Arama

Popüler aramalar

‘’Beşiktaş oynadı biz göremedik!‘’

Malum memleket ‘bayram havası’nda. Ben de havaya uygun olarak bayramı annem, kardeşim ve yeğenimle geçirmek için Seferihisar/Sığacık hattındayım. Biliyorsunuz ülkede futbol denince akla futbolcu değil, ‘marka değeri’ geliyor. Yüksek kabiliyetli futbol yöneticileri de bu markayı yükseltmek için 7/24 kafa patlatıyorlar! Sonuç; kimse maç izlemiyor/izleyemiyor...

Geçen yıl taraftarlarını seferi yapıp iki stattan da uzak tutan pek maharetli Beşiktaş yöneticileri, Feyenoord maçının yayın haklarını, ‘devlet kanalı Digitürk’e satmış. Devlet de malum, fırsat eline geçti mi ‘eli halkının cebinde olan’ bir organizasyondur. Fakat ne yazık ki müthiş yanılgı içinde olan halk, devleti hâlâ kendine hizmet eden bir yapı zanneder, buna inanır.

İşte o devletin eli yine cepteydi.. Ve bu maçı aklı erdiğinden bu yana Beşiktaşlı olan bana ve benim gibi evinden uzakta olan tahminen birkaç milyondan fazla Beşiktaşlı’ya izlettirmedi. Çünkü Digitürk, kapısını çaldığım 5-6 esnafın kimisinden 300 kiminden ise 350 TL istemiş. Haliyle kimse o parayı vermediğinden ‘hangi kapıyı çalsam karşımda buruk acı’ vardı. Sonunda yardımımıza gençler yetişti de maça Kerim’in golünden 30 saniye önce bilgisayar üzerinden ‘uluslararası’ ancak ‘takılmalı’ bağlantı kurduk. Bunu da bulamayanlar vardır yine de ‘şükür’ diyelim! Tek avuntumuz ise ‘Şanlı Beşiktaşımız’ın galibiyeti oldu ve doğrusu bu da her şeye değerdi.

31 Temmuz 2014, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çebi'nin yolu‘’

Kuşkusuz ki Çebi'nin bu denli iştahlı görünmesinde hiçbir mahzur yok. Problem, önceki başkan ya da başkan adaylarının yöntemini izliyor, dilini kullanıyor oluşu... O da 'deneme/yanılma' metodundan medet umar görünüyor. Demba Ba böyle bir adımdı. Önder Özen'in kurguladığı yapıya sahip çıkamamak da bir başka gösterge.

O da mevcut başkan ve daha öncekiler gibi sloganı tercih ediyor.. Ve korkarım, doğru bilerek takip ettiği başkalarının ayak izleri onu da aynı çukura çekecek.

Geçenlerde gazetecilerle yaptığı bir sohbet toplantısında soru üzerine şunları söylemiş; "Biz ard arda alacağımız şampiyonluklarla 4. yıldızı göğsümüze takacağız.. Ve bunu yapmadan da gitmeyeceğiz!" Bunu okuyunca aklıma 28 Şubat sürecinden sonra dillere dolanan bir söz geldi; "28 Şubat 100 yıl hatta bin yıl sürecektir." 28 Şubatçılar'ın akıbeti malum!..

Oysa bu dönemi 'hazırlık sınıfı öğrencisi' olarak geçirmek ve gelecekteki kurgusunu ince eleyip sık dokuyarak tasarlamaya uğraşması gerek. Ne var ki, bunun yerine, belli ki çevresine üşüşen 'bilmişlerin' de etkisiyle, 'fiili başkanlık' için kolları sıvamış görünüyor.

Tuhaf bir dil...


Beri yandan gereksiz yere, özellikle Gezi direnişinin ardından yönetimle arası açılan taraftarlarla didişmeyi seçiyor... Şunları söylemiş; "Forma ve kombine satışları beklentilerin çok altında. Demba Ba gelmeden önce kombine satışları 4 bin 100’dü, transferden sonra patlama bekliyordum ama şu anda 5 bin oldu. Forma satışları da bundan farklı değil.'' Ve devamında, bir başka gerçeğin altını çiziyor; ''Taraftarlar galiba formayı değil, yönetimi beğenmiyorlar. Biz gidersek alırlar, onlar yönetimi beğenmiyorlar." Taraftarının sosyoekonomik/kültürel kodlarına dair bir fikri olmayan, onları içeri çekmek yerine ısrarla dışarıda tutmaya gayret eden tuhaf bir dil!..

Ve şimdilerde Çebi'nin kısa vadedeki en önemli sınavı kapıya dayanmış durumda! Üzerinde ciddi çalışılsa 2.5 ila 3 milyon Euro bandında bitirilebilecek Bryan Ruiz transferi için 8 milyon gibi rakamlar yazılıp, çiziliyor. Kapı buradan açılınca da transfer 4-5 milyona bittiğinde bu başarı gibi sunuluyor. Beşiktaş yöneticisinin işte tam da burada devrede olması gerekiyor. Bu kulübün tek kuruşunu 'transfer tacirlerine' kaptırmamak...

Bakalım neler olacak!.. İzlemedeyiz...

29 Temmuz 2014, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Demba Ba yeter mi?‘’

Şöyle demiş Demba Ba: "Benim gelmem başarı için yeterli olmaz. Kanatlardan, havadan ve yerden top getirebilen oyuncular çok önemli. Bunun dışında forvete yakın olan oyuncuların da etkili olması sadece benim değil Beşiktaş için de gerekli. Arkamda kim var? Final paslarında sıkıntı yaşamamam lazım..." Benzeri sıkıntıları Hugo Almeida monteli dönemlerde de, daha öncesinde de yaşadı Beşiktaş. Oysa Dünya Kupası bir kez daha gösterdi ki, bir takımın başarılı olabilmesi için ‘oyuncular arasındaki denge’ belki de en önemli gereklilik. Almanya Milli Takımı ilk bakışta yıldız gibi görünmeyen ama tamamı birbirine yakın olgunluktaki 'işçi oyuncu'lardan kuruluydu. Hiçbiri sahada tek başına Messi, Neymar, Ronaldo, James Rodriguez vb. türü ‘elit yıldız algısı’ yaratmasa da çalışarak geliştirildiği apaçık belli olan beceri, buna bağlı olan oyun kurgusuna bağlılık ve bir bütün halinde oynama konusundaki üst seviye eğitimleriyle uzak ara en iyi takımdı. Öyle ki, daha ilk maçta gezegendeki çoğu insanın final adayı haline gelmişlerdi bile.

Eksiklikler var

Beşiktaş ise sınırlı bütçesine rağmen Demba Ba gibi hatırı sayılır bir oyuncuyu alarak fiyakalı bir giriş yaptı sezona. Ancak sağ bek ve stoper ile Oğuzhan'ın bölgesini destekleyecek çift yönlü bir orta saha oyuncusunun eksikliği çıplak gözle bile görünüyor. Sol bekteki Ramon Motta ile İsmail Köybaşı yeterli gibi görünse de bu ikilinin Caner Erkin seviyesine ulaşacak bir performansa ulaşabilmeleri de hayli zor. Hatta Alex Telles seviyesi bile soru işareti? Beşiktaş'ın en sağlam olduğu ve lige tutunmasını sağlayan mevkiiler ise Tolga Zengin'in koruduğu kale ile Atiba Hutchinson ve Veli Kavlak'ın direnç verdiği orta saha. Ancak onlar da ağırlıklı olarak işin müdafaa yönünü üstlenmiş durumdalar.

Geçici bir huzur

Bu duruma rağmen transfere ayrıldığı belirtilen bütçeden, ‘aslan payı’nın Demba Ba tercihinde kullanılması kuşkusuz ki ‘taraftara şirin görünme’ konusunda geçici bir huzur yaratacaktır yönetim için. Ancak unutulmamalı ki, futbol aynı zamanda bir ‘hayalkırıklığı oyunu’dur. Topun rakip kale çizgisini geçmediği her maçta büyüyen hayalkırıklığı kısa sürede geniş kitlenin kontrolsüz öfkesiyle istenmeyen sonuçlara taşır yönetimleri. O nedenle ‘takım mühendisliği’ denen şey yöneticilik makamı için en elzem bilgidir. Eğer bu bilgiye sahip değilsen ‘bir bilen’ ile çalışmak şarttır. Beşiktaş bu fırsatı Önder Özen ile yakaladı, ancak tahmin edilebilir gerekçelerle de hızla kaybetti.. Ve şimdi iş, ‘transfer sihirbazı yönetici’lerle hemen her yabancı oyuncu transferinde dedikoduların öznesi haline gelen ‘Slaven Bilic ve tanıdıkları’na gelip dayandı! Bilic ve ‘tanıdıkları’ top rakip kale çizgisini geçmediği takdirde bavullarını alıp gezegenin bir başka takımına yelken açarlar ve geride hasarını düşünmeyecekleri bir Beşiktaş bırakırlar. O kederin yükünü taşımak da her zaman olduğu gibi teknik direktör ya da yöneticilere değil, kalbi Beşiktaş'la atan insanlara kalır. Bilinen bir gerçeği bir kez daha hatırlatmakta fayda var!

26 Temmuz 2014, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dikkat! Bu iş sakat‘’

Hutchinson’dan bu yana çoğu transfer haberinin ‘gizli özne’sinin Bilic’in de menaceri Darko Nejasmic olması tesadüf olabilir mi? Aynı ismin izlerine Mitroglou haberlerinde rastlıyoruz. Sakatlığı bilinen, 6 aydır hiçbir varlık gösteremeyen bir oyuncudaki ısrarlı tavrı anlamak için Michael Eneramo transferini hatırlamak yeterli olacaktır.

Ülke futbolunun oligarşik yapısındaki pozisyonuna güvenen -garanti üçüncülük- Beşiktaş Yönetimi’nin Demirören döneminden kalan enkazı kaldırma konusunda doğru rotada olduğu iddia edilemez. Temel hedefi ‘kentsel dönüşüm rantı’ olan İnönü Stadı’nı yıkıp yerine aynı büyüklükte stat inşa eden yönetimin temel önermesi, ‘stat geliri’ydi. Tuhaf bir mantık; iki yıl neredeyse ‘hiç gelir’den sonra rakipleri tribün gelirinde önce yakalayıp sonra geçme iddiası! Tamam da statlar zaten aynı büyüklükte değil ki, fark nasıl kapanacak? Beşiktaş’ın bir yerlerde sırf “İnönü eski stat” diye maçlara gelmeyen 41 bin kişilik mültimilyarder bir taraftar ordusu mu var? Eğer iddia o stadı futbol dışında da kullanarak gelir elde etmek ise o zaman o anlaşmaların da şeffaf biçimde ortaya konması gerekir. Hatırlanırsa Fulya’daki arazi de “Beşiktaş’ın geleceğini kurtardık” türü mesnetsiz iddiaların ardından heba edilmişti.

Orman haklı ama...

Takıma gelince... Bir grup hayalperest taraftarın beklentilerinin aksine Beşiktaş, Yıldırım Demirören’den kalma şaşalı transfer hastalığından mecburen kurtuluyor. Çünkü öyle bir parası yok. Beşiktaş Başkanı Fikret Orman çok haklı olarak şunları söylüyor; “En makul şekilde transferleri bitirmeye çalışıyoruz. Bizim bir bütçemiz var. Abuk sabuk paralar harcamak istemiyoruz.” Katıksız doğru olan bu bakış açısındaki temel sorun transferlerin hangi ölçütlerle, kimler tarafından ve hangi yöntemlerle yapıldığı.

1 milyon Euro kurtarıldı

Atiba Hutchinson’dan bu yana çoğu transfer haberinin ‘gizli özne’sinin Slaven Bilic’in de menaceri Darko Nejasmic olması tesadüf olabilir mi? Atiba transferi kulübe yaklaşık 1 milyon Euro daha ucuza mal olduysa bu, o dönemde yöntemi sezip ‘araya koşu yapan’ Beşiktaşseverler sayesindedir. Şimdi de aynı ismin izlerine Konstantinos Mitroglou transferi haberlerinde rastlıyoruz. Sakatlığı bilinen, Fulham’da da Dünya Kupası’nda da bu nedenle varlık gösteremeyen bir oyuncudaki ısrarlı tavrı anlamak için neden alındığına hiç kimsenin akıl erdiremediği Eneramo transferini hatırlamak yeterli olacaktır. Aynı izlere orada da rastlayacaksınız.

Aybaba’lı takımı geçemedi

Evet kuşkusuz Beşiktaş taraftarının önemli bölümü ve yönetim içinden bir grup, Bilic’in yarattığı algıyı beğeniyle karşılıyor. Lakin unutmamak gerek ki, onca takviyeye rağmen takım Samet Aybaba’yla ulaşılan noktayı aşabilmiş değil. Yani Beşiktaş, Bilic’le de ‘doğal seviyesi’nde... O nedenle Bilic’in katkı/verimlilik eğrisini soğukkanlılıkla doğru okumak gerekir. Zaten sınırlı bir bütçeyle iş yapmak zorunda kalan yönetimin de transfer dönemindeki ‘kaçak’ları yakından takip edip rasyonel, kalıcı ve geliştirilebilir bir politikada kararlı olması gerekir... Onun için de ellerinde bu işlere hayli kafa yormuş bir futbol direktörü olduğunu unutmamalılar.

28 Haziran 2014, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş da bataklığa dalacak‘’

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, oyunu-futbolu geliştirmek için atılan tek olumlu adım yokken ortalığı sadece kuru gürültünün kaplıyor olması kimseyi şaşırtmıyor, isyan ettirmiyor. Her dara düştüğünde 'mucize beklentisi'yle Fatih Terim'in ipine sarılmaktan başka bir seçeneği kalmayan-bırakılmayan bir yer burası... Tek adama sıkışmış, sıkıştırılmış bir futbol iklimi!.. Onca yıldır eli yüzü düzgün, sürdürülebilir ve kendini yeniden üretebilen bir tek Fatih Terim projesi yokken 'Türkiye Futbol Direktörlüğü' gibi kallavi bir sıfatla ve büyük takdirlerle yeniden iş başı... Beri yandan, kuşkusuz ki ülkenin en kariyerli ve en başarılı teknik direktörü de Fatih Terim. Yani durum fazlasıyla Gülten Akın'ın şiirinde olduğu gibi; 'Atmacam bukağılı/ ağzında karanfili/ bu yaman çelişkiyi/ çözemem oğul...'

Sadece Olcan konuşuluyor

Düşünün, onca yıldır orta sahada ülkenin tutum ve davranışlarıyla en çok tartışılan oyuncularından -ki artık o da oyuncu olarak sona yaklaşıyor- Emre Belözoğlu'nu aşabilecek tek oyuncunun yetişmemiş/yetiştirilememiş olması üzerine tek söz edilmiyor...

Kimse, 'Nasıl oluyor da Olcan Adın gibi kariyerinin belki de son sözleşmesini imzalayacak bir oyuncu transfer gündemini böylesine meşgul edebiliyor? Bu denli futbol konuşulan bir ülkede başka oyuncu/oyuncular neden çıkmıyor? Varsa biz neden bilmiyoruz?' diye sormuyor....

Yetmezmiş gibi, sabahtan akşama futbol konuştuğunu zanneden büyük kalabalıklar, yapısal sorunları gündeme getirmek ve onları takip etmek yerine, yöneticilerin kendi aralarında kurup oynadığı 'gereksiz, zaman zaman da edep ve akıl sınırlarını aşan oyuna' iştah ve hevesle dahil oluyor. Son örnek, basketboldan... Galatasaray'ın, biraz da Ergin Ataman'ın provatakif durumu nedeniyle son maça çıkmaması, kendi taraftarının büyük bir kısmı tarafından kabul gördü.

Suni gerilimler zarar veriyor

Tahmin edilebileceği gibi ülkenin en kalabalık iki taraftar topluluğundan birine sahip olan Fenerbahçe de bundan ırak değil. Aziz Yıldırım ve son dönemlerde Mahmut Uslu'nun belirlediği seviyenin üzerini aşmak için gitgide daha az sayıda insanın sesi çıkar oluyor..

Galatasaray-Fenerbahçe, Fenerbahçe-Trabzonspor arasındaki 'suni gerilimler' en çok da futbola, futbolcuya, oyunun değerlerine, oyuna olan ilgiye insana ait kavramlar olan mutluluğa, muhabbete, hüsnüniyete, anlayışa zarar veriyor... Kimse oyunu ve geleceği düşünmüyor. Her şey bugün, burada ve şimdi imha edilmeye çalışılıyor! Yaşadığı mali sıkıntılar nedeniyle Beşiktaş en azından son iki yıl bu saçmalığın dışında gibi algılandı. Ancak emin olun biraz toparlanınca onlar da zaman kaybetmeksizin bu batağa dalacaktır.

Yönetimdeki düzenleme Demirören'in gerisine götürür

Öte yandan Beşiktaş'ın durumu yine son yıllarında olduğu gibi evlere şenlik... 'Kendi paramızla yapacağımız stadımızı 30 Ağustos'ta açacağız' demogojisi erkenden gerçekle yüzleşiyor. Kulübün gelecek yılları krediler üzerinden tıpkı geçmiş yıllarda olduğu yeni ipotekler altına alınıyor. Yani, Yıldırım Demirören döneminde neler oluyorsa benzer yöntemler devreye giriyor ve bunlara karşı sesi çıkan insan sayısı gitgide azalıyor. Neden? Çünkü, 'Stat yapılınca Beşiktaş kurtulacak' türünden safiyane bir inanış çoğunluğun içini rahatlatıyor. Oysa iktisat alanındaki 'eşitsiz ve bileşik gelişme yasası' tam tersini söylüyor; 'Sen büyürken daha büyükler çarpan etkisiyle büyür..'

Bu oligarşik futbol yapısı içinde 'forması bile üçüncü olmaya yeten Beşiktaş' iki üçüncülüğünün ardından bu kez yeni ve bir başka 'futbol bilgesi' Ahmet Nur Çebi'nin projelendirmelerine mazhar olacak gibi görünüyor. Ve görünüyor ki yeni dönemde futbolu bilen, kafa yoran, çalışan, düşünce üreten Önder Özen'in işi ya hayli zor olacak ya da Önder Özen'in yapmak istedikleri konusunda geçmiş yıl içinde 'yöneticilik'le denge oyunu oynamak zorunda kaldığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Özen'i eleyerek ya da etkisizleştirerek hayata geçirilecek bir başka kurgu emin olun Beşiktaş'ı Demirören yıllarının gerisine götürür. Yetersiz bilgiye rağmen daha çok görünür olmak isteyen yöneticinin tutulduğu salgın hastalık bir kez daha Beşiktaş'ın kapısını çalmış görünüyor.

İlk yapılması gereken kanamayı durdurmak

Kısaca... En önemli varlığı olan taraftarıyla arasındaki açı gitgide büyüyen, mali olanakları düşünüldüğünde gelecek sezon geçmişten daha dirençli bir takım kurma konusunda hayli sıkıntılı olan, stadı olmayan Beşiktaş'ta, ilk yapılması gereken şey iki sezondur yapılamayan 'kanamayı durdurma' çalışması olmalı. Tedbir ve tasarruf! Bu ikisini öne koymak yerine, Sadi Hoşses hocanın şahane bestesi 'Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey'i söylemeye çalışmak zaten detone olan Beşiktaş'a birkaç yıl daha kaybettirir, o kadar!

23 Haziran 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Karanlık zamanlar‘’

Bu dünyayı ısıtıp/aydınlatan emekçiler evlerine üç kuruş götürebilmek için girdikleri Soma ocağında göz göre göre ölüme gönderilmişken...
Sorumluluğu üstlenme erdemi göstermelerini beklemediğimiz siyaset erbabı kast, kalantor patronlar, denetlemekle yükümlü elemanlar ağızlarını her açtıklarında hepimizle pişkince alay ederken...
Acıdan kaskatı kesilmiş insanlar “Neden önlem almadınız?” bile diyemeden tekmelenip, tokatlanırken...
Her itiraz edenin koluna üç polis girerken...
Hukukun en önemli ayaklarından olan avukatlar, hukuk dışı uygulamalarla kelepçelenip ‘alıkonur’ ve savcı emrine rağmen meslektaşlarıyla görüştürülmezken...
Yakınlarını, tanıdıklarını artık hiçbir zaman göremeyecek insanların üzerine biber gazı sıkılıp, çoluk çocuk TOMA marifetiyle kovalanırken...
Hayatımızın her alanını kuşatmış insanlar zalimce politikalar izleyip hayatı sadece biz insanlara değil, bu ülkede/gezegende yaşayan tüm canlılara zindan ederken...
Bu kadar rezil ve zalim bir düzeni kurup, kollayanlar yani sorunların tam da nedeni olanlar bir yanda da büyük kalabalığı “Düzelteceğiz” kandırmacasıyla uyuturken...
“Evet, yaşadığımız hayat berbat, mutsuzuz ama ya istikrar bozulursa” ile başlayan ahmakça cümleler etrafımızı kuşatmışken...
Yardım etmek için Soma’ya gitmeye ve fotoğraf vermeye gerek yokken, ‘bir sürü işe yaramaz mühim şahsiyet’in denetleyici edasıyla bu büyük insanlık hadisesini ‘magazinleştirmesine’ rıza gösterirken...
İnsanın ‘iyi, güzel ve yaşayan’ yanıyla ilgili olan futbol ve bir zamanlar tribününe ‘Halkın Takımı’ pankartları gerilen Beşiktaş’ın Gençlerbirliği maçı üzerine böylesi zamanlarda bunlardan öte ne yazılabilir?

18 Mayıs 2014, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İnsanın değil kaderin oyunu!‘’

Maçlardaki en büyük aksiyonun, 'top kontrolü' ve 'tek top oynama' konusunda U17 seviyesini aşamayan futbolcuların hakemle yaşadıkları 'itiraz pandomimleri'... Televizyonda 'hakem asmaca'... Kendi haklarını savunma konusunda kılı kıpırdamayan taraftarların ana avrat küfür etmek için pusuda yattığı bayat bir gösteri...

Dün de Elazığ'da böyle bir maç vardı. İnanmayın, 'İki takımın da hedefi var' palavrasına. 'Kazan da nasıl kazanırsan kazan' aldatmacasıyla bu hızda bir oyuna 'rıza gösterenler' daha iyisini ancak kullandığı 'iyi otomobil'in üretildiği ülkede bulabilir! O da televizyondan yayımlanıyorsa.

Televizyonda maçları anlatan arkadaşların sık sık 'nefes kesen' tanımını kullanıyor oluşu bile ne denli acıklı halde olduğumuzu gösterir. En fazla üç pozisyonun olduğu maçlarda kaçan pozisyon için 'kader anı' denilmesi de bundandır.

Beşiktaş'ın 'Şampiyonlar Ligi ipi' Galatasaray'ın elindeydi ve rakibi 'ülke vasatı'nda oynayan Trabzon'u farklı yenerek ayağına gelmiş fırsatı tepmedi. Bana sorulursa Beşiktaş bu kadro ve yönetici yapısıyla ligde olabileceği en muaazzam noktada. Elazığ'ın kaderi 'pamuk ipliği'ne bağlıydı ve Gökhan Töre, maç boyu attığı -ki Beşiktaş'ın yegane pozisyonları- iki şuttan birinde o ipi kopardı. Geriye şu soru kaldı; 'Okan Buruk seneye hangi takımı alacak?'

Özelde bu maç genelde tüm lig için Gencebay'la bitirelim; 'Bana kaderimin bir oyunu mu bu? / Aldı sevdiğimi, verdi zulmü!..'

12 Mayıs 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Boş tribünler‘’

Büyük büyük laflar eden nezih yöneticiler, toplumu futboldan futbolu da toplumdan soyutlamak için el ve söz birliği etmiş görünüyorlar. Passolig, e-bilet derken tribünleri ıssız bırakmayı başardılar nihayet. Taraftar yok, protesto yok! Ne mutlu!

Beşiktaş Yönetimi de bu kervanda... Fikret Orman takımı boş tribünlere oynatırken, sürekli kulüpten nemalanmak isteyen birilerinden söz ediyor. Güya bunlara tavır koyuyor... Düşünün, ilk devre Galatasaray maçına 80 binden fazla taraftar gitmiş. Bu maçta o stat bayağı bayağı boş! Acaba gelmeyen/gelemeyen yaklaşık 60 bin kişi kulüpten nemalanan insanlar mı? Yoksa o bir grup bu denli büyük bir kalabalığı yönlendirebilecek kadar güçlü mü? Fikret Orman, hangi takıma başkan olduğunu bilmiyor ve insan iradesini hiçe sayıyor, bu açık. 1 Mayıs günü Beşiktaş semtinde olsa ve elbette niyeti de olsa durumu bir parça kavrayabilirdi. Açıkça şu gözüküyor; borçları belki ama futbolla ilgili süreci doğru yönetemeyen Fikret Orman sürekli demagoji yapıyor.

Maça gelirsek... Türkiye’de genellikle ilk 20-25 dakikadaki tempo maçın gidişatını belirliyor. Beşiktaş’ın Veli, Atiba, Necip/Jones, Oğuzhan, Olcaylı dayanıklı orta sahası bu sezon işin bitirildiği bölge oldu. Bu maçta olduğu gibi özellikle Veli ve Oğuzhan’ın öne çıktığı maçlar onlar açısından olumlu sonuçlandı.

Beşiktaş teknik olarak iyi yolda. Oyunu kontrol etme konusunda hayli yol kat etti. Ancak bunca olumsuzluğa, ligde sürekli salınımlı bir çizgi izlemesine rağmen şu an bulunduğu yer gösterse gösterse ligin seviyesini gösterir, başka bir şeyi değil...

04 Mayıs 2014, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI