‘’Yok aslında farkları!‘’
Pazar günü önce Ankaraspor-Fenerbahçe, ardından da Newcastle-Bolton maçlarını izledim televizyondan, perşembe günü karşı karşıya gelecek iki takımı kıyaslayabilmek amacıyla. En dikkat çeken nokta, iki takımın birbirlerine olan benzerliğiydi.Newcastle United ve Fenerbahçe yaşadıklarıyla, sorunlarıyla dert ortağı gibiler. Newcastle bu sezon evinde oynadığı 4 maçta 4 puan alabildi. Evlerinde öne geçtikleri bir maçta yine puan kaybettiler. Evlerinde ligde 1959’dan beri Bolton’a ilk kez yenildiler. Tıpkı Bursaspor’un 37 yıl sonra Fenerbahçe’yi İstanbul’da mağlup etmesi gibi. 6 yıldır en düşük seyircili maçtı. Menacerleri Glenn Roeder, “Kendi kendimizi vuruyoruz. Bu sezon çok sık yaşadık” diye yorumluyor. “Antrenmanda bu konu üzerinde çalışmalıyız” diyor, ama çaresiz bir yakarış var. Hatalar bitmiyor, düzeltilemiyor. Sakatlıklar 2 sezondur lanet gibi. Her maç güvenebilecekleri belki de tek isim olan kaleci Shay Given sakat. Yerini alan Harper, 18 ay sonra çıktığı ilk Premiership maçında Xabi Alonso’nun kendi sahasından attığı golü yeme şerefine nail oldu.İstikrarsız NewcastleSon yıllarda kadroyu tamamlayabilecek transferleri yapamadılar. Owen’ı, Luque’yi aldılar. Ama gol işi Shearer’a kalıyordu. Ötesinde sembol, lider, kaptandı. Artık yok. Ki onun varlığı bile bunalımı gideremiyordu. Bolton maçı performansı Newcastle’ın iyi yönleri için referans değil. Ama Newcastle’ın genel olarak ne olduğunu anlatıyor. İstikrarsızlar. Bolton ikinci yarı Duff ve Solano’nun pas bağlantısını koparınca kilitlendiler. Neredeyse orta sahada Bolton’a sadece Campo’nun performansı yetti. Savunmada Babayaro dengesiz, ama çabuk. Bramble’dan ise her an falso beklenebilir. Carr da bu ikiliye sertlik ve kontrolsuz müdahalelerde eşlik eder. Defansları ilk topu oyuna sokmada yetersiz. Bekler hücumda etkililer, ama Avrupa Kupası maçlarında bu cesaret olmayacak. Gerginleşiyorlar ve çekiniyorlar.Martins’e dikkatİç sahada belirli dönemlerde tempo yapabilseler de sürdüremiyorlar. Gol yemek, morallerini ve savunma direncini bozuyor. Duff’ın ortaları, şutları ve çizgi oyunculuğu sağ veya sol kanatta değişmiyor. Fenerbahçe’nin Kerim tercihi ve kanat savunmasında desteksiz yürüyüşü, Duff’ın ağzını sulandırmış olmalı. Sağda da Solano’nun. Martins her şeyi yapabilen bir bücür. Şut, kafa, dripling, adam geçme, dönen toplar, takla! Duran toplarda en fazla ona dikkat etmek lazım. Martins-Ameobi gezen forvetler ve uzun topları kontrol edip indirme becerileri rakip defansı şaşırtıyor. Fenerbahçe için kötü. Martins’i çok çabuk hamle yapıp kapatmak zorunda.Topa sahip olmalıEmre gelir gelmez oyun liderliğini ele geçirdi. Ama güvenilir bir kimlik edinemedi. Devamlılığı yok, çok sık sakatlanıyor ve karta davet çıkarıyor. Her maç muhteşem oynama potansiyeli var. Ya da hiçbirşey yapamama. Newcastle gibi takımlara karşı topa fazla sahip olmak işe yarar. Geriye düşmemek önemli. Ya da tek farklı geriye düşmenin hiçbir şeyi bitirmediğini bilmek. Fenerbahçe için maçları gol yemeden tamamlamak imkansız gibi. Gole odaklanarak savunma yapmalılar. Newcastle’ın kısa kısa da olsa tempo tutturabilmesi, kanatları yoğun kullanması, Emre, Duff ve Martins liderliğinde hızlı oyun çabalarına izin vermemeliler.Kilit orta sahadaNewcastle’ın ne üreteceği Fenerbahçe’ye bağlı. Takımın oyunun her yönünde düzeltilebilir sorunları var. Zico fazla deneme yapmıyor. Lugano ile Edu’nun yerlerini değiştirmek bile olumlu katkı sağladı. Ciddi gerçekle yüzleştiler: Orta sahada yedek bulamıyorlar. Aurelio ve Appiah’ı kullanamıyorlar. Ankaraspor maçında Volkan bile bu bölgede istediğini yapabildi! Newcastle, Volkan’dan çok daha fazlasına ve kalitelisine sahip. Neredeyse 3-4 futbolcunun kombine hatasıyla goller yiyorlar. Rakip kısa bir baskı kurup gole ulaşabiliyor. Ve bu, her rakibin yapabildiği bir şey! İki takımın da morali bozuk. Puan kaybetmeye alıştılar. Kronik sorunları gideremeyen teknik adamları var. Kolayca disiplinden kopabiliyorlar. Hatalar silsilesiyle komik denebilecek goller yiyorlar. Ne olacağını kimse tahmin edemiyor. Newcastle için en olumlu nokta evlerinde oynamaları.
‘’Ahlaksız destek‘’
Bir kaset hazırlayacağım. Kazakistan, Yunanistan, vs maçları olan. Diğer kasette de İsviçre, Macaristan, vs. Hangisinde nasıl futbol oynanmış, takım yerleşimi ve sistemi nasılmış hatırlansın diye. Şimdi oynanan futbolu beğenenler, ileriye dönük umutlu mesajlar veren medya üyeleri, niye o dönem takıma hep kan kusmuş hatırlayalım diye. Kolay rakip Ukrayna ile zor rakip Macaristan arasındaki farkı bize anlatsınlar diye. Mesela tek takımda uzun süreli başarı elde etmiş ve gittiği hiçbir yerde çizgi tutturamamış bir teknik direktörün, gittiği her takımı neredeyse en alttan alıp değer katan bir teknik direktörden daha iyi olduğunu düşündürten ne? Yani Yanal’ı ilk maçında baskı altına alırken Fatih Terim’e daha fazla saygı ve tölerans göstermenizin sebebi tamamen topun gücü adına mı? Mesela Yanal’a karşı tribünlerin kışkırtılması, gittiği her okulda panelde yuhalanması, aleyhine çarşaf çarşaf pankartlar açılması, Hollanda’daki Dünya Gençler Şampiyonası’na kadar bunun uzanmasına kimler ön ayak olmuş? Medya nasıl hedef göstermiş?Yanal’a ceza çektirildi. Ortasına düştüğü federasyonu ele geçirme savaşında kurban oldu. Ama bitmedi. Fenerbahçe ile hep isminin anılmasının, milli takıma fazla Fenerbahçeli almasının (ki hakeden isimlerdi) diyetini ödemeliydi. O da kaç kere? Vestel Manisa-Fenerbahçe maçını bu havaya soktular. Hakkındaki olumsuz dosyaları gündeme getireceğiz diye tehditler savurdular. Ama galip gelince hepsi sustu. O kesime göre rüştünü ispatlamış oldu! Ama özel hayatı, transferlerdeki iddialar, yani şimdi hiç konuşulmayanlar, onların istediği yoldan çıkarsa gündeme gelecek.O dönem sayısı az olan yarım yamalak, şartlı destek verenler, hayranı şimdi. Ona sempatiyle bakan ama “Hakan Şükür konusunda açık olmadın” diye yalnız bırakanlar şimdi onu futbol kahramanı yapıyor. Sorun başka. Milli takımda iken 90’ların ortasındaki tek kulüp yapısını, örgütlenmeyi bozan bir isim olarak gelmişti. Sistemi yönetenlere aykırıydı, izin verilmedi. Şimdi ise başka bir kesim onu kendi ideolojileri, kalıpları, klanı içine sokmaya çalışıyor. Anadolu’dan şampiyon çıkması en büyük hayalleri. Hayallerinin kahramanı da Yanal. Büyük takıma gitme, büyü bozulur diyorlar. Oysa Vestel Manisa, nefret ettikleri endüstriyel futbolun en güzel örneği. Bunları kin güdülsün diye yazmıyorum. Ersun Yanal için de yazmıyorum. Onun farkında olduğuna inanıyorum. Sadece şimdi etrafında pervane olanlara da fazla güvenmesin. Evet, sistemin içindekiler milli takımı harcamayı bile göze alacak kadar ileriye gidebiliyorlar. Milli takım ile kulüp takımındaki Yanal arasında ruh, duruş, ifade açısından fark vardı. Bu çelişkiyi yaşamış olması yaptığı en büyük hata. Zira karşısında da bu kadar çelişkili ve güvenilmez bir kitle var.
‘’Kare as‘’
Palermo ve Celta Vigo gibi devamlılığı olan, kanatları kullanmaktan vazgeçmeyen, dizilişlerini rakibe ve maça göre değiştirebilen, faul yapabilen, sert oynayabilen takımlardan bahsediyoruz. Ya da Newcastle gibi sürat potansiyeli bela olabilecek rakiplerden. Hepsi uzaktan şutu, duran topu avantaja çevirmeyi becerebiliyor. Celta Vigo, unutulmaz kadroların keyifli futbol oynayan takımıydı. Ayağa pasta ısrar eden tempolu ve şık futbollarından onca yıpranmaya rağmen vazgeçmek istemiyorlar. Gol atma, son iki hamleyi yapmadaki sıkıntıları devam ediyor ve ligde dirençli oyunlarını skora yansıtamıyorlar. İspanyol takımlarının en sıradanı bile genele göre iyi yayılır, felsefe orta sahada başlar ve takım oyunu çizgisi yakalar. Vigo’da da Canobbio var.Palermo forma rengiyle herkesi tuzağa düşürüyor olmalı. Son 2-3 sezonun İtalya’da en ilgi çeken ve yükselen ekiplerinden biri. Seria A’da Luca Toni döneminin başladığı yer. Tarihlerinde ilk defa geçen sezon UEFA’ya kaldılar ve ilerlediler. Ama ligi beraberinde istedikleri gibi götüremediler. Oysa öncelikleri hep lig! Seria A’ya taşıyan Guidolin tekrar iş başında. Sicilya’nın ateşini her maç rakibe hissettiriyorlar. Onların da vazgeçemedikleri liderleri orta sahada: Kaptan Corrini. Tempoları ve gol istekleri İtalya geleneğine aykırı. Tabi fazla gol yemeye çare arıyorlar. Barzaglia, Bovo, Zaccardo gibi ligin en önemli defans oyuncularına sahip olmalarına rağmen. Parma’nın kemik ve istikrarlı iki adamı Simplicio ve Bresciano’yu alarak neredeyse sezonun en akıllıca transferlerine imza attılar.Newcastle, kaos makinesi gibi. Hep sükseli transferler yapıyorlar, hep umut vadeden yeni teknik direktör dönemleri açıyorlar, ama nafile. Orta sahadaki isimler yıldız olmasa da lig için ortalama üstünü aşıyor. Sorun da bu değil mi? İngiltere içi ve dışı. İçerdeki güzel tablonun renkleri Avrupa Kupaları’nda akıveriyor. Newcastle içerde de mutlu değil. İnanılmazı gerçekleştirip Martins’i getirdiler. Onu ele avuca sığdırabilmek zor. En sağlam noktalarındaki adam, kaleci Given sakatlıkla boğuşuyor. Eintracht mütavazı. Leverkusen’i 3-1 yenip, Schalke deplasmanında puan çıkaracak kadar da şaşırtıcı sonuçları alabiliyorlar. Liglerindeki durumlarına göre değerlendirdiğinizde hepsi sizi tuzağa düşürebilir. Fenerbahçe kriz dönemini yaşamamış, sezona şen şakrak başlamış bile olsa bu grup yine başedilmesi zor olurdu. Palermo kaptanı Corrini’nin dediği gibi bu işin en güzel tarafı birbirinden farklı futbol kültüründen gelen 4 takımla karşılaşmak. Ne yapacağını kestiremediğiniz, renksiz ve sıkıcı eski Doğu Bloku veya bölünmüş ülke takımlarından ziyade böyle mini Şampiyonlar Ligi’ni yaşamak ilginç ve takım için en iyi tecrübe olacak.
‘’Gergin ayaklar‘’
Mesela Fenerbahçe Randers’ı eleyebilir mi? Mayıs ayı sonundaki Fenerbahçe için bu soru lüzumsuz gibiydi. Şimdi ise anormal değil. Sinir krizinin eşiğine gelmiş taraftar tablosu da. Çoğu için itiraf etmek zor ya da çoğu farkında bile değil. 3 senedir Daum ile bir hayat standardı tutturulmuştu. Buna ne Fenerbahçeliler ne medya ne de Türkiye alışkındı. Yönetim 3 seneyi devam ettirecek anlayış ve tecrübede birini getiremedi, yeni bir yola girdi. Şu anda herkes her şeyi çok kötü görüyor. Her futbolcu dünyanın en vasat, en ruhsuz, en tembel, en bencil, en nifakçı, en umarsızı. Medya için ise Fenerbahçe’de asla doğru hiçbir şey olmadı. 2-3 ayda ve sadece futbolcu transferiyle takım oluşturulacağına inananların tablosu budur.Değişim yüzünden normal olan durum bir bataklıkmış gibi görünüyor. Tolerans sıfır. Haklılar mı? Pek değil. Sonuçta taraftar ve medya, bu takımın iyi özelliklerini ve becerilerini asla övmedi, hakkını vermedi. Yorumcularda küstahça bir küçümseme, taraftarlarda sabırsızca bir açgözlülük hali vardı. Şimdi “90 dakika her an maçı çevirebilme özgüveni, oyun disiplinini 60 dakikanın üstüne çıkarma, çok yönlülük, saha içinde oyun düzeni, psikolojik direnç, vs. nereye gitti” deniyor.Takım çok gergin hale sokuldu. Panik, yapmaları gerekeni unutup yanlış bir oyun anlayışına bürünmelerine sebep oluyor. Konyaspor maçındaki gibi geriden anlamsızca şişirilen toplarla forvet ve orta saha oyundan düşüyor. Rakip topa daha fazla sahip oluyor ve defansın hata yapma ihtimali artıyor. Fenerbahçe tarihi boyunca defansa yaslanarak skora oynamayı beceremedi. Bu kimliğinde yok. Ruhuna ters. Skoru ancak hücumu da düşünerek koruyabilirler. Özellikle şimdiki Fenerbahçe’nin, rakibin isminden bağımsız 4-5 dakikalık baskısına açık vermeyecek takım olgunluğu ve psikolojik rahatlığı yok. Randers maçı soru işareti. Hatta tüm sezon. Zico’nun bunca eleştiri ve baskıya rağmen Konyaspor maçında kendi bildiğinde ısrar etmesi ise yukarıda özetlediğimiz Türk futboluna karşı ciddi bir karakter zaferidir. Ve daha mücadeleye yeni başlıyor.
‘’Kendisiyle kavgalı‘’
Ne yapabileceği tahmin edilemeyen teknik adamla ve ciddi değişikliklerle sezona başlamak, hâlâ futbol yöneticiliği konusunda sorunlar olduğunu gösterir. Bu ortamda takımın dengesini bulması zaten uzun sürer. Bu riski alan da Aziz Yıldırım. Fenerbahçe’nin problemi asla teknik direktörler ve futbolcular olmadı. Fenerbahçe, teknik direktör aramıyor, takımın medyanın oyuncağı haline gelmesini engelleyecek, futbolcuları koruyup odaklanmalarını sağlayacak, yönetimin müdahale çabalarını taviz vermeden idare edebilecek, kısacası takıma ve kendisine “mahrem çalışma alanı yaratabilecek” gücü arıyor. 90’lar sonrası dışarıya karşı sadece 2 isim direnebildi: Mustafa Denizli ve Daum. Denizli, Türk olduğu için kolay yıpratılabildi. Başka aday var mı? Sanmıyoruz.O zaman çözüm, bu düzeni kişiden bağımsız hale getirmek. Fenerbahçe 20 yıllık teranelerle manipüle edilerek yönetilmekten kurtulmalıydı. “Aldık işte adamları, hadi çık oynat” diyen zihniyete yer yok denmeliydi. Aksi koşullarda hangi teknik direktör gelirse gelsin ömrü 1-1.5 yılı geçemez.Aziz Yıldırım inanılmaz işler başardı ama bunu yapamadı. Yöneticilik felsefesi olarak kendini yenileyemedi. İspatı 10 gün, hatta bir- kaç aydır manşetlerde ve haberlerde gizli. Bunlar kronik sorunlar. Kısa dönemde Zico’dan önce halletmeleri gereken çok şey var. Lider, moralmen yıkılan Fenerbahçeliler’i ayağa kaldıramadı. Üstüne 1.5 aylık kayıba yol açan istifa süreci yaşandı. Yıldırım biliyordu ki, ortada adı dolaşanlar, Fenerbahçe’nin başarısızlığına dua eden servet avcıları. Mecburiyetten geri döndüyse bunu bezgince değil, heyecanla taşımalı. İşleri rayına sokabilir. Ama soyunma odasına inip teknik direktörü küçük düşürürek, yem olarak atarak, taraftar takımın üstüne çullanırken saklanarak sağlayamaz. Ortaya çıkıp herşeyin kötü olmadığını anlatmalı, konuşmalı, ama Türkiye’nin en polemikçi ve en çirkin lisana sahip programına değil. Zico değişiklikler düşünse bile öyle can sıkıcı bir ortam yaratıldı ki, kimse sağlıklı olarak işini yapamıyor. Daum’un getirdiği kalkanı, takım ve hoca üstünde tekrar kurmalı. Fenerbahçeliler önce sahip olduklarına saygı ve sevgi göstermek, değer vermek zorundalar ki, yeni geleni sevip sayabilsinler. Tabi değer verilecek şey UEFA Kupası maçında dahi futbolculara taşıtılan ve tribünlerin sinirlerini zıplatan piyango brandası değil.
‘’Puan nasıl çöpe atılır?‘’
Fenerbahçe bunu sadece bir kere yapabildi. O da ilk kez 3 sezonu tamamlayabilen bir teknik direktörle. Zaten hep kötü olan puanlarına, 3 Daum ile çeki düzen verebildi. Bu sermayenin anlamlı olabilmesi gelecek iki sezondaki bilançoya bağlı. Galatasaray yıllarca Şampiyonlar Ligi’nde hiçbir şey yapamadı ama oradan topladığı puanlar ve ülke-takım içi istikrarıyla UEFA’da şampiyon oldu. Ardından bu devamlılık, tedbirli ve sonuca oynayan Lucescu tercihiyle Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final getirdi. Gençlerbirliği ve Gaziantepspor, 2003-04 sezonunda UEFA Kupası’nda topladıkları çift haneli puanların öneminin farkında mı? Ya da Denizlispor 2002-03’teki ilerleyişinin? Özellikle Gençlerbirliği ve Gaziantepspor, ligin 4 büyükler sonrası en istikrarlı takımları olmuşsa bunu kupalara katılma yolundaki inatlarıyla da göstermeliler. Bu puanları heba etmeden üstüne eklemek için 1-2 sezonları var. UEFA Kupası rengini kaybetti. Ama 3. sezona giren statü değişikliğiyle, elemeler sonrası tek ayaklı 5’erli grup maçları bile bu kupaya asılmayı gerektirir. Ligin önemsiz olduğu palavrasına kapılanlar kaybeder.Beşiktaş aslında en iyi fırsatı yakalayan takımdı. 2002-03’te çeyrek finalde Lazio’ya taktik yanlışlarla elenişi hayıflanacak bir durumdu. Ancak son iki sezon kaçırdıkları fırsat da büyük. Önce Parma, Steau Bükreş, Atletic Bilbao, Standart Liege, sonra Sevilla, Bolton, Zenit, Guimares’lı gruplarda ilk üçe giremedi. Sevilla’yı hariç tuttuğumuzda diğerlerinden birini daha geçebilirlerdi. Geçemediler, zira ne teknik direktör istikrarı vardı ne de transferlerde plan dahilinde hareket edebildiler. Karmaşık, sürekli bozulan, hırpalanan yapıdalar.Galatasaray 1.5 yıldır takım oyunu oynama ve takım savunmasında fazla gelişme kaydedemedi. Çekebilecekleri en iyi 3. torba ekiplerinden biri olan Bordeaux ile aynı gruba düşmelerinin avantajını belki de bu yüzden değerlendiremeyecekler. Üstelik tüm rakipler, isimlerinden dolayı çekingen ve ürkek oynarken.Trabzonspor herşeye her sene yeniden başlıyor. Hatta ligin her altı haftasından sonra! Kayserispor için gelecek sezon da bu kupaya katılmak öncelikli olmalı. Fenerbahçe Daum ile Zaragoza gibi orta saha futbolu temsilcisi, Kiev ve Schalke gibi dengeli ve paylaşarak oynayan takımları geçemedi. Ama Daum ile eleyebileceği takımların seviyesini üste taşıdı. En azından bu özelliğini kaybetmemeli. En az 2-3 sene, bir-iki takımın Avrupa kupalarında gruplara kalabilmesi, UEFA’da gruplardan çıkma şansını kullanabilmesi ülke puanını tekrar yükseltecektir.
‘’Doğru adamlar‘’
Bir takım, sezonun 5. maçına 4 yeni isimle çıkıyor. Hücum ve daha da önemlisi defans göbeğini komple değiştiriyor. Bu koşullarda Edu ve Lugano’nun kalitesi ve kapasitesi hakkında ilk maça bakarak yargıda bulunmak gerçekçi değil. Çoğunlukla negatif olunca (yenen iki gol sağolsun) görüşlerin yüzeyselliği de ortaya çıkıyor. Defans sorunu iki kademelidir. Önce doğru adamları bulmak, sonra da takım savunmasını oturtmak. Doğru adam demek, iki üst düzey isim demek değil. Daha orta karar futbolcularla hiç ummadığınız bir performans elde edebilirsiniz. Yani esas şart, birbirlerini tamamlamalarıdır. Mesela biri sakin, temiz, basit oynayıp liderlik yaparken diğeri daha çabuk, hareketli ve yer değiştirendir. Edu ve Lugano, tüm faktörleri silseniz de bu açıdan doğru adamlar.İki futbolcuya memleketlerinden gelen övgü sözleri, balon değil. Neyse ki izledik. Fenerbahçe formasıyla ilk maçlarında da izledik. Kaç tane hava topunu kestiklerini ve arkaya düşmesini engellediklerini, kaç kere kanatlardaki boşlukları doldurmak için kademeye girdiklerini, kaç kere rakiple boğuşan arkadaşlarının arkasında 2. bir güvenlik duvarı olarak pozisyon aldıklarını anlayabilmek için herkesin bir kere daha izlemesi gerek. Defans adamı için en önemli becerilerden biri ilk toplara müdahaledir. Yenen ikinci golde Lugano kafayla ilk topa vuruyor. Ancak 2-3 Antalyasporlu ceza alanı içinde boşta ve golü atıyorlar. Duran top tüm takımın sorumluluğudur. Kaleci de dahil olmak üzere. Fenerbahçe sürekli arka direğe gelen toplarda sıkıntı yaşıyor. Buna çalışmalılar, bıkana kadar. Şimdi ellerinde iyi pozisyon alabilen 2 isim var. Özellikle Lugona, ileri çıkarak, kendi yarı alanı ortasına hareketlenerek topun gelebileceği noktayı 1 pozisyon öncesinden kapatabilen yapıda. Defanstaki dönüşüm, yani yer değiştirmeler ve birbirinin açığını kapatma ancak birarada geçirilecek maç ve antremanlarla halledilebilir. Zaman kaybettiler, lig ve UEFA’da öğrenecekler. Bu da risk ve beklenmedik skorlar demektir. Göbekte verilen anlık boşlukların bu iki ismin yetersizliğinden mi yoksa takımla uyumlarının olmamasından mı kaynaklandığını zamanla herkes çözecek.Tabi diğer futbolcuların “takım savunması” bilincini olabilecek en üst düzeye çıkarmak gerek. Olabilecek diyoruz zira bu felsefeyi futbolcu gelişirken elde eder. Bizlerin unuttuğu, Türk takımlarına kazandırmakta zorluk çekilen şeyin takım savunması olmasıdır. Daum’un en büyük sıkıntısı da buydu.Hâlâ rakibi karşılamada sorun yaşamaları ise normal. Orta saha dengesini bulamıyor. Stoperleriniz veya bekleriniz mükemmel de olsa orta saha katkısı gelmeden asla istikrarlı bir çizgide gidilemez. Zico’nun kolay kolay bu sistemden, iki forvetten vazgeçmeyeceğini düşünürsek Tümer ve hatta Tuncay’ın bile kenarda kalması gerekecek. Selçuk, Kemal, Deniz ve belki de Serkan’ı orta sahaya katmalı. Kenara yakın oynayan iki orta sahanın fazla içerde kalması, iki kanattaki hücum ve defans kapasitesini aşağıya çekti. Ki 3 senedir ideal olan noktaya gelememişti. Tümer çok iyiniyetli, ama onun bedeni de zihni de bu tempoda iki yönlü oyunu tüm sezon kaldıramaz. Tuncay’ın dinamikliği ve oyunu açma becerisi tartışılmaz, ama Daum’un görevlerin daha keskin biçimde çizildiği sisteminde dahi savunma katkısı Avrupa’da yetersiz kalıyordu. Alex, Tümer gelince kendini daha fazla gol bölgelerine atmıştı. Şimdi tekrar daha geride oyuna hakim olmak zorunda. Takımda kesilemeyecek tek isim o. Fenerbahçe de hatalarına, savunma zaafiyetlerine tölerans gösterebilme hakkını ona kullanıyor. Deivid ve Kezman hazır değiller. Kezman birebirlerde Antalyaspor maçındaki gibi kolay kolay rakibe takılmaz. Zayıf vuruşlar yapmaz. Tahmin edildiği gibi birbirini tamamlayabilecek görünüyorlar. En azından Fenerbahçe orta sahası, topu verdiğinde geri alabileceği bir adamı, Deivid’i buldu.Zico’nun önünde, denemeler yaparak kararını netleştireceği zor bir dönem var.
‘’Borcun varsa derdin yok‘’
Galatasaray nezdinde Türk futboluna dönük hepimizin bildiği bir tesbit. Bildiği ama derinine inmediği gerçek. Çoğu yazar-yorumcu bu cümleyi kurmak istemez. Futbolumuzun konuşulmayan başka bir yönünü satırlara taşıyan yine yabancı isimdi: Bir zamanlar Reuters için çalışan Steve Bryant. 2002 Dünya Kupası sırasında Türkiye’yi yorumlarken milli takımdaki Galatasaray ağırlıklı yapılanmayı, Sovyetler Birliği ya da Doğu blokundaki, “başarı için tek takım” merkezli politikaya benzetmişti. Kuper’in konuşmasından 1 hafta sonra Galatasaray’ın Şişli’den düşen Seyrantepe projesinin son halinin onaylandığı haberi geldi. Üst kullanım hakkı ihalesiz Galatasaray’a verildi. İstanbul’un en değerli noktalarından birinde, metronun da getirileceği arazide TOKİ, Ali Sami Yen karşılığında modern bir stat yapacak. Galatasaray neredeyse bedelsiz 49 yıllığına stadı kiralayacak. Başbakan, devlet bakanı, belediye başkanı, vs’nin onayıyla. Biz de net yazalım: Bu spor amaçlı kullanılmak üzere kulübe arazi vermenin ötesinde, bir kulübü bataktan kurtarma çalışmasıdır. Ortalığın süt liman olmasının sebebi de “Bir gün gelir biz de fayda görürüz” mantığındaki diğer kulüplerdir. Yoksa en azından yerel yönetimlere ve bürokratlara sırtını vermiş, kulübe gelir yaratmayı devletten koparacağı mal-mülk ve paraya bağlamış 4 büyükler dışındakiler bu boyuttaki bir ayrımcılığa karşı isyan ederlerdi. Devede kulak kalan naklen yayın payları farkı için kıyamet koparan diğer kulüpler, başbakanın kapısına dayanırdı. Yanılıyor muyum?! Kendi ceplerinden yeniledikleri statlara kira ödeyen Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin bu devlet fedakarlığı konusunda ne düşündüğünü geçelim, Anadolu’daki vaziyete bakalım. Seyrantepe’ye imza atan protokolümüz birgün tedbil-i kıyafet, VİP dışındaki tribünlere gitmeyi, oradaki tuvaletlere girmeyi denerler umarım. Tabi iktidarı da anlıyorum. Mevcut siyasi ve ekonomik gelişmeler stres yaratıyor. Medya da canım-cicim aylarını bitirdiğini ilan edip, dolaplardaki hamlelerini ortaya çıkardı. Sarılacak bir şeyler lazım. Türkiye’nin Avrupa’daki tek aydınlık yüzü, tek temsilcisi Galatasaray gibi. Seyrantepe kararının açıklanmasının ön elemeler sonuna denk gelmesi şans olmuş. Zaten Şampiyonlar Ligi için İstanbul belediyesi seferberlik ilan etti. Olimpiyat Stadı ruhu diriltildi. Türkiye’de iki fiziki stada, bir de müstakbel stada sahip tek takıma her şey feda edilmeli. Sakın yanlış anlaşılmasın. Seyrantepe 18 kulübe, amatörlere dağıtılsın ya da diğerlerine de başka kıyaklar yapılsın denmiyor. Beleş felsefesi bitsin. Geri dönüşümü olanlar desteklensin. Batıranlardan hesap sorulsun. Gerekirse diğer kulüplerin de bedelsiz, elini oynatmadan ellisini aldıkları durdurulsun. Siz batırın, biz sizi kurtarırız diyen devlet olmasın. Olur mu? Olmaz. Olmaya zorlayacak medyanın da destek verdiği ve kafayı Kezman’ın eline, Nouma’nın şortuna taktığını düşünürsek vaziyet ümitsizdir.Yalnız bir rica var: Anlaşmanın bilançosu, rakamlarla kamuoyuna açıklansın. Kanunlara uygunluğu tartışılsın. Kararı alanlar kamuoyu önünde bu karar ile yüzleşsin. Türk sporunda böyle bir yardımın ne demek olduğu kıyaslansın. Rekabeti bozan ve dengesizlik yaratanın Anelka’yı ya da Ricardinho’yu getirmek olmadığını ispatlayan devletimizi tebrik ediyorum. Milli sömürü sağolsun.









































