Arama

Popüler aramalar

‘’Türkiye Futbol Direktörlüğü buharlaşmış!‘’

Tuhaf bir ülkede yaşadığımız açık... Keyfiyetin pençesine düşmüşüz, çırpınıp duruyoruz. En güzide örnekler de futbolda. Dün Türkiye Futbol Federasyonu’nun resmi internet sitesine girdim ki ne göreyim, Türkiye Futbol Direktörlüğü ‘lağvedilmiş’’!.. Koca direktörlük tek kelimeyle buharlaşmış!.. Ne Fatih Terim var ortalıkta ne de yegane yardımcısı kaleci antrenörü Alper Boğuşlu!..

Sitenin sağına soluna baktım direktörlük şemasını gösteren ve ‘bir kutucuğu uzun süre boş duran’ o ünlü künyeye rastlayamadım. Gerçi milli takım haberlerinde ‘Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’ ibareleri var ama o künye artık oralarda bir yerlerde değil. Ne olduğu yolunda bir açıklama da yok... Oysa Terim, yönettiği direktörlüğün tüm faaliyetlerini yakın zamanda internet sitesine koyulacağından söz etmişti hatırlanırsa.

Futbolu yönetme iddiasındaki insanların bu lakayıt tutumları ‘kurumsallık’ iddialarının içini boşaltırken, iş yapma biçimlerindeki keyfiliği de göstermiyor mu?

Tadilat mı var!

Gelinen noktada bizler bu durumu nasıl okumalıyız? Acaba ‘Türkiye Futbol Direktörlüğü’ künyesi ‘staff’lar tarafından tadilata mı alındı? Eğer böyle ise insan zahmet edip, “Tadilat dolayısıyla kapalıyız” ya da “Cumaya gittim geleceğim” veya “Cenazemiz var iki gün yokuz!” türünden bir şeyler koyamaz mıydı o ekrana?!..

'Finansal fair play' tiyatrosu!

Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören, neredeyse her konuşmasında konuyu döndürüp dolaştırıp ‘finansal fair-play’e getirir ve bunun titiz denetçisi olacaklarından söz eder.
Okumuşsunuzdur, Beşiktaş’ın mali işlerden sorumlu yöneticisi Berk Hacıgüzeller önceki gün kulübün borcunu 1 milyar 257 milyon 761 bin 832 lira olarak açıkladı.

Oysa Beşiktaş Denetleme Kurulu Başkanı Feyyaz Tuncel yakın zamanda aynı dönemdeki borcun 1 milyar 479 milyon 635 bin 182 lira olduğunu duyurmuştu.

Dikkat edilirse iki ‘yetkili kişi’nin açıkladığı borç miktarı arasında 221 milyon 873 bin 350 liralık fark var!... Fena para değil!..

Bir de bunların dışında borcun 2 milyar 348 milyon 922 bin lira olduğunu söyleyen Divan Kurulu Başkanı Yalçın Karadeniz var ki, kendisi bu açıklamasının ardından disiplin kuruluna sevk edildi.

Karışık hesaplar

Ortada bu kadar birbirini tutmayan, karışık hesaplar varken ‘titiz mali disiplin takipçisi’ federasyon işin neresinde acaba? Başta Beşiktaş olmak üzere takımların borç ve alacakları kalem kalem açıklansa da işlerin nasıl yürüdüğünü hepimiz ayrıntılarıyla öğrensek daha doğru olmaz mı?

Unutmadan... Beşiktaş Kulübü’nün Federasyon Başkanı Demirören’e 103 milyon TL kadar bir borcu vardı. Yarışmadaki bir takımın, oyunu yöneten ekibin başındaki kişiye borcunun olması pek alışıldık bir durum olmasa gerek!... Böyle bir borcun varlığı hem ‘finansal fair play’ dedikleri ‘tiyatro’ hem de ahlaki açıdan kabul edilebilir mi sizce?

28 Ekim 2016, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Muhteşem Kartal‘’

Sahaya sürülen kadroyu gören Beşiktaş taraftarı Şenol Güneş’in bol gol hedeflediğini düşünmüş olabilir kuşkusuz. Lakin evdeki hesap çarşıya her zaman uymaz. Öndeki dörtlünden ikisi, Aboubakar ve Cenk Tosun, o da rakip ceza sahası önünde, baskı yaparak takım müdafaasına destek verebildi. Diğer ikisinden Talisca neredeyse hiç, Quaresma ise zaman zaman yardıma gelince ilk yarı boyunca Antalyalı oyuncular herhangi bir kontrole takılmadan Atiba’nın çevresinden dolaşıp Beşiktaş ceza sahasına inip tehlike yarattılar. Beşiktaş müdafaa hattının içine gizlenen Eto’o da öne çıkıp buluştuğu topları kenarlara yayarak işi iyice zorlaştırdı.

Tosic, gidişatı değiştirdi

Devre boyunca maçta göze çarpan en önemli eksik, iki takımında ikinci toplarda baskı kuramayışı oldu. Bu nedenle oyun, bir o bir bu ceza sahası arasında gidip geldi. Bu da oyun boyunun uzaması, haliyle maçın devamında enerji tasarrufuyla ilgili sıkıntıları işaret ediyordu. Tam devre biterken o ana kadar pek de başarılamayan bir işi Tosiç başardı. Rakip akarken kayarak girdi ve fauldü, değildi tartışmaları arasında topun Aboubakar’a ulaşmasını sağlayarak hal ve gidişatı değiştirdi... Hem gol oldu hem Antalya biri kırmızı iki sarı kart gördü!...

Quaresma işi bitirtti

Eksik Antalya mecburen güvenliği öne koyup ‘fırsat kollama’ oyununa evrilince ikinci devre ritm iyice düştü. Maçın başından sonuna Quaresma’nın bir iki cılız girişiminin dışında kanatları çalışmayan Beşiktaş da oyunu ortaya yığınca maç iyice durağana döndü. Ve sonra 64’te oyuna Necip girdi. O andan sonra Beşiktaş daha çok top kapıp daha çok oyunu enine yayar hale geldi. Oyun kenarlara açılınca da Tolgay/Caner değişikliğiyle bir hamle daha yaptı Şenol Güneş. O kanat henüz ısınmamıştı ki, Quaresma sağdan sızıp Talisca’ya işi bitirtti!.
Beşiktaş açısından, temposu düşük ama hücum yüzdesi açısından tıpkı Napoli maçında olduğu gibi-skoru büyük maçta bir kaç da oyuncu notu düşelim:
DIEGO: Antalya’nın en iyilerinden olduğu halde kendini kaybedip kırmızı kart görünce takımı aleyhine maçın sonucuna direkt etki etti.
TOSIC: Diri, mücadeleci ancak gereğinden fazla ‘sert’. Aboubakar golü öncesi Diego’nun gördüğü kırmızı karttan kıl payı kurtuldu!..
TOLGAY: Yüzüncü yıl Beşiktaş’ındaki Giunti’yi hatırlatıyor.
QUARESMA: Hem savunmaya yardıma geldi hem topu her aldığında rakibini tehdit etti.
ABOUBAKAR: Aradı, kovaladı, bastı ve golde de Talisca’ya yuvarladı. Yani yapması gereken hemen her şeyi yaptı.
TALISCA: Buldu, attı ancak takımın savunmada onun yardımına daha çok ihtiyacı olduğunu da aklından çıkarmamalı.
Ve nihayet tribün sesi, duygusu, gümbürtüsü!... Maç öncesi uzun süre kapalı tutulan ‘stat içi hoparlör gürültüsü’ Beşiktaş taraftarının ortamı ısıtmasına fırsat verdi. Onlar da yıllardır genlerine işlemiş olanı dışarı vurup oyunun asli unsuru olduklarını gösterdiler...

24 Ekim 2016, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Pas trafiğini engelleyince‘’

Sahaya, doğru ve haklı olarak ‘savunmacı görünümlü’ bir 11 süren Şenol Güneş, grubun en zor maçında ilk yarıyı en azından skor açısından istediği gibi tamamladı. Yine de skor değil ama sahadaki icrada özellikle Adriano’nun golünden sonra gözle görülür sıkıntılar vardı. Ama önce gol... İlk golde gözler Tolgay’ın Quaresma’ya geçirdiği muazzam pasa kilitlendiyse de pozisyonu çözen, Beck’in oraya yaptığı koşu oldu. Caner’in uzun ters topunda Napoli’nin sol bek bölgesindeki Beck’in katılımıyla oluşan sayısal Beşiktaş üstünlüğü ve rakipten de sekse ortası, Adriano’nun soldan sızmasıyla golle sonuçlandı.

‘Hoşgeldim’ golü

Ama bundan sonra Sarri oyun kurucuları Jorginho ve Hamsik’i arkaya alarak Beşiktaş’ın baskı unsurları Atiba, Necip, Tolgay üçlüsünü öne çekti. Böylece Beşiktaş’ın düzeni bozuldu. Orta sahada geniş alanlar yaratan Napoli hem oraları kullanıp hem de defansın arkasına attıkları uzun toplarla çözüm aradı. Bu sayede sonuç alamadı ama özellikle iki kenarı iyi işledi. Ve yine ne iyi ki, Napoli, uzun süre başarıyla uyguladığı bu kurgudan golü yedi. Orta sahada bir an baskı yiyen ve çıkış bulamayan Jorginho, kurtuluş olarak geri pasını akıl edince Aboubakar da ‘Hoşgeldim’ golünü yaptı.
Beşiktaş ikinci yarıya daha olgun, daha güvenli başladı. Ritmi düşürdü. Bunu da soğukkanlı ve güvenlikli paslarla sahayı enine kullanarak yaptı. Ayrıca ilk devreye göre birbirine daha yakın oynayarak Napoli’nin o ünlü pas trafiğini engelledi. Ancak gol olan ikinci penaltı, yolunda giden işleri rayından çıkarır gibi oldu. Ele geçen denge yine eşitlendi.

Avantaj geri alındı

“Futbolda farkı ayrıntılar belirler” denir... İlk golde Beck’in hücuma dahli gibi 85’te Gökhan İnler’in Quaresma’ya attığı uzun mesafeli ters topun akabinde gelişenler maçı Beşiktaş’a getirdi.
Bu fevkalade maçta başta Marcelo takipçileri Fabri, Atiba, Necip ve Beck Beşiktaş’ı bu zorlu deplasmanda diri tutan isimlerdi. Bu ekibe katılan diğerleri çok önemli eksikleri olsa da Napoli gibi bir takımı tıpkı ‘yüzdeli oynayan’ Roma gibi durdurup, onlar gibi üç de gol atmayı başardılar. Böylece İnönü’de Kiev’e karşı kaybettikleri avantajı daha güçlü biçimde ele geçirdiler.

20 Ekim 2016, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çalışılması gereken dersler var‘’

Beşiktaş’ın geçen sezondan en büyük farkı; Sosa ve Gomez pozisyonlarını tahkim edememiş olması... Bu nedenle temel prensipler değişmek zorunda kaldığından top hücum alanında önceki sezona göre daha ‘verimsiz dolaşıyor’. Bu durum oyunun ağırlık merkezinin Atiba/Oğuzhan/Sosa düzeninden kanat ortalarına kayışında gözlenebilir...

Beri yandan, Beşiktaş’ın geçen yıldan bu yana ilk devreyi rolantide oynayan bir takım olduğu gerçeğini de göz ardı etmeyelim. O nedenle kadrolar açıklandığında orta sahadaki isimleri gören Beşiktaşlılar sanırım, “İyi de topu kim yapacak?” diye sormuştur. Top yapacak yegane isim Tolgay’dı. Evet, bu kadro topu ele geçirme ve elinde tutma konusunda iş görürdü... Ama ya hücum? Beşiktaş topu elinde tuttu. Orta da attı korner de buldu ama verimli miydi? İşte sorun burada!.

Sıkıntı olabilirdi...

İlk devre boyunca Kayseri’yi zorlayan pozisyonlar takımın yapısı gereği ‘sağ kanat’ olarak gözlendi. Bu nedenle Aboubakar/Cenk ikilisini ortadan yani ‘yerden pas’ ile besleyecek bir organizasyon mümkün olamadı. Tek top yapıcı Tolgay, Kayserili Mijailoviç ve Kubilay Sönmez’in kapattığı orta sahayı doğal olarak aşamayınca da verim düşük kaldı.

Evet yeterince top indirmedi değil ancak top rakibe geçince ne yapılacağı soru işaretiydi. Ve Kayseri, hızlı hücuma çıkabildiği bir kaç pozisyonda ‘iş yapsa’ skor Beşiktaş açısından hayli sıkıntılı olabilirdi.

Bilinmezler maçı çözdü

Kayseri gibi kontradan gayrı hali olmayan, tek boyutlu bir takım karşısında bu denli ‘güvenli oyun’u tercih eden Şenol Güneş, gidişatı değiştirmek için Quaresma/Ömer Şişmanoğlu gibi iki
‘bilinmez’i sahaya sürdü. Sonuçta istediği oldu ancak istatistiklere bakmak yetmez. Oyun hakimiyeti ve sonuç üretme açısından Beşiktaş ligin önünde görünse bile geçen sezon oynanan oyunun hala gerisinde. Bu nedenle Şenol Güneş, örneğin Talisca, Aboubakar, Tolgay gibi oyuncularını daha verimli hale getirecek bir düzeni yakalamak zorunda. Yoksa bu haliyle

Beşiktaş ligde çoğu takıma karşı sorun yaşamaz. Ancak rakipleri de yavaş yavaş savunma formüllerini hazırlıyor. Hali hazırdaki düzeni ve ritmi düşünüldüğünde Beşiktaş’ın çalışması gereken hayli ders var gibi görünüyor.

16 Ekim 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tutarsızlık!‘’

Başkan Demirören’in konuşmasında bu kadar çok tutarsızlık barındıran bir sunuma uzun yıllardır şahit olmamıştım. Terim-Arda krizinde sorun prim değil anladık. Ona göre ‘idari’ bile değil, ‘teknik’!

Arda, hocasıyla primi yanlış yer ve zamanda konuştuysa konu nasıl ‘teknik’ olur? Şimdi hepimize düşen yeni imalar ve ‘gizli özneler’le dolu yeni basın toplantılarını beklemek. Bu soru ve yanıtlar anlayana çok şeyler anlatıyor .

Ülke futbolunda işlerin neden baş aşağı gittiğini gösteren enteresan bir süreçten geçiyoruz. Avrupa Şampiyonası’nda başlayıp bugüne ulaşan kriz büyüyerek sürüyor ve her ağzını açan krizi daha da derinleştiriyor. Ne acı ki, krizleri bizzat yaratanlar ortalıkta ‘Çare bizde’ diye boy göstermekten de geri durmuyor!

Fatih Terim’in ‘içi boş’ basın toplantılarından sonra önceki akşam sahne TFF Başkanı Yıldırım Demirören’deydi. Bilinir, bizde basın toplantılarında söylenenler birkaç basın toplantısıyla ancak düzeltilebilir! Kendi adıma konuşmam gerekirse, bugün söylediğinin bir gün sonra tam tersini yapan/söyleyen çok kişiye rastladım. Ancak herhangi bir başlığın başı ile sonu arasında bu kadar çok tutarsızlık barındıran bir sunuma uzun yıllardır şahit olmamıştım.

‘Matematik ve mantık hatası!’

Öncelikle TFF Başkanı’na bir öneri; kadrosundaki ‘entelektüel ekibi’ -şayet varsa- ivedilikle değiştirmeli! Çünkü o röportajda sorulara verdiği yanıtlarla bana, ne kendisinin ne de ekibinin matematik ve mantık derslerine ciddi anlamda devam etmediklerini düşündürttü. Basit bir sosyal medya taramasıyla ne kadar insanın Demirören’in anlattıklarına ikna olduğunu anlamak hiç de zor değil.

Örnekler çok ama bir ikisiyle durumu somutlayayım...

‘Buz gibi ‘idari’ problem’

Şu, nedenini kimsenin gerçekte bilmediği Fatih Terim-Arda Turan krizinden başlayalım. Sorun prim değil anladık! Hatta Demirören’e göre ‘idari’ bile değil ‘teknik’. Peki, Arda kaptan olarak teknik direktörüyle primi konuşabilirse ve bu konuşma yanlış yer ve zamanda yapıldığı için bunlar yaşandıysa bu kriz nasıl ‘teknik’ olabilir. Bu buz gibi ‘idari’ bir problem değil midir?

‘İsim ve grupları açıklayın’

Demirören, “Algı operasyonlarını yapanları Türkiye biliyor” diyor. Bir kez daha hatırlatalım ve sorumuzu yineleyelim; “Bir çoğumuz bu isimleri samimiyetle bilmiyoruz. Bizim futbola da hayata da dair sevincimizi, umudumuzu çoğaltmamız için lütfen bu isim ve varsa grupları açıklayabilir misiniz?”

‘Terim benzeri dil kullanıyor’

Dikkat edilirse Fatih Terim de benzeri bir dil kuruyor ve zaman zaman ‘Dağın arkasındaki sis’in içindekileri görebildiğinden söz ediyor! Kimdir onlar? Belli ki bir o, bir de Yıldırım Demirören biliyor! Biz fanilerin ise futbolun ‘karanlık işleri’ne dair bir şeyler öğrenmesine zaten gerek yok!.. Bize düşen kombine, dekoder, forma almak ve gerisine karışmamak...

‘Kadrodan haberi bile yok’

Demirören ve Terim’in dillerindeki bir başka benzerlik ise ‘bakma’ eylemine odaklı... Demirören, Terim’in kendisine maçtan beş dakika önce gönderdiği ‘kadro’ya bakmamış. Oysa çocuk bile merak eder bakardı!.. Herhalde büyük olduğu için kadroda kim var kim yok bakmadı!... Hatırlanırsa Fatih Terim de federasyonla yapılan sözleşmesine bakmadığını belirtmişti. Çelişkiler listesi uzar gider, sayfalara sığmaz... Şimdi hepimize düşen yeni imalar ve yeni ‘gizli özneler’le dolu yeni basın toplantılarını beklemek. “Nasılsa bir şey öğrenemiyoruz” demeyin, bu soru/yanıtlar anlayana çok şeyler anlatıyor.

Demirören ne demişti?

"Geçen Avrupa Şampiyonası’nda gelen paranın yüzde 30’unu havuza attık. Yüzde 70’ini de dağıttık. Biz arkadaşlara 500 bin TL prim verdik. Ha tartışılır fazladır, azdır. Bu ülkede teknik heyete 15 milyon Euro prim verildi.”

"Kamuoyu kimin ne kadar prim aldığını biliyordu. Neyi tartışıyoruz. Bunlar tehlikeli oyunlar. Biz bunu yapanları biliyoruz. Herkes haddini bilecek. Algı operasyonu yapanlar karşısında hem beni hem de bizim gücümüzü bulurlar.”

"Benim kaptanım prim için kavga etmez. Takım kaptanı, kaptan olarak hocamızla konuşabilir. Ancak konuştuğu yer yanlıştı.”

"Arda, 6 ay Barcelona’da oynamadığı zaman A Milli Takım’a alındı. Arda’yı soruyorsunuz ama Arda ile beraber Selçuk da Burak da Hakan da alınmadı.”

"Avrupa Şampiyonası’nda Arda başarılı mıydı? Değildi... Daha neyi konuşuyoruz? Milli takım kimsenin tapulu malı değil. Radikal değişikliklere de hazır olmamız gerekir. Hocamız Arda’yı Kosova maçında çağıracak mı? İnşallah çağırır.”

"Terim’le ilgili bir istifa konusu olmadı. Hocamızı 3 kez gönderdik, 4 kez geri getirdik. O kadar değerli! Yola beraber devam edip etmeme ile ilgili konuşmak istedi, biz de devam ettik.”

15 Ekim 2016, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hocanın yitirdikleri‘’

Kim önerdi, kim uygulattı bilmiyorum ancak izlediği tuhaf iletişim stratejisi bu kez Fatih Terim’in ayağına fena dolandı. Şimdiye değin süreçleri ‘geçmiş başarılı günler’ retoriği ya da ‘ders almam ders veririm’ türü diklenmelerle idare etmişti. Artık ‘kazansa’ bile bu kimseyi kesecek gibi görünmüyor. Aleyhindeki cephe hem genişledi hem hayli keskinleşti. Stratejisi, kendini ‘hesap vermez’ biri gibi göstermeye dayalıydı.. Ve stratejinin kaynağı, onu Türkiye Futbol Direktörlüğü makamına birilerinin seçmeyip, ‘biri’nin oturttuğu algısıydı! Böylece “Hesabı sadece bir kişiye veririm” illüzyonu ile kendine geniş ve denetimsiz bir koruma alanı oluşturdu.

Kaçırılıyordu...

Oysa başta bazı biz gazeteci faniler olmak üzere, vatandaşların önemli bölümü işin bu yanında değildi. İstediğimiz ‘hesap’ değil sadece ‘bilgi’ydi. Onun bildiği ve bizim futbol adına ondan öğrenmeye çalıştıklarımız... Sorumuz değil ama merakımız açıktı; “Neyi, neden yapıyordu?..” “Arda Turan’ı aldı, almadı” türü sadece polemik içeren, öğretici olmayan tartışmalar çoğumuzdan uzaktı. Yapması gereken sadece ‘kabul edilebilir öğreticilik’ti. Bizden esirgediği de bu oldu; öğretmek. Haliyle varılan noktada artık inandırıcı olamayacağı gibi ikna ediciliğini de yitirdi. Örneğin, son maçın ardından sarf ettiği “Arada bir çocuklara mikrofon tutmanız lazım” sözleri... Bu ifadeye sinen acıklı çırpınış hatırlara ilk olarak Avrupa Şampiyonası’nda gazetecilerden fellik fellik kaçırılan futbolcuları düşürmüştür sanırım.

Artık onu aştı

İçi doldurulması gereken açıklamalarından bir diğeri ise “Milli takım herkesi ilgilendirir” demiş olmasıydı. Bu ifadeler de ‘sloganlarla yaşayıp dualarla uğurlanan’ insanların ülkesinde bir gerçekliğe tekabül etmiyor ne yazık ki!... Doğru, milli takım hepimizi ilgilendiriyor. Hem de çok yakından. O nedenle mesele artık elinde sadece içi boş sloganları kalan Fatih Terim’e bırakılamayacak boyuta varmıştır. Artık merakların değil soruların yegane adresi ‘sessizlerin sessizi’ Türkiye Futbol Federasyonu’dur. Kulağımız orada...

11 Ekim 2016, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Terim denedi ama olmadı!‘’

Futbol malum, ‘topu gezdirme’ temelli bir oyundur. Topla daha az haşır neşir olup pratik oynayarak sonuca ulaşan takımlar da yok değil ama topu oynatmayı becerenlerin kazanma ihtimali her daim daha yüksek.

Dün akşam ilk yarı boyunca oyunda sakin kalıp topu paşlaşarak ayağında tutan takım bizimki değildi! Ukrayna, gerek top bizdeyken gerekse ayaklarına aldıklarında takım mesafesini koruma konusunda ders niteliğinde periyotlar gösterdi. Öyle ki, bir ara ‘tiki taka’nın Kuzey versiyonunu izler gibiydik. Sahanın her yerinde sürekli hareket ederek pas trafiğinin içindekalan Ukraynalı oyuncuların yarattığı pozisyonlar ve kaçırdıkları düşünüldüğünde devre arasına dramatik bir skorla gidebilirdik.

Devre boyunca biri gol olan iki duran top dışında bir varlık gösteremediysek bu, sahaya sürülen oyuncuların pozisyonlarıyla doğrudan ilgiliydi. Örneğin Enes... Pozisyonunda etkisizdi ve bu etkisiz hâl Cenk’i de Emre Mor’u da verimsiz kıldı. Bir diğer örnek takımla çok az zaman geçiren Ömer Toprak. Stoper mevkii ‘iki kişiliktir’ ve burada uyum esastır.

Bireysel beceriyle

Oyuncunun teknik özellikleri kadar ‘vücut dili’, ‘bakış’, ‘konuşma’ bu bölgede uyumu sağlayan olmazsa olmazlardır ve bunlar için bir arada çok zaman geçirmek gerekir. Bu, bizim açımızdan önemli handikaptı ve yenilen ikinci golde önemini gösterdi. İkinci yarıya başlarken yapılan Tolga/Kaan değişikliği de oyuna hükmetme konusunda 70. dakikaya kadar ciddi bir fark yaratamadı.

Orta sahanın iki kenarını Yarmolenko ve Konoplyanka, hücumu da Artem Kravets’le tahkim eden Shevchenko, oyunu başından sonuna elinde tutmayı hedefledi ve son periyot hariç önemli oranda da başardı... Onlar tavizsiz oyun anlayışlarıyla sonuna kadar aynı şeyleri denediler. Milli takım ise ağırlıklı olarak ‘bireysel beceri’ ile işini halletmeye çalışan bir görüntüdeydi.

Penaltıyı almayı başardı

O nedenle pozisyon değilse bile özellikle en öndeki Cenk’in, Çalhanoğlu ile kurduğu olumlu bağ maçın skorunu da belirledi. Bir topu da direkten dönen Cenk, ne yaptı etti penaltıyı almayı başardı. Son dakikalarda biraz da ‘can havli’ makamımda yüklendikçe yüklendik ve özellikle uzatmalarda yakalanan serbest vuruşlarla tabelayı değiştirmeye gayret ettiysek de olmadı.

Bizim açımızdan önemli bir not, maçın en görünen karakteri olan kalecimiz Volkan Babacan’ın performansıydı. Bu, takım olarak düzenimiz, ritmimiz, teorimiz, uygulamalarımız hakkında çok şey anlatıyordu kuşkusuz. Neticede Fatih Terim, değişik zamanlarda değişik örneklerini hepimize yaşattığı belirsizlik, atışma, tartışma, gerilim ortamında bir şey denedi ama olmadı! Artık hepimiz ‘önümüzdeki yeni tartışmalara ve gergin günlere bakacağız’!...

07 Ekim 2016, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Plânlar tutmayınca...‘’

Futbol düzen, sistem oyunudur kuşkusuz ancak bu kavramlar yaratılacak gol pozisyonları sayesinde gerçek anlamlarına ulaşırlar. Maçta gol olmasa bile bunun adına ‘izlenir futbol’ denir.

Dün akşam ilk yarı boyunca kendini savunan ve bulduğu haniyse tek pozisyonla penaltıyı yakalayan Osmanlı’yla karşı iki üç kırık dökük saldırı düzenleyen Fenerbahçe karşı karşıyaydı. Yani, ‘sistem’in hücumla ilgili bölümü için hayırlı konuşmak pek mümkün değildi.

Kaç maçtır orta sahadaki yaratıcılık sorununu Josef ve Ozan’ı farklı görevlendirmelerle öne sürerek çözmeye çalışan Advoocat’a karşı Reşit Akçay çoğunlukla yaptığı gibi Mehmet Güven ve Musa Çağıran’la ortayı sertleştirerek topu ele geçirmeye uğraştı. Planı da açıktı, o bölgede ele geçirilecek toplarla ‘hızlı hücum’. Ancak karşılıklı planlar tutmayınca geriye sürekli birbirinden top kapan ya da birbirini hataya zorlayan iki takım kaldı. Böylece oyun enine genişleyemedi ve ortaya toplanan oyunda ilk devre boyunca izlence açısından ne tad ne de tuz alınabildi.

Emenike kanadı yıprattı

İkinci yarı Fenerbahçe kenarları daha efektif kullanma hedefindeydi. Soldan Volkan, ilk kez son çizgiye sızarak Van Persie’ye golü yaptırırken devamında Emenike ters kanadı yıpratmaya başladı. Ancak bunlar süreklilik içeremediğinden ‘saman alevi’ hızında eridi gitti. Böylesi durumlarda bekler en önemli oyunculara dönüşüyor ama İsmail ve Şener ortalıkta yok!. Bu futbolcuların milli takım oyuncusu olduğunu düşündükçe ülkede futbolunun seviyesini anlamak daha da kolaylaşıyor.

60’lara doğru yorulmuş görüntüdeki Fenerbahçe oyuna akışkanlık kazandıramayınca geriledi ve Osmanlı ağır ağır ama özellikle 80’e doğru oyuna ağırlığını koydu. Özellikle Erdal ve Ndiaye ile. Ancak onlar da kendilerine katılan arkadaş bulamadıklarından hücumu zenginleştiremekte zorlandılar.

Kondisyon sorunu

Ülke futbolunun kondisyon sorunu dakika 60’ları geçtikçe hemen su yüzüne çıkıyor. Hele ki oyun kora kor giderse. Bu maçta da 70’e doğru özellikle Fenerbahçe’de gözle görülen ritm kaybı buna bağlanmalı. Hala ‘koşu mesafesi’ / ‘faydalı koşu’ tartışması yapılan ülkede buna şaşmamak gerek!. Birileri artık futbolda ‘faydasız koşu’ olmayacağına, koşu mesafesinin kondisyon ve dayanıklılık için olmazsa olmaz koşul olduğunu idrak etmeli. Çünkü futbol spordur ve sporların temeli atletizmdir. Beceri, yetenek de gerçek anlamını atletizmin içinde bulur.

03 Ekim 2016, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI