‘’Keyfiyetin pençesi!‘’
Bu tutumun adını koymak zor... ‘Kibir’ mi, ‘kendini herkesten ve herşeyden üstün görme’ mi, ‘bilginin sadece ve sadece kendi tekelinde olduğuna inanma’ mı?.. Bunlardan biri mi yoksa hepsi mi? Hayır bunlar değil de bambaşka gerekçeler mi? Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim, bu ülkedeki tüm vatandaşlara ait takımı yönetirken hangi yöntem ve motivasyonla davranıyor anlamak gerçekten zor. Her karar ve uygulamasına kayıtsız şartsız biat isteyen, soru almayan, yanıtı da olmayan adeta hikmetinden sual olunmaz ‘ilahi bir güç’ karşısındayız.. Ve öylesine çaresiziz ki, dişlerimizi sıkmaktan çoğumuzun çene ağrısı çıplak gözle görünür halde.
O zaman neden yoktu?
Yanıt gelmez ama yine de ‘dipsiz kuyu’ya birkaç soru soralım. ‘Devşirme stoper’lerle Avrupa Şampiyonası oynayıp malum tartışmalara yol açan Terim, o takıma Ömer Toprak’ı neden çağırmadı ve şimdi ne değişti de çağırdı? O tartışmanın merkezinde olan ve cezalı olduğu bilinirken geniş kadroya aldığı Gökhan Töre sadece performans gerekçesiyle mi takıma dahil edilmedi?
Daha önce kadroya almadığı Kadir Hakan Balta, ‘Türk halkından özür diledi’ mi? Ya da ‘ilkesel kararlar’da yapılan değişiklikler başta Arda Turan olmak üzere diğer oyunculara neden işletilmedi? Artık eminiz ki, gerekçe ‘performans’ ile açıklanacak gibi değil!.. Eğer öyle ise ‘seçicinin günümüz futbolu’na dair bilgileri hayli tartışmalı hale gelir!
Açıklama yaparsa...
Yok eğer mesele, sadece birilerinin bildiği ve geniş yığınların hâlâ öğrenemediği ‘prim meselesi’ ise... Bu tartışma/kavganın aslı astarı nedir? Bu primler dağıtılmış mıdır? Dağıtıldı ise kim ne kadar almıştır? Ve sahi... Yeri gelince ‘teknik direktör’ gibi davranan Terim şu büyük ve derin sığınağı ‘futbol direktörlüğü’ makamının görev ve sorumluluk alanını açıklayabilir mi? Ancak rica edeyim eğer tenezzül gösterir ve açıklama yaparsa, biz ‘futboldan yeterince anlamayan’ ama futbolu da en az ondan anlayanlar kadar seven fanilerin anlayacağı dilde olsun! Soruların ‘dipsiz kuyuya’ sorulduğunu söylemiştim değil mi!
‘’Beşiktaş işini zora soktu‘’
İnsan yaşadıkça, dahası yenildikçe öğreniyor. Şenol Güneş hem geçmiş sezonların hem geçen sezonun tecrübesiyle tüm ilk yarı boyunca ‘kontrol oyunu’nu tercih etmişti ki, doğruydu. En büyük yardımcısı da sahada ‘tansiyon aleti’ni eline verdiği Tolgay Arslan oldu. Tolgay geri çekildi ve maçın ritmini hocasının istediği gibi ayarladı. Beşiktaş ilk yarı boyunca gol pozisyonu üretemedi doğru ama Kiev’e gol pozisyonu da vermedi. Rakibinden farkı gol atmış olmasıydı.
Şampiyonlar Ligi seviyesi böylesi bir kurguyu emrediyor. Bir gece önce Dortmund ağır baskılı oynadığı maçta Real’in ilk hücumunda 2’ye 4 yakalanıp golü yedi ve bir puanı 87. dakikada kurtarabildi. Futbol, ‘an’ oyunudur. 28’de Atiba rakibe basıp kazandığı topu Aboubakar’a geçirince Beşiktaş o ‘an’ı da yakalamış oldu. Serbest vuruşta topun başında o işler için biçilmiş ‘üç kaftan’ vardı; Caner/Talisca/Quaresma. ‘An’ı anlamlandıran Portekizli oldu.
Avantajı evinde bıraktı
İkinci devre 60’a kadar benzer düzende geçti. Tempo elde, oyun elde. Hatta Tolgay’ın Beck’i içeri kaçırdığı pozisyonun dönüşünde Tosiç’in ele geçirdiği topta Quaresma avuta vurarak oyuna renk verdi. Ve ardından olan oldu. Arka direkte, artık hangisini kabul ederseniz , ‘unutulan’, ‘gözden kaçırılan’, ‘yerleşim hatasından yararlanan’ Tsygankov golü yaptı. Yani 60’a kadar elde giden oyun birden elden çıktı. Topu elde tutamayan Beşiktaş ileri de gidemedi. Öyle ki, grubun en etkisizi görünen Kiev ikinci yarı tüm oyunu elinde tuttu. Yani Galatasaray maçının tam tersi. Beşiktaş, Portekiz’de eline geçirdiği avantajı evinde bıraktı. Bu haliyle bu turnuvada işini hayli zora soktu. Şenol Güneş kurgu üzerinde biraz daha durmalı...
Birkaç oyuncu notu...
İnönü ruhu geri döndü
Aboubakar: Etkisizdi evet ama bu biraz da takım kendisini çalıştıramadığı içindi.
Talisca: Beşiktaş bu pozisyonu kim olursa olsun etkili hale getiremiyor. O da bir önceki maçta Oğuzhan gibi etkisiz kaldığı için takımı çalıştıramadı.
Fabri: İyiydi. Hele de 86’da çıkardığı karşı karşıya pozisyonda. Yine yenilen golde farkını gösterebilse ‘yıldızlı pekiyi’ olurdu.
Adriano: Daha zamanı var.
Caner: Çalışkan ve gayretliydi. Hatta bir ara Aboubakar ve Talisca’ya pozisyon anlatıyordu!..
Tribün: Galatasaray maçında yaşananlardan çıkan ders hayırlı olmuş. ‘İnönü ruhu’ tribündeki her bir bireyle geri dönmüş. Hoplayan, zıplayan, marşı ve sloganıyla takımı ve birbirini destekleyen o eski, bildik Beşiktaş tribünüÖ Yani dayanışmanın gücüÖ Bir de şu maç sonu takımı alkışlamayı daha gösterişli ve hep birlikte yapabilseler!...
‘’Yeni tribün düzeni: Suskunluk‘’
Yenilenmiş statlarla birlikte onlarca yılda kendini inşa etmiş ‘tribün dinamiği’ de değişime uğradı. Görülüyor ki, futbolu para merkezli ‘televizyon oyunu’na çeviren icraatler muradına erdi. Yeni stadyum düzeninin ‘yeni taraftar’ profili için hazırladığı ‘subliminal mesajı’ şöyle formüle edebiliriz: “Stadyuma gelenler! Tıpkı televizyonda maç izleyenler gibi yerinize oturup sadece sahada olana bakın!..”
Beste okuyacak ortam yok!
Yeni statlarda sistem aşağı yukarı şöyle işliyor: Maç öncesi tepelere yerleştirilmiş devasa hoparlörlere stüdyoda hazırlanmış, tribün duygusundan uzak daha çok çocuk şarkılarını andıran bangır bangır takım parçaları gönderiliyor. Hal böyle olunca, tribünü domine edecek taraftar topluluklarının maç öncesi hazırlanan ‘besteleri’ okumalarının önü kesiliyor. Böylelikle, bir yerde buluşup toplu halde gelmek yerine, münferit olarak direkt stadyuma giren binlerce ‘yeni taraftar’ hoparlörden akan parçalara play back yapmaya zorlanıyor!
Sadece sahaya bakıyorlar!
Ardından maç başlıyor ve tribün hadisesinden uzak, ‘subliminal mesaj’ın etkisindeki taraftarlar büyülenmişcesine sadece sahaya bakıyor!Son Beşiktaş-Galatasaray maçında özellikle Beşiktaş tribünlerinin bu ‘subliminal mesaj’ın etkisinde kaldığını rahatlıkla söyleyebilirim! Neredeyse tüm ilk yarı sadece ‘sahayı gözleyen’ Beşiktaş tribünlerine uzun yıllardır rast gelmemiştim. Galatasaray ataklarında o koca kalabalıktan çıkan sesler sadece ıslıklama ya da ‘ah vah’ın ötesine geçemedi.
İkinci yarı bambaşka oldu
Galatasaray taraftarı ise gerek az olma gerek onca yıl sonra böyle önemli bir maçta stadyumda yer alma gerekse de takımın ilk yarı oyununun verdiği coşkuyla maçtan son ana kadar kopmadı. Öyle ki sık sık, “İnönü sustu bizi dinliyor” sloganları attılar. Ancak ikinci yarı farklı başladı. Devrenin başlama vuruşuyla Beşiktaş kapalı tribünün üst ortasından -eski İnönü Kapalı Tribünü’nü hatırlayanlar için ‘kutu’ya tekabül eden yer- ciddi bir itiraz geldi.
Çarşı, İnönü Ruhu’nu çağırdı!
Takımları iki gol geride ve sahadaki oyun o ana kadar umut vaad etmezken ‘Çarşı’ duruma el koyup, ‘İnönü Ruhu’nu geri çağırdı. Maçta bundan sonraki gelişmeler herkesin malumu!... Bu oyun tribünsüz oynanıyorsa bile tat vermiyor! Beşiktaş-Galatasaray maçı sadece saha içinde değil, tribünde, “Oyun bizim hayat bizim” diyen taraftarların hikayeleri açısından da son derece öğreticiydi. Geriye kalan ise hikayenin görülmesi ve yazılmasıydı...
‘’Futbol böyle güzel‘’
Bir futbol maçında sonucu belirleyen faktörlerden biri de karşılıklı eşleşmedir. Beşiktaş dün ilk yarı boyunca oyunu kurgulamakta zorlanıp topu rakibine teslim ettikçe işte bu eşleşmeler (karşılaşmalar) sahanın çeşitli bölgelerindeki defansif zaafları da bir bir ortaya çıkardı. Başta Bruma/Gökhan Gönül. Beşiktaş, Carole/Sneijder/Bruma koridoruna yardım yetiştirmekte güçlük çekince bu tempo için ‘hazırlıksız olan’ Gökhan Gönül çaresizce topun peşinden koşmak zorunda kaldı ve olanlar oldu.
Tolga Ciğerci / Gökhan İnler karşılaşmasında da Tolga, top kapmak ve Sneijder’in oyunu inşa etmesi için yardımcı rolünü başarıyla üstlenirken, Gökhan için aynı şeyleri söylemek güçtü. Kendi ya da Atiba’nın kaptığı topları ‘uzun oynayarak’ verimli hale getirmeye çalıştıysa da Beşiktaş’ın ‘görünmez’leri ona yardım edemedi. Kimler mi? Oğuzhan, Olcay, Gökhan Gönül ve en öndeki Cenk.
Bol pas ve sakinlik
Galatasaray ise bol pas, denge, sakinlik ve bilinçle hücum etti. Ele geçirdikleri her topu Sneijder merkezli olarak Beşiktaş yarı alanında kurgulayıp hücum ettiler. Tolga ve Selçuk göbeği kapatırken Sabri ile Carole kenarları tıkayarak oyunun boyunu iyice kısalttılar. Bu tarz, onlara iki gol ve iki net gol pozisyonu getirdi.
Şenol Güneş ikinci yarıya iki ‘görünmez’ Olcay ve Oğuzhan’ı alarak çıktı. Oğuzhan, Atiba yanından öne sürülünce takım arkasında kaldığı için beklentiyi karşılayamadığını göstermişti ama demek Güneş bunu bir kez daha test etmek istedi. Üstelik o bölge ligin şu ana kadar en iyisi olan Tolga Ciğerci’nin hükümranlık alanındaydı. Yine de Talisca’nın bir iki girişimi dışında 70’e kadar ne tempo yükseltebildi ne de oyunu kurgulayabildiler. Galatasaray skor avantajı elinde olduğundan bol pasla tempoyu yükseltmemeye uğraşırken Marcelo’nun kornerden gelen topta attığı gol oyuna başkalık kazandırdı.
Kimse üzülmedi
Riekerink tehlikeyi görüp hem oyunu soğutmak hem takımı tazelemek için Cavanda ile Josue’yi dördüncü hakemin yanına gönderdi ama yetişemedi, Cenk golü yaptı ve Beşiktaş o ana kadar ‘oynayamadığı oyun’a döndü. Adriano/Cenk değişikliğiyle baştaki düzenine dönen Beşiktaş tempoyu rakibinin şaşıracağı seviyeye ulaştıracak zamanı bulamayınca maç da iki tarafı da üzmeyen bir skorla tamamlandı.
Sonuç... Neymiş, futbol böyle güzelmiş. Hele ki o son 20 saniye... Sahada tempo, tribünde eğlence. İnsan maça geldiğini hissediyor. Gerçi Beşiktaş tribünü halen İnönü’nün çok uzağında ama zamanla o da gelişir. Galatasaray tribünü ise baştan sona maçtan kopmadı ki, olması gereken de buydu...
‘’Hepimiz kazanalım‘’
Bilinir, ‘Bütün başlangıçlar zordur’. Berber çırağı makası eline aldığında yüzlerce kez izlediği ustasını ‘şıp’ diye taklit edemez. Kaldırılan deplasman yasağının ilk uygulamasının zorluklar içerdiği bir gerçek. Ancak, havada asılı duran ‘tedirginlik’ de fazlaca gereksiz... Futbol maçına giden tutkulu insanları ‘holigan’ olarak yaftalamaya hazır görüşler, “Gördünüz mü bak” demek için pusuda bekliyor!.. Her işi yarım yamalak yapan yöneticiler ise olumsuzlukları taraftara yüklemek için çoktan hazır. Oysa, diyelim ‘tribünde meşale yakıldı.’ Bu, tek başına ‘taraftar’la açıklanır mı? ‘Meşale içeri nasıl girdi?’, ‘Kontroller neden titizlikle yapılmadı?’, ‘Neden sadece suçlu hakkında gereği yapılmadı?’ türünden sorular her daim sahipsiz kalır bu ülkede...
Tedirginlik kalkmalı
Herkes görevini yaparsa sorun çıkacağını sanmıyorum ya, çıkarsa bile, ülkenin en ‘modern stadı’nda ‘suçun şahsiliği ilkesi’nin işletileceğinden emin olmalıyız. Tedirginliğin ortadan kalkıp yerine anlayışın yerleşmesi için yapılması gereken ilk açıklama sadece suçlunun cezalandırılacağı olmalıdır, ki herkes sorumluluk alsın!... Bu gerçeklerin yanı sıra tribüne gidecek insanlar da sorumluklarını akıldan çıkarmamalı.
Takıma odaklanılmalı
Ne yazık ki bu ülkenin tribün kültürüne, tuttuğu takımının meziyetlerini övmek, takımı ve oyuncuları yükseltmek değil, ne olursa olsun rakibi yerin dibine sokmak hakim!.. Bu maç, bu olumsuz algının kırıldığı, taraftarların sadece kendi takımlarına odaklandığı bir maç olmalı. Çünkü ‘taraftar’, akıl/vicdan sahibi insandır ve bu zorlu ilk adımı bu maçta hep birlikte atacaktır/atacağız. Bilinir, ‘bütün başlangıçlar zordur’. O zoru başarmalıyız. Çünkü, birbirimizi anlamaya çalışıp ‘kucaklaşma mesafesi’ni yakınlaştırdığımızda bu dünyayı hepimizin yüzüne gülen bir yer haline getireceğiz.. Her birimiz, her birimizin yaşamından sorumlu. O nedenle, kim yenerse yensin ama hepimiz kazanalım...
‘’Ne yaptığını bilen takım...‘’
“Futbol, iyi futbolcuyla oynanır” türünden bir klişe vardır. Dün akşam ki maç bu klişenin yaşamda vücut bulmasıydı. Oyunda baskın taraf yoktu ama topu ayağına aldığında ne yaptığını, nasıl etkili olacağını bilen takım Beşiktaş’tı.. Atiba, Talisca, Caner başta, topu ele geçiren Beşiktaşlılar hücumda çözüm üretme konusunda Akhisar’a göre ‘uzak ara’ öndeydi.. İlk yarı boyunca akışkan, izlenir bir oyun izleyemedik, doğru ancak bu, oyun arzusundan çok ihtiyaca göre oynama zorunluluğundan kaynaklanıyordu kanımca. Daha zor maçlar oynamak zorunda kalacak olan Beşiktaş tasarrufu ön planda tutmuştu. O nedenle bu sezon kadro zenginliği nedeniyle Şenol Güneş rotasyonda balansı tutturma gibi önemli bir problemi de çözmek zorunda.
Sıkıntı ortadan kalktı
Yine de maç erkenden kopabilirdi... Diyelim ki Cenk önüne aldığı topu uygun koridorda koşu koparan Quaresma’ya aktarsa Talisca’nın attığı ilk golün benzeri bir durum ortaya çıkardı. Ancak devre sonunda Talisca’nın kazandığı serbest vuruş, o vuruşların ustası Caner’in marifetiyle gole dönünce sıkıntı da ortadan kalktı. Tolunay Kafkas sonrası çalıştığı şablondan vazgeçmeye çalışan (!) Akhisar’ın işi zor. Bir takım yaratıcılık gösteremiyorsa direnç göstermeli. Akhisar bu haliyle ikisini de gösteremiyor.
Quaresma gözden geçirilmeli
Öte yandan... Maç 0-2 gidiyor... Sanki son Benfica maçında o kritik hatayı yapan Quaresma değil! Yine üst üste tanıdık hovardalıklar. Tamam bazı pozisyonlar için iyi futbolcu ama tribünün bu arkadaşa gösterdiği teveccühü de gözden geçirmesi gerekmez mi? Pozisyonsuz maç Beşiktaş’ın kontrolünde tamamlandı. Bundan sonra zorlu periyotlara girecek olan Beşiktaş, taraftarı tribünde, “Üç.. Üç.. Üç..” diye talepkarken ‘yetecek skor’u bulmuş olarak denge oyunu oynamayı sürdürdü. Basit, rahat, temkinli ve güvenli... Yani neredeyse rakibine pozisyon vermeden maçı tamamlayıp istediğini aldı. Bu maç gerçek anlamda bir teknik direktör maçı olarak oynandı. Yani Şenol Güneş oynadı, oynattı Tolunay Kafkas izledi, izletti!..
‘’..Ve ilk adımlarını attı‘’
Çoğu Beşiktaşlı kabul etmese de Avrupa’nın zor deplasmanlarından birine giden Şenol Güneş, ilk yarı boyunca takımını sahaya doğru yaydı. Kuşkusuz ki öfkeli taraftarlar yenilen golün faturasını kaleci Tolga’ya çıkartacak! Ancak gerçek böyle mi? Beşiktaş birkaç cılız atak dışında Benfica’yı enternette etmeyi başardı dersek yanlış olmaz. Gol ise şöyle gelişti; yeri kapatan Beşiktaş yüzünden yüksek oynanan top Atiba/İnler hattını havadan geçip Beşiktaş’ın ‘yumuşak karnı’ olan stoperler bölgesine gönderildi.
Marcelo ilk müdahaleyi yapamadı! Şut orta karışımı kesmeyi Tolga uygun olmayan yere çeldi. Diğer stoper Tosiç de arkasındaki adamı kaçırınca gol oldu. İlla bir suçlu aramaya gerek yok. Benfica kanatlardan yapamadığını ‘yapabileceği yegane yer’den yaptı diye düşünmek daha doğru olur.
Düzeni değiştirmek istedi
Futbol hem savunup hem planlı hücum ederek oynanıyor. Beşiktaş ilk yarı doğru savunma yapsa da rakibi tedirgin edecek hücum organizasyolarını gerçekleştiremeyince ‘tek boyut’lu kaldı. Hal böyle olunca da başta Oğuzhan olmak üzere orta saha oyuncuları ‘görünmez’ kaldı. İkinci yarı Şenol Güneş, Talisca ile beraber düzeni değiştirmek istedi. Ancak Benfica yerde oynayıp Beşiktaş’ı topu peşinden koşturarak şaşırtmaya uğraştı.
İlk ciddi arkaya sarkmasını 62. dakikada Caner’le gerçekleştiren Beşiktaş ise o dakikaya kadar pek de görünür olmayan Adriano’yu alıp Cenk’i sahaya sürerek golü daha ciddi aramaya koyuldu.. Ve pozisyonlar da gelmeye başladı. Ancak Şampiyonlar Ligi seviyesi beceri, tecrübe kadar dayanıklılık da istiyor. Dayandı ve tecrübe oluşturmaya dair ilk adımlarından birini ‘bir puan’ kazandığı bu maçla atmış oldu.
Bir vuruş ustası
Bundan sonrası bu adımı daha olgun bir oyuna geliştirmek... Birkaç oyuncu için bazı notlar düşmek gerekirse; Caner: Verimli olduğu sol bekten öne sürülünce öngörülen etkiyi gösteremedi. Çünkü o, alanı dripling değil koşuyla geçen bir oyuncu. Ancak ‘oyunu göremediği’ için o mesafede hem koşu yapamadı hem topu süremedi.
Oğuzhan: Sosa mevkiinde oynayabilmek için arkada ona yardım edecek kendi gibi biri olmadığı için etkili olamadı. Aboubakar: Takım topu ona ulaştıramadığı için görünmeyenlerdendi.
Ancak Cenk’e indirdiği ve onun dışarı vurduğu toptaki işçiliği ceza sahası içini iyi bildiğini gösteriyordu. Talisca: Beşiktaş bir vuruş ustası kaybettiyse de birini buldu.
‘’İzlemesi zevkli ama...‘’
Uzun çok uzun zaman olmuş Beşiktaş’a uğrayıp ağaçlı yoldan yürümeyeli... Belki dün belki önceki gün! Ne kadar uzun olduğunu hatırlayamadık arkadaşım Ahmet Fisunoğlu’yla stada yürürken. Açıldıktan sonra iki kez gelmiş ama içime sindirememiştim. “Eskiye özlem diyor” bu duruma kimileri. Belki değişmiştir diye umuyorum, değişmemiş. ‘Baba evi’ o eski ev değil!
Karabük golü buldu...
Şampiyon takım türlü değişikliklere uğramış ama tadı geçen yılın kıvamında. İşlek, arzulu, arayışta. Yani izlemesi zevkli. İlk yarı özellikle soldan, Caner’in koridorundan yüklenince tarzı daha gösterişli Beşiktaş ’ın. Havası yerinde. Böyle diyorum ama ilk devre iki takımın gol pozisyonu içeren hücum sayısı eşit; üç. Skor? Beşiktaş: 2 Karabük: 0. Tribün “Nasılsa kazanırız” güveni içinde ama sahada olan biten aynı şeye işaret etmiyor. Skordan bağımsız olarak topu efektif kullanma konusunda Karabük’ün hiç de Beşiktaş’tan aşağı kalır yanı yok. Hele de golü bulduktan sonra!.. İkinci yarı durağana dönen oyuna tempo vermek için Oğuzhan ve Adriano’yu gönderiyor sahaya Şenol Güneş. Lakin 60’tan sonra kim ev sahibi kim deplasmanda işler bir süre karışıyor. Üstüne bir de Beşiktaş’ın kronik sorunlarından olan stoper Tosic iki kez sekince tribün ister istemez geriliyor. Karabük Ceyhun merkezli kurgusunda yapabileceğini yapmaya uğraşıyor. Hocaları Tudor üçüncü gole kadar maçın içinde ama Oğuzhan’ın penaltısı onu da kulübeye gönderiyor.
Peki Beşiktaş’ta kimleri gördüm?
Tolgay Arslan: Dengeli, akıllı. Oyuna yön vermeye uğraşıyor ancak yardımcısı olmadığından verimi düşük.
Gökhan İnler: Sakin, güvenli, estetik. Bilekleri yumuşak, yer tutma ve takip duygusu yüksek.
Talisca: Toplu oyunda var. Ancak bu lig kreatif oyuncuya pek tahammüllü bir lig değil. Biri ona pratik oyunun Sosa’da olduğu gibi buradaki gücünü anlatırsa iyi olur.
Olcay Şahan: Hep çalışkan hep diri hep katkı verme derdinde. Takımın en gayretlisi.
Caner Erkin: Takım öne giderken görünür, beklerken ‘normal’. Ondan beklenen durağan halleri aktife çevirecek aksiyonlar.
Gökhan Gönül: İlk maç için, ‘yani’!..
Fabri: Ona gösterilen teveccüh daha çok Tolga’ya duyulan manasız öfkenin tezahürü. Şampiyon takımın kalecisine duyulan bu anlamsız antipati Beşiktaş taraftarının değişen profiline dair ciddi bir ipucu. ‘Ahmet dursun Seba gitsin’i akıldan çıkarmamakta fayda var!..