‘’Portekiz ucuz yırttı‘’
Son Avrupa Şampiyonu Portekiz'e karşı futbolun da yaşamın da 'gözden ırağı' İran, kağıt üzerinde düşük ihtimalli takımdı. Ancak dakikalar geçtikçe tanıdık yeteneklerle tanımadık futbolcular arasındaki açının sanıldığı kadar geniş olmadığı ortaya çıktı. Çünkü artık her takım sahaya yayılma konusunda en az karşısındaki kadar bilgili ve gerisi, ayrıntıların halline kalıyor! Bu da 'oyuncu/yetenek farkı' diye adlandırılıyor. Farkı Quaresma yarattı İran, defansı beşleme konusuna sıkıntı yaşamayıp topu tehlike bölgesini uzağında tuttu ama işte o 'ayrıntı' yok mu!.. Ayrıntı, Ronaldo olmuyorsa Quaresma olabiliyor bu da o farkı yaratıyor. Oyun kalitesi düşük maç da haniyse Quaresma ve 'üç VAR gösterisi' ile nihayete erdi. Özetle VAR oynadı, biz izledik!..
Günün sorusu
Hakemi değil ama VAR'ı tartışırım. Bence Portekiz'e verilen penaltı tartışmaya açık. Yani verilir de verilmez de. Hatta derim ki, ''Futbolun olağan akışı' gereği 'verilmez' ağır basar''. Sizce?
Maçın starı
'Ayrıntı belirleme ustası' Quaresma maça damgasını vurdu. Gerek estetik gerek maçın hikayesini değiştirme açısından çıkana kadar 'maçın adamı'ydı. İran kalecisi Beiranvand da kurtardığı penaltıyla diğer 'hikaye yazıcı'.
Maçın olayı
Ronaldo dördüncü Dünya Kupası'nı oynarken 'saf yetenek' olan Ricardo Quaresma kariyerinin sonunda nihayet Dünya Kupası oynuyor. Yazık olmamış mı gezegende futbol seven onca insana!..
Kısa mesaj
Dünya Kupası'nda tribün baskısı düşük. Ancak lig ve ulusların kendi arasındaki maçlar düşünüldüğünde bizi ciddi 'VAR şenlikleri' bekliyor.
‘’Meksika ikiledi‘’
Kupaya Almanya galibiyeti ile sükseli giriş yapan Meksika topa hakimiyeti yüksek oyunculardan kurulu bir kadro. Top ayaklarına yakışmasına yakışıyor ama onu birlikte kullanma konusunda o denli marifetli görünmüyorlar. Güney Kore ise aksine topu birlikte kullanma, karşı alana taşıma konusunda bireysel becerileriyle karşılaştırıldığında daha mahir göründü. Gelin görün ki futbolda bu kadarı yeterli olmuyor. Lakin iki takım da forvet ile diğerleri arasındaki mesafeyi ayarlayamadı ve gol pozisyonları çoğunlukla bireysel girişimler olarak kaldı. Maçı belirleyen de sürat/denge/tercih ilişkisini doğru kuran Lozano’nun asist becerisi oldu. Son’un son dakikada golü Koreliler’e teselli olsa da orta kalite bir maçı halledip gruptan çıkan Meksika sınırlı kadrosuyla sürprizi sürdürdü.
Günün sorusu
Moreno, Guardado ve Lozano’yu PSV’de geliştiren teknik direktör Philip Cocu, Fenerbahçe’de kimler geliştirebilir?
Maçın starı
Hücuma çıktığı kadar savunmada muazzam kademelere giren Lozano ile oyun alanında kendini doğru konumlayıp topla buluştuğu anlarda rakibe tehdit oluşturan Carlos Vela. Güney Kore kalecisi Hyun-Woo da bir o kadar önemliydi.
Maçın olayı
Futbol tribünsüz oynanamıyor. Meksikalılar 1986’da Dünya Kupası üzerinden futbol kültürüne ‘tribün dalgası’ hediye ettiler. O dalgayı aşan bir tribün gösterisi hala bulanamadı. Rusya’da da durum böyle...
Kısa mesaj
Bu kadar futbol konuşup ‘yeteneği’ ile bu kadar böbürlenen bir ülke olarak bizim bu tür organizasyonlarda olamamamız hakikaten can sıkıcı.
‘’Kısaca sürklase!‘’
Her işin oluru var, ‘üçlü savunma’nın da... Mascherano’nun güçten haliyle hızdan düştüğü zamanlarda arkaya yük binmesi kaçınılmazdı. Arjantin ilk 15 dakikada golleri yemediyse bu başta Rebic, Perisic olmak üzere Hırvat oyuncuların yüzü suyu hürmetineydi. Sonuçta Arjantin kalecisi Caballero baktı olmuyor, duruma el attı ve takımına golü yedirdi. Ardından sakin kalmayı başaran Hırvatistan teori/pratik dersinden tam not alarak maçı sürklase ile kazanmayı bildi. Sahadakileri karşı karşıya koyduğunuzda belki Arjantinliler ağır basıyor ancak futbol böyle bir oyun değil. Basit, sade ve işlevsel oynayan Hırvatistan gruptan çıkmayı başardı. Hatırlarsak ülkemiz milli takımı yakın tarihte bu takımın önünde görünüyordu. Hayat işte! Unutmayalım ki hayat çalışanın, gelişenin yanında oluyor!..
Kısa mesaj
Adın Messi, yeteneğin Maradona, Ronaldo kıvamında olsa da sahada doğru ikililer, üçlülerle eşleşmiyorsan işin zor. Arjantin bunun canlı kanıtı.”
Maçın olayı
Messi büyük bir futbolcu olduğu gibi futbolun gerçeğini kavramış biri de. Milli takımı bırakmışken yoğun baskıyla geri döndürüldü ama haklılığı net biçimde ortada. Arjantinliler nihayet durumu anlamışdır ancak sanırım hayal kırıklığı pahasına...
Maçın starı
Arjantin kurgusunu bozan Brozoviç başta, Ali Ece’nin kulakları çınlasın Lovren/Vida ikilisinin özellikle ikinci yarı performansları ile kaleci Subasic’ten mürekkep Hırvat savunmasının temel karakterleri.
Günün sorusu
Kimi fauller doğrudan ‘kırmızı kart’a varacak sertlikte ama hakem görmüyor/vermiyor ve o çok övülen VAR da işe dahil değil. Peki, bu anlar sonuca doğrudan etki etmiyor mu? O zaman bu kadar ‘teknolojik gürültü’ye değiyor mu?
‘’Japon vuruşu‘’
Maç önü tahminler gezegenin iki benzemez kültürel ikliminden gelen takımlarından Kolombiya lehineydi. Hem tanınır oyuncusu fazla hem geldiği kıtanın ekollerinin aritmetik ortalaması gibi Kolombiya!.. Ancak maçın hemen başında Carlos Sanchez’in penaltı yaptırıp kupadaki ilk kırmızı kartı görmesi, tüm dinamiği ve maç içi planlamayı değiştirdi. 6’da Kagawa, penaltıdan skoru 1-0’a getirdi. Yetmedi, futbolcudan çok ‘mahalle topçu’su ısrarını sürdüren yüksek becerili ancak ‘bağımsızlık’ yanlısı Cuadrado’nun takımdan ayrı düz koşuları beni olduğu gibi Pekerman’ı da çileden çıkarmış olmalı ki, o da kenara alındı.
Dengeli oyunla tempoya izin vermediler
39’da Quintero’nun frikiğiyle golü de buldular ama başta Nagatomo olmak üzere Japon oyuncuların dengeli oyunu tempoyu yükseltmelerine izin vermedi. Japonlar 73’te Osako’nın kafayla attığı golün ardından da topu olabildiğince ayakta tutup, rakiplerini ‘panik atak’lara sevk ederek kupaya beklemedikleri kadar kuvvetli bir giriş yaptı.
Kısa mesaj
Özel yeteneklerin yoksa oyuncuları birbirine bağlayan basit ama işlevsel düzenlemelerin olmalı. Japonya bunu anlattı. Bu bakış bizdeki ‘yetenek mit’inin kırılmasının panzehiridir...
Maçın starı
Galatasaray performansından esintiler veren Yuto Nagatomo. Hem Cuadrado gibi maça direkt etki edecek oyuncuyu kontrolde tutup hem de öne gittiğinde rakip üzerindeki yüksek tehdidi nedeniyle.
Maçın olayı
Yetenek, beceri elbette bu oyunun ayırt edici özelliği. Lakin Cuadrado gibi taktik disiplin konusunda dizginlenemez oyuncular da teknik adamlar için ‘ömür törpüsü’ olsa gerek...
Maçın sorusu
İlk devre penaltı kararı ile Kagawa’nın golünün ardından Kolombiya başlama vuruşuna kadar 3 dakikaya yakın zaman geçti. Devre neden sadece 1 dakika uzadı.
‘’Messi'ye geçit yok‘’
İsim isim bakıldığında muazzam görünse de elemelerdeki 18 maçta 19 gol atmış olması Arjantin hakkında çok şey anlatıyordu. Açıkça gol sorunu vardı Maradona ile anılan ülkenin. İzlanda ise eldekilerle en verimli oyunu oynuyordu ve bunu bizden daha iyi tecrübe eden az ülke vardı!.. Arjantin, hocası Sampaoli gibi ‘tutku’lu başladıysa da zorlu coğrafyalarının da öğrettikleri ışığında sakin kalan İzlanda topu verse bile oyunu istediği gibi düzenledi. Açık vermediler mi verdiler ama kaygılanacakları oranda pozsiyon bırakmadılar. Arjantin’in golünü Agüero atarken, Messi 64. dakikada penaltı kaçırdı. İzlanda’nın golünü atan Finnbogason şöyle demişti; ‘’Zor gol yiyoruz, en az bir tane de atabiliyoruz. Bu nedenle bizi yenmek zor.’’ Augsburg’ta oynayan Finn haklı çıkmadı mı?
Kısa mesaj
Dünya Kupası’nı Şampiyonlar Ligi’nden ayıran şey ‘bonservis ücretleri’nin manasızlığını gösteriyor oluşudur. Fransa-Avustralya ile Arjantin-İzlanda maçları iyi örnektir.
Maçın starı
Bir maçta Ronaldo ile Messi varsa o ‘maçın adamı’ olmaz, adamları olur. Biri tek başına sahadaysa, ki burada Messi, ‘esas çocuk’ O’dur. Yaptıkları ve yapamadıklarıyla da (kaçan penaltı), takımın ve taktiğin ona uygunluğuyla da...
Maçın olayı
Messi gibi ‘küresel futbol fenomeni’nin penaltıyı kaçırması ya da ülkemizi de zaman zaman dara düşüren kaleci Halldorsson’un kupanın ilk penaltı kurtarışını gerçekleştirmesi...
Maçın sorusu?
Bu zamana kadar izlediğimiz maçlar ışığında düşünürsek, İzlanda’nın final oynamaması için fazladan birkaç neden görebiliyor musunuz?
‘’Hazırlık maçı gibiydi‘’
Kimilerine göre Dünya Kupası tarihinin en düşük seviyeli grubundan ‘iki güçsüz’ ile başladık. Şöyle ki, Rusya’daki anketlerde bile ‘Gruptan çıkamayız’’ diyenler yüzde 40 oranında. Kendi adıma, ‘’Kim şampiyon olur?’’u bulmak çok güç olsa da, ‘’Kimler olamaz?’’ sorusunun yanıtı net; ‘’Bu iki ülke asla!’’.
Rusya, kupaya direkt katıldığından kendini test edememişti. Bu nedenle gayet rahat geçen maç en azından önlerindeki iki zor maça bir hazırlık niteliğindeydi de... Tüm bunlara mukabil sanılmasın ki memnunsuzum. Dünya Kupası her koşulda Dünya Kupası’dır. Biliyorum ki hepimiz nice hikaye bekliyor. Beri yandan, maçları futbol dışında kafamın çoğu konuda uyuştuğu Ali Ece’yle birlikte izliyoruz ve biriktirdiklerimizi youtube’daki ‘STOLK kanalı’ üzerinden canlı olarak izleyenlerle paylaşıyoruz. Bu durum bile Rusya’daki kupayı benim için başlı başına anlamlı kılıyor.
Maçın olayı
Turnuvanın daha ilk maçında Rusya takımının en kritik oyuncusu Dzagoev’in dramatik biçimde sakatlanması ve her pozisyonda akılların video hakem sisteminde olması!
Maçın starı
Bu maçtan bir ‘yıldız’ icat etmek zor olsa bile yeter düzeyde sağ ve sol bek olmayan ülkemiz düşünüldüğünde Brezilya doğumlu Mario Fernandes gözüme en batan oyuncu oldu. Gollere yardımcı olan Golovin’in de hakkını teslim edeyim.
Gecenin sorusu
Gençliğimde ‘açılış maçı’nı bir önceki kupanın şampiyonu oynardı. Yani dün akşam kupaya Almanya- Meksika maçıyla başlayacaktık. Soruyorum, ‘’Hangisini tercih ederdiniz?’’ Bunu mu?
Kısa mesaj
Arzu edilen seviyede bir maçla başlamamış olsak da, bu kupa nedeniyle dünyanın dört bir tarafından tarzlar bulmak bile KISA başlı başına bir kıymettir.
‘’'Gelecek' kazandı‘’
‘Yapılmış olanlar’a karşı ‘yapılacak olanlar’ın diğer deyişle ‘geçmiş’in değil ‘geleceğin’ oylandığı bir seçim olacaktı. Kongre öncesi hava da ‘geleceğin’ kazanacağı yönündeydi ve öyle de oldu.
Taraftar beklentisinin yeterince karşılanamadığı onca yılın ardından Aziz Yıldırım’ın kazanması zaten mucize kabilindendi. Gücünü ‘yapacakları’ndan çok ‘yaptıkları’ndan
aldığı için de stratejisini ‘3 Temmuz süreci’ üzerine kurdu ve olmadı.
Ali Koç, ‘gelecek’ti. Beri yandan geleceği kurabilme için rakibine göre hem daha genç hem ondan ‘zengin’di! Sandıklar açılmadan sonucu tahmin etmeye bile gerek kalmadı.
Yüksek katılımın Koç lehine olacağı muhakkaktı. Öyle ya, insan ‘statükonun devamı’ için koşarak destek vermeye gitmez ki!..
Koşunun heyecanı ‘gelecek’tedir, bu nedenle Fenerbahçe’de de‘gelecek kazandı.’
‘’Görecek günler var daha!..‘’
O pek övündüğümüz, ‘Avrupa’nın en çekişmeli ligi’nin tepesinde oynanan dört maçın üçündeki ‘tribün ıssızlığı’ kime ne anlatır bilmiyorum? Ben hem tuttuğum takım hem de görev nedeniyle Beşiktaş maçına odaklıydım. Gamsız gasavetsiz iki takım rahat başladı ve Beşiktaş 4. dakikada Talisca’nın Babel’e gönderdiği uzun mesafeli pas ile karşılaşmaya ilk süsü taktı. Ardı da geldi... Özellikle orta sahaların geçirgenliği nedeniyle maç, bir o kalede bir bu kalede oyuna, haliyle Talisca ile Oğuzhan gibi marifetli oyuncuların gösterisine dönüştü. Atletik görünen Larin özellikle yüksek toplarda ‘’Birlikte uğraşırsak benden olur’’ der gibiydi. Beşiktaş sezonu beklediği derecenin altında tamamladı. Evet bütçe dar, işler zor ama ‘Beşiktaş ruhu’ işleri yoluna koymak için her daim en sağlam sıçrama noktasıdır. Yeter ki, Atiba’nın sevimli oğlu Noah’ın neşesine ve semtin oyuna/takıma duyduğu hürmete halel gelmesin, getirilmesin. Ve son olarak.. Galatasaray’ın şampiyonluğunu kutlar bu süreçte takıma katkı veren her bireyi tebrik ederim...
Gecenin sorusu
Beşiktaş’ın gerek skor yüküne gerek sahadaki görünürlüğüne büyük katkı veren Talisca gidiyorsa yeri nasıl dolacak? Oğuzhan bu mevkii için kendini hazırlar mı?
Maçın starı
Güzel bir son maç oldu. Şampiyonlar Ligi’nin gösterişlisi Beşiktaş’ta başta Larin olmak üzere takımın tamamı ve Sivas denince aklıma gelen ilk isim Ziya Erdal’dan başlayarak tüm Sivasspor...
Maçın olayı
Şampiyonluk yarışını televizyondan izlemek varken iki sezonun şampiyonu Beşiktaş’ı alkışlamak için tribüne gelenlere kulüp ciddi teşekkür borçlu... Ne yaparlar bilmiyorum!..
Kısa mesaj
Çoğu yersiz tartışmalarla bir sezonu daha tamamladık. Yeni sezona hazırlanırken kafamızı ellerimizin arasına alıp kendimize soralım; ‘’Ben nerede yanlış yaptım?’’