Arama

Popüler aramalar

‘’Temposuyla nefes kesiyor!‘’

Futbolun ‘alan yaratma’ ilkesini bu ülkede en iyi uygulayan takım kuşkusuz ki Beşiktaş. Bunu da topu ele geçirdiklerinde yükselttikleri tempolarına borçlular. Çünkü tempo takımın alan yaratma seçeneği açısından futbolun olmazsa olmazı. Öyle ki, rakipleri için karabasana dönüşen kimi hücumları izleyenlere de bir o kadar ‘basit’ geliyor.
Örneğin dün akşam takımın Babel’e attırdığı ilk gol. Konya gibi müdafaa tutarlılığıyla tanınan bir takım haniyse idmanda atılabilecek bir gol yiyorsa bunu başka nasıl açıklayabiliriz?.. Tabii burada her durumda hakemlerden şikayet etmeyi ‘tutarlılık’ belleyen Aykut Kocaman’ın kendi tezlerini gözden geçirmesinin kendi ve takımı adına ciddi faydası olacaktır.

Beşiktaş, attıkça coştu

Keza Oğuzhan’a attırılan ikinci golü de sadece ‘kontra’yla açıklamak mümkün değil. O gol de tempoyla yaratılan boş alanların katma değeri... İki gol arasında 20. dakika sularında rakip ceza yayı içinde Atiba’nın baskıyla kaptığı top keza... Oyunun boyunun kısaltılmasını da takımın belirli bölgelerdeki kolektif gücünü de alanların verimli kullanılmasını da gösteriyordu. Ya da Ricardo Quaresma’nın ilk yarı boyunca seçenekleri varken kaleye gönderdiği ve tabelayı değiştiremeyen vuruşlarında olan biten... Daha maçın 60’ıncı dakikasına ulaşılmamıştı ki, ligin ‘en sert takımlarından’ Konya’nın sürklase edilişine şahit olduk hepimiz. Attıkça coşan, coştukça oynayan bir takım Beşiktaş. Ligin oyun istikrarı ve gösterişi açısından uzak ara en iyisi. Evet, Başakşehir de bu konuda hatırı sayılır mesafe kat etti ancak Beşiktaş her hattıyla çok farklı.

Aslan payı Oğuzhan ve Atiba’ya

Bu tempo için sahada ‘aslan payı’nı Atiba/Oğuzhan’a vermek gerekiyor. İşin savunma yanına verdikleri güçlü destek bir yana top ele geçtiğinde sade ve işlevsel tarzlarıyla takımın özellikle Quaresma üzerinden anında rakip müdafaa üzerine çökmesini sağlıyorlar. Babel güçlü, Cenk güçlü ve net, Quaresma sıklıkla varyeteye kaçsa da iş bitirici... Oyunda daha az görünen Talisca topla her buluştuğunda verimli... Arkada Gökhan Gönül, tecrübesiyle enerjisini verimli kullanırken kritik müdahalelerle defansın güvenini sağlama alıyor. Adriano her çıkışında tedirgin edici. Marcelo/Tosiç oyunu öne taşımada güvenilir.

Güneş sorunları aştı

Bir parantez de bu işin düşünsel mimarına... Şenol Güneş, tempo oynayarak hem bir çok sorunun kolaylıkla aşılabileceğini hem bu tarzın daha izlenir olduğunu ve bunun da oyuncu gelişimini beraberinde getirdiğini bilecek kadar tecrübeli. Trabzon ve Bursa’da bu durumu tecrübe ederken çok oyuncu geliştirdi. Geçmişten farklı olarak Güneş’in elindeki kadrodan bazı isimler özel olarak sivrilmediyse bu ancak kolektif oyunun ve dayanışmanın gücünü gösterir. Bu da hem takımın hem Güneş’in geliştiğine işarettir. Güneş’in diğer iki takımla değil de Beşiktaş’la şampiyonluk yaşaması da bunun en güçlü kanıtıdır.

31 Ocak 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ülke normalleri!‘’

Ülkemizde nadir görüldüğünden özlemini çektiğimiz ‘öne oyun’u kendi ölçütlerinde uygulamaya çalışan iki takımın maçı... Yükün kaleciler Hopf ile Karce’ye düşmesi beklenirdi ancak kaygan zemin rol çaldı! İlk 20 dakika içinde gol olabilecek pozisyonlarda iki takım oyuncuları kritik anlarda ayakta kalamayınca gol göremedik. Futbol, bizde ‘adam eksiltme’ ya da ‘sorumluluk alma’ ile açıklanır. Oysa bu oyun ‘alan yaratma’ oyunudur. Diğerleri ikincil işlerdir. Osmanlı, ‘alan yaratabilmek’ için topu kapma konusunda ihtiyaç duyduğu klasik ikilisi Mehmet Güven/Musa Çağıran’dan birinden yoksundu. Mehmet Güven’in yokluğunda tahmin edilebilir etkiden uzak kaldılar. Yine de başta Regattin olmak üzere Webo’ya top indirmek için ciddi zorlamalar denediler.

Rantie atsa...

Gençler ise Aydın/Serdar koridorunu gösterip uzun ters toplarla kendi sağını kullanmaya gayret etti ilk yarı. Onların birinde Rantie’ye hamle yapabilmesi için ‘alan yarattıldı’ ve o da ‘adam eksiltme’ özelliğini devreye sokup penaltıyı kazandırdı. İkinci devrenin başında öne taşan Musa’nın neredeyse tüm Gençler takımını uyutarak attığı muazzam şutla gelen gol maçın havasını değiştirir dedim, olmadı. Beraberlikle birlikte maçı kaybetmeme arzusu uzun süre önde kalınca maç ‘ülke normalleri’ne döndü. İki takım birbirini orta sahada karşılamaya başladı. Ülkeye özgü “Rakibe pozisyon vermedik” oyununa geçilince de Selçuk, Numan, Musa, Issah, Koray, Adam Maher adları daha sık duyulur oldu. Nadir heyecan anlarının birinde, ki dakika 70’ti Pinto yokladı, 75’te daha rahat pozisyonda Rantie ‘atamayarak’ karşılık verdi.

Seviye artabilirdi

Ancak 80’den sonra Osmanlı, orta sahadaki o darlık içinde oyunu enine genişletip vites yükselterek rakibini iyice geriye itti. Bu bölümde yarattıkları alanlardan birinde önce penaltı noktasında Regattin sonra altı pas içinde Delarge kaçırdı. Tamamında değilse de iki takım da bölüm bölüm doğru işler yaptı. Doğrusu ya, ezberi daha güçlü olan Osmanlı’nın önemli kayıplar veren Gençler karşısında bu seviyenin daha üzerinde olmasını beklerdim... ÖZEL TEŞEKKÜR: Saygı duruşu anonsu yapılırken protokol tribündeki İlhan Cavcav portresinin önünü ani bir hamleyle kapatarak ‘hatıradan rol çalan’ büyüğümüze saygılar! Abimizin maçın en anlamlı görüntüsüne engel olurken önünü ilikleme gayreti ise ayrıca takdir edilesi bir davranıştı...

30 Ocak 2017, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ritmini bulunca...‘’

Ligin topla öne doğru oynama eğitimi en yüksek takımı Beşiktaş. Böyle bir takımın, bu ritmi yakaladığında 4 gol atmasına da şaşırmamalı.

Alanya karşısına geçen sezonki kadrosuna beş takviye yapmış olarak çıksa da ülke ölçeğinde oyun ritmi ve kazanma iştahından en az kaybeden takım Beşiktaş. Dün de maça bu duruma sadık bir başlangıç yaptı. Önce oyunu neredeyse çizgiye basarak oynayan Quaresma ve Babel’e kadar genişleterek Alanya’yı kendi ceza sahası içine büzüştürdü. Bu düzenin riski, arkada oluşacak boşluklar nedeniyle ‘hızlı çıkış’lara gebe olması ise savunması da güçlü ve hamleli stoperlere ihtiyaç duyması. Bu anlamda Wagner Love da Alanya adına ilk yoklamayı 5. dakikada yaptı. Lakin sağ tarafta denedikçe deneyen Quaresma’nın iştahı yerindeydi. Oğuzhan’dan aldığı nitelikli pası aynı nitelikle Cenk’in kafasına ulaştırıp onun da ‘nitelikli vuruşuyla’ zincir tamamlanınca Beşiktaş 13. dakikada huzura erdi. Bundan sonra oyunu istediği ton ve ritimde oynama hakkını da eline almış oldu.
Ancak 30’lu dakikalarda Efecan devreye girdi.

Yumuşak bilek hareketleriyle rakiplerini geçerek kendi için yarattığı alanları zarif paslarla süsledi ve takımını yeniden maça çağırdı. Ne var ki bu anlarda Love ile Donald Guerrier
topları gönül rahatlığıyla ezdi. Siz yine de varın bu durumu ‘14 yabancı kuralı’nın cilvesi olarak yorumlayın! İşte bu anların coşkusu Alanya’yı ‘öne çağırınca’ başlarda Beşiktaş
için var olan ‘arkadaki riskli boşluklar’ bu kez onlar için oluştu. Ve Cenk’in yerine oyuna giren ‘marifetli Tolgay’, boş alana koşu kopartan Babel’in önüne topu göndererek
devreye de maça da noktayı koydurdu.

‘Her maçın en etkilisi Atiba’

Beşiktaş’ın bu maçtaki en etkili oyuncusu sezondaki ilk golünü atan Quaresma’ysa da ‘her maç en etkili oyuncusu’ yine değişmedi; Atiba Hutchinson. Şenol Güneş, ‘oyuncu yükseltme’ konusunda haklı bir şöhrete sahip kuşkusuz. Beşiktaş’ta bu sihrini henüz istenilen düzeyde gösteremediyse bile Atiba gibi kilit bir oyuncunun Güneş’in ‘ilk şampiyonluğu’nu tatmasındaki rolü çok büyük. Bunu çoğu maçta olduğu gibi bu maçta da gösterdi Kanadalı. Ligin topla öne doğru oynama eğitimi en yüksek takımı Beşiktaş. Bunu gerek tek tek gerekse takım olarak yapabiliyorlar. Böyle oynayan bir takımın ligin en çok gol yiyen takımına karşı bu ritmi yakaladığında dört gol atmasına da şaşırmamak gerek.

Son olarak. Bu ülkenin yönetici, teknik adam, futbolcu, gazeteci, yorumcu ve taraftarının önemli bölümü futbol becerisini geliştirip birlikte oynama kabiliyetini yükselterek değil, ‘hakemi kuşatarak’ kazanmaya koşullu durumda. O nedenle sahada koşanlar hakemlerin de kendi peşlerinden koştuğu inancıyla oynuyor!.. İlk golü atan Cenk de dahil liglerde ya da amatör seviyede oynayan bir çok futbolcunun hakemlere yersiz itirazlarının altında bu ‘öğretilmiş inanç’ yatıyor sanırım. Bu durumun oyunun kalitesini ve kitlelerin oyuna katılımını düşürdüğüne ikna olduğumuz gün, iyi ve doğrunun başlangıç günü olacaktır.

24 Ocak 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Talisca ve Atiba keyif veriyor‘’

Saha içi kültürü itiş kakış, saha dışında ise bağırış çağırışın egemen olduğu ülkemizde futbol oyununu hatırlatmaya namzet bir maçtı Osmanlı-Beşiktaş karşılaşması... Ne var ki maç zemine takıldı! Musa ve Badou Ndiaye gibi iki önemli oyuncusu yoktu M.Reşit Akçay’ın. Bu durumda orta sahaya Koray Altınay’ı monte etmişti. Koray fizik gücü yüksek ancak topu kullanma konusunda sınırlı bir oyuncu olduğundan bu bölgede marifetli oyuncu sayısı fazla Beşiktaş avantajlı başladı maça. Gerçi zemin, marifeti tek kelimeyle emdi! Biraz da bu nedenle ilk 15 dakika hariç Beşiktaş, ‘akışkan oynayan takım’ görüntüsünden uzaktı. İyi bir ‘hızlı hücum’, takımı Osmanlı’ya karşı ikinci bölgenin başlangıcına çekilip beklediler ve Quaresma’ya uzun toplarla arkaya sarkmaya çalıştılar, olmadı.

Zemine rağmen...

Futbolda ‘beceri’ her şey değil ancak kilit özelliktir. Osmanlı kendi sahasından çıkarken işte tam da bu özelliğin kurbanı oldu. Bir an kontrolden çıkıp ‘başı bozuk’ hale gelen top, boş alanları radar titizliğiyle gözleyen Oğuzhan’ın önünde kaldı. O topu bedeninde bütünlediği ‘otomatik kod’lar sayesinde ince ayarı yapılmış nazik bir vuruşla Talisca’nın koşusuna gönderdi. Gerek koşu gerek vuruş kalitesi yüksek olan Talisca bir ‘ikinci beceri’ olarak devreye girince zemine rağmen gol geldi.

Tolgay girene dek denge vardı

Görüldü ki, Şenol Güneş ikinci devre de güvenliği ön plana almış düzeninde ısrar ediyordu. Böylece Osmanlı’yı oynamayı en iyi becerdiği hızlı hücumdan mahrum ederken
Tolgay girene kadar oyunu dengede tutmayı başardı. Ve böylece Güneş ‘tam zamanı geldi’ diyerek oyuna el atmış oldu. Quaresma/Tolgay değişikliğiyle düzen değiştirip hücum tehdidi takınan Beşiktaş, oyunu da kontrollü biçimde öne taşımaya başladı. Bu değişiklik özellikle 80. dakikada gole sonuçlanmayan ‘seri üretim’de kendini ayan beyan ortaya koydu. Oyuncu ve hocaları içine çektiği gerek düşünsel gerek zemin türü olumsuzluklarına rağmen oynamaya, kazanmaya uğraşan ve bunu da futbolun öğretisi içinde yapmaya çalışan iki takımın maçını izledik. İki takım oyuncu ve hocalarına kendi adıma teşekkür ederim. İki oyuncu üzerine yazacağım kısa bir analizle bitireyim yazıyı... Atiba bu takımın ‘herşey’i değilse de çok şeyi. Bu bölgede oynamaya aday genç futbolcular için sade, pratik ve işlevsellik açısından muazzam bir olumlu örnek. Beşiktaş’ın önde yaptığı, yapmaya çalışıp sonuçlandıramadığı ne varsa çoğunun sebebi! Sahada az görünen ama ‘iş bitiren’ Talisca’nın anti tezi adeta.

Bambaşka bir zevk

Biri yetenek/beceri diğeri bilgi/dayanıklılık timsali... Birinin melekelerinin her futbolcu adayında olabilmesi zor (Talisca). Ancak diğerinin (Atiba) zihinle inşa edilmesi pekala mümkün. Ve unutulmasın ki, biri (Talisca) diğeri gibilerin olduğu takımlarda daha da görünür hale geliyor... İkisi bir arada olunca da oyunu izlemek bambaşka zevkleri beraberinde
getiriyor.

17 Ocak 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Takıma transfer yöneticiye akıl!‘’

Futbolda transfer dönemleri geldiğinde taraftarın içini çocuksu bir heyecan kaplar. Umar ki, “Biri/birileri gelecek ve makus talihimiz değişecek.” Ancak bu ‘olumlu hava’dan yararlananlar daha çok menacerler, simsarlar, ‘görünmez aracılar’, ‘karşılıklı çıkarcılar’ ve futbolcular olur. Teknik adamlar, takım ve taraftarlar için ise ‘atılan taş tutulan kuş’ oranında başarı yüzdesi hayli düşüktür. Ülke futbolu stadyum yapma dışında dişe dokunur bir gelişme kaydetmezken, hâlâ akıl almaz paralar ortalığa saçılıyor ve adına da ‘transfer politikası’ deniyor. Ne federasyon ne kulüp düzeyinde denetlemesi gereken denetlemeyip zaten iştahlı olan taraftarlar da gidişatı umursamayınca, ortaya acıklı bilançoların çıkması da kaçınılmaz oluyor.

Onarmak için almış

Kulüplerdeki savurgan hatta takımı iflasa sürükleyebilecek bu ‘bilinçli politikaları’ açık kaynaklardan -KAP, kulüp resmi siteleri, internette kolaylıka ulaşılabilecek transfer marketler ya da basın gibi - rahatlıkla takip edip, sonuçları derleyebilirsiniz. Ben de öyle yapıp, arkadaşların da yardımıyla hafıza yoklaması, arşiv taramasıyla Beşiktaş’ın 2012 yılından itibaren içine düşürüldüğü transfer sarmalına kabaca şöyle bir göz attım... Gördüm ki, durum ciddi anlamda tedirgin edici... 2012-16 yılları arasında 50 (elli) oyuncu transfer eden Beşiktaş, bunlardan 22’sini, teknik adamların da sıklıkla şikayet ettiği defans bölgesini onarmak için almış. Dağılım şöyle; 4 kaleci, 3 sağ bek, 9 stoper, 6 sol bek. Bu bölge için yapılan harcama miktarı (kabaca) 27 MİLYON EURO.

Toplam 129.5 milyon Euro

Aynı yıllar arasında 5 ayrı teknik direktörle çalışmış Fikret Orman yönetimleri. Şimdi... 50 oyuncuya ödenen ve ödenecek olan toplam rakam (kabaca) 129.5 MİLYON EURO. Bu oyuncuların kulüpleri için ise Beşiktaş’ın altına girdiği taahhüt (kabaca) 54 MİLYON 600 BİN EURO. Beş teknik direktör için fesih ve tazminatlar dahil ödenen para (kabaca) 11 MİLYON 300 BİN EURO. Harcamaların toplamı ise (kabaca) 195 MİLYON 400 BİN EURO. Eklenmesi gereken not da şu; futbolculardan üçü ile 2017, altısı ile 2018, beşi ile 2019 üçü ile de 2020 yılına kadar sözleşme yapılmış. Beşiktaş 2012-17 yılları arasında ise Demba Ba, Atınç Nukan, Ersan Adem Gülüm, Jose Sosa’dan 32 MİLYON 500 BİN EURO, kiralık gönderdiği Gökhan Töre’den ise 3 MİLYON EURO gelir elde etmiştir.

Bu hesaba dahil değil

Özetle, 2012-17 arasındaki teknik adam ve futbolcu alışverişlerindeki fark Beşiktaş aleyhine (yine kabaca) 159 MİLYON 900 BİN EURO’dur. Bizim parayla yazmak gerekirse yaklaşık 659 MİLYON TÜRK LİRASI’dır... Burası kabaca olsa da olur olmasa da!.. Eminim bu kabaca verilere “Ama şu da şöyle bu da böyle” diyerek minimal düzeltmelere gidip ‘temel tezi’ boşa çıkarmaya çalışan ‘Büyük Beşiktaşlılar’ da olacaktır. Onlara da şunu öneririm; ‘maç başı ücretler’, ödenmiş ya da ödenecek menacer payları ya da yeni moda uygulama olan ‘imza paraları’ bu hesaba dahil değildir. O minimal düzeltmeleriniz için bu paraları ‘harcanmamış, yok sayabilirsiniz!’

Ülkenin genelini kapsıyor

Ve hâlâ okuyoruz ki Beşiktaş’ın bir sol bek ile bir de ‘pivot santrfor’a ihtiyacı var!.. Şimdi... Bu verileri yorumlamak ister misiniz?.. Beri yandan sanmayın ki gittikçe derinleşen bu acıklı tablo sadece Beşiktaş ile ilgili. Değil!.. Üretmeden tüketebileceğini sanma hovardalığı az sayıda takım hariç ülkenin genelini kapsıyor. Temel sorun ise elbette ‘denetimsizlik.’ Oyunu yönetme iddiasındaki federasyon bu harcamaları denetleme ve haliyle disiplin altına alma kabiliyetinden maalesef yoksun. Nasıl olsun ki? Federasyon Başkanı ile Beşiktaş arasındaki alacak/verecek meselesi hâlâ netleşmemişken böyle bir denetim mümkün olabilir mi?

13 Ocak 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’‘Video hakem' ne içindir?‘’

Yalan yanlış kavramlarla yürütülen ‘video hakem’ polemikleri ciddi bir ‘mahalle baskısı’ yaratmış durumda. Hürriyet’in iki önemli yazarı Uğur Meleke ile Ali Ece de, uygulamanın bayraktarlığını üstlenenlerden. ‘Adalet’ kavramını doğru yerde kullanmayan Meleke’nin ‘hakem’ ile ‘hakim’i karıştırdığından önceki yazıda söz etmiştim. Ali Ece de aynı hataya düşüp atı arabanın arkasına bağlar; “Hakem kararları bu kadar tartışılırken düdükler adalet terazisinden çok rulet masasına döner.”

Endüstriyel futboldan memnun görünüyor

‘Adalet’ kavramını yanlış yerde kullanan Ali Ece, arkasında kalabalığın gücünü hissettiğinden MHK’ye diklenmekten de geri durmaz; “Benden siz 20 kişi rahatsızsınız yani vız gelir tırıs gider. Sizden ise en az 20 milyon rahatsız haberiniz olsun!”

Tıpkı Meleke gibi ‘algoritmaların gücü adına’ konuşan Ece de şikayet ediyor gibi yaptığı halde ‘aşırı endüstriyel hale getirilmiş futboldan memnun görünüyor.
İyi eğitim şansı bulanlar bu şansa sahip olmayan kalabalıklara dünya hakkında farklı perspektifler sunmak zorunda değil elbette. Ama sunmaya niyet ederlerse büyük çoğunluğun şikayetçi olduğu şu zalim dünya ekseni etrafında bu rahatlıkta dönemez!...

Bir hayli tuhaf!

Hakemlere sordu mu bilmiyorum ama Ali Ece, ‘video hakem’in hatalı karar veren ‘gerçek hakem’ için insan hakkı olduğunu savlıyor. Güya bu durum onların örselenmesini engelleyecek!.. Şimdi şu ifadesini dikkatlice okuyalım; “Taraftarlar takımları hakem mağduru olunca, “Hakem puanımızı çaldı” der ya, işte diğer endüstriyel iş alanlarında birisi bir şey çalınca video görüntüsü hırsızlığı engelleyen en büyük araç olabiliyor. Aynısı hakemler için de mümkün!” Öncelikle belirteyim, bu ifade mantık düzeyinde zaten hatalı. ‘Video görüntüsü’ hırsızlığı engellemez, hırsızı tespit eder! Hırsızı caydıran kamera ve kayıt cihazının varlığıdır. Bu tespiti üzerinden Ali Ece’nin analojisini şöyle de okuyabiliriz; “Hakem aslında ‘potansiyel hırsız’dır. Kameranın onu takip ettiğini düşünürse ‘çalmaz!’” Yani Ece’ye göre hakem hem ‘potansiyel hırsız’ hem de adalet dağıtıyor! Hayli tuhaf!...

Futbolu tv oyunu yapar!

Oyun hızını engellemek, ofsayt gibi sonuca direkt etki edecek durumlarda kullanılmama benzeri teknik sorunlar bir yana futbolu ‘insani etkinlik’ değil sadece ‘sonuç’ odaklı düşünmenin geldiği noktadır ‘video hakem’. Eski deyişle, “Hatice’ye değil neticeye bakmak”tır!.. Bu durum aslında futbolu doğrudan ‘televizyon oyunu’na çevirmenin aracıdır. Üzerine konuşulan ‘futbol’ değil bizzat ‘televizyon içeriği’dir. Evet, oynayanlar insandır ancak birer ‘televizyon karateri’ olarak insan!.. Televizyon açısından da çok önemli bir çelişkiyi bağırında taşır uygulama. Geniş kitleleri oyunun tamamından uzaklaştırıp ‘dar anlar’a odaklar. Çünkü... Diyorlar ki, “Günümüzde bir dakikayı aşan görüntüleri izlemiyor insanlar!..” Her şey bu kadar belirli, algoritmik olacaksa neden 90 dakika ekrana baksınlar ki, değil mi?

Güvensizliğin adıdır!

‘Video hakem’le adalet arayanlara bir öneri... Futbolda gerçekten adalet arıyorsanız takım bütçelerine dikkat çekin. Örneğin, önceki akşam İngiltere FA Cup’ta Chelsea, rakibi Peterborough’u 4-1 yendi. Chelsea’nin takım büyüklüğü 487.3 milyon, Peterborough’un ki 4.25 milyon Euro’ydu. Böylesi bir karşılaşmada ‘adalet’, böyle ortamda ‘adil rekabet’ olur mu? Ya da Ali Ece’nin verdiği Fransa-İrlanda örneği gibi... Bu eşitsizlikte ‘video hakem’ sayesinde bir maç kazanabilirsiniz ama bu ‘ağırlıklı kaybeden’ durumunuzu değiştirmez...

Video hakem uygulaması, tüm dünyanın birbirine güvenmeye en çok ihtiyacı olduğu zamanlarda futbol bağlamında hakem üzerinden insana güvensizliğin de adıdır. Hayata geçecek görünüyor ancak uygulamanın bizim anladığımız anlamda futbolla ilgisi yoktur. Haliyle ısrara gerek de yoktur.

10 Ocak 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Uğur Meleke'ye... ‘Hakem' kimdir?‘’

Ligin devre arasında memleketimizin iştahla yuttuğu ve bitmeyecek görünen ‘hakem tartışmaları’ konusunda bir kaç yazı yazacağım. Bu onlardan ilki...

Açıkça görüyoruz ki, ‘hakem tartışmaları’ futbolun gerçek sorunlarını bilinçle örten şala dönüşmüş durumda. İşe yarar, dönüştürücü tartışmalar yerine ortalama taraftarda duygusal tatmine yol açtığı için satışı/izlenirliği olan bu koridora giren yazar/yorumcu sayısı hızla artıyor.

Son iki örnek benim de dikkatle takip ettiğim arkadaşlarım Hürriyet yazarları Uğur Meleke ile Ali Ece.

Sözcüğün kökü...

Meleke ve Ece de bir çok yazar/yorumcu gibi hakem sorunu ile ‘adalet’ kavramı arasında doğrudan ve sarsılmaz bir bağ kurduklarından ne yazık ki gemilerini yanlış limana çıkartıyorlar. Arkadaşların tezini şöyle daraltabiliriz; “Hakem sahada adaleti sağlamalı/dağıtmalı...” Bu tezi savunanlara ‘hkm’ kökünden yani ‘hüküm’den türeyen üç ayrı unvana dair okuma yapmalarını öneririm. Bunlar, ‘hakim’, ‘hakem’ ve ‘hekim’!.. Yalnız bunlardan ikisine, ‘hakim’ ve ‘hekim’e, ‘hakem’e davrandıkları gibi davranmamalarını salık veririm!.. Özellikle ‘adalet dağıtan’ ‘hakim’e ‘hakem’e yaptıklarını yapmaya kalkarlarsa en azından o geceyi nerede geçirmek zorunda kalabileceklerini hatırlatmak isterim.

Yönetmemeli, oynatmalı tezi bize uymuyor

‘Hakem’ oyunun başlaması, devamında sevk ve idaresi sırasında oluşacak sorunların çözümü için atanan ‘bilirkişi’dir. Yani bir tür arabulucu olarak görülmeli. Kullandığı araç ise yazılı kurallar, temel aygıtı da gözleri ve aklıdır...

Haliyle Uğur Meleke’nin son yazısında belirttiği gibi “Hakemler yönetmemeli, oynatmalı” tezi çelişiktir. Meleke de kabul eder ki, bizim liglerde ‘oyunu oynamaya’ niyetli takım sayısı bir elin parmak sayısına ulaşmaz. Lakin ‘hız oyunu’ tercih edilse bile ‘endüstriyel futbol’ yönetilemez ise oynanamaz da! O tür oyuna dense dense ‘çocuk oyunu’ denir ki orada bile faul durumunda karar almak ‘kolektif akla’ ya da hakem yerine geçen bir büyüğe aittir.

Hakeme, yani insana olan güven!

Meleke bir çok futbolcunun Cüneyt Çakır için kendisine “Hata yapsa dahi, adaletli olduğuna inandıkları”nı belirttiğini yazıyor. ‘Adalet’ kavramının yanlış kullanımı bir yana dikkat edilirse burada subjektif bir tutumla karşı karşıyayız; “hakeme inanmak.” Bunu ‘güven” diye de çevirebiliriz. İşte hakem tartışmalarını yıkıcı hale getiren ve bu nedenle oynayanların da, izleyenlerin de elinden alınan ilk kavram budur; hakeme yani insana olan güven! Hakemi insan olmaktan çıkarıp, ona ‘eyyamcı’ başta olmak üzere olmadık yaftaları yapıştırdıktan sonra ortada insana ait ‘oyun’ adına ne kalır?

Sonra gelsin ‘Video hakem’

Meleke son yazısında ilginç bir örnek veriyor. Adana-Başakşehir maçında ‘Adanalı Bekir’in karar vermek için bir araya gelen Hüseyin Göçek ve yardımcısından fazla konuştuğunu belirtiyor. Haklı... Ama bu örnek bile esasen bu ülkede oyunun nasıl ayaklar değil eller üzerinde yürütülmeye çalışıldığını gösteriyor. Yazar, onca yıldır hepimizin gözü önünde yöneticiler, taraftarlar ve özellikle televizyon yorumcusu eski hakemlerden aldığı ‘sakatlanmış güç’le hakemlere kan kusturan ‘Adanalı Bekir’lere konuşmak yerine işin kolayına kaçıp Hüseyin Göçek’e konuşuyor.
Bu zehirli atmosfer hakemi dilsiz, sahipsiz, güvensiz bırakıyor. Ve bu ‘zalim piyasa’ çoğu alanda olduğu gibi en güçsüze en güçlü hamlesiyle saldırıyor. Kimsenin kimseye güvenmediği, herkesin herkesle savaşta olduğu (bellum omnium contra omnes -Thomas Hobbes) bir yaşamda insani olduğu iddia edilen (!) oyun (futbol) gözümüzün önünde iğdiş ediliyor... Sonra, gelsin ‘video hakem’... Bu konuyu da bir sonraki yazıda ele alacağım!..

06 Ocak 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu galibiyetin anlamı büyük‘’

Başakşehir’in bir puanla kapattığı haftada alınan 3 puan eminim sezonun sonunda büyük anlamlar içerecek. Ama diğer taraftan Beşiktaş geçen yılki baskın karakterinden uzaklaşmış görünüyor.

Geçen sezonun ardından bu yıla da iyi bir başlangıç yapan Beşiktaş özellikle Şampiyonlar Ligi serüveniyle ‘durağan’a dönen bir takım görünümündeydi. Son zamanlarda oyun değilse bile skor yönünden bir tatmin sorunu vardı. Gol umudu Vincent Aboubakar üzerinden yaratılan spekülasyonlar yönetimi ‘farklı arayışlar’a itince Antep maçı da özel bir anlama büründü. Bu duruma bir de ‘zor yenilen’ takımlar yarattığı düşünülen İbrahim Üzülmez faktörü eklenince maç daha da önemli hale geldi.

Gaziantep nihayete erdiremeyince

‘’Topu rakibe ver, bekle’’ düzeninde oynayan Antep ilk 20 dakika içinde daha baskın görünen Beşiktaş’a karşı biri çok ciddi üç kontra yakaladıysa da nihayete erdiremedi. Bu bölümde topu doğru kullanan Beşiktaş ise sadece bir kez, Cenk ile gole yaklaşabildi. Lakin ligimiz çok tuhaf! Bir oyuncu işin şeklini sürekli değiştirebiliyor. Çoğu maçta olduğu gibi dün sahada Beşiktaş adına yine ‘olgun güç’ Atiba vardı. Her topu topladığı gibi alıp götürdüğü bir pozisyonda çok tartışılan Aboubakar’a golü de yaptırdı.

Ancak ikinci devre işin rengi bir süreliğine değişti. Antep ilk devre rakibine bıraktığı topu ele aldı. Ve başta Nebil Gilas olmak üzere her hattıyla Beşiktaş’ı geri ittikçe itti. Bunun üzerine durumu fark eden Şenol Güneş elinde topu bilen ve oyunu okuma konusunda takımının en farklı karakterlerinden Gökhan İnler’i sahaya sürerek işi yeniden dengeye getirdi. O dakikadan sonra Aboubakar’la bir de penaltı buldular lakin Oğuzhan’ın ‘gol iştahı’ farkın ikiye çıkmasını engelledi. Bu noktada Quaresma ile Oğuzhan arasındaki ‘arzu’da Oğuzhan’ın kazanmış olması bir kenara not edilmeli!..

Tedirginlik tribüne yansıyor

Zora girmiş görünen Beşiktaş zorlansa da önemli bir üç puan aldı. Başakşehir’in bir puanla kapattığı haftada alınan üç puan eminim sezonun sonunda büyük anlamlar içerecek.
Beri yandan Beşiktaş geçen yılki ‘baskın takım’ karakterinden uzaklaşmış gibi duruyor. Bu da takımın oyununda tedirginliğe yol açıyor. Takımdaki bu tedirginlik ise ‘yeni tribün’e direkt yansıyor!.. Yıkılan İnönü’den kalma ‘demir leblebi’ taraftarlar dışında özellikle yüksek maliyetli tribünlerde konuşlanan skora endeksli seyirciler sessiz ve tedirginlik içinde izliyor maçı. Oysa daha ucuz olan üst tribünlerde yer alan taraflar her zaman olduğu gibi hançereyi yırtarcasına bağırıyor; ‘’Sevemez kimse seni/Benim sevdiğim kadar..’’ Sahi bu oyun kimin oyunu?..

25 Aralık 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI