‘’Gol atabilme problemi!‘’
PTT 1. Lig’de ‘kapalı gişe’ oynayan Balıkesir, ‘her nedense’ tribününün yarısını dolduruyor! Peki, şu oyunu yönettiği iddiasında olan kaç kişi bu durumu kendisine keder ediyor, tahmininiz var mı? Yine de sezon başından bu yana izlediğim en neşeli ve tempolu tribünlerden birinin Balıkesir’de olduğunu buraya not edeyim.
Beşiktaş gerek rotasyon gerekse sakatlıklara karşı oyuncu dinlendirme kaygısıyla uzun süredir oynamadığı bir ‘hücum düzeni’yle sahadaydı. Veli Kavlak gibi bir kesiciyi kenara alıp Sosa/Oğuzhan ikilisiyle hücum çeşitliliğini artırmayı amaçlayan Slaven Biliç’in ilk yarı boyunca bu emeline ulaştığını söylemek güç. Evet, top daha çok Beşiktaş’ta kaldı ama 15. dakikanın ardından ‘içine kapanan’ Balıkesir ceza sahası çevresinde gedik vermeyince karşılıklı bir iki duran top tehlikesi dışında dişe dokunur bir şeyler izleyemedik.
Ancak ikinci devre Sosa’nın sakatlığının getirdiği zorunluluk, düğüme dönen oyun müdahale kaygısıyla birleşince Biliç hamlelere başladı ve doğrusu bunun semeresini de gördü. Oğuzhan’ın özel işçiliğiyle gelen ortanın ardından ‘Demba Ba koruması’nda gelen Pektemek golü renksiz oyuna renk getirdi. Ardından Ersan Gülüm’ün ceza sahası önünde Sercan’a yaptığı ‘kırmızı kart tartışmalı’ müdahale de düşük tansiyonlu oyuna bir an tansiyon...
Akabinde İsmail Ertekin, marifetli ama devamsız Alanzinho’yu sahaya indirip ilk yarının büyük bölümünde bağını kestiği topu yeniden hatırlayıp Balıkesir kıpırdanınca Biliç de apar topar en sağlam planına geri döndü; Demba Ba kenara, Veli ise müdafaanın önünde Atiba’nın yanına.
Ve böylece... Gol atabilme problemini çözemeyen Beşiktaş puan farkıyla lider olurken, Lig TV spikeri arkadaşların samimi ancak fazlasıyla ‘heyecan hormanlanmış’ abartılı anlatımlarına rağmen ülke vasatını bir dirhem aşamayan bir maç daha hayatımızdan geçip gitti.
‘’Türkiye için futbol vakti!‘’
Bizim ülkede oynanan futbol hepimizi yanıltıyor ve bu oyunu yanlış anlamamıza neden olduğu gibi çoğumuzu oyundan da uzaklaştırıyor. Yapılması gereken bu denli basit; oynayacaksın... Yenersin, yenilirsin o ayrı. Beşiktaş dahil Avrupa’ya çıkan tüm takımlar yener/yenilir her maçta çok kıymetli işler yapıyorlar. Avrupa’ya çıkınca gözle görülür biçimde bir düzen tutturulmasının nedeni kendi oynama biçimleri olduğu kadar rakibin oynama düzeni ve arzusu. Böylece ortaya bizim buralarda hasret olduğumuz izlenir bir ‘futbol karşılaşması’ çıkıyor.
Dün akşam ilk yarı boyunca tıpkı Arsenal maçlarında olduğu gibi gol olacak fazlaca pozisyon üreten ancak atamayan bir Beşiktaş vardı. Ve karşısında neredeyse tek pozisyonla golü bulan Tottenham. Gel de ülkenin sabah akşam Theofanis Gekas konuşmasına şaşma!..
Doğru müdafaa oynayan bir takım olan Beşiktaş, iki sezondur gol sorununu çözemiyor. Dün akşam da görüldü, çıkamayan iki bekle gol sayısını artırabilmek çok güç. Nasıl ki müdafaanın ilk yüklenicileri Atiba/Veli oluyor, hücumda da iş ağırlıklı olarak Töre/Olcay’a kalıyor ki, bu da ‘hücum çeşitliliği’ni sakatlıyor.
Gerçi dün akşam bir takım hücumda ne yapması gerekiyorsa Beşiktaş hepsini yaptı ancak olmadı. Maç boyunca aradı durdu, bir deplasman takımı olarak rakibini bunaltıp son dakikalarda da Ba’nın penaltı golüyle alması gerekenin azına razı oldu. Bu arada penaltı olmasa gol de kesin değildi, onu da atlamayalım!..
Beri yandan bu tempolu ve zevkli maç için hakem Manuel Grafe ve Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi taraftarı tribüne özendiren İngiltere Futbol Federasyonu’na da teşekkürü bir borç biliriz...
Arsenal eşleşmesinden bu yana aynı şeyleri söylüyorum. İngiltere’deki oynama alışkanlığı, rakip kurguyu çözmek ve uygulanabilir planlama için en ideal ortamı sağlıyor.
Bu nedenle bu maç esasen bir gün önce Galatasaray’ın da nasıl oynaması gerektiğine dair önemli dersler içeriyordu. Üçlü müdafaayla macera aramak yerine tıpkı Beşiktaş’ın hem bu maç hem de Arsenal maçlarında uyguladığı gibi, arkada sağlam dörtlü ve önlerinde ise Melo/Yekta (Atiba/Veli) düzeniyle oynansa maç en azından son bölüme taşınabilir ve ‘puan ihtimal oranı’ artırılabilirdi.
‘’"Arsenal'e yapılamayan Tottenham'a yapılmalı"‘’
‘İki Arsenal maçındaki işleyiş, üç aşağı beş yukarı problemi çözmeye yeter. İstanbul’daki Arsenal maçında yapılamayanları yapabilmek şart’
‘Olimpiyat Stadı’ndaki o ‘tarla’da topu kontrol edip oyun kurmak, maçın son bölümüne kadar futbolcuların yüksek güç kaybı yaşamasına yol açıyor’
‘Slaven Bilic’in tarzı, bu ülkede çok insanın hoşuna gidiyor. Bu kadro ile de bundan daha ileri işler yapmak da fazla hayalcilik olur’
1) Beşiktaş’ın Olimpiyat Stadı sorunu sürüyor. Stat durumu Beşiktaş’ın aldığı sonuçlarda direkt etki ediyor mu?
Kuşkusuz zemin önemli etken. O ‘tarla’da topu kontrol edip oyun kurmak ne denli müşkülse oyunun son bölümünde futbolcuların yüksek güç kaybına uğramaları da bir başka dezavantajı beraberinde getiriyor. Bu zeminler müdafaa kurgulu takımlara avantaj sağlıyorsa da ‘kısır geçen maçları’ sadece bu nedene bağlamak doğru olmaz. Beşiktaş gerek sınırlı kadrosu gerekse boğuştuğu sakatlıklardan dolayı bir türlü istenen seviyeye ulaşamadı. Evet, Feyenoord ve Arsenal maçlarında gelecek için umut veren bir yapıda oynadı ama unutmamak gerek ki o maçlarda temel kurgu ‘güçlü savunma’ydı ve rakipler de ‘oynamak isteyen takım’lar. Ancak bizim lige gelince burada kilit açacak bambaşka hamleler, kurgular gerekiyor. Örneğin Beşiktaş’ın çok önemli iki eksiği, sağ ve sol bek yokluğu takımın hücum yükünü belirli oyuncuların üzerine yıkıyor ki bu da zaten sert müdafaayı hücumun önüne koyan rakiplerin önlem almasını kolaylaştırıyor. Beri yandan bu stat ve zeminin olumsuzluklarını iki sezondur göremeyen ve bu krizi çözemeyen yöneticilere de sanırım bir iki laf etmek gerekiyor. Gerçi bu ülkede herşeyi yanlış yapsa dahi yöneticiye ‘Gözünün üstünde kaşın var’ bile denmiyor ya!..
2) Beşiktaş’ın Tottenham deplasmanından puan yada puanlarla dönebilmesi için teknik ve taktik olarak neler yapması gerekiyor. Hangi oyunculara büyük iş düşüyor?
Aslına bakılırsa şablon belli. İki Arsenal maçındaki işleyiş üç aşağı beş yukarı problemi çözmeye yeter. İngiltere’deki geniş alanda oynama kurgusu Premier Lig takımlarının çoğunu müdafaa açısından hayli kırılgan hale getiriyor. Ancak bunun için yakalanan fırsatları gole çevirmek gerekiyor. Yani İstanbul’daki Arsenal maçında yapılamayanları yapabilmek şart. Bunun içinde topun ele geçirildiği anlarda oyun kurucular Oğuzhan ya da Sosa’nın doğru yerlerde topla buluşturulmaları ve onların da en doğru tercihi yapmaları elzem. Yoksa Beşiktaş’ın bu kez önde son vuruş sıkıntısı yaşayacağının düşünmüyorum. Ba, Töre ya da Olcay maçın atmosferi de bu maçta farklılaşabilirler. Elbette oyunun kilit oyuncuları Beşiktaş’ta takım müdafaasının her maçtaki en sağlam direkleri olan Veli/Atiba ikilisi olacaktır.
3) Son dönemde üst üste alınan beraberliklerin ardından Slaven Bilic’le ilgili olarak ‘gönderilecek’ söylentileri çıkmaya başladı. Hırvat hocanın geleceğini gelecek maçlardaki sonuçlar etkiler mi?
Ben Bilic’in epey kredisi olduğunu düşünüyorum. Tarzı, bu ülkede çok insanın hoşuna gidiyor. Bu kadro ile de bundan daha ileri işler yapmak da fazla hayalcilik olur. Sonuçta onun da ‘hamle hakkı’ sınırlı. Gerçi takımı onun kurguladığı göz ardı edilemezse de bence Bilic’le ilgili gerçek tasarruf, ilerleyen haftalarda ortaya çıkması muhtemel olan ‘başkanlık tartışmaları’na bağlı...
‘’Ne olacak bu memleketin hâli?‘’
Ligin adı ‘Süper’ ama ne seyircisi var, ne zemini, ne de dişe dokunur futbolcusu! Ama süper yöneticileri olduğu hepimizin malumu! Öyle bir maç ki, güvenlikçi sayısı seyirciden fazla desek abartı olmaz. Bu Passolig mucizesini icat edenler maçın 27. dakikasındaki tribün değiştiren taraftarları nasıl açıklayacaklar acaba? Ne oldu, “Herkes yerinde oturacak” iddiasına? Sormak gerek bu futbol mucitlerine, “Kimsenin izlemediği maçları acaba kime satabilirsiniz?”
Beri yandan akşam futbol programlarını izleyenler de hiçbir şeyin olmadığı maçta, ‘Her şeyin olduğunu’ sanabilirler. Olmadı, inanmasınlar. Hadise şuydu; Beşiktaş iyice kabuğuna çekilmiş Eskişehir karşısında ısrar ve sabırla arkada top çevirdi. Belliydi ki, iki takım maç boyunca bir ya da iki pozisyon bulacak, Eskişehir atabilirse üzerine yatmaya Beşiktaş bulursa devamını arar gibi yapmaya çalışacaktı!
Tersi oldu, önce Beşiktaş sonra da Eskişehir birer ‘Kaza golü’ bulunca maç bir tür ‘Enerji üstünlüğü’ oyununa döndü. Kendisi açısından önemli iki arka oyuncusu Tarık Çamdal ve Veysel Sarı’yı Galatasaray’a satan Eskişehir, geçen yılın en az gol yiyen takımı Beşiktaş’a karşı ‘Haklı olarak’ ritmi düşürerek maçı ‘Çekilmez hale’ getirmeyi başardı. Enteresan olan buna Beşiktaş’ın herhangi bir hattıyla itiraz etmiyor oluşuydu. Birkaç soru sorarak bitirelim... Sahi dün başta ve devre arasında izlediğim Londra’da oynanan Arsenal-Tottenham karşılasması ‘Futbol maçı’ ise Olimpiyat Stadı’nda oynanan neydi? Ne zemin, ne seyirci, ne futbolcu varken bu oyunu yönetme iddiasının gereği var mı?
Ve son olarak o şahane Aziz Nesin öyküsündeki Anadolu sorusu; “Du bakali n’olcek?”
‘’Boş tribüne gol koşusu‘’
‘Usta işi proje’lerle futbolu insansızlaştıran federasyon ülkenin en tansiyonlu 3-5 maçından biri olan Bursa-Beşiktaş maçını da ‘çekirdek çitleme müsabakası’na çevirdi. Kuşkusuz ki bu ilgisizlik tek başına ‘Passolig mucizesi’yle açıklanamaz ama etkisinin büyük olduğu da su götürmez. Sahi futbol ve futbolcunun vasat altı, seyircinin mumla arandığı ülkeye kaç yeni stat yapılıyordu?...
Dönelim maça... Bursa ilk yarı boyunca ülkenin en iyi savunma yapan takımı Beşiktaş’ı ceza sahasının içine hapsetti. Özellikle ceza sahasının hücum yönüne göre sol köşesinden dalan Bakambu’yu Beşiktaş müdafaası devre boyunca ‘göz takibi’ne alınca devrenin en iyisi de kaçınılmaz olarak kaleci Tolga oldu. Ancak denklemin belirleyicisi ‘ön libero’lar oldu... Kenarlara açılan her topta işlevsizleşen ve top kapmakta zorlanan Veli/Atiba hattına karşın cılız ataklara set kurup arkaya sarkıtmayan ve kaptıkları topu pozitif kullanan Ozan/Belluschi hattı oyuna da rengini veren ikili oldu. Devre bitmeden önce Oğuzhan/Sosa ikinci devreye de Necip/Serdar yenilenmesiyle başlayan Bilic, Şenol Güneş’in takımının yakaladığı ritmi bozup tempoyu iyice aşağı çekti. Böylece takım olarak yakın oynama tecrübesi olan Beşiktaş istediğini kurgulama şansı yakaladı ve Sosa’nın çekip çevirdiği işlerde Olcay/Ba ikilisiyle gol fırsatları da yakaladı. Onlardan birinde de Olcay, Bakumba’nın ilk yarı yapamadığını yapıp Sosa’dan aldığı topu sol çaprazdan gol yapınca Beşiktaş belki planladığı ama uygulamakta zorlandığı üç puanı aldı.
Son bir soru ile bitirelim; Passolig kartı gibi mucizevi bir işi akıl etmiş ve bunca önlemi almışken Beşiktaş taraftarı hangi nedenle stada alınmadı? Yoksa ‘Passokeyfiyet’ nedeniyle mi? O nedenle Olcay’ın gol sonrası boş tribüne yaptığı kutlama koşusu ülke futbolunun getirildiği noktayı gösteren en ironik andı kuşkusuz!
‘’'Yanlış hayat doğru yaşanamaz'‘’
Geçen sezondan bu yana ‘takım müdafaası’nı ciddi anlamda geliştiren Beşiktaş’ın ayağına yine hücum planlarında kullanacağı oyuncular dolandı; günümüz futbolunun en kritik iki mevkii olan sağ ve sol bek sorunu! Biri Necip, mecburiyetten mevkii onarıcı diğeri Ramon Motta, arzu edilen seviyenin altında iki oyuncuyla hücumu zenginleştirmek mümkün olamıyor. Haliyle hücum organizasyonu yükü tamamen Oğuzhan/Olcay/Gökhan üçlüsünün omuzlarına biniyor ve bu duruma önlem almak da kolaylaşıyor. Asteras gibi ‘iki takımlı lig’den gelen bir takımın ilk yarı iki üç net pozisyon bulması hücumdaki bu ‘tedirgin edicilikten uzak oynama biçimi’yle açıklanabilir.
Doğru işletilmeyen ‘kadro mühendisliği’ne bir de ağır zemin gibi sorunlar eklenince böylesi maçlarda özellikle oyunun son bölümünü oynayabilmek her zaman en önemli problemdir. Ve Beşiktaş bu problemi yaşayabileceğini maçın son 10 dakikasında belli etti ve yaşadı. Bir kez daha görüldü ki Beşiktaş bu sezon da hem bu takım yapısı hem de bu statta oynama opsiyonuyla geçen yıldakine benzer sorunları yine yaşayacak. O nedenle ‘ara transfer’ döneminde sağ ve sol bek için kolları şimdiden sıvamakta sonsuz fayda var!..
‘’Bu ülkede bu kadar‘’
Zaten biliyorduk da Futbol Direktörü Fatih Terim, kendi seçtiği milli takımda kendini ‘yıldız sananlar’dan söz ederken altını kalın kalın çizdi; iki haftadır görüyorsunuz, ‘Yeni Türkiye’de futbolcu yok! Onlar olmayınca sahaya da gerek yok. Avrupa’nın ‘yedinci büyük ligi’nin bir çok stadyumunda zemin yok! Futbolcu ile zemin olmadığına göre taraftara hiç ihtiyaç yok! Bu vesileyle Lig TV kameralarına öneri; boş tribünleri sık sık gösterip de ‘o çok kıymetli marka değeri’nin daha da düşmesine katkı vermeyin!.. Ayrıca geçmiş maçlardan tribün efektleri kullanarak, dahiyene fikir ‘Passolig’ ile devlet eliyle ıssızlaştırılan stadyumları bir parça canlı gösterme seçeneği de gündeme alınabilir! Nasılsa ülkede çoğu şey ‘mış’ gibi yapılarak halledilmeye çalışılıyor... Bu da öyle yapılabilir!
Dün akşam yukarıdaki satırlara birebir uyan bir ilk yarı izledik Olimpiyat Stadı’nda. Tıpkı bu hafta bir çok karşılaşmada olduğu gibi... Şuursuz gol arayışlarının adının ‘kontra atak’, şişirme topun ‘orta’, beceriksiz şutların sahibi oyuncuların ‘yıldız’ olarak anıldığı ilk yarı ‘futbol oynayan’dan çok ‘maç etmeye uğraşan’ futbolcuların ‘boğuşması’yla geçti.
Planladığı kontralardan ‘sıfır çeken’ Rize, ikinci yarının hemen başında Beşiktaş müdafaasının adam paylaşımına da bağlı olarak kenardan gelen ‘plansız bir top’la golü bulunca haklı olarak kapandı. Bu kez oyun bir kez daha Rize sahasında kilitlendi. Tüm maç boyunca orta görünümlü nafile şişirmeler yapan Gökhan Töre’nin kime top gönderdiğini anlayamadım çünkü Cenk Tosun “tek hava topuna değemedi bile” desem yeridir. Hatta ikinci yarı sahada bile görmedim!.. Olcay Şahan’ın iki bacak arasından geçen vuruşuyla gelen şans golüyle Beşiktaş 1 puanın kurtardı ve ahir ömrümüzden tatsız tuzsuz bir maç daha geçip gitti...
‘’Aynı durum başınıza gelse Çarşı itiraz eder‘’
En masum ve kabul edilebilir talepleri elinin tersiyle iten devlet, tıpkı geçmiştekileri tekrarlıyor. Yani esasen insanı sorumluluk hallerinin bu ülkedeki en görünür topluluklarından biridir Çarşı. Ama emin olun, aynı durum sizin başınıza gelse, ona ilk ve en güçlü itirazlardan biri Çarşı’dan gelir.
Aralarında Beşiktaş ‘Çarşı’ grubundan olduğu iddia edilen 35 kişi hakkında ‘ağırlaştırılmış müebbet istemi’yle hazırlanan iddianame, ‘Gezi direnişi’nin bu ülkenin en önemli siyasal ayraçlarından biri olduğunu bir kez daha gösterdi. Şaşırmayın! Görülüyor ki, en masum ve kabul edilebilir talepleri hoyratça elinin tersiyle iten devlet, tıpkı geçmişte, darbe yıllarında olduğu gibi, otoritesine yönelik algıladığı her itirazı en yüksek perdeden cezalandırmak için hızla kolları sıvıyor. Ve birileri üzerinden tüm toplumu zapt-u rapt altına almayı hedefliyor. Şaşırmayın! Devlet öteden beri böyle bir organizasyondur...
Zekice sloganların yaratıcısı
Bilindik bir belirlemeyi yinelemek gerekirse ‘Çarşı’, öncelikle Beşiktaş’a sahip çıkmayı hedefleyen bir kolektiftir. Bunun yanısıra bir insan etkinliği olan oyun/futbol üzerinden insan, hayvan ya da doğa yaşamı tehlikeye düştüğünde olabilecek en yüksek hızda reaksiyon gösteren, farkındalık yaratabilmek için zekice sloganlar, kampanyalar tasarlayan ve bunları hayata geçiren bir oluşumdur da...
Hayatın olağan akışına ters
Yani esasen herkesin göstermesi gereken insani sorumluluk hallerinin bu ülkedeki en görünür topluluklarından biridir ‘Çarşı’. Elbette bu anlamıyla hayatın her alanını yönetme hevesindeki yöneticilerin canının sıktıkları da aşikar! Beşiktaş taraftar topluluğu içinden bir grubu, sırf ‘Gezi eylemleri’ne katıldıkları için ‘darbe girişimi’ gibi en ağır suçlardan biriyle yargılama talebi ‘hayatın olağan akışı’na ne denli uygun düşer, varın siz değerlendirin! Ama emin olun, aynı durum sizin başınıza gelse, ona ilk ve en güçlü itirazlardan biri yine ‘Çarşı’dan gelirdi!









































