Arama

Popüler aramalar

‘’Gereğini yap Bilal abi!‘’

Normal bir ülkede milli takımlara oyuncu seçilirken çeşitli parametrelere bakılır. Oyuncunun formu, sağlık durumu, devamlılığı, kondisyonu vs. Bizde ise süreç farklı işler. Oyuncunun oynadığı takım -ki genellikle büyük takım oyuncuları tercih edilir- çalıştığı menaceri, şöhreti, milli takım kurmaylarına ya da federasyon yönetimine yakınlığı, siyasi ilişkileri ve bizim aklımızın ermediği bir takım güç odakları tarafından korunup kollanması, Ay-Yıldızlı formayı giymek için geçerli kriterlerdir. Ve bu yeni bir şey değildir. Geçmişten günümüze kadar gelen bir gelenektir! Arda Turan olayını da bu bağlamda ele almakta fayda var.

Dünyanın hiç bir medeni ülkesinde bir futbolcu, Arda Turan’ın karıştığı olaya benzer bir olaya karışıp da tekrar milli takım formasına layık görülmez. En azından hatırı sayılı bir süre ceza alır. Bizde bırakın Arda’nın ceza almasını ayağına milli takım hocasını yolladık, doğru dürüst tek bir özel-resmi maç oynamadan yeniden kadroya çağırdık. Üstelik kendi cezasını kendi kesip milli takımı bıraktığı halde! Üstelik yaptığı eylemin karşılığında tek bir özür dilemediği halde! Ayıp olmuyor mu bileğinin hakkıyla milli takımı hak edip kadroya alınan-alınmayan diğer oyunculara? Ayıp olmuyor mu spor basının duayen ismi Bilal Meşe’ye ve onun diğer meslektaşlarına? Ayıp olmuyor mu Türkiye’ye? Elbette oluyor. Ama takan kim! Belli ki, bu ülkede artık gücü gücüne yetene! Benim Bilal abiye bir çağrım olacak. Gereğini yap Bilal abi! Kendini daha fazla dövdürme! Bizleri de daha fazla üzme!..

26 Ağustos 2017, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu Malatya süper‘’

Türk futbolunun çözüm bekleyen bir çok önemli sorunu var ama bence en önemlilerinden biri de seyircisiz maç cezasıdır. Bu ilkel ceza uygulaması devam ettiği müddetçe Passolig’in de hiç bir hükmü kalmıyor. Yeni sezona başlıyoruz ve dört takımın seyircisiz maç cezası var! İlk hafta üç tanesi taraftarından yoksun çıktı kendi evlerindeki maçlara. Bunlardan biri de yeni Malatyaspor’du. Malatya taraftarından yoksundu yoksun olmasına ama coşkusundan, oyun disiplininden, fizik gücünden yoksun değildi.

Khalid ve Barazite!

Sahanın her yerinde Osmanlıspor’a pres uyguladılar. Oyun kurdurmadılar. Kademeli alan savunması yaptılar. Yardımlaşmaları üst düzeydeydi. Kazandıkları topları ise derinlemesine paslarla kanatlarda boşa çıkan oyuncularına başarıyla aktardılar. Bu pas trafiğinde özellikle Cissokho, Barazite ve Dia ön plana çıkan oyunculardı. İki gol atan santrafor Khalid de kaleye sırtı dönük oynamasını bilen, ayağında top tutan özelliklere sahip bir oyuncu. Barazite ile iyi ikili olacağını söyleyebiliriz.

Osmanlı hazır değil

Konuk Osmanlı hiç bir şekilde sezona hazır gözükmedi. Ciddi sayılabilecek pozisyonları hemen hemen hiç yoktu. Bu oyun anlayışıyla ve kadro yapısıyla ligde işleri oldukça zor gözüküyor. Maçın ilk atağında Malatya golü buldu. 10. dakikada sağdan Bazarite’nin ortasına Khalid dokundu: 1-0. İlk yarı bu skorla sonuçlandı. 55’te kazanılan penaltıyı Bazarite kullandı: 2-0. 78’de ilk golün kopyası gibi bir gol geldi. Bu kez soldan getiren ve asisti yapan Dia, dokunan yine Khalid’di: 3-0. 90+4’de Maxsö, kaleciden dönen topta sonucu belirledi: 3-1.

14 Ağustos 2017, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yıldızın parladığı an‘’

Stefan Zweig’ın en ünlü eserlerinde biri de ‘Yıldızın Parladığı Anlar’dır. Zweig kitabında 12 tarihsel figürün, tarihin akışını değiştirdiği 12 olayı ele alır. Kitapta, aralarında Fatih Sultan Mehmet ve Bizans’ın Fethi, Napolyon ve Waterloo Savaşı’nın da olduğu 12 tarihsel olayda, tarihi kişiliklerin bir ana sığdırdıkları kararların ne kadar etkili olduğu anlatılır. Bu anlar yazar tarafından ‘Yıldızın parladığı anlar’ olarak betimlenir. Aslında herkesin kişisel tarihinde böyle anlar vardır. Kimi değerlendirir, yıldızlaşır, kimi de verdiği yanlış bir kararla sıradanlaşır. İşte Ramil Guliyev de bundan 7 yıl önce verdiği kararla kendisini dünyanın zirvesine çıkaran süreci başlatanlardan...

Israrla türk olmak istedi

Yıldızlar Dünya Şampiyonu olan Guliyev, Azeri bir atletizm ajanının tavsiyesiyle Fenerbahçe Atletizm Şubesi Başkanı Fikret Çetinkaya tarafından Sarı- Lacivertli kulübe getirilir. Önce yabancı statüsünde kulüplerarası yarışlarda piste çıkar. Ardından babasıyla beraber gelerek bu kez Türk vatandaşı olmak istediğini söyler. Fenerbahçe de derhal işlemleri başlatır. Ne var ki, o süreçte babası vefat eder. Bu kayıp Guliyev’i oldukça sarsar. Bir ay sonra tekrar gelerek vatandaş olma isteğini tekrarlar. Bu kararı Azerileri ayağa kaldırır ve hepimizin bildiği süreç başlar. Guliyev’in Türk vatandaşı olarak yarışmasına üç yıl boyunca izin vermezler. Bu nedenle Londra 2012’yi kaçırır. Bu dönemde Ruslar ve Birleşik Arap Emirlikleri Guliyev’in önüne servet dökerler. Ama o kabul etmez. Ay-Yıldızlı bayrak için yarışmakta ısrarlıdır. Bu kararı vermiştir ve her türlü baskıya rağmen kararından geri dönmez. İşte o karar anı, Guliyev’in ‘Yıldızının parladığı an’dır. yıllık maliyeti 700 bin dolar Fenerbahçe, Başkan Aziz Yıldırım’ın talimatıyla Guliyev’e her türlü imkanı verir. Sarı-Lacivertli kulübe yıllık 700 bin dolar maliyeti vardır. Ama o bunun altından kalkmasını bilir. Girdiği her yarışta kürsüye çıkar. Aşil tendonundan sakat olmasına rağmen Mersin’deki Akdeniz Oyunları’nda gümüş alır. 2016 yılında bu yılki başarısının sinyallerini vermeye başlamıştır bile. Rio’da 200 metrede final koşar, Avrupa Şampiyonası’nda da gümüş alır. 2017 ise zirve zamanıdır. Bursa’da yapılan Atletizm Süper Ligi’nde 100 metreyi 9.97’de koşarak 10 saniyenin altına düşen dünyadaki üçüncü beyaz olur. Azerbaycan’daki İslam Oyunları’nda ise 100 ve 200’de altın madalya alır. Aslında oyunlardan önce Azerbaycan’da koştuğu gayri resmi bir yarışta 9.86 koşmuştur ama bu derecesi kulübü tarafından saklanır! Temmuz başında da Diamond Leauge’in (Elmas Lig) Paris ayağında 200 metrede birinci olur.

Londra öncesi verilen kritik karar

Londra öncesi yapılan teknik toplantıda ise 100 metrede 10 saniyenin altına inmesine rağmen sadece 200 metrede koşması kararlaştırılır. Her iki yarışta koşup madalya dışı kalmasından ise sadece 200 metreye konsantre olmasının madalya şansını artıracağı hesaplanır. Ve gelinen noktada ne kadar isabetli bir karar alındığı da ortaya çıkar. Ramil Guliyev, zamanında verilen doğru kararların, yapılan doğru planlamanın ne kadar önemli olduğunun açık bir ispatıdır.

12 Ağustos 2017, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sporun efsanelerinin ortak kaderi!‘’

Dünya bir kaç gündür yaşayan son Efsane Usain Bolt’un 100 metre finalindeki dramatik sonunu konuşuyor. Son yarışında ABD’li Jastin Gatlin ile Cristian Coleman’a geçilen Bolt, ilk ve son kez bir final kaybederken, kendisini geride bırakan Gatlin’in önünde saygıyla eğilmesi, unutulmaz spor fotoğrafları arasında yerini şimdiden aldı bile. Bolt’un spor hayatının son yarışını kaybetmesi, gerek kendisi, gerekse hayranları açısından ne kadar dramatik olsa da, aslında hayatın yalın gerçeklerinden biriydi. Yaşam her zaman sürprizlerle doludur ve bu sürprizlerin insanı ne zaman bulacağını hiç bir zaman kestiremeyiz. Ve biz buna kader deriz! Bolt’un kaderi belki de, Londra’daki Dünya Şampiyonası’nda sporu bırakmaya karar verdiği anda çizilmişti. Bu kararı verdikten sonra aradan geçen zaman içinde yaşadıkları Bolt’un hazin sonunda belirleyici olmuştu. Yaşadığı düzensiz hayata en yakın arkadaşını bir trafik kazasında kaybetmesinin yarattığı travma eklenince, Bolt son yarışına yeterince hazırlanamadan çıkmış ve ilk kez kaybetme ihtimali bu kadar belirgin hal almıştı. Ardından da kaçınılmaz son geldi zaten!

Muhammed Ali’den harakiri!

Ama bu ilk değildi. Daha önce başka efsaneler de Bolt ile aynı kaderi paylaşmıştı. Muhammed Ali, Aleksandr Karelin ve Naim Süleymanoğlu da tıpkı Bolt gibi son müsakalarından hüsranla ayrıldılar. Muhammed Ali ile Naim Süleymanoğlu sporu zirvede bıraktıktan sonra tekrar dönüş yaparak kaderlerine koşarken, Dünya’nın gelmiş geçmiş en büyük güreşçisi olarak kabul edilen Rus Aleksandr Karelin ise tıpkı Bolt gibi spor yaşamının son maçında ilk ve son kez kaybetti. Tüm otoriteler tarafından dünyanın en büyük boksörü olarak gösterilen Muhammed Ali, 1960 Roma Olimpiyat Oyunları’nda 18 yaşındayken elde ettiği altın madalya ile adını duyurduktan sonra inişli çıkışlı kariyere sahip oldu. Vietnam Savaşı’na karşı çıkması nedeniyle ABD’de ‘İstenmeyen adam’ ilan edilen Ali, boks yaşamına ara verdikten sonra 1970’de tekrar spora
döndü ve ağır sıklette 3 kez Dünya Şampiyonu olarak adını unutulmazlar arasına yazdırdı. 1978’de zirvedeyken boksu bırakan Muhammed Ali parkinson hastalığına
yakalanmasına rağmen bunu gizleyerek para için çıktığı iki ünvan maçını da (Larry Holmes ve Trevor Berbick) kaybederek sessiz sedasız köşesine çekildi. Çıktığı 61 maçın sadece 5’inde mağlup olmuştu ve bu 5 maçın 2’sini son 2 maçında kaybetmişti!

Naim’den olmayacak duaya amin!

Bir başka muhteşem kaybeden Naim Süleymanoğlu da, spor otoriteleri tarafından ‘Tüm zamanların en iyi haltercisi’ olarak kabul ediliyor. 3 Olimpiyat, 8 Dünya, 2 de Avrupa Şampiyonluğu bulunuyor. 46 Dünya rekorunun sahibi. Ağırlığının üç mislini kaldıran adam olarak dünya spor literatürüne geçti. ‘Cep Herkülü’ olarak da tanınan Süleymanoğlu 2000 Sydney Olimpiyat Oyunları öncesinde sakatlığı nedeniyle halteri bıraktı. Oyunlar geldiğinde ise bir kez daha şansını denemek istedi. Oysa sakatlığı devam ediyordu. Podyuma çıktı ve dramatik bir şekilde sıfır çekerek spor hayatını noktaladı. Kaderi onu da çağırmıştı!

Karelin’in ilk yenilgisi son maçında

‘Rus Ayısı’ olarak nitelendirilen Aleksandr Karelin, 1987’den son maçına çıktığı 27 Eylül 2000 tarihine kadar kariyerine 3 Olimpiyat, 9 Dünya ve 12 Avrupa Şampiyonluğu sığdırdı. Çıktığı hiç bir maçı kaybetmedi. Acı kuvveti ve kendine has oyunlarıyla rakiplerini eze eze yenen bu mütevazı dev, Sydney’de dördüncü Olimpiyat şampiyonluğu final müsabakasında çaylak ABD’li Rulon Gardner’a 1-0 kaybedince tüm dünya şok oldu. Çok tartışılan ve sonradan kaldırılan o dönemin saçma sapan güreş kurallarından birine kurban gitmişti. Rakibinin eli havaya kalktığında acısı yüzünden okunuyordu ama olan olmuştu.

Zamanı geri getirmek mümkün değildi. Dört muhteşem adam, dört efsane sporcu... Ne yazık ki, son maçlarında kariyerlerine yakışmayan yenilgiler aldılar. Ama bu mağlubiyetler onların büyüklüğünden hiç bir şey alıp götürmedi. Sadece damaklarında buruk bir tat, yüreklerinde ince bir sızı bıraktı. Gönüllerimizde kurdukları tahtlarında ise ilelebet oturmaya devam edecekler.

09 Ağustos 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Samsun'daki ayıp!‘’

Anadolu deyince ilk akla gelen kavramlardan biri de misafirperverliktir. Ve bunun dünyada eşi benzeri yoktur. Kim olursanız olun, Anadolu’nun en ücra köşesine de gitseniz, sizi en iyi şekilde ağırlarlar. Evlerinin kapılarını, gönüllerini ardına kadar açarlar. Sofralarına buyur ederler, aşları yoksa bile bir şekilde bulurlar, buluştururlar. Kimseyi aç komazlar. Yerleri yoksa dahi kendileri yere serdikleri çulun üzerinde yatar, sizi yün yataklarında yatırırlar. Sizi rahat ettirmek için etrafınızda pervane olurlar. Ne zaman gitmek isterseniz, o zaman giderseniz. Kendilerine yük olduğunuz yönünde en ufak bir imada bile bulunmazlar. Yabancıya karşı hoş görüleri sınırsızdır. Yanlarından ayrılırken bambaşka bir insan olduğunuzu hissedersiniz, insanlığın ne demek olduğunu anlarsınız. Huzurlu bir mahcubiyetle sarılırsınız, kucaklaşırsınız ve vedalaşırsınız. Öylesine etkilenmişsinizdir ki, siz artık eski siz değilsinizdir. İşte Anadolu insanı böylesine dokunur kendi toprağına uğrayan yabancının ruhuna...

Misafirleri kovduk!

Gelgelelim, son yıllarda bu geleneğimize aykırı düşen hareketlerde bulunuyoruz ne yazık ki... Konuklarımıza karşı hoyratça davranışlar sergiliyoruz. Kabalık yapıyoruz. Daha önce de sütunlarımda belirttim, Samsun’da bugün sona erecek İşitme Engelliler Olimpiyat Oyunları’nda bazı tesislerde yaşananları. Tesislerin kapısına koyduğumuz polislerimizin bir kısmı yabancı konuklara Türk’e, Türk’ün misafirperverliğine yakışmayacak davranışlarda bulunuyorlardı. Bu kez olan ise birkaç polisin karıştığı münferit bir hadise de değil. Topluca bir ayıba imza attık önceki gün Samsun’daki voleybol finallerinde. Yaşar Doğu Spor Salonu’nda yapılan kadınlar ve erkekler finallerini arka arkaya gerçekleştirdik. Milli takımımızın oynayacağı erkek finalinden önce kadınlarda Japonya ile İtalya karşı karşıya geldi. Müsabakayı 3-0 kazanan Japonya altın madalyaya uzandı.

Kupa töreni varken!

İşte olan da bundan sonra oldu. Salonda bir anons: “Japon ve İtalyan seyircileri ile basın mensupları salonu terk etsin. Yerlerine Türk seyirciler ve basın mensupları girecek!” Terk etmeleri istenen bir avuç seyirci! Bazı seyirciler ve medya mensupları çıkmak istemiyor. Tartışmalar yaşanıyor. Ardından çoğu salonu terk ediyor, bir kısmı ise inat edip kalıyor. Daha sonra 2 bin kişilik salonu yaklaşık 2 bin 500 seyirci ile hınca hınç dolduruyoruz. Oysa daha madalya töreni var ve bizim maçımızdan sonra yapılacak. Japon ve İtalyanları madalya törenini dahi izlettirmeden salondan kovmanın nasıl bir izahı olabilir? Ola ki tören de olmasın! Yabancı konuklarımıza karşı sergilediğimiz böylesine kaba bir davranışı nasıl kendimize yakıştırıyoruz? Bu mudur Türklük, bu mudur dillere destan Anadolu konuk severliği? Ayıp, gerçekten çok ayıp! Bütün değerlerimiz maalesef hızla erozyona uğruyor ve kuru kalabalıklara dönüyoruz. Özümüz çekiliyor, içimiz boşalıyor. Hâl böyle olunca sporda binlerce madalya kazansan ne fayda!

30 Temmuz 2017, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İyi polis, kötü polis!‘’

Bilirsiniz, tüm olimpiyat oyunlarının lokomotif branşı atletizmdir. Atletizm olimpiyatın ruhudur. En çok ilgi çeken branştır da aynı zamanda. Ve en kalabalık sporcu ordusuna sahip branş da... Samsun’da bütün haşmetiyle devam eden 23. İşitme Engelli Oyunları’nda atletizm müsabakaları başlayalı iki gün oldu. Dün üçüncü gündü. İlgi, görülmeye değer. Kırılan rekorlar da öyle... Pistte yarışlar öncesi ve sonrası güzel görüntülere tanık oluyoruz. Bu da bizleri bir sporsever olarak mutlu ediyor.

Ancak mutlu olduğumuz ve olmadığımız başka konular da var. Önce bizi mutlu eden iki olaydan ve bu iki olayın kahramanından söz edeceğim. Adı Ümüt Çobanbaşı. Bir polis memuru. Atletizm tesisinde görev yapan memurlardan biri. Bazı polislerin giriş ve çıkışlarda estirdiği terör dalgasına inat insanlara olanca alçak gönüllülüğü ile yardımcı olan Çobanbaşı, iki sporcunun rahatsızlanarak fenalaşması sırasında yapılan müdahalelerde de önemli görevler üstlendi.

İlk olayda Hollandalı bir sporcunun fenalaştığına tanık olduk. İki kişi koluna girdi ve VIP kapısının koridorunda bulunan banka yatırdı. Bazı görevliler panik halinde koşturmaya başladı. Kısa zaman içinde iki sağlık görevlisi geldi. Gelgelelim, hem sporcuyla hem de sporcunun yanındaki antrenörü ve bir diğer sporcu arkadaşıyla bir türlü iletişim kurulamadı. Türkçe işaret diliydi, uluslararası işaret diliydi, İngilizceydi derken, sporcunun antrenörünün Almanca bildiği ortaya çıktı. Ancak Almanca bilen kimse yoktu. İşte o esnada başından beri sporcuya yardımcı olmaya çalışan Ümüt Çobanbaşı devreye girdi ve sağlık görevlileriyle sporcunun antrenörünün iletişim kurmasını sağladı. Yarı baygın haldeki sporcu işte o zaman derdini anlatabildi ve gerekli müdahale yapılarak ayağa kalkması sağlandı.

Polis memuru hayat kurtarıyor

İkinci olayda ise bir Alman sporcu fenalaştı. Yanıbaşında yine Ümüt Çobanbaşı vardı. Sağlık görevlileri bir türlü Alman sporcuyla iletişim kuramadı. Çobanbaşı, burada da devreye girdi ve zar zor nefes alan sporcuyla güç bela konuştu. Sporcunun alerjik bir rahatsızlığı olduğunu ve pistin kenarındaki ısınma sahasında bulunan çantasında da ilacının olduğunu öğrendi. Derhal koşturdu Çobanbaşı. İlacı getirdi, sağlık görevlilerine verdi ve Alman sporcuya gerekli müdahalenin yapılmasını sağladı. Çobanbaşı’nın içeri girmekte zorlanan insanlara da yardımcı olmak için koşuşturması görülmeye değerdi. Çobanbaşı iyi polisi oynamıyordu, gerçekten iyi polisti, iyi insandı. Ve her türlü badireye rağmen bu ülkenin ayakta kalmasını sağlayan iyi insanlardan biriydi.
Gelelim kötü polislik yapanlara! Tesislerde giriş ve çıkışların kontrolü polislere teslim edilmiş. Bir kere bu yanlış. Ben bu kadar çok resmi güvenlik görevlisini sadece Pekin’deki Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları’nda gördüm. Ortalık asker kaynıyordu. Ama spor alanına girişlerde kurulan ana güvenlik kontası dışında tesislere giriş çıkışlara karışmıyorlardı. Bu işe gönüllüler bakıyordu, ki doğrusu da budur. Biz ise suçluyu yakalamak için eğitilmiş polisimize spor tesislerinin giriş çıkışları kontrol görevini vermişiz. İçlerinden bazıları ali kıran baş kesen olunca işler içinden çıkılmaz hal aldı. Bir tanesi medya girişinde, “Üzerinde yelek olmayan bir Allah’ın kulu içeri giremez!” diye nara atıyordu. Adam bilmiyor ki, yelek sadece foto muhabirlerine mahsus. Dolayısıyla basın tribününe girmek isteyen muhabir ve spor yazarları haşmetmeapın gazabına uğruyordu! İşte bu noktada Çobanbaşı gibi iyi polisler devreye girmese basın mensupları içeri alınmıyordu. “Diğer kapıya gidin” deniyordu. Gidiyorlardı ama orada da içeri almıyorlardı. Hadi biz Türkler alışığız böyle şeylere! Ya ülkemizdeki bu önemli organizasyonu tanıtmak için buraya gelen yabancı mensuplarına nasıl anlatacaksınız? Anlatamazsınız! Bir tane yabancı basın mensubu bütün çabasına rağmen içeri giremedi. Adam tesisin çevresinde dolandı durdu. Sonra da çekti, gitti. Ayıptır!

Konuk sporcuya nasıl posta koyduk!

Haber koklamak için dolaşmaya çıktığım anlardan birinde bu kez bir yabancı sporcunun içeri girmeye çalıştığını gördüm. Aynı tartışmalar seyirci giriş kapısının önünde yaşanıyordu. Adamı akreditasyon kartı olmasına rağmen içeri almıyorlardı. Bir polis memuru bağırıp çağırıyordu, adam sakin bir şekilde derdini anlatmaya çalışmasına rağmen. Sonra bir gönüllü sporcunun koluna girdi ve onu içeri sokmak için bir başka kapıya götürdü. Polis memuru ise arkasından bağırıyordu: “Polis giremez derse, giremezsin kardeşim. Erkeksen gel de gir içeri!” Ne kadar hoşgörülü, ne kadar misafirperver değil mi!

Oysa, sporcu ve antrenörlere ayrılmış bir tribün ve kapısı olması lazım tesisin, ki böyle şeyler yaşanmasın! Ama yoktu. Çünkü tesis yetersizdi. Ve yaşanılan kargaşanın en büyük sebebi de buydu. Sadece medya çalışma odasının 10-12 metrekare ve iki masadan ibaret olduğunu söyleyeyim yeter! Orada onlarca gazeteci nasıl görev yapacak? Yapamadı zaten! Hasbelkader içeri girebilenler tabi!

Tesis demişken, tartan pistin kötü olduğu ve sporcular ile antrenörlerin bundan memnun olmadığı yönünde çok şikayet geldi kulağıma. Sebebini araştırdım. Tartanı başka bir firma yapmış, altındaki asfalt zemini başka... Böyle olunca da iki zeminin standardı birbirini tutmamış. Ve tabi bildiniz! İki firma da topu birbirine atıyor!

Atletizm tesisinin atıl kalma tehlikesi

Pistle ilgili bir başka teknik sorun ise atmalardaki kafeslerin yerleri ve yakınlığı konusunda yaşanıyor. Umarım bir kaza bela gelmez kimsenin başına! Bir de ısınma alanı konusu var, ki Oyunlar bittikten sonra gündeme gelecek. Oyunlar öncesi İlkadım Atletizm Sahası’nın hemen yanındaki Belediye’ye ait boş arsaya alel acele bir ısınma sahası yapılmış. Şimdilik iş görüyor. Ama Oyunlar bittikten sonra Belediye orayı alıp müze yapacakmış. Dolayısıyla uluslararası müsabakalar için yapılmış Atletizm Sahası ısınma alanından yoksun kalacak. Hal böyle olunca buraya hiç bir uluslararası yarış verilmez. Türkiye Şampiyonası dahi yapılamaz! Dolayısıyla alın size atıl bir tesis!

Son olarak, iki sporcumuzun gülle atmada finale çıktığını halkımızın nasıl öğrenemediğinden bahsedeyim ve yazıya noktayı koyayım. Mahmut Kılıç ile Serhan Çalhan elemelerde iyi bir performans göstererek finale çıktılar. Ama müsabakaları canlı veren yayıncı kuruluşu izleyenler onların finale çıktığını öğrenemedi. Çünkü ekran karardı! Tam 10 saniye! Ekran açıldığında başka branşa geçilmişti. Sebebi ise atletizm sahasındaki enerji kesintisiymiş! Neyse ki, aynı kesinti dünkü 100 metre finallerinde yaşanmadı! Dünyaya daha iyi rezil olamazdık çünkü!

26 Temmuz 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sessiz sedasız!‘’

Ülkemizde engelliler konusunda geçmiş yıllarda benim de kapıldığım şöyle bir yanlış algı var: Engeliller sporla hayata bağlanıyor! Yok böyle bir şey! Engelliler zaten hayata bağlı insanlar. Aksi olsa yaşayamazlar ki! Doğrusu şudur: Engelliler yarışıyor! Engelliler spor alanlarında birbirleriyle mücadele ediyor. Kazanıyorlar, kaybediyorlar. Seviniyorlar, üzülüyorlar. Fair-Play ruhuna uygun hareket edeni de var, etmeyeni de... Zaman zaman kavga dahi ediyorlar. Sonra barışıyorlar, kucaklaşıyorlar. Tıpkı sizin gibi, benim gibi, diğer sporcular gibi. İşte bir kaç gündür Samsun’da olan da budur.

Algıyı yıkmak lazım

2016 yılında Rio’daki Paralimpik Oyunları’nda bedensel ve görme engelli sporcular birbiriyle kıyasıya yarıştılar. Şimdi de sıra işitme engellilere geldi. İşte hep beraber görüyoruz. Gösterdikleri insan üstü çabayı, birbirlerini geçmek, yenmek için verdikleri mücadeleyi, akıttıkları teri, sahaya yansıttıkları coşkuyu... Bize verdikleri mesaj gayet net: “Yok bizim de sizden bir farkımız. Sizin yapabildiğiniz her şeyi biz de yapabiliyoruz. Sadece sizin gibi sesleri duyamıyoruz ve bu nedenle konuşamıyoruz. Ama görüyorsunuz bu bize engel değil. Biz de koşuyoruz, yüzüyoruz, rekorlar kırıyoruz, goller, basketler atıyoruz, smaç yapıyoruz vs.” Burada bize düşen bu mesajı almak ve kafamızdaki yanlış algıyı yıkmak. Engelli olayına bambaşka bir pencereden bakmak. Farkında olmadığımız şeylerin farkına varmak, farkındalığımızı artırmak. Ve onları ötekileştirmemek. Aslında engellilerin hayata sporla bağlandığı şeklindeki çağ dışı klişeye sarılmamızın sebebi de bizdeki farkındalık eksikliğidir. Ve engellileri ötekileştirmemizdir. Oysa öteki olmak göreceli bir kavramdır. Belki de bu ilkel yaklaşımımızdan dolayı öteki olan biziz!

Bravo Samsunlular!

Neyse ki, Samsun halkı bu konuda ülkemizin diğer kentlerine nazaran bir değil bir kaç adım öne geçmiş bulunuyor. Bir kaç gündür tribünleri dolduran ve işitme engelli sporcularla bütünleşen Samsunluların, engelli gerçeğiyle yüzleştiklerinden beri hayata bakış açılarının değiştiğini söyleyebeliriz. Bundan sonra Samsunlu için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Engellilere acınacak ya da yardım edilecek kitleler olarak bakmak yerine onlarla aynı potanın içinde çok daha kolay eriyeceklerdir. Bu yaklaşım bir dip dalgası olarak Samsun’dan tüm Türkiye’ye zaman içerisinde yayılacaktır.

Her zaman destek olunmalı

Deaflimpics 2017’nin ülkemize katacağı en önemli değer bu olacaktır. Toplumda var olan kalıpların, engellilerle aramıza ördüğümüz duvarların yıkılması Oyunlar sayesinde elde edeceğimiz en büyük kazanç olacaktır. Sporcularımız kazanınca, madalya alınca elbette sevinmeliyiz, onları alkışlamalıyız, bağrımıza basmalıyız. Ama bunu başarılı olamadıkları takdirde de yapmalıyız. Keza diğer yarışan sporculara da... Burada aslolan yarışmalarıdır. Bu konuda ortaya irade koymalarıdır. Ortaya koydukları iradeyi bize yansıtmalarıdır ve bizim gerek sportif, gerekse ahlaki kültürümüzü artırmalarıdır. Bizi bir simyacı gibi işleyerek sessiz sedasız değiştirmeleridir. Bizi biz, biz insan yapmalarıdır. Onlar kazansa da, kaybetse de, asıl kazananın biz olduğumuz gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Onların sayesinde!

25 Temmuz 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Rum Kesimi oldu Kıbrıs!‘’

Samsun’da düzenlenen 23. İşitme Engelliler Olimpiyat Oyunları için bir kaç gündür bu güzel Karadeniz kentindeyiz. Oyunlar kendi rutin mecrasında akıyor. Oyunların üçüncü gününde ilk madalyalarımız da judo branşından geldi. Bazı ufak tefek aksaklıklar oluyor ama bunlar insanı gülümseten cinsten! Ancak dünkü judo müsabakalarında yaşanan aksaklıklar pek de gülümseten tarzda değildi. Fikstürü belirleyen yazılım sisteminden kaynaklanan arızadan dolayı müsabakalar yaklaşık 2.5 saat durdu. Müsabaka ekranı ile sporcuların ekranı arasındaki uyumsuzluk nedeniyle bazı sporcuların yanlış rakiplerle müsabaka yaptığı, bazı sporcuların ise müsabakasını kaçırıp diskalifiye olduğu görüldü. Spor tarihimizin en büyük organizasyonunu düzenlememize karşın şehirde aynı heyecanın hissedildiğini söylemek güç. Bunun da sebebi kentin yeterince afiş, pankart vs gibi tanıtım araçlarıyla giydirilememiş olması. Kentin en önemli merkezlerinden biri olan İstiklal Caddesi’nde tek bir afiş bile görmediğimizi söylersem mesele daha iyi anlaşılır!

Samsun’da Kılıç şoku

Organizasyona damgasını vuran bir başka olay ise Oyunlar devam ederken Gençlik ve Spor Bakanı’nın değişmesi oldu. Organizasyonun düzenlenmesi için insanüstü bir çaba gösteren ve bu konuda başarılı da olan Akif Çağatay Kılıç’ın görevden alınması hemşerisi olduğu Samsun’da bir şok etkisi yarattı. Yakından tanıdığım ve bu işi en az Akif Çağatay Kılıç kadar başarılı bir şekilde sürdüreceğini düşündüğüm ve bugün Samsun’a gelecek olan yeni Bakan Osman Aşkın Bak’ı bekleyen en önemli görev, bu değişikliğin organizasyon üzerinde yarattığı olumsuz havayı bir an önce dağıtması.

Asla yeri olmamalı...

Açılış demişken, bu konudan söz etmeden geçemeyeceğim. Öncelikle kendi ölçeğimizde başarılı bir açılış töreni düzenlediğimizi belirtmeliyim. Tabi Pekin ve Londra Olimpiyat Oyunları’nın açılış törenleriyle kıyaslamaya kalkmazsak! Törende en kalabalık ve coşkulu kafile elbette Türk kafilesiydi. Stada girmeleriyle tribünlerdeki coşku tavan yaptı. Gözüme takılan tek olumsuzluk, Ermeni ve Yunan kafilelerinin yuhalanaması oldu. Maalesef bu durum ülkemizde alışkanlık haline geldi. Erzurum’daki EYOF açılış töreninde de aynı ayıba imza atmıştık! Sporda, hele hele engelli sporunda asla yeri olmaması gereken bir tepki.

Büyüklerimiz bilir!

Törende bir diğer dikkatimi çeken konu ise, Oyunlar’a bir sporcuyla gelen Kıbrıs Rum Kesimi’nin geçit töreni sırasında gerek dev ekranda, gerekse iki sunucu tarafından ‘Kıbrıs’ diye anons edilmesiydi. Biliyorsunuz, tüm dünyada Kıbrıs Rum Kesimi’ne ‘Kıbrıs’ diye hitap edilirken, biz ‘Kıbrıs Rum Kesimi’ deriz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) varlığından dolayı biz Kıbrıs’ı iki toplumlu bir ülke olarak kabul eder ve Kıbrıs adasını Kıbrıs Rum Kesimi ile KKTC şeklinde isimlendiririz. Ben, ilk kez bizim tarafımızdan, üstelik bizim ülkemizde düzenlenen uluslararası bir organizasyonda Kıbrıs Rum Kesimi’nden ‘Kıbrıs’ diye bahsedildiğini duydum. Ki, bu şekilde bahsedilmesi KKTC’yi yok saymak anlamına gelir. Bir yanlışlık mıdır, yoksa Kıbrıs politikamızda bizim bilmediğimiz bir takım değişiklikler mi oldu, bilemiyorum! Doğrusunu büyüklerimiz bilir!

21 Temmuz 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI