Arama

Popüler aramalar

‘’Şahane 35 dakika‘’

Kayseri karşısında hezimet yaşayan Beşiktaş’ın ilk 11’deki 8 oyuncusu türlü sebeplerle değişmişti. Kalecisi, defans dörtlüsünün üçü, orta sahadaki üçlünün tamamı ve santrforu değişmiş Beşiktaş ilk 35 dakikada Quaresma’nın da sahne almasıyla sezonun en iyi futbolunu oynadı. İkinci dakikadan golün bulunduğu 22’nci dakikaya kadar, toplam 7 pozisyonun 5’inde Portekizli süper star vardı. Duran topları harika kullandı, hareketli pozisyonlarda da çok basit oynadı. Özlenen Portekizli nihayet sahadaydı. Hilbert’in, Simao’yla 2’ye 1 yapıp, Mustafa’ya attırdığı gol çağdaş bir sağ bekin nasıl olacağının aynasıydı. Görüldü ki, Hilbert, Toraman’dan, Necip, Marco’dan, Sivok, Sidnei’den, Mustafa, Edu’dan daha iyi oyuncular ve formayı hak ediyorlar.
Mersin İdmanyurdu’nda Nurullah Sağlam, çok dengeli pas yapan bir orta saha yaratmış, ama yavaşlar. Erman, Zurita ve Hakan’lı orta saha, Ben Yahia’nın da desteğiyle Beşiktaş’ı sahasına hapsetmeyi başardı. Carvalhal’in de üstünde durması gereken konu bu. Klas ama yavaş bir takım karşısında 22’den 72’nci dakikaya kadar, pozisyon bulamayan ve Cenk’in 3 kurtarışıyla ayakta kalan Beşiktaş büyük hedefleri yakalayamaz. Kulübesinde Holosko, Aurelio gibi yıldızlar bulunan Rüştü, Toraman, Guti ve Fernandes gibi önemli oyuncuları kadrosunda bulunduran takımın çalıştırıcısının da mazereti olamaz! Quaresma’nın, Holosko’nun kaçırdığı gol de o yıldızlara yakışmadı. Ama en önemlisi 90+2’de Simao’nun tepeden gelen mükemmel pasında sıçramayı bile beceremeyen Edu’yu takıma kim kazandırdı, benim aklım almadı. Vasat bir santrfor o pozisyonu kolaylıkla gol yapardı.

Mersin için endişeye gerek yok. Fenerbahçe’den sonra Beşiktaş’ı da bunalttılar, ama puansız çıktılar. Kendilerine denk Anadolu kulüplerinin kilitlerini kırmakta zorlanmazlar.

25 Ekim 2011, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Telafisi Trabzon'da‘’

Zorlu bir engeli aşıp, yokuş aşağı gitme hayaliyle gittiğimiz Moskova’dan, zirvenin gerisine düşerek döndük. İnter gibi 2 sene öncesinin Şampiyonlar Ligi şampiyonunu deplasmanda devirdikten, Fransa şampiyonu Lille’e karşı 1-0 geriye düşüp puan çıkarttıktan sonra CSKA Moskova, adından olsa gerek, kolay bir rakip gözükmüştü Türk otoritelere. Çetin Altan’ın dediği gibi ‘Enseyi karartmamak lazım’. Çünkü tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi’ne katılan Trabzonspor, UEFA sıralamasında bonuslar dahil, alınan onca puana rağmen 99’uncu, zayıf(!) rakibimiz ise 20’nci sıradaydı. Trabzonspor kazanılan 4 puanın verdiği özgüvenle müsabakaya iyi başladı. Belki pozisyon yakalayamadı, ancak pozisyon da vermedi. İkili mücadelelerde ayakta kaldı. Adrian beklendiği gibi Trabzonspor’un en etkili adamıydı, ancak forvet hattında ona ayak uyduran olmadı, bütün iyi niyetine rağmen yavaş kaldı. Kanat beklerimiz vasatı hiç aşamadı. Zokora ile birlikte görev yapan Colman kimi zaman harikalar yarattı, kimi zamansa, rakip kontratakları başlatan adamdı.
Çağdaş bir yaklaşımla defansı orta sahaya yakın kurmamız bireysel hatalar sonrası bize pahalıya patladı. Lille deplasmanında 2 gol yapan Fildişili yıldız Doumbia pozisyon yakalarken hiç zorlanmadı.
Tekrar söylemek isterim ki, ‘enseyi karartmamak lazım’.
Rövanşta Burak da oynayacak. Avni Aker’in yakıcı atmosferi, daha önceki 3 maçtan çıkartılan dersler ve ofsayta düşmeme konusunda gösterilecek özen Trabzonspor’u 3 puana taşıyacaktır.

19 Ekim 2011, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Barcelona golüyle‘’

Daha ilk dakikada Ozan İpek’in ortasında Sestak’ın kafa şutu Muslera’da kalınca Bursaspor maça önde başlama şansını kaçırırken, çok zevkli bir 90 dakika seyredeceğimiz de belli oldu.

Kalite ve mücadele açısından Türkiye standardının üstünde olan ancak pozisyon zenginliği olmayan bir müsabakaydı. Önde basan, çabuk oynamaya çalışan, tek pas yapan, yer değiştiren ama üçüncü bölgede çoğalamayan ve her dakika biraz daha oyundan düşen Galatasaray... Kazım’ın arka adalesinin çekmesi, Engin’in muhtemelen kasığının atmasıyla oyun dışı kalmasıyla kuvvet ve dayanıklılık açısından çok eksiği olduğu kesinleşen Aslan! Her dakika oyuna ağırlığını biraz daha koyan Bursaspor. Çabuk oynasa da ceza alanına çok adamla giremeyen Galatasaray’da bir oyuncu sıra dışı bir iş yapmalıydı. Engin yaptı. Kazım’a oynamaktansa Stepanov ve Ozan İpek’i oyundan düşüren bir çalım, Serdar Aziz ve Adem’i ve en nihayetinde Carson’u çaresiz bırakan bir pasla düğümü çözdü. Tek başına Bursaspor defansıyla boğuşan Elmander de “al da at” pasını ıskalamadı.Sonrasında hep Bursaspor oynadı, Galatasaray karşılamaya çalıştı. Sercan’ın acemice kornere attığı topa kadar da savunmada harikaydı. Bir kez durdular orada da Serdar Aziz durmadı. Golü yediler, Terim’in gecikmiş Baros hamlesiyle üstünlüğü hemen ele geçirdiler, tipik bir Barcelona golüyle. Sabri’den derin bir pasla Sercan’a, Sercan’dan topukla Elmander’e, Elmander’den tekte defansın arkasına, Baros’tan ağlara. Rakip kaleye koşan 3 oyuncu Elmander, Sercan ve Baros aynı anda oynarken gol gelmesi sürpriz mi? Bursaspor puanla çıkmayı, ikinci gollük pozisyonunu 78’de yakalayan Galatasaray puan kaybetmeyi hak etmişti. Galatasaray altın değerinde 2 puan kazandı.

17 Ekim 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fark 10 yıl‘’

Kaleci Neuer’in defanstan uzun oynadığı 2 topu, 2 pasla ağlarımıza gönderdiler ve bildiğimiz disiplinlerini bir dakika terk etmeden bizi yenip döndüler. Milli takımda ter döken futbolcularımız uzun zamandır görmediğimiz bir coşku, aidiyet duygusuyla mücadele etseler, sezonun bireysel olarak en iyi performanslarını sergileseler de yetmedi.

Pekâlâ maçın başında Arda, Burak, Sabri, Selçuk ve Hamit’in tek toplarla yakaladığı pozisyon gol olabilir, Hamit Neuer’i mağlup edebilir, takımımız önde başlayabilirdi. Pekala, 30. dakikada Hakan, Burak, Hamit ve Arda’lı organizasyon Selçuk’la gole dönüşebilirdi.

Öne geçebilirdik. Ancak Almanya bizi yenerdi.

Dünya üçüncüsüyle oynadık, unutmamak lazım. İngiltere ve Arjantin’i 4’er golle deviren milli takımın 8’i ilk onbirde sahadaydı: Neuer, Khedira, Scwehinsteiger, Podolski, Mueller, Boateng, Mertesacker, Lahm. Klose yoktu, gol makinesi Gomes vardı, en büyük sistem içi yıldızları Mesut yoktu, genç de olsa büyük yıldız gibi oynayan Götze vardı.

35 dakika tempo yaptılar, milli futbolcularımızın aynı coşkuyla cevap vermeye çalışması üzerine işlerini her dakika biraz daha kolaylaştırdılar.

Oyun disiplini, bireysel taktik, sistemlerini ezbere oynamaları, altyapıları ile zaten farklılar, 8’de 8 yaptıktan sonra çıktıkları müsabakayı da dünya şampiyonası ciddiyetiyle oynamayı başarabiliyorlar.

O yüzden endişeye gerek yok bu Almanlar Belçika’yı da devirirler.

Yeter ki biz Azerbaycan maçını da aynı ciddiyetle oynayalım.

Ancak Türkiye liginin bu temposuzluğu, kalitesizliği, hem federasyon, hem kulüp yöneticilerinin altyapıya yabancılığı, sisteme inanmaması büyük hayaller kurmamıza engel.

Her zaman büyük milli takımları yenecek bir 11 bulabiliriz ama istikrar, emek ister, vizyon ister, çalışmak ister.

Milli takımımızı ve futbolcularımızı çok seviyorum, Almanlar’a ise öğrettiklerinden ve her maçta dünyaya aynı dersi verdikleri için saygı duyuyorum.

Emek, sistem, çalışmak, sabır yoksa, başarı da yok, mutluluk da!

Hiddink değil feriştahı gelse ne fark eder.

08 Ekim 2011, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yine devrim yine devrim‘’

Bizi Avrupa Şampiyonası Finalleri’ne götürmesi için anlaştığımız ve Süper Lig’de maç seyrettiremediğimiz Hiddink’e bütün altyapı milli takımlarını bağlamak ne devrim ama! Hiddink gidecek, yerine yenisi gelecek, yine bir devrim!

Sonra bir başkası!

Geçen hafta, Belçika’da son 2.5 senedir hükümet olmadığını, ama sistemin tıkır tıkır işlediğini yazmıştım. Bizde ise Federasyon Başkanı da yerindeydi, FGM Direktörü de, federasyonun tüm profesyonelleri de... Ama A2 ligimiz henüz başlamamış, antrenmanlarını yapan bin sporcu, kulüpler bilgilendirilmemişti.
Şubat 2010’da Yanal’ın getirilişi ‘devrim’ diye sunulurken, yeni devrime imza atanlardan 7 tanesi Özgener yönetimindeydi! İki devrim, tebrik ediyorum!

FGM’nin bütçesi yarı yarıya düşürülürken, bugünkü devrime imza atanlar, o günkü devrimci yönetimdeydi!

Altyapı organizasyonunun tüm sorumluluğu, bir kişiye yüklenemeyeceği kadar büyük ve hiçbir zaman doğru organize edilemedi. Kimileri pozisyonunu korumaya çalışır, kimileri köşe kapmaya çalışırken olan çocuklarımıza olmasın. Yanal yarın kendini kurtarır. Süper Lig’de bütün takımları çalıştırmaya adaydır. Ancak altyapı organizasyonu kulüp çalıştırmaktan daha zor, daha meşakkatli, daha adanmışlık isteyen bir yapıdadır. Hayatlarında hiç sporcu yetiştirmemiş, lobi dışında hiçbir alanda başarılı olamamış, akademik eğitimi eksik insanların iktidar olmadığı, altyapıdaki antrenörlerin iyi bir eğitimden geçip iyi maddi koşullarla çalışacağı, çocuklarımızın iyi koşulda antrenman yapıp eğitim alacağı, antrenörlere ve sporculara destek vermeyen kulüplere fırsat sunacağı bir düzeni hayal ediyorum. Bu son devrim olsun.
1.5 yıl evvel ‘devrim’ diye getirdikleri adamı muhatap bile almayıp, sistemde tutmaya çalışmayıp, federasyonu büyük bir ekstra tazminat yüküyle karşı karşıya bırakanlar, kendisi olmasa bile çocukları iyi koşulda spor yaptıracak bir düzen kuramazlarsa onlara, “Canınız sağolsun” diyemeyeceğiz.

Altyapılar A Milli Takım Teknik Direktörü’ne bağlanıyorsa; bu, Süper Lig maçı izlemek için Türkiye’ye gelmeyen Hiddink’in değil, Oğuz Çetin’in tek patron olduğunu gösteriyor. Her yaş grubuna çok iyi antrenörler bulacağından şüphemiz yok!

Yeni gelenlere başarılar dilerim.

05 Ekim 2011, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Farklı ama renksiz‘’

Terim’in Galatasaray’ının her gün daha iyi futbol oynamasını bekleyenlerin hevesi kursağında kalıyor ama çok aşınan özgüvenin kazanılması için galibiyetler ilaç gibi geliyor.

Galatasaray ligin en mütevazı rakibini kırılma anlarında yıldızlarının başarısı, rakibin acemiliğiyle yıktı. Ancak çok önemli oyuncularını kaybeden ve 25 günü sorumsuzca antrenmansız geçiren Ankaragücü karşısında temposuyla da bir şeyler yapmalıydı. Görülen o ki; Galatasaray’ın temposu yetersiz.

Kontratakta Kazım’ın yaptığı mükemmel gol dışında 56. dakikaya kadar organize tek atak yapmayan Galatasaray, kaybettiği Belediye maçında çok daha tempolu oynamış, daha da çok pozisyon yakalamıştı.
Muslera, Rajnoch’un şutunu mükemmel önleyerek maçın kaderinde çok önemli bir rol oynadı. Aynı Rajnoch sarı kırmızılıları öne geçiren ve 3000. golle ismini de Galatasaray’ın tarihine yazdıran golü kendi kalesine atınca maçın kaderi de belli oldu. Şut atmadan öne geçen Sarı Kırmızılılar, Özgür Çek’in topun sibobunu aradığı bir korner sonrasında Engin’le başlayan, Kazım’la biten mükemmel bir gol daha atınca, sanki maç iyice rölantiye alındı.

Ziya hoca stoperde Aydın ve Ediz’i oynatıp, Rajnoch’u öne atarak Çek futbolcunun hem gücünden hem de tekniğinden yararlanmak istedi. Rajnoch, takımının en iyisi, sahanın en şanssız ismiydi. Hürriyet ve Kaan da Selçuk’la Melo’yu iyi önleyince sıkıcı bir maç izlendi.

Selçuk iki gollük pasıyla, Elmander mücadele gücü ve dar alandan çıkışlarıyla, Ujfalusi pozisyon ilgisi ve tekniğiyle fark yaratan isimlerdi. Engin ise özlenen futbolcu oluyor. Kısa zamanda herkesin antipatisini kazacak kadar çok hata yapan Engin kimseyle tartışmayınca sınıf atlıyor. Sabri bandına dua etsin, rakip takımdaki arkadaşı Uğur’dan iyi değil, Ebue ise mükemmel bir kontratakta Elmander’e topu bırakmayarak kendisine oynayan bir adammış endişesi yarattı.

Kötü oynayan Galatasaray büyük fark da yapardı ama kaleci Özden, Kazım, Selçuk ve Elmander’in şutlarını güzel kurtardı, maçın sonunda doğru bir penaltı çalan Aydınus da Selçuk’a maçın başında yapılan faulde penaltıyı atladı.

03 Ekim 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Başkalarının çocukları‘’

Ağzını açan kurumsallıkla başlıyor kurumsallıkla bitiriyor. ‘Çocuklarımız’ diyor, ‘geleceğimiz’ diyor, ‘proje’ diyor ama icraat gözükmüyor.
Dedikodudan geçilmiyor. Geçen gün bir köşe yazısı yazdım. Federasyon yetkililerinden Futbol Geliştirme Merkezi (FGM) yetkililerine kadar herkes kendini savundu. Yani iktidar kavgası tam gaz sürüyor. Birileri pozisyonunu korumaya, birileri köşe kapmaya çalışıyor. Olan her zamanki gibi çocuklarımıza oluyor. A-2 diye isimlendirilen ligimiz henüz başlamadı. Statüsü, fikstürü, takvimi belli değil! A-2 deyip geçmeyin. Gençlikten çıkıp, geleceğini futboldan kurmaya aday futbolcuların kendilerini geliştirebileceği son nokta. 19-22 yaş arasındalar. Oynayamıyorlar, oynatılmıyorlar!
32 takım var. Her takımın kadrosunda 20-25 de A-2 oyuncusu Ö Geleceklerini profesyonel futboldan kazanacağı paraya bağlamış; 750 birey! 750 delikanlı! 750 insan! 750 hayal! 3 Temmuz’dan başlayarak bugüne kadar antrenman yapıyorlar. Hala maçları başlasın, birileri onları izlesin, güzel sözleşmeler yapsınlar diye bekliyorlar. Ancak kimsenin umrunda değiller. Üstelik bu yaklaşık 750 oyuncunun, 100-150 tanesi de milli takımlarda ter dökmüşler.
Oysa Avrupa’nın pekçok yerinde reserv ligler başladı. Premier Lig’de A-2’ler 4 maç oynadı. Mesela küçücük Belçika, A-2’lerde 8 haftayı tamamladı. Niye mi Belçika? Belçika’nın 2 senedir hükümeti yok, bütün işler tıkır tıkır yürüyor. Kurumsallıktan bahsedenlere örnek olsun diye söylüyorum. Bizde federasyon hiç başsız kaldı mı! Bu arada Belçika’dan çıkan futbolculardan benim bildiğim beş futbolcu Premier Lig’de ter döküyor.
Medya olarak biz de suçluyuz. Denetlemiyoruz, çocuklarımızın çalınan hayallerini sormuyoruz. Kulüp başkanlarına diyecek bir şeyim yok. Onu geçen hafta söylemiştim. Altyapılar kapatılsın. Altyapı sahalarına AVM’ler yapılsın. Oradan gelen paralarla dünya yıldızları alınsın!
Real Madrid’te Almanya’da yetişmiş üç Türk oynuyor. Türkiye’de Almanya’da yetişmiş 100’ün üstünde! Sanki onların genetiği farklı! Bizim başkanlarımız çocuklara yatırım yerine hala sınırsız yabancı peşinde koşuyor. Federasyonumuz 6 + 2 + sonsuz yabancı kontenjanıyla sözde kulüplerimizi kurtarıyor.
Çocuklarımızı yetiştirecek organizasyon, çocuklarını oynatmayan federasyona hesap soracak kulüp başkanları ve hayatını adanmış olarak yaşayacak teknik adamlar aranıyor.
Başlatan bu ligleri. Günah bu çocuklara.

30 Eylül 2011, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Eline sağlık Tolga‘’

Elli dördüncü dakikada anlamlı sayılabilecek, golle bitebilecek ilk şutumuzu Colman’la attık. Bir dakika sonrasında Zokora ceza alanında yatarken Joe Cole’un vuruşunu Tolga kurtardığında, “Evet, şimdi başlıyor” diye umutlandık. Ve Tolga yaptığı o kurtarışla adını bu bir puanın altına yazdırdı. Adrian’la Alanzinho’yu doğru zamanda değiştiren Güneş-Karaman ikilisi gibi... Adrian’ın sağlamken hep oynaması lazım. Çabuk, teknik, adam eksiltiyor, şut atıyor, fark yaratıyor. Dün de penaltı kazandırdı.

Forveti Hazard, Sow ve Cole’dan oluşan, arkalarında oyunun iki yönünü de mükemmel oynayan Balmont olan Lille karşısında hiçbir takım çok da rahat oynayamaz. Zaten ne bekliyorduk ki; burası Şampiyonlar Ligi! Buradakiler liglerinin, Avrupa’nın en iyileri.

Ve futbol bir kültür.

Kötü oynayarak bazen kazanırsınız, iyi oynarken ise bazen kaybedersiniz.

Trabzonspor Türk futbolunun en iyi futbol oynayanlarından birisi. Ama güreşerek savunma yapılan, yavaş, oynayanın değil kazananın alkışlandığı bir ligden böyle bir arenaya çıktığında gerçeklerle yüzleşiliyor. Bir kültür demiştim ya, haklı da olsa bu ülkenin en bilge spor adamlarından Şenol Güneş cezalı olduğu için locada, en formda golcüsü 4. dakikada attığı anlamsız bir tekme yüzünden tribünde... Biz farklıyız! Ve daha zaman ihtiyacımız var.

Lille sanki harika mı oynadı, hayır. Ancak futbolun temel prensiplerini çok daha iyi uyguladı. Trabzonspor orta saha oyuncuları gibi çıkarken neredeyse hiç top kaptırmadı. Çabuk oynadı, yakaladığı ilk pozisyonda ise Sow’la Tolga’yı avladı.

Trabzonspor’da Tolga kurtardığı golle takımın umudunun ayakta kalmasını sağladı. Halil savunmaya yaptığı katkı, önde top tutarak, penaltı öncesi iki kişiyi oyundan düşürüp pası Adrian’a ulaştırarak fark yarattı. Kötü oynayan yoktu, mücadele ve oyun disiplini çoktu. İkinci yarıdaki mücadele ile çok hak edilen puan kazanıldı. Ama biraz daha çabuk olmak, biraz daha forse etmek lazım.

Hem Trabzonspor’un iddiasının devam etmesi açısından, hem de ülke puanına katkısından bu bir puan iyi değil, altın, altın.

28 Eylül 2011, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI