Arama

Popüler aramalar

‘’Pes etmedi kaybetmedi!..‘’

Buraya kadar ‘yenilmeyen’ bir takım olarak Beşiktaş maça psikolojik olarak üstün çıkmıştı. Lakin futbolda psikolojik para metreler epeydir ‘tali belirleyici’ konumunda. Aslolan düzen ve o düzeni uygulayabilecek birikim. O da top ayağındayken neyi nasıl yaptığınla ortaya çıkıyor. İlk yarı boyunca topu ayağında daha çok tutan takım Beşiktaş olsa da mesele ‘iş yapmaya’ geldiğinde roller değişiyordu.

Nafile makamında oynamak

Benfica en uçtaki adamı ile kaleci önündeki hattının boyunu 20-25 metre ile sınırlı tutmayı başardıkça Beşiktaş topu ele alsa da nafile makamında oynamak zorunda kaldı. Çünkü böylesine daraltılmış bir düzende adam eksiltme konusunda eksik olan To lgay ile Oğuzhan ister istemez kayboldular ve oyun bir türlü kurulamadı. Bu arada ele geçirdiği topları seri ve basit biçimde aralarında gezdirmeyi beceren Benficalılar ise pozisyon çeşitliliği ve yüksek yüzdeyle maçı ilk yarı kopardı.

Tribünü aşağı çekti!

Bir takım, gol yiyebilir ama aslolan yediği gole gösterebildiği reaksiyondur. Beşiktaş ilk yarı boyunca yediği gollerde ciddi hiçbir tepki gösteremedi. Reaksiyon seviyesinin düşüklüğü aynı zamanda rakibi cüretkar hale getirirken tribünü de aşağı çekti.

Ama bilinir.. Beşiktaş ikinci devre takımıdır. İkinci devreye takımı Gökhan ve Cenk ile tahkim eden Şenol Güneş takımı en iyi bildiği şey olan ‘tempo ya pmaya’ davet etti ve davete icabet eden Cenk’in golü de gecikmedi. Gol geldi ancak Benfica başta gole reaksiyon gösterip her atağa atakla karşılık verince oyun üstünlüğünü kısa sürede ele geçirmek mümkün olmadı. Taa ki 82’deki penaltıya kadar. Quaresma’nın penaltı golü sonrası geri kalan dakikalar bir ‘tansiyon maçı’na dönüşürken Benfica içe doğru büzüştü. Ve bu da baskıyı haliyle de sonucu yani beraberliği getirdi.

Çıta yukarıda...

Böylesi bir maçta skoru beraberliğe getirmek, gerek namağlup unvanının korunması gerek oyunu çevirme gücü, gerekse zorlu maçlar periyoduna girmesi açısından Beşiktaş açısından çok önemliydi. Bir kez daha görüldü ki Beşiktaş tüm eksiklerine rağmen ülke ölçeğinde çıtayı hayli yukarı koyan bir takım. Bundan sonra gruptan çıkma hesapları yapmak kuşkusuz ki önemli ama daha önemlisi bu oyunu ‘garanti kazanan’ bir seviyeye ulaştırmak için çalışmaya ara vermeksizin devam etmek. 3-0’dan 3-3’e getiren bir takımın genetiğinde bunun fazlasıyla varolduğunu biliyoruz.

24 Kasım 2016, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Üst üste gollerle oyun koptu‘’

Bilinir, ilişkilerin geleceğini belirleyen kavgalar değil kavgaların ardından hangi yöntemlerle barışıldığıdır. Gelecek, barışa bilmek için kurulan cümleler üzerinden kurulur. Milli takımdaki kavgalar neden yaşandı bilenimiz yok. Nasıl barışıldı onu da bilen yok. Haliyle buradan bu teknik ekip ve mevcut kadroyla hepimiz için bir gelecek çıkmaz!

Rakip öne geçebilirdi

Böylesi bir atmosferde grubun ‘en kolay’ görünen maçına çıktı milli takım. İlk yarı boyunca da aradı durdu. Kenarlardan aradı ortadan aradı. Aradı bulamadı. Golü bulamadıysa bu beceriksizlikten değil Kosova kalecisi Samir Ujkani’yi aşamadıklarındandı. Skoru bulamadıkça rakibin direnci de yükseldi. Rakip Kosova ise gücü oranında direnmeye yine gücü oranında hücum etmeye çalıştı. Öyle ki, devrenin son anında yakaladıkları pozisyonda golü bulsalar soyunma odasına önde girebilirlerdi.

Kuru kuru ‘çak’!

İkinci devreye ilk devredeki oyunun güveniyle başlayan milliler golleri üst üste bulunca oyun koptu. Milli takımın sosyal hallerini anlatan an ise ilk golün sevinciydi sanırım. Tanıdığımız Burak golü attıktan sonra genellik gol sevincini tribünlere koşup yalnız yaşardı. Bu kez de öyle yapacakken yarı yolda karar değiştirip Arda’ya yöneldi!.. Aynı anda Fatih Terim ekibiyle kuru kuruya ‘çak’ yapıyordu!

Dışarıda oynayacağımız maç önemli

Bu maç üzerine ‘oyun boyu’, ‘üçüncü bölgede baskı’, ‘kanat organizasyonları’ vb. analizler sanırım o denli anlamlı olmaz. Kosova’ya karşı burada değil esasen orada oynayacağımız maç ‘kendimizi daha doğru tespit etmemiz’ açısından önemli olacaktır.

Yeneceğimiz büyük oranda belli olduğundan galibiyet de ‘ritüel sevinç’in ötesine geçemedi. Sevinç ‘uçucu’ kalırken tribünler kalabalık ama yeterince tempolu değildi. Ancak yine de bu tribünü gören Antalyaspor yönetimi maçlarında aynı yoğunluğu görmek istiyordum sanırım!..


13 Kasım 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Keyfiyet zafer kazandı‘’

Hangi oyuncunun Milli Takım’a neden çağrılmadığı ya da kimin hangi ölçütlerle kadroya dahil edildiği türünden sorular artık anlamını yitirdi! Çünkü ‘keyfiyet’ bir zafer kazandı. Fatih Terim’in açıkladığı son kadroyla ülke futbolunun son zamanlardaki ‘en yakıcı’ tartışması da sona ermiş görünüyor... Ama bilinir, ‘görünüşler aldatıcıdır’! Bülent Ortaçgil, ‘’Bu su hiç durmaz’’ der ya o misal, bu köprünün altından daha çok su akacak. Kimileri, ‘’Bu tartışma benim açımdan sona ermiştir’’ diyor, televizyonlar da ama kimse bu tartışmanın nereden kaynaklandığını açıklamıyor!.. Ancak alınan kararlar ve açıklanan kadro problemin kaynağının bizzat Fatih Terim olduğunu düşündürtmüyor mu?

Yalçın alındı ama...

Düşündürtmediğini söyleyen birileri varsa Terim’in, ‘’Benden değil Türk halkından özür dilemeliler’’, ‘’Bu aynı zamanda teknik bir karardır’’ mealinden sözleri nasıl yorumlanabilir? Stopersiz çıkılan Avrupa Şampiyonası maçlarının ardından örneğin Yalçın Ayhan’ın bu saatte kadroya dahil edilmesi hangi ‘teknik’ ya da ‘idari’ kararla açıklanabilir? Hatırlanır, sahaya en fazla yerli oyuncu süren Başakşehir Teknik Direktörü Abdullah Avcı yakın zamanda sık sık ‘iğneleyici’ ifadeler kullanıyor. Bunların ardından Başakşehir’den alınan oyuncu sayısının dörde çıkarılmasını nasıl yorumlamalıyız?

Hükmü sonsuz değil

Bütün bunlardan sonra... Hepimize ait olana karşı bu denli vurdumduymaz bu denli keyfi davrananlardan bir özür beklemeyi de hak etmiyor muyuz? ‘’Hakkımız yok’’ diyenler de olacaktır muhakkak. Benim sözüm bizim gibi düşünenlere... ‘Özür’ olsun ya da olmasın, yine de biliyoruz ki ‘keyfiyet’in hükmü sonsuz değildir. Hele ki iş futbol olunca... Hayat er ya da geç kapıya dayanır ve olması gereken mutlaka olur. Kim ne derse desin... Bu noktada Türkiye Futbol Direktörlüğü makamının açıkladığı faaliyet raporu üzerine de bir şeyler söylemek gerekiyor ancak bugünlük ‘yerim dar.’

07 Kasım 2016, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu kez farklı bir Beşiktaş‘’

Bilinir, Beşiktaş ligdeki maçlarının ilk yarısını genellikle ‘durağan tempo’da geçirir ama ikinci yarıda temposunu bulur. Ancak dün akşam, en azından ilk 25 dakika, böyle oynanmadı. Bol pas yaparak rakibini savuran Beşiktaş öne çıktığı ilk periyotta üç pozisyon bulup ikisini golle sonuçlandırdı. Quaresma başta Aboubakar, Cenk, Tolgay, Atiba o ilk bölümün mimarlarıydı.

İşler bu rahatlıkta gidecek diye düşünülürken Gökhan Gönül’ün çıkarken yakalattığı topla pozisyon bulan Trabzon şöyle bir silkindi. Devamında golü de buldukları ilk devrenin son çeyreğinde Beşiktaş’ı geri itip oyuna ortak olurken Mehmet Ekici önderliğinde Okay ve Onazi desteğiyle ‘güvenli ve akan oyun’a terfi ettiler. Bunda biraz da her hücum girişimi rakip orta sahada erken eriyen Beşiktaş’ın geri koşma mesafesini uzatmış olmasının etkisi vardı kuşkusuz.

Topu kapan gitsin!

İkinci yarı iki takım da top kaptırma - ya da top kapma yarışına girdi. Beşiktaş maçın başındaki pas trafiğinden uzaklaştıkça geride olan Trabzon maça iyiden iyiye ortak oldu. 60. dakikadan sonra da Beşiktaş’ın maçın başında yaptığını yaparak, topu rakibe vermeyip düzenli ve güvenli hücumla oyunu ellerine aldılar. Ancak kadroda ‘problem çözecek’ oyuncu olmadığı gibi skor üretecek kolektif şablonlar da henüz oturmadığından harcanan enerji tabelaya gol olarak etki edemedi.

Son 10 dakika orta saha savunmaları tamamen ‘çöktü’ ve oyun bir tür ‘’Topu kapan ileri gitsin’’e dönüştü. Bir o ceza sahası bir bu ceza sahası önünde geçen son bölümde koşu, tempo, heyecan ve belirsizlik varsa da düzenlilik olmadığında dişe dokunur bir pozisyon çıkmadı. Bu bölümde Trabzon’un kurguladığı değil de ‘şişirdiği’ toplarda en çok Fabri adının duyulması işte bu yüzden!. Ve Beşiktaş kendi lig seviyesinin altında kalmış olsa da istediğini almayı başardı.

Tuhaf bir durum

Bir not... Atiba gibi bir ‘görünmez süper yıldız’ sahadayken hala hemen her pozisyonunda Quaresma’ya yüksek özel ilgi gösterilmesi hakikaten tuhaf bir durum!
Ve, bu maçta ekranda alt yazıyla şahit olduğumuz ülke futboluna dair bir son notla yazıyı bitireyim. Alt yazıda Arda Turan’ın milli takım kadrosuna çağrıldığı yazıyordu. Okur okumaz aklıma şu soru geldi; ‘’Madem bu oyuncular Yüce Türk halkından özür dilemeden milli takıma geri çağrıldı, o zaman aralarında Yalçın Ayhan’ın da bulunduğu futbolcuları daha önce milli takıma çağırmayan Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’in Yüce Türk halkından en azından bir özür dilemesi gerekmez mi?’’ Yanıtı duyar gibiyim, ‘’Niye gereksin ki!.. Burası Türkiye...’’

06 Kasım 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Serin kalırsan kazanırsın‘’

Eldeki oyuncular düşünüldüğünde sahaya sürülecek Fenerbahçe takımı kaleden Topal/Souza hattına kadar neredeyse alternatifsizdi. Dick Advocaat bir gün önce, “Volkan ve Lens bize savunmada yardım etmek zorunda” dediği için de geriye ‘iki bilinmeyen’ kalmıştı. Sow tahmin edilebilirdi. Sürpriz, Van Persie’nin yokluğu oldu. Ve ilk devre boyunca görüldü ki, Alper’in sahadaki varlığı takım savunması açısından son derece doğru bir karardı.

Sow’un erken gelen spektaküler golünden sonra yapılacak şey, özel oyunculardan kurulu ManU’ya karşı ‘düzene sadık kalmak’tı. Fenerbahçe bunu ilk yarı boyunca her oyuncusu ve her hattıyla başarıyla uygulayıp rakibine haniyse pozisyon bırakmadı. Bırakmadığı gibi özellikle Lens üzerinden ciddi tehditler de yarattı.

Emenike atsa...

Bu seviye maçlarda bir başka gereklilik de, ‘serin kalmak’tır. (Bu durumun İngilizcesi ‘cool’ olabilir!...) Bunun için de formül açıktır; kenardaki kibirli (Mourinho) ile sahadaki kibirliye (İbrahimoviç) karşı sakinliği ve eğlenceyi kullanmak... Rakibe aldıracağın kartı yok yere almayacak yani Volkan Demirel gibi davranmayacaksın!

İkinci devreye de aynı düzen, aynı güvenle başladı Fenerbahçe. Oyun merkezini ister istemez biraz geri çektilerse de bu, saha içi etkiyi ManU’ya bıraktıkları anlamına gelmiyordu. Lens’in muazzam golünden sonra iyiden iyiye güvenli oynamaya başladılar. Herkes fazladan iş yapıyordu. Hocalarına kulak vermiş Lens ve Volkan beklerin önünde çalıştı, durdu. Alper, top rakipteyken savunmacı, top takıma geçince anında hücumcuya dönüştü. Tüm bunların karşılığında ise henüz soğuk olan Emenike 69. dakikada golü bulsa işi o an bitecekti.

5 dakikalık kâbus!

O pozisyon ve devamında gol olmadı belki ama Fenerbahçe o andan sonra her çıktığında ManU’ya ceza sahasını dar etti. Gol pozisyonlarında yüksek yüzde tutturabilseler onca parayı harcayan Mourinho eminim İngiliz gazetelerine uzun süre elini sürmezdi!..

Ancak biraz da değişikliklerin yarattığı ‘düzen bozukluğu’ndan Rooney’nin golü geldi ve 89 dakika yolunda giden maç beş dakikalık bir kabusa döndü. Neyse ki, ManU için yeterince zaman kalmamıştı...


04 Kasım 2016, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Mutlu ve bilgili futbol ülkesi!..‘’

Çözümsüz ve faydasız polemiklerde boğulmayı tartışma belleyen futbol ortamımız sahici sorunlar üzerine kafa yormaz. Bu nedenle öğrenme düzeyi düşüktür ve yine bu nedenle ‘kazanma yüzdesi’ de...

Gelin son Beşiktaş-Napoli maçı vesilesiyle futbol hallerimize bir başka pencereden bakalım.

Haber diyor ki; “Caner takımını yalnız bırakmadı.”

Aşil tendonu koptuğu için ameliyat olan Caner Erkin, stadyuma koltuk değnekleriyle geliyor. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Beşiktaş yöneticilerinin de yer aldığı protokol tribününde maçı izleyip ‘sessizce’ stattan ayrılıyor.

Caner’in dinlenmesi lazımdı

Haberi okuyunca Tıbbiye mezunu bir arkadaşla konu üzerine lafladık! Öğrendim ki, bu tür ameliyatlardan sonra nekahet dönemi en az üç hafta sürüyor. Hasta bu süreyi mümkün mertebe ‘dinlenerek’ geçirmeli ki, onarım süresi kısalsın ve hızlansın. Bir başka önemli nokta da bu durumdaki hastanın kalabalık mekanlardan olabildiğince uzak kalması. Çünkü böylesi ortamlarda ‘kaza’ya uğrama ihtimali yatağa göre daha yüksek.

Bu durum sporcunun kendi bedeni üzerindeki sorumluluğunu gösterdiği gibi takımıyla ilgili sorumlulukları konusunda da fevkalade öğretici! Diğer yandan takım sağlık heyeti ve yöneticilerinin sporcuyu ‘nekahet’e ikna edememiş olması da üzerinde durulması gereken bir başka sorumluluk sahası.

Sadece iki isim ‘tanıdık’

Diyeceğim o ki, topun peşinde koşabilmek için öncelikle ‘bilgi’nin peşinde koşmak gerekiyor...

Bir başka dikkat çekici durum da sahaya sürülen Beşiktaş takımının ‘kimlik bilgileri’. Onbir oyuncudan sadece ikisi ‘tanıdık’ isme sahip; Tolgay Arslan ile Gökhan İnler. Ne var ki, ikisi de yurt dışında yetişme! Tıpkı oyuna sonradan dahil olan Cenk Tosun ile Oğuzhan Özyakup gibi.

Acaba ne oldu o çalışma!

Ne mutlu bu ‘futbol ülkesi’ne!...

Futbol bilgisi yok ama varmış gibi yapıyor...

Hakeme ve diğer takıma laf atanlara ‘büyük yönetici’ gözüyle bakıyor..

Oyuna kafa yoran futbol adamı az ancak çokmuş gibi konuşuluyor...

Yetenekli oyuncusu bir elin parmağı kadarsa da ‘Kum gibi var’ deniyor...

Ödenemeyecek kadar borca batmış takımlarına ‘büyük kulüp’ adı veriliyor...

Okuyanı yok lakin ortalık twiter yazarından, twitten geçilmiyor...

Sahi... Ülkenin bir de Futbol Direktörlüğü makamı vardı değil mi? Ve okuyalım diye futbol direktörü raporlar hazırlatıyordu!.. Acaba ne oldu o çalışma?!..

03 Kasım 2016, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Artık Şampiyonlar Ligi takımı!..‘’

Bu işin mimarı, mühendisi de bunca olumsuzluk arasında kuşkusuz ki, Şenol Güneş. Bu beraberlikle Napoli’den dört puan çıkaran takımıyla gruptan çıkmak için muazzam bir avantaj yakaladı. Beşiktaş artık bir Şampiyonlar Ligi takımı olmuştur.

İtalya’daki maçın ilk yarısının aksine Beşiktaş’ın yüksek güvenlik duvarı, Avrupa’nın pas kalitesi yüksek ve akın sürekliliği olan takımlarından Napoli’yi etkisiz hale getirdi. Aslında bu durum biraz da ‘istemeden’ gerçekleşti. Sakatlanan Tosiç’in yerine sahaya sürülen Cenk’in etkisiyle oyunun yönü değişti. Cenk, rakip stoperler Koulibaly ve Maksimoviç’e baskı uygulayarak Napoli’nin oyun kurmasını engellerken, Beşiktaşlı oyuncular da birbirleri arasındaki mesafeyi titizlikle korumayı bildi.

Marifetli Oğuzhan

Bu disiplinli savunma sayesinde 20’li dakikaların ortalarında oyun Beşiktaş’a döndü. Öyle ki, Napoli tüm devre boyunca bir iki cılız girişim dışında varlık gösteremedi. Gol bulabilirler miydi, belki evet... Peki biz?Öndeki baskının rahatlattığı İnler/Atiba hattında ele geçirilen toplarla süratle tehlike bölgesine akmaya çalıştı Beşiktaş. Bu dilimde bir kez direğe takıldı, tehlike içeren bir şut buldu, bir iki de tehlikeli pozisyon yarattı. Şampiyonlar Ligi’nde bundan fazlasını beklemek hayalperestlik olur. Bu ligde seviye atlamak için ‘hayal’ elbette ihtiyaç ama ‘hayalperestlik’ doğrudan hüsran demektir!...

Zaman...

Beşiktaş ikinci devreye de aynı ‘güvenlik perdesi’ aynı temkinle başlayıp öyle de devam etti. Rakibe tempo yasaktı! Böylece enerjiden de tasarruf ediyorlardı. 60’a ulaşıldığında dengede giden oyun için ilk önce Sarri hamle yapıp içeri Mertens’i attı. Geri adım atmayacağını işaret eden Güneş’in yanıtı marifetli Oğuzhan oldu.
Dakikalar 75’e ulaşmıştı ki kendi liginde de genellikle oyunun son bölümünü daha iyi oynayan Beşiktaş vitesi yükseltip oyuna şöyle bir volüm verdi. Ve, iki penaltı itirazı olan pozisyonların ardından penaltıyı da bulup tabelayı değiştirdi ancak Hamsik’in golü Beşiktaş’a oyunu koparacak zamanı tanımadı.

Tribün coşkusuyla

Başta belki de kariyerinin en olgun periyodunu yaşayan Quaresma olmak üzere Beşiktaşlı tüm oyuncular dün akşam olmaları gereken seviyedeydi. Bu işin mimarı da mühendisi de bunca olumsuzluk arasında kuşkusuz ki, Şenol Güneş. Bu beraberlikle Napoli’den dört puan çıkaran takımıyla gruptan çıkmak için muazzam bir avantaj yakaladı. Bu olgunluk seviyesi Benfica ve Kiev maçlarında uğrasa uğrasa ancak bir kazaya uğrar!.. Beşiktaş artık bir Şampiyonlar Ligi takımı olmuştur... Hele de İnönü’deki tribün coşkusuyla. Futbolu yükseltecek şey tam da budur; tribün!..

02 Kasım 2016, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İlk yarı mahmur, ikinci yarı mahir‘’

Beşiktaş çoğu maçın ilk yarısını rölantide oynayan bir takım olarak bilinir. Ancak dün akşam ilk devre görüntüsü, ‘bilinçli bir tercih’in ötesinde oyuncu yeterliliğiyle doğrudan ilgiliydi. Atiba’nın yokluğunda sahaya sürülen ve Beşiktaş taraftarının önemli bölümünün burun kıvırdığı Necip Uysal sakatlanıp çıkınca takım boş çuval misali çöktü! Necip gibi oyuncuların takımları için kritik önemi net olarak görülmüştür sanırım.

Necip’in ardından yerleşimi mecburen değiştirmek zorunda kalan Şenol Güneş, stopere Rodolfo’yu atınca Tosiç sola, soldaki Adriano da Tolgay’ın yanına sürüldü. O kadro kağıt üzerinde hücum yönünden daha zengin görünse de topu kapma konusunda fazlaca acemi olduğundan devrenin önemli bölümünü topun peşinde koşturmakla geçirdi. Golü de yediği için iyice çözülen takım deyim yerindeyse ilk devre sıfır çekti.

Başka yolu yoktu

Bunda kuşkusuz en öndeki Vedat Muriç’ten başlayıp Serdar Gürler, Landel, Selçuk Şahin ve İrfan Can Kahveci hattıyla oyunu orta sahada sertleştiren Gençlerbirliği düzeninin etkisi de büyüktü.
Kendini savunma konusunda acze düşen Beşiktaş bu düzeni sürdüremeyeceği için Şenol Güneş, - elbette zorunluluktan - oyuna Aboubakar’ı alarak ağırlığı iyice hücum verdi. Bir ince iş de Adriano’nun baştaki yerine Marcelo’nun Atiba/Necip pozisyonuna sürülmesi oldu. Maçı çevirmenin başka da yolu yoktu. Bu bölümde Quaresma’nın muazzam performansının da katkısıyla devrenin ilk beş dakikasındaki agresif saldırlarla eşitliği yakaladı.. Ve ilk yarıdaki ‘dinlenme’ dönemi mahmurluğunu üzerinden atıp mecburen ‘efor oyunu’na geçince Gençleri de geri itmeyi başardılar.

Akıl ve enerji koydu

Tolgay’ın da oyuna akıl ve enerji koymasıyla düzenini iyice oturttu Beşiktaş. Aradı durdu, fırsatları da buldu ama topu üç direğin içine atamadı. Skoru daha iyi anlamak için ise Fabri’nin yenilen goldeki hatası ile Cenk’in 75. dakikadaki manasız pas denemesini üst üste koymak bazı ipuçları verebilir... Artık iyice şüphelenmeye başladım...

Sanıyorum takımlarda ‘hakeme itiraz konusu’nda özel eğitim veriliyor. Hakemin her düdüğünde haklı ya da haksız itiraz etmek bir ‘Türk futbolu geleneği’ adeta. İstisnasız her düdüğe itiraz edip el kol, yüz göz hareketi yapan futbolcuların bu art niyetli tutumlarıyla ilgili sorunları çözmeden oyunu fiziksel ve zihinsel olarak geliştirmeyeceğimize emin olabilirsiniz.

29 Ekim 2016, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI