyle göze çarpan en önemli husus organize olamamaları ve Mouche, Cleyton gibi oyuncuların takım oyunundan uzak, bireysel futbolu tercih etmeleriydi.
İkinci yarıda ise Kayserispor oyunda dengeyi sağladı. Bunda, Bursaspor orta alanının yaptığı top kayıplarının ve kanatlardaki Murat ile Ferhat'ın oyundan düşmesinin rolü büyüktü. Kayserispor defansının Batalla ile Kazım'ı iyi marke etmesiyle de Bursaspor ilk yarıdaki etkinliğini kaybetti. Maçın sık sık faullerle durması oyun kalitesini bir hayli düşürürken, ikinci yarının ortalarından itibaren sinirler gerildi, tansiyon yükseldi. Bu durum tribünlere de yansıdı. Bursa taraftarı zaman zaman hakem ve federasyon aleyhine tezahürat yaptı, bazen de sahaya yabancı madde yağdırdı. Bunlardan bir tanesi yerde yatan Alper'in suratına gelince gerilim iyice tırmandı. İki takım futbolcularının iyi niyetli olmamaları da bunda önemli etkendi. Maçın ağırlığını kaldıramayan ve Bursa lehine vermediği penaltı ile ilk gol öncesi Kayserili futbolcuya atılan dirsek dahil kritik hatalar yapan hakem Ali Palabıyık, oyunu kontrol etmekte zorlanınca sık sık kartlarına başvurdu.
11 sarı ve 2 kırmızı kartla tamamlanan maçın 90+4. dakikasında sahanın en iyisi Batalla'nın ağlara gönderdiği top öncesi boğazına darbe alan Simiç'in yerde yatıyor olması Kayserili futbolcuların uzun süre itiraz etmelerine neden oldu. Bu golde taraftar baskısı altında kalan hakemin büyük yanlışının yanısıra Bursasporlu futbolcuların Fair Play'e uygun davranmayarak oyunu devam ettirip golle sonuçlandırmaları da yadırganması gereken bir durumdu. O golle maç kazanıldı ama kaybedilen değerleri de bir kenara yazmak gerek. Bursaspor'a yakışmadı.
‘’Santraforsuz Trabzonspor!‘’
Ayağa isabetli paslarla rakip kaleye çok adamla yükleniyorlar. Oyunun temposunu zaman zaman yükseltiyorlar. Aydın, Chahechouhe ve Burhan gibi dikine giden, adam eksilten, sprinter oyuncularla rakip kalede pozisyon yaratıyorlar. Bundan dolayıdır ki, son yılların en çok gol atan Sivasspor'unu bu sezon izliyoruz. Gelgelelim aynı şeyi takım savunması açısından söyleyemeyiz. Genel bir pres zaafiyeti olduğu aşikar. Buna defansın göbeğinde oynayan Navratil ve Da Costa gibi oyuncuların ağır kalışlarını da eklersek, buldukları kadar da pozisyon veriyorlar. Dünkü maçın ilk 45 dakikasında da olan buydu. Her geçen gün takım olma hüviyetini kazanan Trabzonspor, Sivasspor'un bu zaafiyetinden fazlasıyla faydalandı. Defansın arkasına atılan toplarda Malouda ve Henrique ile 4 tane net pozisyon yakaladılar. Ancak bundan yararlanamadılar. Burada kaleci Korcan'ın başarısının da hakkını vermemiz gerek. Yakalanan ilk pozisyonda Maoluda'nın ağır kalması, ikinci pozisyonda da Henrique'nin Olcan'a pas verip boş kaleye attırmak yerine bencil davranması Trabzonspor'un soyunma odasına önde girmesini engelleyen faktörlerdi. İlk yarının en göze çarpan oyuncusu Trabzonspor'dan Olcan, Sivasspor'dan da Aydın olurken, iki takım açısından da dikkat çeken en önemli ayrıntı santraforsuz oynamalarıydı.
İkinci yarı da ilk yarının devamı gibiydi. İki takım açısından da alan daraltan bir oyun kurgusu, orta alanda kıran kırana bir mücadele, beklerin de dahil olduğu kanat varyasyonları ve defansın arkasına atılan toplarla pozisyon bulma anlayışına tanık olduk. Bu görüntü 62. dakikaya kadar devam etti. Mustafa Yumlu'nun Ziya'yla girdiği ikili mücadelede rakibine dirsek atarak kırmızı kart görmesi bir anda dengeyi Sivasspor'un lehine bozdu. Roberto Carlos'un kenarda tuttuğu gol kralı ünvanlı santraforu Djebbour'u sahaya sürmesiyle oyun Trabzonspor kalesine yıkıldı. Üst üste yakalanan gol pozisyonlarında bu kez sahneye kaleci Onur çıktı. Özellikle Da Costa'nın kafa vuruşunda yaptığı kurtarış inanılmazdı. 10 kişi kaldıktan sonra gol umudunu kontrataklara ve duran toplara bağlayan Trabzonspor, Malouda'yla bir kez bu şansı bulmasına karşın Fransız yıldız tıpkı ilk yarıdaki gibi ağır kalınca aradığı sayıyı bulamadı. Eksik kaldıktan sonra Sivasspor'dan baskı yemesine karşın rakibine çok fazla gol pozisyon vermeyen Trabzonsporun takım halinde canla başla yaptığı savunma takdire şayandı. Trabzonspor'da bu sezon için kazanılmış en önemli meziyet de bu olsa gerek. Bütün oyuncuların takım savunması prensibine sadık kalarak savaşması, yardımlaşması Bordo-Mavili ekibi kolay gol yemeyen, zor mağlup edilen bir takım haline getirmiş gözüküyor. Oyunun geneline bakılacak olursa maçın hakkı beraberlikti ve öyle de bitti. İki takımdan biri kaybetseydi yazık olacaktı. Futbolun adaleti bu kez tecelli etti.
‘’Galatasaray asaleti!‘’
Galibiyet halinde şımarmamak, yenilgi halinde ise diz çökmemektir. Başı dik yürümektir. Asalet kişiye bahşedilmez. Sonradan da elde edilmez. Asil doğulur! Kişilerin olduğu gibi kurumların da asaleti vardır. Ancak kurumlar kendi asaletlerini kendileri oluşturur. Birtakım kurallar, manzumeler, teamüllerle yıllar içinde kendine özgü bir duruşu olur kurumların. Bir kurumun asaletini oluşturan faktörlerden biri de bireylerinin tutum ve davranışlarıdır. Toplum içinde edindikleri saygın mertebelerdir. Bu konuda en hassas kulübümüz ise bilindiği gibi Galatasaray'dır. Galatasaray adı neredeyse asalet kelimesiyle özdeş olmuştur.
Terminolojide 'Galatasaray asaleti' diye bir kavram vardır. Yöneticisinden başkanına, sporcusundan teknik adamına, malzemecisinden tesis sorumlusuna kadar Galatasaray'ın kapısından içeri adımını atan herkes buna dikkat etmek mecburiyetindedir. Galatasaraylı olan, Galatasaray asaletine uygun davranışlar sergilemeye çalışır. Buna özen göstermeyenler ise ya bünyeye uygun hale getirilir ya da bünyeden dışarı atılır.
Galatasaray'da son zamanlarda yaşananlara bakılırsa bu konuda hayli yara aldığı aşikar. Kulüp tarihinin en önemli üç beş figüründen biri olan Fatih Terim'in arkasından çevrilen kumpaslara, iki kişi arasında geçen mesajların basına sızdırılmasına, o gider gitmez takım otobüsünün ön koltuğuna serilip poz vermelere, arkasından sarf edilen yakışıksız sözlere bakıldığı zaman Galatasaray'ı yönetenlerin "asalet" kelimesinin nasıl içini boşalttığı apaçık görülmektedir. Yaptıklarıyla sadece kendilerini ucuzlatmıyorlar, Galatasaray ruhuna ve imajına da zarar veriyorlar. Bu kişiler Galatasaray'a yakışmıyor. Galatasaray camiasının yapması gereken belli: Ya Galatasaray'a yakışacak hale getirilecekler ya da...
‘’Bizans hep kazanır!‘’
Kurbağa ise, "Sen beni sokarsın!" diyerek, kabul etmemiş.
Akrep, kurbağaya söz vermiş onu sokmayacağına dair.
Kurbağa da "O halde çık sırtıma seni karşıya geçireyim" demiş.
Akrep kurbağanın sırtına çıkmış ve birlikte karşı geçmeye başlamışlar. Tam nehrin orta yerine geldiklerinde akrep dayanamayıp iğnesini doğrultmuş ve kurbağayı sokmuş.
Acı içinde kıvranan kurbağa son anlarında akrebe sormuş:
- Hani beni sokmayacağına dair söz vermiştin! Şimdi ben ölüyorum, ben ölünce sen de boğularak öleceksin!
Akrep de mahçup bir şekilde karşılık vermiş:
- Kurbağa kardeş doğru söylüyorsun da, ne yapayım benim huyum böyle! Sokmadan duramam ki!
* * *
Yukarıdaki fabl mesnevi hikayelerinde yer alır. Başka versiyonları da vardır ama hikayenin özü değişmez! Her canlının kendine özgü bir doğası vardır. Akrep akrepliğini yapar, kurbağa kurbağalığını, aslan aslanlığını, eşek eşekliğini, insan da insanlığını!
İnsan demişken...
İnsan diğer canlıların yeryüzündeki izdüşümü gibidir. İnsanın kendi doğası yoktur! Tüm canlıların doğasını barındırır bünyesinde! Hangi insanın hangi canlının suretine bürüneceğini zaman, zemin ve koşullar belirler!
Eski başkan Faruk Süren'in 'Bizans' benzetmesi yaptığı Galatasaray'da da kimin ne zaman hangi surette görüneceği, hangi canlının doğasıyla hareket edeceği asla kestirilemez! Kestirilebilir olan tek gerçek vardır: Saray'da entrika bitmez! Çünkü entrikacılar gece gündüz çalışır! Asla uyumazlar! Ve asla kaybetmezler! Fatih Terim bu realiteyi bile bile üçüncü kez asla yan yana gelmeyeceği bir ekiple yola çıktı ve...
Olan bitenin özü budur. Maalesef.
Metin Oktay'ın gazete küpürlerindeki buğulu bakışlarına baka baka 7-8 yaşlarımda Galatasaraylı olmuştum. Şimdi ise keşke demeye başladım.
Şimdiki aklım olsaydı...
‘’Es-Es bileğinin hakkıyla‘’
Hakem bitiş düdüğünü çalana kadar her türlü sürprize açık olmasıdır. Ve elbette önceden kestirilemez olması, tahminleri her an alt üst edebilmesidir. Tıpkı dün geceki Eskişehirspor-Antalyaspor maçında olduğu gibi. Karşılaşmanın ilk bir saatlik bölümünde Eskişehirspor rakibine bariz bir üstünlük sağladı. Şık bir golle de öne geçti. Her an ikinciyi bulabilecek atakları da geliştirdi. Futbola ait bütün istatistiklerde öndeydi. Gelgelelim, Diarra'nın golü attığı 59. dakikaya kadar rakip kaleye sadece auta giden bir şut atabilen Antalyaspor, kaleyi bulan ilk şutta beraberliği yakaladı.
Ligin flaş oyuncularından Erkan Zengin'in yokluğunda yeni transfer Jorquera ilk 11'de forma şansı buldu. Bulduğu şansı da iyi usta bir ayak olduğunu gösterdi. Yüksek top tekniğiyle dikkat çeken Şilili oyuncu gerek pozisyon hazırlamakta, gerekse bitirici vuruşlarda etkiliydi. Bu performansını sürdürürse Ertuğrul Sağlam'ın yeni Battalla'sı olabilir! Pozisyon zenginliğinin pek yaşanmadığı, ancak yüksek mücadele düzeyiyle ön plana çıkan karşılaşmanın en başarılı ismi sol kanadı otobana çeviren Tarık Çamdal'dı. Genç futbolcu, sürati ve etkili bindirmeleriyle Antalyaspor'un sağ kanadını adeta felç etti. Eskişehir'in bir diğer iyi oyuncusu ise orta alanda bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle oynayan ve takımın pres gücüne önemli bir katkı sağlayan N'Diaye'ydi.
Antalyaspor için ise söylenecek pek fazla bir söz yok. Geçtiğimiz sezonun ilk yarısını hemen hemen aynı kadroyla, liderle aynı puanda ikinci sırada tamamlayan Güney temsilcisi ilk 5 hafta sonunda puan cetvelinin dibine demir attı. Dün özellikle hücumda hiç bir varlık gösteremeyen Antalyaspor'un ilk ve tek kornerini 90+5'de attığını söylersek performansı hakkında daha iyi fikir vermiş oluruz.
Orta alandaki kıran kırana mücadeleye rağmen kale önü zenginliğinin yaşanmadığı karşılaşmada atılan üç golün de birbirinden güzel olması tribünleri dolduranları mutlu etmeye yetmiştir sanırım. Diarra'nın yaklaşık 60 metre top sürerek uzak köşeye plaselediği gol tam bir usta işiydi. Aytaç'ın oyuna girdikten bir kaç saniye sonra ayağına değen ilk topu ağlarla buluşturması da futbolun garip cilvelerinden biriydi.
‘’Kafkas kanunları!‘’
Kafkas, Trabzonspor maçında oyundan alınmasına tepki göstererek formasını yere atan Lua Lua'ya 50 bin TL. ceza keserken şu açıklamayı yaptı: "Ben hayatımda hep şunu yapmaya çalıştım; bir takım değerlerim olsun. Kulübün ilkeleri ve prensipleri olsun diye mücadele ettim. Her şehir çok özeldir ama Karabük'ün başka bir özelliği var. Bu şehir işçinin ve emekçinin şehridir. Lua Lua bu formayı yere atabilecek cesareti gösterebilir. Ama kimse kimsenin alın terini, emeğini çalabilecek veya onlara saygısızlık yapabilecek bir eylemin içinde bulunamaz."
Tolunay Hoca, para cezasıyla da yetinmedi, ligin en spektaküler oyuncularından biri olan Lua Lua'yı Kayseri Erciyes maçında yedek soyundurdu ve bir saat yanında oturttu. Maçı kaybetme pahasına... Verdiği mesaj netti: Kimse kulübünden büyük değildir.
Kafkas, sadece Lua Lua'yı değil, sezon başından beri ilk 11'de yer alan Gökhan Ünal ile Samba Sow'u da kızağa çekmişti. Kadro istikrarıyla ve etkili hücum hattıyla dikkat çeken Karabükspor ilk kez değişik bir kadro yapısı ve oyun anlayışıyla sahada yer aldı. Defansın önünde çift ön libero, ileride ise birbirine benzer özelliklere sahip Furkan ve İlhan Parlak... Doğrusunu söylemek gerekirse bu değişikliklerin Karabükspor'a pek faydası olmadı. Ev sahibi ekip, hücum organizasyonlarında büyük sıkıntı çekti. Özellikle de ilk yarıda... İkinci yarıda, bilhassa Lua Lua'nın oyuna girmesinden sonra daha hareketli olan, daha fazla hücum yapan, pozisyon bulan bir Karabükspor vardı sahada ama bu kez de kalesinde devleşen bir Jorgacevic buldu karşısında... Sırp kaleci bir çok pozisyonda Karabükspor'a geçit vermedi ve maça damgasını vuran isim oldu.
Erciyesspor'da ise, geçen hafta Akhisar'ı mağlup eden kadroda tek değişiklik vardı. Galibiyet golünü atan Üstün'ün yerine cezası biten Vleminx ilk 11'deydi. Ancak konuk takımda da belirgin bir organizasyon sıkıntısı göze çarptı. Bunda yeni kurulan bir takım olmasının yanısıra İbriçiç, Traore ve Azofeifa'nın güçsüzlüğü ve uyumsuzluğunun da rolü vardı. Kayseri temsilcisinde göze çarpan tek oyuncu Yasin de yalnız kalınca Erciyes'in gol umudu Vleminx'in bireysel becerisine kaldı. Fakat Belçikalı golcü de bir pozisyonun dışında Karabükspor'u tehdit edemedi. Karabükspor'da İlhan Parlak takımının en başarılı oyuncusu olurken, son 10 dakikada forma şansı bulan İshak Doğan da dikkat çeken bir diğer isimdi.
‘’Ismarlama başkan!‘’
Olimpiyatları neden kazanamadığımız üzerine bin türlü çeşitleme yapıldı. Ben de bu konuda bu sayfalarda birkaç gün ahkâm kestim! Beğenen oldu, beğenmeyen oldu. İşi terbiyesizlik boyutuna taşıyıp halimi hatrımı soranlara ise sadece acıdım. Benim olimpiyat üzerinden siyaset yaptığımı ileri sürdüler. Güldüm, geçtim. Çünkü bu ülkede spor hiçbir zaman siyasetten arınmadı. Şimdi ise etle tırnak gibi oldu. Aşağıda anlatacağım somut örnek işin hangi boyutta olduğunu gösteriyor.
Malum, federasyonlar birkaç yıl önce özerk oldu. Ama aradan geçen zaman gösterdi ki, özerklik sözde! Her şeyden önce federasyonlar bütçe için devlete göbekten bağlı. Hal böyle olunca devlet de federasyonlardan elini ayağını çekmiyor.
Hoş, bazı konularda haksız değil! Özerkliği yüzüne gözüne bulaştıran federasyonlar var! Federasyonları arpalığa çeviren başkan ve yönetim kurulları var! Babasının çiftliği gibi kullananlar var. Akrabai taallükatını kongre üyesi yapıp ömür boyu başkanlığı garantileyenler var! Naylon kulüpler kuran, naylon delegeler yapanlar var! Varoğlu var! Bütün bunların denetlenmesi gayet doğal. Yaptırım olacaksa bunlara yapılmalı. Buna kimsenin itirazı olamaz. Gelgelelim, özellikle Suat Kılıç bakan olduktan sonra devletin yaptığı, kelimenin tam anlamıyla federasyonlara el koymak.
Sporda ‘Bakanlık sistemi!’
Önce voleybolda yaptılar. Tarihin en başarılı başkanını derdest ettiler. Ardından haltere Spor Genel Müdür Yardımcısı’nı seçtirdiler. Teniste de uluslararası alanda tanınan son derece başarılı olan kadın başkanı alaşağı edip, yerine PTT Genel Müdürü’nü başkan yaptılar! Şimdi sırada atletizm var. Mehmet Terzi’nin, Bakan Kılıç’ın zorlamasıyla istifasının ardından 28 Eylül’de seçime gidilecek. Bir ara Terzi’nin yeniden adaylığı konuşuluyordu, ama dur bakalım dendi! Yerine Erzurum İl Müdürü Fatih Çintımar aday olarak çıktı. Çintımar eski bir atlet. Yani camiadan. Ama adaylık biçimi şık değil. Nasıl mı? Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan geçtiğimiz günlerde önde gelen atletizm kulüpleriyle bir toplantı yaptı, nabız yokladı. Sonra da ağzından baklayı çıkardı. Devletin Çintımar’ı destekleyeceğini söyleyerek hangi adaya oy vermeleri gerektiğini işaret etti!
Bunun üzerine hiçbir kulüp aday çıkarmadı. Muhtemelen Çintımar tek aday olarak seçime girecek ve Türk atletizminin yeni patronu olacak. Böylece bir federasyonda daha işlem tamamlanmış olacak! Türkiye’de başkanlık sistemi hâlâ tartışılıyor ama sporda kuruldu bile!
Alın size ‘Bakanlık sistemi!’
‘’Bizans kazandı!‘’
Hatta bu konuda daha da geriye gitmelisiniz bence! 2000'li yılların başına... Türk futbol tarihinin en parlak başarısına imza atıldıktan sonra Galatasaray'da yaşananları hatırlamakta ve hatırlamakta fayda var.
O muhteşem dört yılın baş mimarı iki isim; Faruk Süren ve Fatih Terim'in nasıl ve ne şekilde bu takımın başından uzaklaştırıldığını gözlerinizin önüne getirin.
Hafta içinde İngiliz dergisi The Blizzard'a röportaj veren Fatih Terim, o yıllarda Popescu'nun kendisine "Eğer Fiorentina'ya gitmezsen, bu takım seninle Şampiyonlar Ligi kupasını da kazanır" dediğini söylemiş. Doğru söylemiş! Popescu gibi düşünen milyonlarca Galatasaraylı var bu ülkede! O dönemde kulüp içinde yaşanan çatlamanın Galatasaray'ı nasıl yıllarca geriye ittiğini bilmeyen yok!
Neyse, lafı fazla uzatmanın alemi yok. Bugüne ve sadede gelelim: Son iki sezonda kazanılan başarıları burada tekrarlamayacağım. Lakin, bu sezon başında Galatasaray Yönetimi ve Fatih Terim arasında yaşanan gerilim Galatasaray'ın sezona kaybeden bir takım olarak başlamasına yol açmıştır. Ligdeki performans ortada. Dün geceki sonuca ise hiç değinmemek ve bir an önce unutmak istiyorum!
Fatih Terim'in A Milli Futbol Takımı'nın başına geçmesiyle başlayan sürecin nasıl Galatasaray'ın aleyhine işlediğini tüm ülke biliyor. Bu konuda yaşanan tartışmaları da... Kimin ne söylediğinin o kadar önemi yok. Burada önemli olan, o kimlerin ne söylediğine malzeme verenlerdir! Fatih Terim'i gerek yönetim içinde, gerekse yönetim dışında hazzetmeyen liseli tayfasının varlığı sır değil. Bunların Başkan Ünal Aysal'a nasıl kılavuzluk yaptıkları da... Başkan Aysal'ın bunların kılavuzluğunda Fatih Terim'e nasıl bir tavır takındığını da hepimiz biliyoruz. İstediği yerli transferlerin nasıl yapılmadığını da...
Herşey medyanın ve kamuoyunun önünde ayan beyan cereyan ediyor!
Şimdi bu şartlarda Fatih Terim ve öğrencileri neler yapabilir? Terim en önemli silahı olan motivasyon gücünü nasıl kullanabilir? Futbolcularını maçlara zihinsel ve fiziksel olarak nasıl hazırlayabilir? Gidecek mi, kalacak mı tartışması yapılan bir teknik adam futbolcuları üzerinde nasıl otorite sağlayabilir? Bütün bunlar gibi yüzlerce soru sorulabilir. Cevabı olmayan sorular!
Sözün özü şu: Galatasaray bu sezon girdiği bütün yarışları kaybetmek üzere. İki ay önce bütün futbol otoritelerinin açık ara şampiyon olacağını düşündüğü, Şampiyonlar Ligi'nde de en azından yarı final yapacağını hesapladığı Galatasaray, şu anda gerek futbol olarak, gerekse kurumsal açıdan iflasın eşiğinde... Bunun da sebebi, durup dururken yönetim ile Fatih Terim arasında yaşanan çatışmadır. Ve bu çatışmayı yaratan entrikacı unsurlar!..
Real Madrid maçını size teknik ve taktik olarak yorumlayacak yüzlerce spor yazarı bulacaksınız. Ben onlardan değilim. Ben işin perde arkasını aralamaya çalışanlardan biriyim. Onun için dün geceki ağır mağlubiyete bu açıdan bakmanızı istedim.
Galatasaray ne zaman dünya promiyerine çıkmaya çabalasa, onu cehennem çukurundaki günahkarlar misali, aşağı çeken bir takım hilkat garibeleri hep oluyor! Şu an yaşanan da budur.
Hafta sonu Beşiktaş maçı var. Ligin şu an en formda takımı Beşiktaş'ı dün geceki Galatasaray'ın yenmesi mümkün değil. Real hezimeti, arkasından Beşiktaş maçı; onun öncesinde kaybedilen 6 puan daha... Kısacası ortada bir havlu olayı var. İki yıllık müthiş Fatih Terim döneminin ardından herkesin beklentisi, Galatasaray'ın 2000'li yılların devamını 2010'lu yıllarda getireceği idi. Mamafih böyle bir şeyin Galatasaray'da mükmün olmadığı bir kez daha ortaya çıktı. Lastik patladı, araba düz yolda bir kez daha devrildi! Kutlu olsun lisecilere!.. Alsınlar tepe tepe kullansınlar kulüplerini diyeceğim ve efsane Başkan Faruk Süren'in şu sözünü bir kez daha hatırlatacağım: "Hamit Bey, burası Bizans, Bizans!.. Biliyorsunuz Galatasarday da Beyoğlu'nda!.."