Arama

Popüler aramalar

‘’Futbolcunun maçı!‘’

Hazırlık maçları takımın değil, futbolcunun genel durumu hakkında daha fikir verici oluyor. Teknik adamlar da bu yüzden hamlelerini maçı kazanmak ya da kaybetmeme gibi kaygılarla değil, resmi maçlarda şans veremediği oyuncularının performansını test amaçlı değerlendiriyor.

Werder Bremen karşısında bu olanaktan yararlanan oyuncular arasında özellikle Tolga çok ön plana çıktı. Son Gaziantep Belediyespor maçındaki Tolga ile dün akşamki arasında dağlar kadar fark vardı. Artık “deneyimli” kategorisinde anacağımız Tolgada maç eksiğinin bir gerileme kaygısı yarattığı izlenimine o maçta kapılmadık değil. Ama Tolga dün akşam,“Hayır” dedi, “Ben hazırım” mesajı verdi. Bu durumu motivasyon faktörüyle açıklamak mümkün.

“Gitme” havasındaki iki oyuncu Sezer ve Zafer, bir türlü oyuna ait olamadılar. Bu nedenle olacak, Şenol Güneş’ten en azından denenme bakımından bile 90 dakika şans bulamadılar.

Takımın genel durumuna gelince; ilk yarım saat tamamen Trabzonspor’un kontrolünde geçti. Umut’un jeneriklik golüyle kazanılan özgüven ve isabet oranı yüksek pas trafiği, Werder Bremen’in pres yapmaya başladığı 30. dakikadan itibaren kayboldu gibi. İlk yarı bitene kadar bu durum devam etti. Hunt’un Tolga’nın harika kurtarışıyla engellenen gol girişimi, 41. dakikadaki rastlantı da olsa olası golün habercisiydi.

İkinci yarıda yoğun oyuncu değişiklikleri maçın havasını biraz düşürse de, bu yarıdaki 3 net pozisyonun Alman ekibinden geldiğinin ve bunlara Tolga’nın inanılmaz reflekslerle direndiğinin altını özellikle çizmek gerek.

06 Ocak 2011, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Krizi yönetmek‘’

Genel kanı şu: “Trabzonspor’da Güney Amerikalı oyuncuların tatilden geç döneceğini hisseden Şenol Güneş, izin süresini ona göre belirlemeli ve krizin önünü kesmeliydi.”

Tam olarak değilse bile benzer kanı bizde de oluşmadı değil. Gelinen nokta, bir empati zorunluluğunu doğurdu.

Şu soruları kendimize sorduk:

- Bu düşünceden, “Disiplinsizliğin zeminini kendisi hazırlamalıydı...” anlamını çıkarmak mümkün mü?

- 3 oyuncunun nabzına göre şerbet verilirken diğer 20 dolayında futbolcunun hassasiyetleri göz ardı edilebilir mi?

Hele de ligin ilk devresinde maçların tamamında forma giyen Egemen, Serkan ve Selçuk’a verilen ekstra iznin iki oyuncu tarafından kullanılmaması, Selçuk ile Yattara’nın saati saatine kampa dönmesi apaçık gözler önündeyken...
Kendimize verdiğimiz yanıtlardan şu sonuca ulaştık: Eğer 3 oyuncunun keyfiyetini diğerlerinin adaletine vurulan bir damga olarak korursanız elinizdeki ekibin kontrolünü sağlamanız bir o kadar da imkansız hale gelecektir.

Elbette Şenol Güneş, durumdan vaziyet çıkarıp tipik bir “görmedim, duymadım” rolü oynayabilirdi. Ancak bazen krizler, onları çözüm yöntemlerinize göre yararlı birer hamle haline rahatlıkla dönüştürebilir.

Güneş’e düşen bu krizi nasıl yönettiğini ve takıma değil, suçluya cezayı nasıl verdiğini anlaşılır biçimde camiayla paylaşmasıdır.

Kaldı ki bu kriz sürecinde devre arasında takıma yapılan takviyeler, elini güçlendiren en önemli faktördür. Kadroda alternatiflerin artması, hareket alanını daha da genişletecektir.

En önemlisi de, Trabzonspor’un “Leh açılımı”, Güney Amerika hegemonyasını kıracak en ciddi kilometre taşıdır.

Dedik ya; krizlerden çıkış yolları geleceğinizin şekillenmesinde etkin rol oynayabilir. Örneğin, Engin’in şahsına yönelik çıkışını takım adına başarıyla by-pass eden Güneş, Güney Amerikalılar’ın ekip ruhuna zarar veren sorumsuzluklarını gerektiği gibi cezalandırabilirse, söz konusu krizi kulüp lehine savuşturabilmiş olur.

..Ve inanıyoruz ki süreç, bahsettiğimiz gibi işleyecek, Şenol Güneş bu krizden de takım lehine yeni bir sinerji oluşturacaktır. Bekleyelim, görelim...

05 Ocak 2011, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kaza değil, ihmal!‘’

Beşiktaş da erken yemişti golü ama “nasılsa atarım” edasıyla 90 dakikanın nasıl geçtiğini anlamamıştı. Trabzonspor ise erken yediği beraberlik golünden sonra, “nasılsa atarım” modundan, gariptir, yeniden öne geçince kurtuldu. İşe daha ciddiye almaya başladı gibi gözükse de, oyunun son bölümünde maçtan kopmanın bedelini ağır ödedi.

Önce şunun altını çizelim: Yabancıları erken tatile çıkarmakla, bu maça yeterli önemin verilmediği havası doğmadı değil. Ama yabancıları bu tür maça motive etmek de kolay değil. İzin, doğrusu gibi durdu. Yeni “kaçak!” korkusu!

“Futbolda sürprizlerin temel nedeni görece güçlü tarafın diğerini küçümsemesi, o tarafınsa çok önemsemesidir” demiştik bir süre önce. Bu bağlamda kalanları motive etmek için Şenol Güneş’in, geçen sezon zor kazanılan Orduspor maçından sonra elde edilen kupaya atıfta bulunarak söylediği, “Büyük zaferlere, küçük, sağlam adımlarla gidilir” sözü tek başına yeterli olmasa da, bir Beşiktaş maçı vardı belleklerde. Bir musibet, bin nasihat örneği. Bütün bu gerçekler de, genelde sürekli şans bulan oyunculardan kurulu, Engin de girdikten sonra neredeyse tam kadro olan Trabzonspor’u bildik temposuna ulaştırmadı. Üstelik tribünleri dolu ve coşkulu, rakip de bir alt ligden. Son birkaç dakikaya girildiğinde oyundan kopmanın izahı başka ne olabilir ki? Yoksa boşta kalan topa Beşiktaş’ı 30 metreden attığı golle bitiren Eren hamle yapıp, Serdar’a, “al da at” derken, bütün bir savunma kendisini izler miydi? Oysa ki Güneş tehlikeyi sezmiş, oyuna Engin’le, takımı rahatlatacak golü bulma, olmayınca da Ceyhun’la skoru korumaya katkı amaçlı müdahale etmişti. Ama oyuncularını “bitse de gitsek” havasından kurtaramayınca kupaya 2 kayıp puanla başlamak zorunda kaldı. Konuk ekibin mücadele azmi takdire değer. Puan cetvelindeki konumları, onların da kendi liglerinde konsantrasyon sorunu yaşadıklarının göstergesi.

22 Aralık 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sıkıntıdan öldük!‘’

Basın toplantısına gitmeden okuduğumuz bu yazıyı düşündük Şenol Güneş’in konuşması süresince. O da sakin sakin anlattı, sorulara yanıt verdi. Bilgece, yeri geldi felsefi dille, zaman zaman belge ve bilgiye dayalı somut örneklerle anlattı ilk yarıyı 5 puan farkla lider bitirmenin nedenlerini. “Bursa’dan 5 puan gerideyiz diye kabul edip öyle hazırlanacağız 2. yarıya” diyerek bu bölümü tamamladı.
Bir saati aşan toplantıda can alıcı nokta, bazı çevrelerdeki son günlerin popüler sancısı (!) yani 3 maç üst üste çalınan penaltılara yönelik söylemlere yanıtıydı. “Vurup, kırıp, parçalayacağını” sanırdınız bu sinir bozucu söylemlere karşı açıklama yaparken. Yine sakin anlattı derdini: “Atılan çamurlar, yapılan saygısızlıklar bize değil Türk Futbolu’na zarar verir.”
Düşün, binlerce sportif makale çıkar bu sözden.
Hele şu söz: “Yarışta tabi ki öncelikli amaç kazanmak ama kazanmak için her yol mubah değil bizim açımızdan.”
Baktı olmadı, “O zaman gelin tek tek pozisyon konuşalım” diyerek, örnekler verdi.
Sonra, “Benim seviyem bu değil” dercesine düzeltti söylemini: “Aziz Yıldırım’ın heyecanına hayranım. Geçen yıl şampiyonluktan ettiğimiz Fenerbahçe taraftarının bana sevgi ve saygısını unutamam. Bunlar varken kaybediyor olmanın ruh halindeki teknik direktörünün sözlerini mi dikkate alayım.”
Son olarak Bosman Yasası. Teofilo ve Jaja soruları üzerine, FİFA’nın, oyuncuları da bağlayacak önlemler almasını istedi. “Sınırsız özgürlük, verimlerini düşürüyor.”
Üzerinde çok çalışılması gereken, başlı başına bir yazı konusu daha...
Yapma be hocam, biz sıkılırız böyle şeylerden!

21 Aralık 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yok artık!‘’

Trabzonspor’un seçimli olağan genel kurulunda (binlerce üyeye SMS’le çağrı yapılmasına rağmen) dün 200 kişi yoktu.
Divan Kurulu, faaliyet ve mali raporlar üzerine konuşacak kişi aradı uzun süre. Karşı görüşte olanları bırak, destekleyecek konuşmacı da bulamadılar, geçti Divan Başkanı, anlamlı gülümsemeyle.
Bu durum; Takım performansıyla kulüp performansı arasındaki farkın, tribünlere ve salona yansımasıdır.

Değil diyelim. O zaman bir diğer nedene yoğunlaşalım: İki olası aday vardı. İkisi de daha adaylıklarını açıklamadan ‘pişmiş aşa su katmakla’ eleştirildi. İkisi de aday olamadan çekildi.
Olsaydılar aday; o salon dolsaydı, karşı çıkanlar, destekleyenler konuşsaydı, kalabalık salona sığmasaydı!
Sorgulansaydı hesaplar, takım lider olmadan dillerde sakız olan borç miktarı, icraatlar, varsa yanlışlar ortaya dökülüp tartışılsaydı!
Ne sakıncası vardı?
Olmadı.
Sorgulamadı bunu az sayıdaki üye. Sesleri, aidat artırımı yarım ağız gündeme geldiğinde çıktı; ‘istemezük!’
Yok artık...

Genel kurul gölgede kaldı. Kulüp performansı pek ilgilendirmiyor olacak Trabzonsporlular’ı. Takım performansına bakalım. En az 5 puan farkla ilk yarı liderliği. Trabzonspor, ikinci yarı çeşitli odakların hedef tahtası olacak kuşkusuz. Şimdiden hazırlıklı olmalı camia.

“30’uncu dakikada Emenike ustaca, profesyonelce bir darbe sonrasında sakatlanarak oyun dışında kaldı...”
Bu sözler, yıllarca başarıyla üst düzey hakemlik yapmış Serdar Tatlı’ya ait. Demek istiyor ki Tatlı: “Giray, bilerek, isteyerek, profesyonelce yani tuzak kurarak meslektaşını sakatladı.”
Yok artık!
Bir insana yapılacak en ağır suçlama. Beyefendi kişiliğiyle tanıdığımız Giray’a haksızlık var bu sözlerde. Bazen eleştiriler, yorumlar amacını aşabiliyor. Dileriz böyledir!

Ligin en çok gol atan, en az gol yiyen, en çok kazanan, en az yenilen... Bütün “en’ler” lehine olan bir takım Trabzonspor.
Kişiliklerine ve teknik adamlık kariyerlerine önem verdiğimiz için sözlerini dikkate aldık...
Abdullah Avcı, 56 haftadır
penaltı alamadıklarından yakındı. Ne alâka Trabzonspor’la!
Ya Aykut Kocaman? Son 3 maçtaki penaltılarına vurgu yapmış Trabzonspor’un. Bu kadar pozitif ‘en’ ile ilk yarıyı lider kapayan takımın hocası, meslektaşı Şenol Güneş’e haksızlık en azından.
“Trabzonspor hakem hatalarıyla lider” denilecek neredeyse.
Yok artık!

19 Aralık 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’O şovu hak ettiler‘’

Emenike “beni değiştirin” işareti yaptığında kendisine yakın kale arkası tribününden sevinç belirtileri görüldü. Yücel İldiz tekrar sordu, Emenike “alın” diye ısrar edince ellerini iki yana açtı şanssızlığına kahretti.

Futbol garip bir oyun, burada sevinç de isyan da skora ilişkin ve tabii ki olacak. Ama insan sağlığı! Neyse ki hastaneye götürülmek üzere ambulansa taşınırken Emenike’yi alkışlayan tribünler, “önce insan” gerçeğini hatırladılar.

Gol krallığı zirvesindeki Emenike gibi kozdan mahrum kalmak Karabükspor’da bütün planları bozdu. İlk 20 dakikada topla buluşan her Karabüksporlu, uzun top atıp Emenike’ye çalıştı. Sonrasında da daha organize çıkıp Trabzonspor’u zorlamaya başladıklarında bu sakatlık geldi.

İlk yarı liderliğini garantilemiş olmanın doğal rehavetinin yanı sıra, ilk onbir müdavimlerinin kart, sakatlık ve kaçaklık gibi faktörlerle çokluğu da Trabzonspor’un handikapı oldu. Buna tek liste de olsa seçimli, o listede yer alma savaşlı genel kurul stresini ekleyin. Kötü bir ilk yarı oldu bordo mavililer için. Emenike rahatlığı ve skor, Şenol Güneş’e üçüncü bölgede kalabalıklaşma hamlesini Yattara’yla yaptırdı.

Gineli oyuncu kulvarından top taşımakta eski günlerini anımsatsa da pasları çok kötü olunca bunlar başta işe yaramadı. Zorlu rakiplerinin savunmalarını erken bulduğu gollerle çökerten ve sonra boşluklar bulan Trabzonspor, bu avantajı yakalayamadığı gibi, Karabükspor’un iyi kapanarak çabuk ve tehlikeli çıkışlar yaptığı anlarda, risk alarak rakip yarı alana yerleşti, önce şuursuz sonra da kontrolsüz baskı kurdu. Son 20 dakikada net pozisyonlar bulup Tomiç engeline takılsa da bir şans golüyle amacına ulaştı. Engin ve Burak’la da galibiyeti taçlandırdı.

Bu skor, risk alarak da olsa, inat, ısrar ve hırsla hedefi kovalamanın ürünüdür. Maç sonu şovunu analarının ak sütü gibi hak ettiler.

18 Aralık 2010, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ateşten gömlek!‘’

Bunalımlarla tamamlanan o sezon takım, kümede kalmayı matematiksel olarak 27. haftada garantilemiş, sezon sonu kolları sıvayan Şener ve ekibi, “küçülmeyi” değil, “büyümeyi” kararlaştırmış, konu; “borçlanarak büyüme mi olur!” sloganıyla eleştiri oklarının hedefi olmuştu.
Adeta bir transfer rekoruyla gerçekleştirilen yeniden yapılanmanın ardından takım performansı, 2008-2009’da şampiyonluğun matematiksel olarak son haftada kaybedildiği konuma yükseldi. Bu arada yeni kaynaklar yaratma konusunda da bir rekora imza atılsa bile borç giderek arttı. Kümede kalmayı ancak 27. haftada kesinleştirme ve son haftada şampiyonluğu kaybetme arasındaki büyük gelişim sponsor desteğini de artırdı. Ancak borç miktarı ve reddedilen tüzük değişikliği talebi, olağanüstü genel kurulu zorunlu kıldı ve yönetim kısmen yenilendi. Ersun Yanal’dan boşalan, Ahmet Özen’le son haftaları tamamlanan sezonun ardından, uzun süren hoca arayışlarına karşın uygulamalarıyla yanlış olduğu ortaya çıkan Broos tercihiyle, yeniden buhranlı döneme girildi ama imdada Güneş yetişti.
Ligin erken kaybedilmesiyle tek hedef kupa kaldı. Trabzonspor, üstelik Fenerbahçe’yi yenerek Türkiye Kupası’nı aldı, ardından Süper Kupa’yı müzesine götürdü.
Bunlar dünün özeti. Bu sezon da durum ortada: Kulüp, genel kurula, takım Süper Lig’de puan olarak açık ara lider iken gidiyor.
Bütün bunlar, Şener için tartışmasız hak ettiği artı puan oldu. Karşılığını da rakipsiz kalarak aldı. Ancak 2 önemli eksikle: İlki bugünkü takım performansının en büyük mimarı Şenol Güneş’in getirtilmesindeki kararlılığı ve ısrarının yanı sıra, Sadri Şener’in ifadesiyle tesisleşme ve kurumlaşma konusunda katkıları tartışılmayacak olan Hayrettin Hacısalihoğlu. İkincisi de, Şener’in son dönemde bütün önemli işlerde birlikte hareket ettiği, transferlerdeki katkıları büyük olan Mahmut Aksu. Hacısalihoğlu ile fikir ayrılığı yaşandı, Aksu da ailevi nedenlerden çekildi.
Takım performansı üst düzey olunca birkaç ay önce ağızlarda sakız olan ve kaygı duyulan borç konuşulmuyor. Genel kurulda bu durum Şener’in canını pek sıkmayacak gibi duruyor. Ama gerek bu konu gerekse de, “Benim yöneticim dil bilecek, üniversite bitirmiş olacak”, “Yenilgiyi bana değil hocaya, kaçan golleri kaçıranlara sorun”, “İstifa eden yöneticiler zaten yedekti” gibi sözler ve en yakın arkadaşlarıyla ilgili yaktığı “etik fitiline” yönelik tepkiler, olası kötü sonuçlarda kullanılmak üzere donduruldu. Bu durumda Şener’in genel kurul öncesi tek handikapı asbaşkanlıkta bize göre doğru olan Nevzat Şakar tercihine, özellikle Aksu’nun bayraktarlığını yaptığı tepkiler. Gerçi Aksu, seçim sonrası asla bir muhalefetinin söz konusu olmayacağının ve bugünkü tepkisinin ilkesel olduğunun altını özellikle çiziyor. Bu noktada tek sorun liste kavgası ki, bunun cumartesi günü kazasız-belasız atlatılması da, sorunun tamamen giderildiği anlamına gelmeyecek.
Bunlar bugünün özeti. Bu durumda, gelinen noktaya, dahası iç açıcı tabloya bunca katkısına karşın Şener için tek alternatif bırakılıyor, o da; şampiyonluk. Destek bunun için veriliyor, baltalar bunun için gömülüyor! Şener “ateşten gömlek giyiyor!” yani.
Bu da yarının özeti!

16 Aralık 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Orada olmak!‘’

O gün itibarıyla yayına başlayıp, dernekleri harekete geçirdiler. Bir gün öncesinin karı, fırtınasına rağmen 60 bin dolayında insanı oraya toplamayı başardılar. Sayısal olmadı ama coşku rekoru kırdılar. Oradaydık!
Bu durum takıma yansımakla kalmadı, futbolculara ağır sorumluluk yükledi. Zira bu sevginin, coşkunun bedelini başarıyla ödemek mümkün ve çıtası da belli: 27 yıllık özleme son vermek.

Futbolda konsantrasyon çok şey değil, her şeydir. İnsan küçümsediği yerde mücadele edemez. Önce rakibinizi ciddiye alacaksınız. Futbolda sürprizlerin temel nedeni görece güçlü tarafın diğerini küçümsemesi, diğer tarafınsa çok önemsemesidir.
Trabzon bu sezon 3 karşılaşmaya yeterli motive olamadı; Antalya, Manisa ve Eskişehir. Bu üç maçta 7 puan gitti. Bir oyuncu konsantrasyonunu kaybetti mi kapasitesinin pek önemi kalmıyor. İsterse dünyanın en önemli yıldızlarından biri olsun. Ancak kapasitesi sınırlı olsa bile odaklanmayı başarmışsa verimli oluyor.
İzlediğimiz kadarıyla Şenol Güneş bu doğrultuda olağanüstü çaba harcıyor. Büyük takım olabilmek için oyuncularına her maça gerekli düzeyde konsantre olmaları gerektiğini söylüyor. Takım, ilk yarı liderliğini, her maça aynı düzeyde motive olmalarını sağlama çabasındaki hocasına borçludur. Üçünde amacına ulaşamasa da!

Genel Kurul sürecinin takım performansını etkilemeyeceği inancındaydık. Sonuç ortada. Önce çok adaylı bir genel kurul havası vardı. Şimdi tek listede yer alma yarışı var. Öyle böyle değil, kıran kırana üstelik. Ama takım lider. Zira üzerinde bir Şenol Güneş kalkanı var. Etkilemiyor görüyorsunuz!
Kaldı ki, liste Şener ve Nevzat Şakar’ın işi. Eş-dost ilişkilerini, sütun ekran gücünü falan geçiniz, “Ne Cimbom ne Fener, En Büyük Sadri Şener” pankartı da gösteriyor ki, taraftarın bu anlamda Şener’e, onun da yetkiyi verdiğine göre Şakar’a güveni tam. Gerisi boş laf!

14 Aralık 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI