Arama

Popüler aramalar

‘’Engel, engeldir!‘’

2004 Atina Paralimpik Oyunları’nı yerinde izleyen iki gazeteciden biriydim. (Diğeri de yine Fanatik’ten Sedat Hardal’dı!) Sekiz sporcuyla yarışıyorduk. Bir önceki oyunlar olan Sydney’de sembolik olarak sadece 1 sporcuyla temsil edildiğimizi hesaba katarsak yüzde 800’lük bir artış söz konusuydu! Aslında bu rakamlar 21. Yüzyıl Türkiyesi’nin utanç rakamlarıydı. Ama buna da şükür diyecek bir tevekküle sahiptik!

Yollar, sokaklar, okullar...

Oyunlar sonunda bu sekiz sporcumuzdan biri altın madalya almayı başardı. Adı Korhan Yamaç’tı. Güneydoğu’da gazi olmuş subaylarımızdan biriydi. Atıcılıkta Paralimpik Şampiyonu olmayı başarmıştı. Bu, Türkiye’nin Paralimpik tarihinde aldığı ilk altın madalyaydı. Bu başarı bizi o kadar gururlandırdı ki, o coşkuyla Can Yücel’in ‘Engeller, engel değildir’ şiirinden esinlenerek ‘Engel, engel değildir’ şeklinde bir başlık atarak hamasi bir yazı döşemiştim! Yazı güzeldi güzel olmasına da, gerçeklerin üzerini örtmeye yetmiyordu elbette... Aradan geçen 12 yılda 2008 Pekin ve 2012 Londra olmak üzere iki kez daha Paralimpik Oyunları’nı yerinde takip etme imkanım oldu. Rio’yu ise televizyon başında izledim. Bizzat, yaşayarak sahip olduğum tecrübelerim sonucu öğrendiğim bir realite var ki, o da, bu ülkede engellilerin işlerinin çok çok zor olduğudur. ‘Engel, engel değildir!’ noktasından, ‘Engel, engeldir!’ noktasına gelmem için, işin içine az da olsa girmem yeterli olmuştu bile. O zamanlar ‘Engel, engel değildir!’ derken, elbette engellilerin engeline vurgu yapmıştım. Bu konuda bugün de aynı fikirdeyim. Engellilerin sahip olduğu engelin, sporda şampiyon olmalarına ve daha bir çok şeye engel olamayacağını hepimiz biliyoruz. Ama engel, sadece onların engeli değil ki! Onların karşısındaki gerçek engel, bu ülkeyi ve bu ülkenin şehirlerini, ilçelerini, kasabalarını yönetenlerin zihinlerindeki engeldir. Engellileri hâlâ ikinci sınıf vatandaş görme zihniyetidir asıl engel. Yollar, sokaklar, yaya geçitleri, binalar, okullar, toplu taşıma araçları, yaşam alanları engelliler için başlı başına birer engel olmayı sürdürüyor. Ne belediyeler, ne devlet bu konuda yeterli çabayı gösteriyor ne yazık ki. Çünkü, öncelikleri bu değil! O yüzden engelli bir insanımız tek başına sokağa çıkamıyor, eğitimini sürdüremiyor, iş güç sahibi olamıyor, spor yapamıyor. Bugün spor yapabilenler, buzdağının görünen yüzü. Diğerleri hâlâ suyun altında!

Kocaömeri’i de küstürmeyelim

Bu eleştirim, sadece bugünün yöneticilerine değil, on yıllardır engelliler için hiç bir şey yapmayan tüm yönetenleredir. Bilakis, bugünün yöneticileri son yıllarda engelliler için bir takım düzenlemeler yaptı ama maalesef yeterli değil. Buna toplumdaki farkındalık eksikliğini de eklediğimizde karşımıza kapkara bir tablo çıkıyor. Sporcularımızın son üç Paralimpik Oyunu’nda altın, gümüş, bronz madalyalar kazanması, bu ülkede engelliler konusunda işlerin yolunda gitmesinden değil, onların kendi kişisel gayretinden, yeteneğinden ve onların başarması için gecesini gündüzüne katan bir avuç gönüllünün insan üstü çabasındandır. Başta Türkiye Milli Paralimpik Komitesi Başkanı Yavuz Kocaömer olmak üzere... Onu da küstürüp, kaçırmak üzere olduğumuzu burada belirtmeliyim! Şayet, engelliler konusunda samimi bir şekilde duyarlı davranan bir yönetim erkine ve topluma sahip olsaydık, emin olun Paralimpik Oyunları’na en az 250-300 sporcuyla katılır, aldığımız madalyaların sayısı da 9’lu, 10’lu rakamlardan 40’lı, 50’li rakamlara çıkardı. 2016 Rio Paralimpik Oyunları’nda 3’ü altın, 1’i gümüş, 5’i de bronz olmak üzere alınan 9 madalyaya bu pencereden bakılırsa daha gerçekçi olunur kanısındayım. Zira bu ülkenin gerçeği tam olarak bu! İnanmıyorsanız bir tekerlekli sandalyeye oturun, evinizden çıkın, bir kilometre yol gidebilecek misiniz, iki durak arası yolculuk yapabilecek misiniz, karşınıza çıkan ilk devlet dairesine rahatça girip çıkabilecek misiniz, bir görün!

21 Eylül 2016, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gerçek bir Yiğido: Taha Akgül‘’

Ünlü Godot'yu Beklerken oyununun İrlandalı yazarı Samuel Becket'in belleklere kazınan özdeyişlerinden biri de şudur: "Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil, daha iyi yenil!"

Üzerine sayfalar dolusu yazı yazılacak bir özdeyiştir bu. Ve hepimizin hayatının belli dönemlerinde deneyim sahibi olduğumuz bir yaşantı halidir aslında... Başarı, alınan yenilgilerin zirve noktasıdır bir bakıma.

2016 Rio Olimpiyat Oyunları'nda şu ana kadar ki tek altın madalyamızı -muhtemelen de öyle kalacak- kazanan milli güreşçimiz Taha Akgül'ün spor yaşantısı da tam Becket'ın yukarıdaki özdeyişi gibi. 1990 Sivas doğumlu olan Akgül, güreşçi bir aileden gelmesine karşın, 2004 yılında Sivas Güreş Eğitim Merkezi'nde başladığı güreş serüveninde alt kategorilerde sürekli kaybetmiş bir sporcu. Mücadele verdiği Türkiye minikler, yıldızlar ve gençler şampiyonalarında tek bir madalya bile alamayan Taha Akgül, çok çalışmasına ve bütün iyi niyetli çabasına rağmen üst üste gelen başarısızlıklar üzerine kendisini eğitime adayarak İzmir'e üniversite okumaya gider.

Üniversite öncesindeki dershane döneminde ve üniversite sırasında yaklaşık iki yıl boyunca güreşten uzak kalır. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin güreş kulübü olduğunu öğrenince de şansını tekrar denemeye karar verir ve antrenmanlara başlar. Aslında bir amacı da okuldan arta kalan boş zamanlarını değerlendirmektir! Ancak kulüpte hocası olan eski Avrupa Şampiyonu Remzi Musaoğlu, ondaki cevheri keşfeder ve Taha ile özel olarak ilgilenmeye başlar. Kısa sürede Taha'yı da inandırır yetenekli olduğuna... Öz güvenini yeniden kazanmasını sağlar.
Üç aylık yoğun bir temponun ardından çıktığı 2009 Türkiye Şampiyonası'nda üçüncü olur. Bu derecesi ve güreş stili Milli Takım hocaları Adem Bereket ile İshak İrabayhanov'un dikkatini çeker ve kendisini kampa davet ederler. Türkiye üçüncüsü bir sporcunun Milli Takım'a çağrılması güreş çevrelerince başlangıçta yadırgansa da Bereket ile İrabayhanov, başta zamanın Federasyon Başkanı Osman Aşkın Bak olmak üzre herkesi Taha Akgül'ün büyük bir güreşçi olacağına ikna ederler. Taha'yı art arda uluslararası turnuvalara götürürler. Ne var ki Taha bu turnuvalarda da kaybetmeye devam eder! Ancak hocaları pes etmezler. Ona cesaret ve öz güven aşılamayı sürdürürler. Ve nihayetinde Taha da hocalarının kendisine olan güvenini boşa çıkarmaz ve 2010 Dünya Gençler Şampiyonluğu ile başlayan muhteşem kariyerini ilmek ilmek örmeye başlar.

Bir zamanlar hep yenilen, hep kaybeden Milli güreşçi bu kez minderi rakiplerine dar eden bir fenomen haline gelir. 2012 yılında Avrupa Şampiyonu olarak büyüklerde ilk uluslararası başarısını elde ettiğinde yaşı 22 olmuştur artık. Bu bir başlangıçtır ve devamı de gelir. Aynı yıl Üniversiteler Dünya Şampiyonu olur. Sonrasında ise arka arkaya 4 kez Avrupa, 2 kez de Dünya Şampiyonluğu elde ederek tüm dünyanın dikkatini çeker. Öyle ki, Milli sporcunun ortaya koyduğu mücadeleyi hayranlıkla takip eden ABD güreş otoriterleri, 125 kilo olmasına rağmen 57 kilodaki bir güreşçinin hızıyla hareket edebilen Taha Akgül'ün anatomisini incelemeye karar verir ve kendisine bu teklifi iletirler. Amaçları, 'smackdown' adı altında organize ettikleri güreşlerde boy gösteren ağır sıkletteki sporcularına Taha'nın sahip olduğu hızı entegre etmektir.

İki kez de Uluslararası Güreş Federasyonları Birliği (FILA) tarafından dünyanın en iyi güreşçisi seçilen Taha Akgül, kariyerindeki tek eksik olan olimpiyat şampiyonluğunu Rio'da güle oynaya elde ederek adını şimdiden Türk güreş tarihine altın harflerle yazdırmayı başardı. Halen 9 Eylül Üniversitesi Türkçe bölümünde öğretimini sürdüren milli güreşçi, mütevazılığı ve efendiliği ile de güreş camiasında çok sevilen örnek bir sporcu profiline sahip. Güreş yaşamında hiç final kaybetmeyen Akgül'ün en büyük kariyer hedeflerinden biri de arka arkaya 3 kez Kırkpınar Başpehlivanlığı'nı kazanarak 'Altın Kemer'in ebedi sahibi olmak. Elbette, bunun için de minder güreşine noktayı koyması gerekiyor. Tabi, uzun yıllardır böylesine büyük bir güreşçinin özlemini çeken Türkiye spor kamuoyu buna izin verirse... Bence de Taha Akgül, minder güreşine devam etmeli ve iki olimpiyatta daha mücadele vermeli. Zira, şu çorak iklimimizde bu tarz sporcular 40 yılda bir yetişiyor. Türk sporunun ona daha çok ihtiyacı var. Yolu açık olsun.

Taha Akgül'ün kariyeri

2012 Üniversiteler Dünya Şampiyonası (Altın)
2012 Büyükler Avrupa Şampiyonası (Altın)
2013 Büyükler Avrupa Şampiyonası (Altın)
2013 Büyükler Dünya Kupası (Altın)
2013 Üniversiteler Dünya Şampiyonası (Altın)
2013 Akdeniz Oyunları (Altın)
2013 Büyükler Dünya Şampiyonası (Bronz)
2014 Büyükler Dünya Şampiyonası (Altın)
2014 Büyükler Avrupa Şampiyonası (Altın)
2015 Büyükler Dünya Şampiyonası (Altın))
2015 Büyükler Avrupa Şampiyonası (Altın)
2016 Rio Olimpiyat Oyunları (Altın)

21 Ağustos 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kasımpaşa elinden kaçırdı‘’

Her ne kadar Antalyaspor topa daha çok sahip olup, rakip kalede daha fazla gözükse de ev sahibi ekip üretken olmaktan uzaktı. Bunda Kasımpaşa'nın kademeli alan savunmasını iyi uygulamasının yanısıra, başta İlhan ve Barış olmak üzere rakibe karşı tatlı-sert futbolu benimsemesinin de rolü vardı. Özellikle de transferin gözde ismi Emrah'a yapılan fauller dikkat çekiciydi.

Ligde attığı 27 golün 21'ini ilk yarılarda atan Kasımpaşa bu karşılaşmada da orta alanda kazandığı toplarla baskın hücumlar denedi, ancak Antalyaspor defansı bu tip pozisyonlar için hazırlıklıydı. 4'ü Antalyaspor'un olmak üzere toplam 7 şutun atıldığı ilk yarıda sadece 1 şutun kaleyi bulduğunu söylersek ilk 45 dakikanın özetini daha yapmış oluruz. Bu bölümde kayda değer tek pozisyon 30. dakikada yaşandı. Tita'nın harika pasında topla buluşan Diarra, karşı karşıya topu dışarı atınca devre golsüz sona erdi.

İkinci yarıya Kasımpaşa oldukça hızlı bir başlangıç yaptı. 45 ile 55 arasında Antalyaspor'u adeta kendi sahasına hapsettiler. Arka arkaya pozisyonlar buldular. Nitekim beklenen gol de gelmekte gecikmedi. Golde Viudez'in yaptığı orta da, Malki'nin vurduğu kafa da birinci sınıftı. Tam bir santrafor golü izledik. Kasımpaşa'nın golden sonra da baskısı devam etti. Savunmayı ileride kuran konuk takım yaptığı presle Antalyaspor'u hataya zorladı ve bunda da başarılı oldu. Tita ve İnsa başta olmak üzere Antalyasporlu oyuncular rekor sayıda top kaybı yaptı. Bu da Kasımpaşa'nın en iyi yaptığı işi yapmasına vesile oldu. Mavi-Beyazlılar orta alanda kaptıkları toplarla hızlı hücumlar geliştirdi ve arka arkaya tehlikeler yarattı. Bilhassa sağ kanadı etkili kullanan Viudez Antalyaspor'u bir hayli zorladı. Golün asistini yapan Uruguaylı oyuncunun bir şutu da direkten döndü. İlk yarının aksine ikinci yarıda rakip kaleye gitmekte bir hayli zorlanan Antalyaspor beklemediği bir anda beraberliği buldu. Kazandığı faul sonrası başarılı bir serbest vuruş organizasyonu gerçekleştiren ev sahibi takım, kaleyi bulan ilk şutunda golü atmayı başardı. Golde Vederson'un vuruş becerisi kadar kaleci İssaksson'un da hatasının payı vardı. Kasımpaşa'nın üstünlüğü golden sonra da devam etti. İstanbul temsilcisinin her an ikinci golü bulması beklenirken sahneye önce Şota, ardından hakem Deniz Çoban çıktı. Şota'nın, Adem Büyük'ü oyuna sokarken, sahanın en başarılı ismi Viudez'i çıkarması anlaşılır gibi değildi. Aynı dakika içinde İlhan'ı ve Babel'i atan Deniz Çoban da maçın kaderine etki yapan bir diğer isim oldu. Çoban, İlhan Eker'e gösterdiği kartta haklıydı, ancak Babel'in kartı oldukça ağırdı. Aynı şekilde İsaac'ın gördüğü kırmızı da... Maçın sonlarına doğru Milan Baros'un Kasımpaşa'yı bir hayli zorladığını gördük, ancak Çek golcü bulduğu pozisyonları değerlendirebilecek kadar güçlü değildi. Sonuçta iki takım da maç öncesi yapılan tahminleri boşa çıkarmadı ve İddaacıları memnun edecek bir skorla sahadan ayrıldılar.

08 Aralık 2013, Pazar 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bursaspor tecrübesiyle‘’

yakalayan Elazığspor. Olası bir yenilgi halinde Elazığspor ligin dibine demir atacak ve belki de iyiden iyiye küme düşme moduna girecek. Bursaspor ise kaybetmesi halinde sarsıntı içinde geçecek bir haftaya merhaba diyecek. Böylesine hassas bir süreçten geçen iki takımın karşılaşması da doğal olarak stesli geçecekti. Özellikle de Elazığspor açısından... Ev sahibi takım hırslı, istekli ve arzulu olmayı öylesine abarttı ki, iş panik boyutuna vardı. Zaten teknik direktörü Okan Buruk'un futbolculuğundaki en karakteristik özelliği de telaşlı olmasıydı. Onun bu özelliği takımına da sirayet etmiş! Çok basit pas hataları, kolay top kayıpları, cezaalanına kadar yaklaşıp rakibe yapılan ortalar... Buna mukabil Bursaspor daha sakin ve kontrollü bir oyun alayışıyla sahaya yayıldı. Karşılıklı yoklama ile geçen ilk 10 dakikadan sonra Yeşil-Beyazlılar hakimiyeti ele geçirdi ve arka arkaya Elazığ kalesine yüklendi. Nitekim Ferhat'ın zorladığı bir pozisyonda da penaltıyla golü buldu. Penaltı pozisyonunda İbrahim Kaş'ın çok ince faulünu süzen İlker Meral'ı burada kutlamak gerek. Ancak aynı İbrahim Kaş'ın iki pozisyonda rakiplerine yaptığı sinsi faulleri görememesi, Elazığlı oyuncunun çifte sarı karttan ihracını önleyen faktördü. Meslektaşlarına haince darbeler vuran İbrahim Kaş'a bundan böyle hakemlerin daha fazla dikkat etmesi gerekir.

Golden sonra Bursaspor yarı sahasında daha fazla görülen takım Elazığspor'du. Ancak ev sahibi takım Serdar Gürler'in kaçırdığı bir pozisyonun dışında Bursa kalesinde pek tehlike yaratamadı.

İkinci yarıda ise sahada bambaşka bir Elazığspor vardı. 46. dakikadan itibaren Bursaspor kalesini adeta ablukaya alan Gakkoşlar, sağlı sollu ataklarla Bursa kalesinde tehlikeler yarattı. Serdar Gürler'in 55'de direkten dönüp kaleci Frey'in kucağında kalan pozisyondan sonra 61'de bu kez Deniz'in vuruşu direkten döndü; ancak bu kez top Frey'in kucağına düşmeyip sırtına çarpınca Elazığspor skor tabelasında dengeyi sağladı. Bu gol ev sahibi takımın oyun içindeki baskısını daha da artırdı. 3.5 aydır galibiyet hasreti çeken Bordo-Beyazlı takım kendisine üç puanı getirecek pozisyonları da buldu, fakat Frey kalesinde devleşince amacına ulaşamadı. Golü bulduğu 70. dakikaya kadar Elazığ kalesine hemen hemen hiç gidemeyen Bursaspor, maç boyu orta alanda yalnızları oynayan Bellushi'nin mükemmel golüyle hem öne geçmeyi başardı hem de rakibinin hızını kesti. Kalan bölümde ise Elazığspor'un nafile çabaları, Bursaspor'un ise soğukkanlı futbolu vardı. Daum'un oyunda hemen hiç görünmeyen Pinto'yu çıkarıp stoper İbrahim'i oyuna sokmasıyla da Bursa maçı iyice kilitledi ve pek de iyi oynamadığı karşılaşmada rakibini tecrübesiyle devirmeyi başardı. Dün geceki maçta özellikle ikinci yarıdaki futboluyla mağlubiyeti hak etmeyen Elazığsıpor'un bundan sonra işi çok daha zor. Bursaspor'da ise Batalla'nın boşluğu ve Antalyalı Diarra, Akhisarlı Niaysse tipinde yırtıcı bir forvet eksiği bütün çıplaklığıyla sırıtıyor. Yeşil-Beyazlılar bu soruna çözüm bulamazsa kendisine en iyi ihtimalle klasmanda beşincilik ile onunculuk arasında bir yer bulur!

30 Kasım 2013, Cumartesi 01:00
YAZININ DEVAMI

‘’Trabzon'un Onur'u‘’

Trabzonspor için ekstra motivasyon kaynağı oluşturabilecek yönü ise geçtiğimiz sezon kendi sahasında farklı yenildiği rakibi karşısında rövanşı ve dolayısyla taraftarının gönlünü alabilme şansını yakalamasıydı. Gelgelelim ev sahibi ekip tribünleri memnun edebilecek yırtıcılıktan uzak bir görüntü içindeydi. Colman, Zokora ve Adrian'dan oluşan orta saha Eskişehirspor'un klas ayaklarının pas alışverişini seyretmekle yetindi. Pres yetersizlikleri zaten bilinen bu üçlüden beklenen takıma hücum zenginliği kazandırmaktı ama bunu da başaramadılar. Zaman zaman Eskişehir kalesi önüne geldiklerinde ise Henrique ve Malouda'yı pozisyona sokacak final paslarını Eskişehirli oyunculara teslim ettiler. Son haftaların formda ismi Olcan ise saman alevi gibiydi. Bunda hiç kuşkusuz pek de alışık olmadığı sağ kanatta oynamasının rolü büyüktü. Tecrübeli futbolcunun yerini yadırgadığı her halinden belliydi. Buna karşın Trabzonspor'un ilk yarıdaki en önemli pozisyonunda onun imzası vardı. Ancak direk gole izin vermedi. Eskişehirspor ise özellikle 30. dakikadan sonra oyunun tek hakimiydi. 35 ile 45 arasında Trabzon kalesini adeta ablukaya aldılar. Bir çok pozisyon buldular; birinde direğe, diğerlerinde ise Onur'a takıldılar. Es Es adına Tello, Kamara, Erkan ve Tarık ilk 45 dakikanın en başarılı isimleri olarak dikkati çekti. Trabzon'da ise her zaman olduğu gibi kaleci Onur...

Bu, ilk yarının görüntüsüydü. İkinci yarıda ise müthiş bir tempo vardı. Özellikle 46 ile 60. dakikalar arasında top iki kale arasında mekik dokudu. Bunda hiç kuşkusuz hakem Yunus Yıldırım'ın kusursuz yönetiminin de payı vardı. Tercübeli hakem, ucuz pozisyonlara düdük çalmadı, avantaj kurallarını çok iyi kullandı ve oyunun hız kazanmasında etken oldu. Topa daha fazla sahip olan, daha iyi pas yapan, daha fazla hücum geliştiren, daha fazla pozisyona giren, daha çok şut çeken taraf yine konuk takımdı. Ancak bu kez Trabzonspor da rakibine karşılık verebilecek beceriyi sergilemekten geri kalmadı. Bunda Colman'ın oyuna ağırlığının koymasının ve Olcan'ın sol kanada geçmesinin rolü büyüktü. Trabzonspor önce Adrian'la net bir pozisyondan yararlanamadı, ardından yakaladığı ikinci önemli pozisyonda golü buldu. Bu kez alışık olduğu sol kanattan hücuma çıkan Olcan, pozisyonun kaybolduğu düşünülen bir anda topu Henrique'nin kafasına ortaladı. İlk vuruşu kaleciden dönen Sambacı ikincide affetmedi. Bu maç bir kez daha gösterdi ki, futbolda istatistik hiç bir şey değil! Ve futbolun gerçekten adaleti yok! Ve iyi bir kalecin varsa sahaya 1-0 galip çıkıyorsun! Dünkü randevunun futbol adına verdiği mesaj buydu. Eskişehir bütün istatistiki değerlerde Trazonspor'un önündeydi ama tabelada 1-0 yazıyordu. Futbolu güzel kılan da bu olsa gerek!

25 Kasım 2013, Pazartesi 00:55
YAZININ DEVAMI

‘’Batallasız zor‘’

Batalla ile Daum arasında ne gibi sorunlar olduğunu elbette bilmiyoruz ama hemen her kulüpte bu tür krizler yaşanır. Önemli olan bu krizi iyi yönetebilmek ve camiaya zarar vermeden atlatabilmektir. Şu ana kadar yaşananlar, ne yazık ki Bursaspor'un pek de lehine cereyan etmiyor. Umarız en kısa zamanda problem çözülür de Bursaspor'u zirve yarışının içinde görürüz.

Son 5 maçını da kazanarak Fenerbahçe'yi yakından takip ederek ligin en formda ekiplerinden biri olduğunu gösteren Kasımpaşa karşısında maça çıkmadan önce yukarıda bahsettiğimiz Batalla kriziyle uğraşan Bursaspor'un ne yapacağı merak konusuydu. Takımın en önemli futbolcusu ve teknik adamı etrafında gelişen böylesi bir krizle boğuşmanın gerek futbolcuları, gerekse teknik heyeti olumsuz etkilemesi kaçınılmazdı. Nitekim öyle de oldu. Kasımpaşa özellikle de ilk yarı rakibine oranla daha çok topa basan, daha bilinçli atak yapan, sahayı daha iyi parselleyen ve daha iyi paslaşan takımdı. Gelişen her atakları gol kokuyordu. Scarione, Babel ve Adem gibi klas ayaklarıyla Bursa kalesini tehtid ettiler. Konuk takım buna karşın net pozisyon yakalamaktan uzaktı. Bunda Bursa defansının yerinde ve zamanında mühalelelerinin payı büyüktü. Ev sahibi ekip ise sağdan Kazım, soldan da Ferhat ile etkili olmaya çalıştı. Batalla'nın ve kart cezalısı Bellushi'nin yokluğunda orta alanda organizasyon sıkıntısı yaşadılar. Tuncay'ın iyi niyetli çabası vardı. Ama o da kaybolan yıllarını arıyor gibiydi. Uzun zamandır formasından uzak kalan Pinto ise eski günlerinin aratır bir görüntüdeydi. Attığı gol ise tamamen tesadüfiydi. Şilili'nin Tuncay'ın şutunda düzeltip vurmak istediği top ayağından sekerek ileri çıkan kalecinin üzerinden ağlara gitti. Lakin bu gol bile maçı Bursa'nın kazanacağı yönünde kimseye pek ümit vermedi. Nitekim konuk takım da Scarione'nin şans golüyle maça tekrar ortak oldu.

İlk yarıdaki tempo ikinci yarıda zaman zaman düştü. Bunda sık sık yapılan faullerin etkisi büyüktü. Bu bölümde Bursaspor daha hırslı, daha istekli ve daha arzuluydu. İkili mücadelelerde diri olan ve ayakta kalan taraftı. Gelgelelim Yeşil-Beyazlılar hücumda bir türlü üretken olamadı. Pinto'nun maç eksiği ile Batalla ve Bellushi'nin yokluğu maç boyunca Timsah'ın en büyük dezavantajı olarak göze çarptı. Şu bir gerçek, Bursaspor Batalla'sız sıradan bir takım görüntüsüne bürünüyor. Ev sahibi takımın ikinci yarıda takım ruhunu devreye sokması, verdiği fiziki mücadele ve yardımlaşması sahada bir beyin olmayınca maç kazanmaya yetmiyor.

Kasımpaşa ise ikinci yarıda ilk yarıdaki etkinliğinden biraz uzaktı. Buna karşın konuk takım daha net pozisyonlar yakaladı. Mavi-Beyazlılar, Babel ve Scarione ile bulduğu net fırsatları harcayınca 5 maçlık galibiyet serisine son vermek zorunda kaldı.

24 Kasım 2013, Pazar 00:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sivas'tan Samba!‘’

Sebebi ise takımın başına teknik direktörlük deneyimi, hatta lisansı bile olmayan Roberto Carlos'un getirilmesiydi. Futbol dünyamızın ön yargılarından biri daha devreye girmişti: Büyük futbolcudan büyük antrenör olmaz! Bunun en bariz örneği ise Hagi'ydi! Böyle bir genelleme yapmak elbette futbolun doğasına aykırıdır. Büyük futbolcudan da büyük antrenör olabilir, vasat futbolcudan da... İşin sırrı egoyu törpüleyebilmektir. Liderlik ile kibri birbirine karıştırmamaktır. Bu uzun girizgahı yapmamın sebebi ise Carlos'un ilk teknik direktörlük deneyiminde takımına oynattığı göze hoş gelen futboldur. Doğrusunu söylemek gerekirse Sivasspor ligimizin en kompakt takımlarından biri. Zaman zaman takım savunmasında zaafiyetler yaşasa da, pas bağlantıları ligin standartlarının üzerinde. Özellikle hücum varyasyonları görülmeye değer. Gerek kanat akınları, gerekse göbekten yapılan ataklarda son derece etkili olabiliyorlar. Bilhassa Aydın, Chahechouhe ve Cicinho çok formdalar. Orta alanda kaptıkları toplarla çok çabuk hücuma çıkıyorlar ve güzel paslaşmalarla pozisyon buluyorlar. Karşılarında bir de ileride ve orta alanda baskı kuramayan Erciyes gibi takımlar bulurlarsa, bir anda rakip cezaalanında pıtrak gibi bitiyorlar. İlk 20 dakikası kontrollü geçen dün geceki mücadelede de olan buydu. Sivas, golü bulduğu 20. dakikadan sonra vitesi bir artırdı, pir artırdı. Üç net pozisyon buldu. Bunları değerlendirebilseydi, maçı ilk yarıda koparabilirdi. Bunda en büyük etken Djebbour'un takım arkadaşlarına ayak uyduramamasıydı. Erciyesspor için ise ilk yarı itibariyle söylenecek pek fazla bir şey yoktu. Maçın başlarında rakibiyle başa baş mücadele eder gibi gözüktüler ama daha sonra genel pres rahatsızlığı nedeniyle oyun kontrolünü tamamen Sivasspor'a kaptırdılar.

Sivasspor ikinci yarıya da hızlı başladı. Aynı oyun anlayışını devam ettirdiler. Sahanın her yerini etkili kullandılar. Bir dakika içinde farkı ikiye çıkaracak iki pozisyon da buldular ama yine yararlanamadılar. Kaçan bu iki pozisyondan sonra Sivasspor'un oyunu rölantiye aldığı görüldü. Üstelik rakibi maçın bitimine 30 dakika kala ikisi zorunlu üç değişikliği de yaptığı halde... Bunun bedelini de az kalsın ağır ödeyeceklerdi. 60'dan sonra biraz kıpırdayan ve rakibinin üstüne giden Erciyesspor önce Fazlı, ardından da Emre Öztürk ile net pozisyonlardan faydalanamadı. Ardından da ani ve hızlı gelişen bir Sivasspor atağında sahneye bir kez daha günün yıldızı Chahechouhe çıktı ve takımını rahatlatan golü kaydetti. Kalan dakikalarda ise Erciyesspor'un umutsuzca çabaları, Sivasspor'un ise şova dönük futbolu vardı. Sambacı Carlos komutasındaki Yiğidolar samba yaptı, 4 Eylül Stadı'nı dolduran Kırmızı-Beyazlı taraftarlar ise keyifli gecenin tadını çıkardı.

26 Ekim 2013, Cumartesi 00:30
YAZININ DEVAMI

‘’Avrupalı Trabzon‘’

Ligde inişli çıkışlı bir grafik çizebiliyor, zaman zaman vasatın altında futbol oynayabiliyor, tribünleri sıkıntıya boğabiliyor ama Avrupa'ya çıktığında bambaşka bir kimlikle sahada yer alabiliyor. Rakip kim olursa olsun; mücadeleci, disiplinli, özgüveni yüksek, yardımlaşması üst düzeyde, koşan, ısıran bir Trabzonspor seyrediyoruz. Her şeyden önce yüksek konsantrasyonla oynuyorlar. Öyle olduğu içindir ki, rakip kalede bulunan pozisyonların yarısı golle sonuçlanabiliyor. Rakibin bulduğu pozisyonlarda da defans ve kalecinin inanılmaz derecede dikkatli ve konsantre olması nedeniyle gole izin vermiyorlar. Dün geceki Legia Varşova maçı da Trabzonspor'un bu sezon ki Avrupa klasiklerinden biri oldu. Maça hızlı başlayıp erken dakikalarda skor avantajını da ele geçiren Trabzonspor, kendi yarı alanına fazla çekilmeden, savunma prensiplerinden ödün vermeden kontrollü bir futbol oynadı. Kazandığı toplarda da Olcan, Henrique ve Adrian gibi sprinter oyuncularla baskın hücumlar gerçekleştirdi. Bu pozisyonlardaki final paslarında tercih yanlışlarına düşmeseler, maçı daha ilk yarıda koparabilirlerdi.

İkinci yarıda ise daha hırslı, daha istekli bir Varşova vardı. Aslında bu da beklenen bir durumdu. Grupta henüz galibiyeti olmayan Polonya temsilcisi için Trabzon'dan alınacak puan ya da puanlar son şansıydı. Bunun getirdiği motivasyonla 70. dakikadan sonra baskısını iyice artırdı. Ancak bu kez karşısında kaleci Onur'u buldu. Tecrübeli eldiven yaptığı kritik kurtarışlarla rakibine gol imkanı vermezken, kazanılan bir serbest vuruşta da sahanın en iyilerinden Olcan'ın ortasında top direkt kaleye girince Legia Varşova'nın umutları sona erdi. Bu galibiyetle Trabzonspor, Lazio'nun da puan kaybetmesiyle liderliğini iyice perçinledi ve ikinci turu hemen hemen garantiledi. Bundan sonra da yapılması gereken, aynı inanç, aynı özgüven, aynı ciddiyetle kalan maçları da tamamlayıp yoluna devam etmesidir. Ve asla Kupa hedefinden şaşmamasıdır. Amaç sadece gruptan çıkmak değil, Kupa'ya uzanmak olmalıdır. Çeyrek finaller, yarı finaller ise sadece ara istasyonlardır. Devre arası yapılacak muhtemel takviyeleri düşünüdüğümüzde Trabzonspor'un bunu yapacak gücü vardır. Favori olarak gösterilen diğer takımlardan da hiç bir eksiği yoktur. Yeter ki, kendine, kendi gücüne olan inancını kaybetmesin. Dünkü maçta kimin iyi oynadığının, kimin kötü oynadığının hiç bir önemi yoktur. Önemli olan Trabzonspor'un Avrupalı olmak gibi bir kimliğe bürünmesidir. Ki, asıl kazanç, asıl motivasyon kaynağı da budur. Yolun açık olsun Trabzon!

24 Ekim 2013, Perşembe 23:30
YAZININ DEVAMI