‘’Bu kez farklı bir Beşiktaş‘’
Bilinir, Beşiktaş ligdeki maçlarının ilk yarısını genellikle ‘durağan tempo’da geçirir ama ikinci yarıda temposunu bulur. Ancak dün akşam, en azından ilk 25 dakika, böyle oynanmadı. Bol pas yaparak rakibini savuran Beşiktaş öne çıktığı ilk periyotta üç pozisyon bulup ikisini golle sonuçlandırdı. Quaresma başta Aboubakar, Cenk, Tolgay, Atiba o ilk bölümün mimarlarıydı.
İşler bu rahatlıkta gidecek diye düşünülürken Gökhan Gönül’ün çıkarken yakalattığı topla pozisyon bulan Trabzon şöyle bir silkindi. Devamında golü de buldukları ilk devrenin son çeyreğinde Beşiktaş’ı geri itip oyuna ortak olurken Mehmet Ekici önderliğinde Okay ve Onazi desteğiyle ‘güvenli ve akan oyun’a terfi ettiler. Bunda biraz da her hücum girişimi rakip orta sahada erken eriyen Beşiktaş’ın geri koşma mesafesini uzatmış olmasının etkisi vardı kuşkusuz.
Topu kapan gitsin!
İkinci yarı iki takım da top kaptırma - ya da top kapma yarışına girdi. Beşiktaş maçın başındaki pas trafiğinden uzaklaştıkça geride olan Trabzon maça iyiden iyiye ortak oldu. 60. dakikadan sonra da Beşiktaş’ın maçın başında yaptığını yaparak, topu rakibe vermeyip düzenli ve güvenli hücumla oyunu ellerine aldılar. Ancak kadroda ‘problem çözecek’ oyuncu olmadığı gibi skor üretecek kolektif şablonlar da henüz oturmadığından harcanan enerji tabelaya gol olarak etki edemedi.
Son 10 dakika orta saha savunmaları tamamen ‘çöktü’ ve oyun bir tür ‘’Topu kapan ileri gitsin’’e dönüştü. Bir o ceza sahası bir bu ceza sahası önünde geçen son bölümde koşu, tempo, heyecan ve belirsizlik varsa da düzenlilik olmadığında dişe dokunur bir pozisyon çıkmadı. Bu bölümde Trabzon’un kurguladığı değil de ‘şişirdiği’ toplarda en çok Fabri adının duyulması işte bu yüzden!. Ve Beşiktaş kendi lig seviyesinin altında kalmış olsa da istediğini almayı başardı.
Tuhaf bir durum
Bir not... Atiba gibi bir ‘görünmez süper yıldız’ sahadayken hala hemen her pozisyonunda Quaresma’ya yüksek özel ilgi gösterilmesi hakikaten tuhaf bir durum!
Ve, bu maçta ekranda alt yazıyla şahit olduğumuz ülke futboluna dair bir son notla yazıyı bitireyim. Alt yazıda Arda Turan’ın milli takım kadrosuna çağrıldığı yazıyordu. Okur okumaz aklıma şu soru geldi; ‘’Madem bu oyuncular Yüce Türk halkından özür dilemeden milli takıma geri çağrıldı, o zaman aralarında Yalçın Ayhan’ın da bulunduğu futbolcuları daha önce milli takıma çağırmayan Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’in Yüce Türk halkından en azından bir özür dilemesi gerekmez mi?’’ Yanıtı duyar gibiyim, ‘’Niye gereksin ki!.. Burası Türkiye...’’
‘’Serin kalırsan kazanırsın‘’
Eldeki oyuncular düşünüldüğünde sahaya sürülecek Fenerbahçe takımı kaleden Topal/Souza hattına kadar neredeyse alternatifsizdi. Dick Advocaat bir gün önce, “Volkan ve Lens bize savunmada yardım etmek zorunda” dediği için de geriye ‘iki bilinmeyen’ kalmıştı. Sow tahmin edilebilirdi. Sürpriz, Van Persie’nin yokluğu oldu. Ve ilk devre boyunca görüldü ki, Alper’in sahadaki varlığı takım savunması açısından son derece doğru bir karardı.
Sow’un erken gelen spektaküler golünden sonra yapılacak şey, özel oyunculardan kurulu ManU’ya karşı ‘düzene sadık kalmak’tı. Fenerbahçe bunu ilk yarı boyunca her oyuncusu ve her hattıyla başarıyla uygulayıp rakibine haniyse pozisyon bırakmadı. Bırakmadığı gibi özellikle Lens üzerinden ciddi tehditler de yarattı.
Emenike atsa...
Bu seviye maçlarda bir başka gereklilik de, ‘serin kalmak’tır. (Bu durumun İngilizcesi ‘cool’ olabilir!...) Bunun için de formül açıktır; kenardaki kibirli (Mourinho) ile sahadaki kibirliye (İbrahimoviç) karşı sakinliği ve eğlenceyi kullanmak... Rakibe aldıracağın kartı yok yere almayacak yani Volkan Demirel gibi davranmayacaksın!
İkinci devreye de aynı düzen, aynı güvenle başladı Fenerbahçe. Oyun merkezini ister istemez biraz geri çektilerse de bu, saha içi etkiyi ManU’ya bıraktıkları anlamına gelmiyordu. Lens’in muazzam golünden sonra iyiden iyiye güvenli oynamaya başladılar. Herkes fazladan iş yapıyordu. Hocalarına kulak vermiş Lens ve Volkan beklerin önünde çalıştı, durdu. Alper, top rakipteyken savunmacı, top takıma geçince anında hücumcuya dönüştü. Tüm bunların karşılığında ise henüz soğuk olan Emenike 69. dakikada golü bulsa işi o an bitecekti.
5 dakikalık kâbus!
O pozisyon ve devamında gol olmadı belki ama Fenerbahçe o andan sonra her çıktığında ManU’ya ceza sahasını dar etti. Gol pozisyonlarında yüksek yüzde tutturabilseler onca parayı harcayan Mourinho eminim İngiliz gazetelerine uzun süre elini sürmezdi!..
Ancak biraz da değişikliklerin yarattığı ‘düzen bozukluğu’ndan Rooney’nin golü geldi ve 89 dakika yolunda giden maç beş dakikalık bir kabusa döndü. Neyse ki, ManU için yeterince zaman kalmamıştı...
‘’Mutlu ve bilgili futbol ülkesi!..‘’
Çözümsüz ve faydasız polemiklerde boğulmayı tartışma belleyen futbol ortamımız sahici sorunlar üzerine kafa yormaz. Bu nedenle öğrenme düzeyi düşüktür ve yine bu nedenle ‘kazanma yüzdesi’ de...
Gelin son Beşiktaş-Napoli maçı vesilesiyle futbol hallerimize bir başka pencereden bakalım.
Haber diyor ki; “Caner takımını yalnız bırakmadı.”
Aşil tendonu koptuğu için ameliyat olan Caner Erkin, stadyuma koltuk değnekleriyle geliyor. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Beşiktaş yöneticilerinin de yer aldığı protokol tribününde maçı izleyip ‘sessizce’ stattan ayrılıyor.
Caner’in dinlenmesi lazımdı
Haberi okuyunca Tıbbiye mezunu bir arkadaşla konu üzerine lafladık! Öğrendim ki, bu tür ameliyatlardan sonra nekahet dönemi en az üç hafta sürüyor. Hasta bu süreyi mümkün mertebe ‘dinlenerek’ geçirmeli ki, onarım süresi kısalsın ve hızlansın. Bir başka önemli nokta da bu durumdaki hastanın kalabalık mekanlardan olabildiğince uzak kalması. Çünkü böylesi ortamlarda ‘kaza’ya uğrama ihtimali yatağa göre daha yüksek.
Bu durum sporcunun kendi bedeni üzerindeki sorumluluğunu gösterdiği gibi takımıyla ilgili sorumlulukları konusunda da fevkalade öğretici! Diğer yandan takım sağlık heyeti ve yöneticilerinin sporcuyu ‘nekahet’e ikna edememiş olması da üzerinde durulması gereken bir başka sorumluluk sahası.
Sadece iki isim ‘tanıdık’
Diyeceğim o ki, topun peşinde koşabilmek için öncelikle ‘bilgi’nin peşinde koşmak gerekiyor...
Bir başka dikkat çekici durum da sahaya sürülen Beşiktaş takımının ‘kimlik bilgileri’. Onbir oyuncudan sadece ikisi ‘tanıdık’ isme sahip; Tolgay Arslan ile Gökhan İnler. Ne var ki, ikisi de yurt dışında yetişme! Tıpkı oyuna sonradan dahil olan Cenk Tosun ile Oğuzhan Özyakup gibi.
Acaba ne oldu o çalışma!
Ne mutlu bu ‘futbol ülkesi’ne!...
Futbol bilgisi yok ama varmış gibi yapıyor...
Hakeme ve diğer takıma laf atanlara ‘büyük yönetici’ gözüyle bakıyor..
Oyuna kafa yoran futbol adamı az ancak çokmuş gibi konuşuluyor...
Yetenekli oyuncusu bir elin parmağı kadarsa da ‘Kum gibi var’ deniyor...
Ödenemeyecek kadar borca batmış takımlarına ‘büyük kulüp’ adı veriliyor...
Okuyanı yok lakin ortalık twiter yazarından, twitten geçilmiyor...
Sahi... Ülkenin bir de Futbol Direktörlüğü makamı vardı değil mi? Ve okuyalım diye futbol direktörü raporlar hazırlatıyordu!.. Acaba ne oldu o çalışma?!..
‘’Artık Şampiyonlar Ligi takımı!..‘’
Bu işin mimarı, mühendisi de bunca olumsuzluk arasında kuşkusuz ki, Şenol Güneş. Bu beraberlikle Napoli’den dört puan çıkaran takımıyla gruptan çıkmak için muazzam bir avantaj yakaladı. Beşiktaş artık bir Şampiyonlar Ligi takımı olmuştur.
İtalya’daki maçın ilk yarısının aksine Beşiktaş’ın yüksek güvenlik duvarı, Avrupa’nın pas kalitesi yüksek ve akın sürekliliği olan takımlarından Napoli’yi etkisiz hale getirdi. Aslında bu durum biraz da ‘istemeden’ gerçekleşti. Sakatlanan Tosiç’in yerine sahaya sürülen Cenk’in etkisiyle oyunun yönü değişti. Cenk, rakip stoperler Koulibaly ve Maksimoviç’e baskı uygulayarak Napoli’nin oyun kurmasını engellerken, Beşiktaşlı oyuncular da birbirleri arasındaki mesafeyi titizlikle korumayı bildi.
Marifetli Oğuzhan
Bu disiplinli savunma sayesinde 20’li dakikaların ortalarında oyun Beşiktaş’a döndü. Öyle ki, Napoli tüm devre boyunca bir iki cılız girişim dışında varlık gösteremedi. Gol bulabilirler miydi, belki evet... Peki biz?Öndeki baskının rahatlattığı İnler/Atiba hattında ele geçirilen toplarla süratle tehlike bölgesine akmaya çalıştı Beşiktaş. Bu dilimde bir kez direğe takıldı, tehlike içeren bir şut buldu, bir iki de tehlikeli pozisyon yarattı. Şampiyonlar Ligi’nde bundan fazlasını beklemek hayalperestlik olur. Bu ligde seviye atlamak için ‘hayal’ elbette ihtiyaç ama ‘hayalperestlik’ doğrudan hüsran demektir!...
Zaman...
Beşiktaş ikinci devreye de aynı ‘güvenlik perdesi’ aynı temkinle başlayıp öyle de devam etti. Rakibe tempo yasaktı! Böylece enerjiden de tasarruf ediyorlardı. 60’a ulaşıldığında dengede giden oyun için ilk önce Sarri hamle yapıp içeri Mertens’i attı. Geri adım atmayacağını işaret eden Güneş’in yanıtı marifetli Oğuzhan oldu.
Dakikalar 75’e ulaşmıştı ki kendi liginde de genellikle oyunun son bölümünü daha iyi oynayan Beşiktaş vitesi yükseltip oyuna şöyle bir volüm verdi. Ve, iki penaltı itirazı olan pozisyonların ardından penaltıyı da bulup tabelayı değiştirdi ancak Hamsik’in golü Beşiktaş’a oyunu koparacak zamanı tanımadı.
Tribün coşkusuyla
Başta belki de kariyerinin en olgun periyodunu yaşayan Quaresma olmak üzere Beşiktaşlı tüm oyuncular dün akşam olmaları gereken seviyedeydi. Bu işin mimarı da mühendisi de bunca olumsuzluk arasında kuşkusuz ki, Şenol Güneş. Bu beraberlikle Napoli’den dört puan çıkaran takımıyla gruptan çıkmak için muazzam bir avantaj yakaladı. Bu olgunluk seviyesi Benfica ve Kiev maçlarında uğrasa uğrasa ancak bir kazaya uğrar!.. Beşiktaş artık bir Şampiyonlar Ligi takımı olmuştur... Hele de İnönü’deki tribün coşkusuyla. Futbolu yükseltecek şey tam da budur; tribün!..
‘’İlk yarı mahmur, ikinci yarı mahir‘’
Beşiktaş çoğu maçın ilk yarısını rölantide oynayan bir takım olarak bilinir. Ancak dün akşam ilk devre görüntüsü, ‘bilinçli bir tercih’in ötesinde oyuncu yeterliliğiyle doğrudan ilgiliydi. Atiba’nın yokluğunda sahaya sürülen ve Beşiktaş taraftarının önemli bölümünün burun kıvırdığı Necip Uysal sakatlanıp çıkınca takım boş çuval misali çöktü! Necip gibi oyuncuların takımları için kritik önemi net olarak görülmüştür sanırım.
Necip’in ardından yerleşimi mecburen değiştirmek zorunda kalan Şenol Güneş, stopere Rodolfo’yu atınca Tosiç sola, soldaki Adriano da Tolgay’ın yanına sürüldü. O kadro kağıt üzerinde hücum yönünden daha zengin görünse de topu kapma konusunda fazlaca acemi olduğundan devrenin önemli bölümünü topun peşinde koşturmakla geçirdi. Golü de yediği için iyice çözülen takım deyim yerindeyse ilk devre sıfır çekti.
Başka yolu yoktu
Bunda kuşkusuz en öndeki Vedat Muriç’ten başlayıp Serdar Gürler, Landel, Selçuk Şahin ve İrfan Can Kahveci hattıyla oyunu orta sahada sertleştiren Gençlerbirliği düzeninin etkisi de büyüktü.
Kendini savunma konusunda acze düşen Beşiktaş bu düzeni sürdüremeyeceği için Şenol Güneş, - elbette zorunluluktan - oyuna Aboubakar’ı alarak ağırlığı iyice hücum verdi. Bir ince iş de Adriano’nun baştaki yerine Marcelo’nun Atiba/Necip pozisyonuna sürülmesi oldu. Maçı çevirmenin başka da yolu yoktu. Bu bölümde Quaresma’nın muazzam performansının da katkısıyla devrenin ilk beş dakikasındaki agresif saldırlarla eşitliği yakaladı.. Ve ilk yarıdaki ‘dinlenme’ dönemi mahmurluğunu üzerinden atıp mecburen ‘efor oyunu’na geçince Gençleri de geri itmeyi başardılar.
Akıl ve enerji koydu
Tolgay’ın da oyuna akıl ve enerji koymasıyla düzenini iyice oturttu Beşiktaş. Aradı durdu, fırsatları da buldu ama topu üç direğin içine atamadı. Skoru daha iyi anlamak için ise Fabri’nin yenilen goldeki hatası ile Cenk’in 75. dakikadaki manasız pas denemesini üst üste koymak bazı ipuçları verebilir... Artık iyice şüphelenmeye başladım...
Sanıyorum takımlarda ‘hakeme itiraz konusu’nda özel eğitim veriliyor. Hakemin her düdüğünde haklı ya da haksız itiraz etmek bir ‘Türk futbolu geleneği’ adeta. İstisnasız her düdüğe itiraz edip el kol, yüz göz hareketi yapan futbolcuların bu art niyetli tutumlarıyla ilgili sorunları çözmeden oyunu fiziksel ve zihinsel olarak geliştirmeyeceğimize emin olabilirsiniz.
‘’Türkiye Futbol Direktörlüğü buharlaşmış!‘’
Tuhaf bir ülkede yaşadığımız açık... Keyfiyetin pençesine düşmüşüz, çırpınıp duruyoruz. En güzide örnekler de futbolda. Dün Türkiye Futbol Federasyonu’nun resmi internet sitesine girdim ki ne göreyim, Türkiye Futbol Direktörlüğü ‘lağvedilmiş’’!.. Koca direktörlük tek kelimeyle buharlaşmış!.. Ne Fatih Terim var ortalıkta ne de yegane yardımcısı kaleci antrenörü Alper Boğuşlu!..
Sitenin sağına soluna baktım direktörlük şemasını gösteren ve ‘bir kutucuğu uzun süre boş duran’ o ünlü künyeye rastlayamadım. Gerçi milli takım haberlerinde ‘Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’ ibareleri var ama o künye artık oralarda bir yerlerde değil. Ne olduğu yolunda bir açıklama da yok... Oysa Terim, yönettiği direktörlüğün tüm faaliyetlerini yakın zamanda internet sitesine koyulacağından söz etmişti hatırlanırsa.
Futbolu yönetme iddiasındaki insanların bu lakayıt tutumları ‘kurumsallık’ iddialarının içini boşaltırken, iş yapma biçimlerindeki keyfiliği de göstermiyor mu?
Tadilat mı var!
Gelinen noktada bizler bu durumu nasıl okumalıyız? Acaba ‘Türkiye Futbol Direktörlüğü’ künyesi ‘staff’lar tarafından tadilata mı alındı? Eğer böyle ise insan zahmet edip, “Tadilat dolayısıyla kapalıyız” ya da “Cumaya gittim geleceğim” veya “Cenazemiz var iki gün yokuz!” türünden bir şeyler koyamaz mıydı o ekrana?!..
'Finansal fair play' tiyatrosu!
Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören, neredeyse her konuşmasında konuyu döndürüp dolaştırıp ‘finansal fair-play’e getirir ve bunun titiz denetçisi olacaklarından söz eder.
Okumuşsunuzdur, Beşiktaş’ın mali işlerden sorumlu yöneticisi Berk Hacıgüzeller önceki gün kulübün borcunu 1 milyar 257 milyon 761 bin 832 lira olarak açıkladı.
Oysa Beşiktaş Denetleme Kurulu Başkanı Feyyaz Tuncel yakın zamanda aynı dönemdeki borcun 1 milyar 479 milyon 635 bin 182 lira olduğunu duyurmuştu.
Dikkat edilirse iki ‘yetkili kişi’nin açıkladığı borç miktarı arasında 221 milyon 873 bin 350 liralık fark var!... Fena para değil!..
Bir de bunların dışında borcun 2 milyar 348 milyon 922 bin lira olduğunu söyleyen Divan Kurulu Başkanı Yalçın Karadeniz var ki, kendisi bu açıklamasının ardından disiplin kuruluna sevk edildi.
Karışık hesaplar
Ortada bu kadar birbirini tutmayan, karışık hesaplar varken ‘titiz mali disiplin takipçisi’ federasyon işin neresinde acaba? Başta Beşiktaş olmak üzere takımların borç ve alacakları kalem kalem açıklansa da işlerin nasıl yürüdüğünü hepimiz ayrıntılarıyla öğrensek daha doğru olmaz mı?
Unutmadan... Beşiktaş Kulübü’nün Federasyon Başkanı Demirören’e 103 milyon TL kadar bir borcu vardı. Yarışmadaki bir takımın, oyunu yöneten ekibin başındaki kişiye borcunun olması pek alışıldık bir durum olmasa gerek!... Böyle bir borcun varlığı hem ‘finansal fair play’ dedikleri ‘tiyatro’ hem de ahlaki açıdan kabul edilebilir mi sizce?
‘’Muhteşem Kartal‘’
Sahaya sürülen kadroyu gören Beşiktaş taraftarı Şenol Güneş’in bol gol hedeflediğini düşünmüş olabilir kuşkusuz. Lakin evdeki hesap çarşıya her zaman uymaz. Öndeki dörtlünden ikisi, Aboubakar ve Cenk Tosun, o da rakip ceza sahası önünde, baskı yaparak takım müdafaasına destek verebildi. Diğer ikisinden Talisca neredeyse hiç, Quaresma ise zaman zaman yardıma gelince ilk yarı boyunca Antalyalı oyuncular herhangi bir kontrole takılmadan Atiba’nın çevresinden dolaşıp Beşiktaş ceza sahasına inip tehlike yarattılar. Beşiktaş müdafaa hattının içine gizlenen Eto’o da öne çıkıp buluştuğu topları kenarlara yayarak işi iyice zorlaştırdı.
Tosic, gidişatı değiştirdi
Devre boyunca maçta göze çarpan en önemli eksik, iki takımında ikinci toplarda baskı kuramayışı oldu. Bu nedenle oyun, bir o bir bu ceza sahası arasında gidip geldi. Bu da oyun boyunun uzaması, haliyle maçın devamında enerji tasarrufuyla ilgili sıkıntıları işaret ediyordu. Tam devre biterken o ana kadar pek de başarılamayan bir işi Tosiç başardı. Rakip akarken kayarak girdi ve fauldü, değildi tartışmaları arasında topun Aboubakar’a ulaşmasını sağlayarak hal ve gidişatı değiştirdi... Hem gol oldu hem Antalya biri kırmızı iki sarı kart gördü!...
Quaresma işi bitirtti
Eksik Antalya mecburen güvenliği öne koyup ‘fırsat kollama’ oyununa evrilince ikinci devre ritm iyice düştü. Maçın başından sonuna Quaresma’nın bir iki cılız girişiminin dışında kanatları çalışmayan Beşiktaş da oyunu ortaya yığınca maç iyice durağana döndü. Ve sonra 64’te oyuna Necip girdi. O andan sonra Beşiktaş daha çok top kapıp daha çok oyunu enine yayar hale geldi. Oyun kenarlara açılınca da Tolgay/Caner değişikliğiyle bir hamle daha yaptı Şenol Güneş. O kanat henüz ısınmamıştı ki, Quaresma sağdan sızıp Talisca’ya işi bitirtti!.
Beşiktaş açısından, temposu düşük ama hücum yüzdesi açısından tıpkı Napoli maçında olduğu gibi-skoru büyük maçta bir kaç da oyuncu notu düşelim:
DIEGO: Antalya’nın en iyilerinden olduğu halde kendini kaybedip kırmızı kart görünce takımı aleyhine maçın sonucuna direkt etki etti.
TOSIC: Diri, mücadeleci ancak gereğinden fazla ‘sert’. Aboubakar golü öncesi Diego’nun gördüğü kırmızı karttan kıl payı kurtuldu!..
TOLGAY: Yüzüncü yıl Beşiktaş’ındaki Giunti’yi hatırlatıyor.
QUARESMA: Hem savunmaya yardıma geldi hem topu her aldığında rakibini tehdit etti.
ABOUBAKAR: Aradı, kovaladı, bastı ve golde de Talisca’ya yuvarladı. Yani yapması gereken hemen her şeyi yaptı.
TALISCA: Buldu, attı ancak takımın savunmada onun yardımına daha çok ihtiyacı olduğunu da aklından çıkarmamalı.
Ve nihayet tribün sesi, duygusu, gümbürtüsü!... Maç öncesi uzun süre kapalı tutulan ‘stat içi hoparlör gürültüsü’ Beşiktaş taraftarının ortamı ısıtmasına fırsat verdi. Onlar da yıllardır genlerine işlemiş olanı dışarı vurup oyunun asli unsuru olduklarını gösterdiler...
‘’Pas trafiğini engelleyince‘’
Sahaya, doğru ve haklı olarak ‘savunmacı görünümlü’ bir 11 süren Şenol Güneş, grubun en zor maçında ilk yarıyı en azından skor açısından istediği gibi tamamladı. Yine de skor değil ama sahadaki icrada özellikle Adriano’nun golünden sonra gözle görülür sıkıntılar vardı. Ama önce gol... İlk golde gözler Tolgay’ın Quaresma’ya geçirdiği muazzam pasa kilitlendiyse de pozisyonu çözen, Beck’in oraya yaptığı koşu oldu. Caner’in uzun ters topunda Napoli’nin sol bek bölgesindeki Beck’in katılımıyla oluşan sayısal Beşiktaş üstünlüğü ve rakipten de sekse ortası, Adriano’nun soldan sızmasıyla golle sonuçlandı.
‘Hoşgeldim’ golü
Ama bundan sonra Sarri oyun kurucuları Jorginho ve Hamsik’i arkaya alarak Beşiktaş’ın baskı unsurları Atiba, Necip, Tolgay üçlüsünü öne çekti. Böylece Beşiktaş’ın düzeni bozuldu. Orta sahada geniş alanlar yaratan Napoli hem oraları kullanıp hem de defansın arkasına attıkları uzun toplarla çözüm aradı. Bu sayede sonuç alamadı ama özellikle iki kenarı iyi işledi. Ve yine ne iyi ki, Napoli, uzun süre başarıyla uyguladığı bu kurgudan golü yedi. Orta sahada bir an baskı yiyen ve çıkış bulamayan Jorginho, kurtuluş olarak geri pasını akıl edince Aboubakar da ‘Hoşgeldim’ golünü yaptı.
Beşiktaş ikinci yarıya daha olgun, daha güvenli başladı. Ritmi düşürdü. Bunu da soğukkanlı ve güvenlikli paslarla sahayı enine kullanarak yaptı. Ayrıca ilk devreye göre birbirine daha yakın oynayarak Napoli’nin o ünlü pas trafiğini engelledi. Ancak gol olan ikinci penaltı, yolunda giden işleri rayından çıkarır gibi oldu. Ele geçen denge yine eşitlendi.
Avantaj geri alındı
“Futbolda farkı ayrıntılar belirler” denir... İlk golde Beck’in hücuma dahli gibi 85’te Gökhan İnler’in Quaresma’ya attığı uzun mesafeli ters topun akabinde gelişenler maçı Beşiktaş’a getirdi.
Bu fevkalade maçta başta Marcelo takipçileri Fabri, Atiba, Necip ve Beck Beşiktaş’ı bu zorlu deplasmanda diri tutan isimlerdi. Bu ekibe katılan diğerleri çok önemli eksikleri olsa da Napoli gibi bir takımı tıpkı ‘yüzdeli oynayan’ Roma gibi durdurup, onlar gibi üç de gol atmayı başardılar. Böylece İnönü’de Kiev’e karşı kaybettikleri avantajı daha güçlü biçimde ele geçirdiler.









































