Arama

Popüler aramalar

‘’Hiç hoş gelmedi‘’

Süper Lig’in ilk haftası “Çok özlemiştik” klişesiyle başladı başlamasına da kim neyi özlemişti, anlamadık!.. Passolig etkisiyle bomboş kalan tribünler ilk göze batandı. Yayıncı kuruluş kameraları ısrarla taraftarların kümelendiği bölümleri ekrana getiriyor boş bölümleri es geçiyor, spiker arkadaşlar zorunluluktan ‘futbolun güzellikleri’nden, futbolcuların üstün meziyetlerinden bahsediyordu da ilk hafta oynanan oyun ortalaması yine ‘vasat’tı. Bir bölümü tarla ancak adı Arena olan Mersin Stadı’ndaki zemin kepazeliği de tüm bunlara tüy dikti.
?
Umutsuz olmak için erkense de teknik direktör profillerine bakınca bizleri üç aşağı beş yukarı nelerin beklediğini kestirmek zor değil! Oyuncu yetiştiremeyen, buna rağmen sürekli transfer zorunluluğundan söz eden ve yine de el üstünde tutulan teknik direktörlerin cirit attığı bir ligde daha fazlası beklenebilir mi?

Kabul edelim ki, bu ülkede futbol ‘Üç İstanbullu’ etrafında dönüyor. Genel gidişi onların yaptıkları ya da yapamadıkları belirliyor.

Geçen sezonun şampiyonu Fenerbahçe ilk maçında ‘hatalarıyla’ öne çıktıysa bunu kulüpte yaşanan çalkantılara bağlamak doğru olur. Fenerbahçe de Türkiye gibi, ‘kaotik haller’den besleniyor. En iyi zamanında bile kendine sıkıntı yaratacak bir şeyler buluyor. Bu yıl da takım içinde dört karakter üzerinden sıkıntı yaşayacaklar gibi görünüyor; Emre Belözoğlu, Volkan Demirel ve Emmanuel Emenike ‘ruh halleri’, Diego Ribas ise yerleşimi açısından çok tartışılacak gibi duruyor. Yönetimin agresif politikasına ise şimdilik değinmeyelim!..

Fatih Terim sonrası kendini ikinci kez yenilemeye alan Galatasaray, ‘transfer oburu’ görüntüsüyle taraftarını memnun edebilir. İlk maçta ‘kazaya uğramama’ temelli bir plan yapan Cesare Prandelli, ‘hücumcu’ Alex Telles yerine ‘bek’ Hakan Balta’yı, orta sahaya da fazladan ‘müdafaacı’ Yekta Kurtuluş’u monte ederek istediğini aldı. Buna karşın Bursaspor’un hocası Şenol Güneş’in Trabzon yıllarında Burak ve Selçuk’la defalarca deneyip başarılı olduğu ‘kontra’ düzenine çare bulamayışı hem kadro yapısına hem de “Oyunu sıkıcılıktan kurtarma” kaygısına bağlanmalı. Yoksa Bursa da pekala “Çekil, bekle” oynar, izleyenler de sıkıntıdan patlardı.

Ligin en hazır görüneni Beşiktaş berbat zemin, ağır hava, eksik kadroya rağmen ligin ‘gedikli’lerinden kurulu Mersin İdmanyurdu’nu ‘direnç futbolu’yla zor da olsa geçti. İki kalecinin maçın en iyisi olduğu karşılaşma sonunda Beşiktaş “İyi bir giriş yaptı”, Mersin idmanyurdu ise “Bu takım yapısıyla dikkat!” dedirtti.

Neredeyse baştan ayağa yenilenen Trabzonspor, “Benim zamana ihtiyacım var” futbolu oynarken, denenmiş, sınanmış, sonuç alınamamış Bülent Korkmaz ile yola koyulan Kayseri Erciyes en azından bende, diplerde boğuşur izlenimi bıraktı.

02 Eylül 2014, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kalecilerin gecesi‘’

Vasat futbola, yönetici elitin medya eliyle hormonladığı ‘kalite’ye, spikerlerin mecburen şişirmek zorunda kaldığı ‘heyecan’a hoşgeldiniz!.. Bir lig düşünün ki, 33 yaşındaki vasat futbolcu Gökçek Vederson ‘güvenilir sol bek’ olarak hâlâ Süper Lig’de bir takıma transfer ediliyor. Bu ülkedeki sol beklerin dahası sağ ön oyuncuların halini varın siz düşünün!.. Üst seviye müdafaa oyunu oynayarak Feyenoord’u ‘net geçip’ Arsenal’e tek golle kıl payı takılan Beşiktaş, taraftarlarına gelecek için büyük umut ve heyecan verdi. Ancak bu ülkenin gerçeğini hiç akıldan çıkarmamak gerek. Bu oyun burada ağırlıklı olarak ‘oynama’ değil ‘oynatmama’ üzerine inşa edilmiştir.

Eksikler hissedildi

Beşiktaş dün ciddi anlamda ileri çıkma sorunu yaşadı. Bunda da en büyük etki, orta sahadaki top yapıcı Oğuzhan ile en caydırıcı oyuncu Demba Ba’nın rotasyona tabii tutulmasıydı. Takımın en dinamik iki gücünden Veli de 28. dakikada sakatlanıp çıkınca hücum onlar açısından iyice zora girdi. Öyle ki, Mersin İdman Yurdu müdafaasının 44. dakikadaki kolektif ikramında Töre’nin ortasında Cenk Tosun’un kafasından gelen gole kadar tek pozisyonları yoktu. Mersin İdman Yurdu, bu kadar eksik Beşiktaş’a karşı oyunu genişletebildiği kadar genişletip sık sık yön değiştirerek rakibini şaşırtmaya uğraştı. Ancak Avrupalılar’a karşı ‘direnç dersi’ çalışıp bunu iyi de uygulayan Beşiktaş karşısında, son bölümü ihmal ederek söylersek, birkaç pozisyon dışında gedik bulamadılar.

Net fırsatlar kaçtı


Onlar öne doğru oynadıkça da, neredeyse ideal takımının yarısı sahada olmayan Beşiktaş, ikisi net üç fırsat yakaladı. O anlarda Cenk ve Kerim ‘golcü vuruşları’ çıkarabilse maç orada bitecekti. Oyunun son 5 dakikasında plansız ama enerjik Mersin ataklarından da gol çıkmayınca, ki orada Cenk Gönen etkisini atlamamak gerek, onlar adına bir puanı almak mümkün olmadı. Karşı kaledeki Nihat Şahin ile Cenk bu berbat zemindeki maçın bence en iyileriydiler.

Stat önce zemindir
Demek ki iş ‘makyajlı stat’ı yapmakla olmuyormuş. Artık inşaattaki betonarme bilgisi otomatiğe bağlanmış durumda ama futbolun oynandığı zemin ‘özel bilgi’, ihtimam istiyor. O bilgi yoksa futbol bilgisi de yok demektir! Oyuncu sağlığını bu denli tehdit eden zeminlerde oynamaya öncelikle futbolcular itiraz etmeli. Bu saha futbolcuya ‘sezon kapattırır.’ Dahası da var.. Yeni stat, ilk maç ama kalenin filesi delik. Diyeceksiniz ki, ‘Zemini yok filesi olsa ne olur!

Cenk Tosun: Sakin golcü

Ben hâlâ pek umutlu değilim ama Cenk Tosun, yaptıkları ve yapamadıklarıyla bu maçın kilit oyuncusuydu kanımca. Doğru yerlere koştu ama biri dışında. Onda da doğru vuruşu yapamadı. Oysa, futbolcuda en beğendiğim özelliğe sahip bir oyuncu; soğuk kalmak ve abartmamak. Golü attığında da Bilic onu tebrik ederken de ‘işinin ehli rahatlığı’ndaydı. Ama işte ‘golcü’ o topları içeri atana deniyor.

Bu kadar tanıdıkla iş zor

Türkiye ligine hakim olan ‘Önce oynatma belki bir fırsat bulursun’ formülünün gösterişli temsilcilerinden biri de Rıza Çalımbay’dır. Bu bildik oyun düzeniyle bu kadar takım alıp, bunca transfer yaptırabildiğine göre sanırım takım yöneticilerinin kafasında, ‘Onunla küme düşmeyiz’ türünden tuhaf bir formül var. Mersin İdman Yurdu’na da bir hayli ‘tanıdık oyuncu’ getirmiş Çalımbay. Erken konuşmayayım ama bu kadar ‘tanıdık oyuncu’yla sanki işleri çok zor gibi geliyor bana...

31 Ağustos 2014, Pazar 02:40
YAZININ DEVAMI

‘’Eksik olan yine goldü!‘’

Kendini doğru savunup fırsat kollayan Beşiktaş, sürekli hücum organize eden Arsenal. Fark, bu kez Arsenal’in ilk maçta edindiği tecrübeyle müdafaayı daha sıkı örmesiydi. Buna rağmen Beşiktaş ilk maçtaki kadar net olmasa da rakip ceza sahasını bir kaç kez karıştırdı. Özellikle 39-41. dakika arasındaki geride oluşturulan ‘sabır pası ağı’nın ardından Ramon’un girdiği pozisyon Beşiktaş’ın çıkış kapısıydı kanımca. O ‘tartışmalı pozisyonda’ tek ihtiyaç Ramon’un hücum yerine ‘fren’i düşünmesiydi! Olmadı... Ve aksilik oldu; 45+1’de gelen ‘dalgınlık ve anlık dağınıklık golü...’ Ancak zaten gol atmak zorunda olan Beşiktaş bu durumun üstesinden gelecek dirence sahip bir takımdı.

Ne var ki, Pedro Franco’nun ikinci yarının başlarında üst üste yaptığı iki basit hata defansif özgüvende zaafa neden olurken topun ileri taşınmasında da ilk yarıdaki etkinlik gözle görülür biçimde kayboldu.
Ancak özellikle 60. dakikadan sonra sahaya konan enerji maçın gidişatını değiştirdi. Her alan Beşiktaş’ın eline geçti ama ilk maçtaki ‘gol atma sorunu’ bu maçta da aşılamadı.

Şimdi sormak gerek, bu düzende oynayan Arsenal’i daha tamamlanmış bir takımla elemek çok mu zordu? İki takım arasında o kadar çok analize konu olan ‘bonservis bedelleri’ izlediğiniz iki maçta da bu kadar belirleyici miydi? Bu sorulara yanıt arayanlar için maç boyu Arsene Wenger’in yüzünü bir kaç kez izlemelerini öneririm. Yüz ifadesi benim için şuydu; “Kimse edemedi ama bunlar beni işimden edecekler!”

Ve Beşiktaş lehine verilmeyen iki penaltı pozisyonunu tartışacak olanlara da, ‘Şampiyonlar Ligi’nin marka değeri’ni göz ardı etmemelerini öneririm...

28 Ağustos 2014, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Marka değeri‘’

Bu hayra alamet değil. Sanki belirli bir düzen içinde oynayan Arsenal ile değil alt liglerden vasat bir takımla karşılaşılacak gibi algılanıyor Beşiktaş. Diğer yanda ise ‘İlk 15 dakikada gol yerse duman olur’ karamsarlığına sahip ‘realistler’ bulunuyor. Öncelikle şunu belirlemek lazım; evet karşımızda büyük organizasyonlar için kurgulanmış pahalı bir takım var. Şampiyonlar Ligi gibi yüksek mertebeli organizasyonlar bu tip ‘transfer oburu marka takım’lara ihtiyaç duyar. Beşiktaş’ı bekleyen ilk engel esas burası. Çünkü dünyanın tepetaklak olmaya aday yeni düzeni bunu emrediyor; ‘pahalı olan görünür!..’ Yani televizyon düzeninin ihtiyaçları öne çıkar...

Kadro uçurumu moral bozmasın

Arsenal korkusunun temel nedeni oynanan oyun arasındaki fark değil, daha çok futbolcu bonservisleri arasındaki uçurum. İlk önce egzost sesiyle irkilten pahalı ama rüküş otomobille her gün işe gidip geldiğimiz aile arabası arasındaki fark misali. Ama futbolda bu tek başına yetmiyor. Yetiyor olsa, neredeyse takımının yarısını kaybetmiş ve rakibinden iki buçuk kat daha düşük bütçeli kadroya sahip Atletico’nun elinden İspanya Süper Kupası’nı kapardı ‘Los Galacticos’ diye de anılan Real Madrid. Ama olmadı... Hatta 1-0 kaybettikleri ikinci maçta neredeyse rakip kaleyi göremediler... Çünkü Atletico kadrosuna uygun en doğru oyunu oynadı.

Beşiktaş Emirates’te çok pozisyon bulur


Beşiktaş doğru müdafaa yaptığı için doğru oynayan bir takım. Bilic, biraz abartırsam, elindeki kadrodan Bielsa-Mourinho-Simeone modelinin ortalamasını çıkartmış bir hoca. Arsenal gibi ‘öne oynama iştahı yüksek’ bir takıma karşı bu düzen her zaman iş yapar. Evet Mesut Özil gibi özel bir oyuncu muhtemelen sahada olacak ama Beşiktaş’ı daha dayanıklı kılacak Atiba da öyle... En büyük handikap ise Bilic’in kenarda olmayacak olması. O nedenle kendi adıma Beşiktaş’ın Emirates’te burada girdiği kadar gol pozisyonuna gireceğini düşünüyorum. Burada Beşiktaş sadece topu kale çizgisinden geçirememişti. Orada neden olmasın ki? Sonuçta size ‘Golü para atıyor’ diye ezberlettilerse de unutun... Korkmadan ama ilk maça bakıp rakibi hafife almadan, bilgiyle, dayanıklılığı öne koyarak bu işin altından kalkabilir Beşiktaş. ‘Kötü senaryo olur mu?’, elbette ki olabilir. Ama bunu konuşmanın yeri ve zamanı değil... Biz en iyisi şimdi işimize bakalım!..

27 Ağustos 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Passo geçmiş olsun!‘’

İki takım arasındaki ‘tarihsel gerginlik’, oynanan oyun tatmin edici olmasa bile bu maçları her daim izlenir kılıyor. Oyuncular arasındaki çocuksu dalaşlar, tribünlerin büründüğü ruh hali, her an bir şey olacak havası işi büyülemeye yetiyor da artıyor.

İlk yarı boyunca Meireles/Emre/Topal/Kuyt dörtlüsü, Telles/Olcan hattına saldırarak maçı açık ara Fenerbahçe’nin elinde tutmasını sağladı. Güçlü, düzenli ve arayış halindeydiler. Tüm ilk yarı boyunca alanını savunmak zorunda kalan Galatasaray ise sadece tempoyu düşürmeye uğraşıyordu. Haklıydılar da... Sonuçta geçen yılın en uzun süreyle düzenli oynamayı başaran ve de değişmemiş takımıyla karşı karşıyalardı. Çekilip sabırla beklediler. Fenerbahçe’nin işleyen kanadı olan sağ taraftan onca işe rağmen sonuç alıcı iş çıkmadıkça da dirençleri arttı.

İkinci yarının başlarında parlar gibi oldularsa da 70’lere doğru yükselen Fenerbahçe vitesi, ceza sahasına kümelenip iyice ‘içlerine kapandılar.’

Görüldü ki, bu halleriyle ne Galatasaray doğru savunma yapıyor ne Fenerbahçe doğru hücum oynuyor. Alan yaratma, rakibi şaşırtma ve bunlara bağlı sonuç alma... Yok yok yok...

Galatasaray yenilenmiş takımıyla maçı penaltılara götürme planıyla oynadı. Başardı da... Fenerbahçe aradı taradı ancak Galatasaray adını bile aşamadı. İyi bir maç oldu ancak iyi ve doğru olmayan bir futbol izledik. Belli ki bu sezon bunlardan çok izleyeceğiz... Kuru gürültü, boşa kıyamet! Şimdiden herkese ‘passo geçmiş olsun!...’

26 Ağustos 2014, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Emirates'te gollü beraberlik mümkün‘’

Haliyle de bu düzen, birincil olarak televizyon izlenirliğini önemser. Geniş alanda uzun koşular, sürate dayalı oyun, daha az defansif daha çok hücum görünümlü karaktere sahip bir futbol düzeni! Bu nedenle gerek Şampiyonlar Ligi gerek Dünya Kupası’nda kaçınılmaz sonları erken yaşarlar. Kalburüstü takımlarda çoğu hocanın Ada’dan olmaması bu düzene olabildiğince ‘gerçekçilik katma gayreti’ nedeniyledir. Ancak, çemberin dışına çıkmaya çalışan Jose Mourinho gibilere de burun kıvırırlar. Bu da Premier Lig’in en büyük paradoksudur!

Görünmez destek onlardan yana


Epeydir takım müdafaasını doğruya en yakın uygulayan Beşiktaş, Arsenal karşısında galibiyeti kaçıran taraftı şüphesiz. Unutmayalım ki Arsenal, Beşiktaş’ın yaptığını yapan takımlardan hep çok gol yemiştir. Ben Londra’daki maçın da üç aşağı beş yukarı bu düzen ve pozisyon eşitliği içinde geçeceğinidüşünüyorum. Beşiktaş, Emirates’te de en az 3-4 gol pozisyonu bulacaktır. Mesele topa çizgiyi geçirmektir. Ve esas büyük tehlike, ‘televizyon izlenirliği’dir. Beşiktaş-Arsenal maçı dünyanın birçok ülkesinde canlı yayınlandı ve izlendi. Tahmin edersiniz ki bu sayı Beşiktaş yüzünden değildi! Haliyle ‘futbolda eşitliği bozan’ gerçek tehlike tam da burası. Nasıl ki, bizim ligde ‘Üç büyükler kayrılıyor’ gibi bir algı varsa bu aynen ‘Şampiyonlar Ligi’ için de geçerlidir; dünyada daha çok izlenir olana ‘görünmez destek.’

Sakın şaşırmayın

Slaven Bilic’in ilk maçta hakemlerle o denli boğuşmasının nedeni de tam budur. Yo ksa Beşiktaş bu oynama düzenindeki Arsenal’i geçebilecek potansiyele sahiptir. Arsenal milyon milyon Euro’luk oyuncu varlığı, Beşiktaş ise takımıyla bir bütün olarak oynamaktadır. Sahaya doğru yayılan, alanları doğru kullanan, topa doğru hükmedecek planları yapan yani olanaklarına göre doğru oynayan Beşiktaş’tır. Bu oyunla galibiyetin yanısıra 1-1 ve 2- 2’nin de pekala mümkün olduğunu söyleyip; “Gemlik’e doğru denizi görürseniz sakın şaşırmayın!” diye bitirelim.

‘Arsenal çıksın’ demiştim

Kura çekilmeden önce “Arsenal çıksın” derken ‘yarı deli biri’ olarak anılmayı da göze alarak tüm bu parametreleri sıralıyordum. Gerçekçi değil gibi duruyordu ancak Olimpiyat’taki maç en azından ‘deli’ olmadığımı kanıtladı. Arsenal, ağırlıklı olarak orta saha karakterli oyunculardan kurulu olduğu için öne oynama reflfleksi hayli yüksek bir takım. Marifetli oyuncularının ayağında bol pasa dayalı bir düzenleri varsa da İngiltere’de oynanan ‘yumuşak başlı’ oyundan onlar da nasiplerini alırlar. Haliyle arkalarında her zaman derin boşluklar bırakırlar. İlk maçta hem defans hem orta saha hattında Beşiktaşlı oyuncuların rakiplerine diş geçirmelerinin temel nedeni budur. Ayrıca Demba Ba gibi ekstra bir faktörü de ekleyelim.

22 Ağustos 2014, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bundan sonra onlar düşünsün‘’

Bir takım düşünün ki her hattında gedik var. Bekinin 'sağ'ı sağ değil, sol... Ortasının direği sakat, kadroda yok... En önün arkasındaki mecburen bir arkada... Yani şöyle; sol bek İsmail Köybaşı, sağ bek. Takımın en kritik karakteri Atiba Hutchinson bizim gibi maçı dışarıdan izliyor. Oğuzhan zayıf olduğu için önde ve forvet Mustafa Pektemek güçlü olduğu için orta saha savunmasına yardımcı...

Rakip ise milyon Euro'luk 'dünya yıldızları'yla dolu Arsenal. Ancak ilk devre ecel terleri döken de bir takım. Kimler mi? Başta milyon Euro'luk takımın kalecisi Szczesny ile dünyayı ve futbolu düşünmekten saçlarına ak düşmüş Arsen Wenger.

Neden mi?

Tüm ilk yarıyı olabildiğince doğru oynayan 'cesur Beşiktaş', ilk devreyi en az 2-0 önde bitiremediyse bu 'futbolun adaleti'nin olmayışıyla birebir ilgili.

Peki ikinci yarı?

Rahmetli annenannem Binnaz Hanım'ın deyişiyle söylersem; "Taş da elinde kuş da!" Sen kuşu elinden kaçırıyorsun. Taşı zaten atamıyorsun! Onlarca pozisyon var! Tamamı heba oluyor!.. En azından 3 net gol pozisyonu buluyorsun ve sen yakaladığını atamıyorsun!

Bu oyunun adı; 'futbol.' Olur böyle şeyler! Mesele aynen öyle. Artık o rakibin senden korkuyor. Yani bizden. Sana düşen şu; sen ondan korkma. Çünkü; büyük Beşiktaşlı Orhan Koçak abimizin Turgut Uyar şiiri üzerine yazdığı şahane kitabın başlığıyla söylersem yapmamız gereken şu; "Bahisleri yükseltmek.'

Bu bahsi kazandık. Onlar bizi yenemedi...

Ve... Gol atamadık ama 'korkuttuk.' BMundan böyle Arsen bizi hafife alamaz. Çünkü, biz 'bahsi yükselttik.' Bundan sonra onlar düşünsün.

20 Ağustos 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Korkma! Oyna!..‘’

Şampiyonlar Ligi eleme kurası çekilirken NTVSPOR’dan Özgür Buzbaş, “Kimi istersiniz?” diye sorduğunda “Arsenal” yanıtını vermiştim. Kuradaki beşli arasında kağıt üzerindeki en güçlü takım Arsenal kabul edildiğinden bana ‘yarı deli’ gözüyle bakan epey insan vardı kuşkusuz. Ancak geçen yıl neredeyse Beşiktaş maçları kadar Arsenal’i izlemiş birisiydim ve neler yapabildiklerine dair hatırı sayılır bir fikrim vardı.

Ve nihayet hafta sonu Preimer Lig başladı ve Arsenal hakkında düşündüklerimi bir kez daha test etme imkanı buldum. Kendi sahalarında rakipleri Crystal Palace’tı ve maç sonunda bir ‘yarı deli’ olmadığıma en azından kendim ikna oldum.

Crystal Palace oynayabileceği en doğru oyunu oynayıp kendisinden euro bazında kat be kat üstün olan Arsenal’e kök söktürdü maçta. Eğer attıkları golün de ortasını yapan Jason Puncheon 89. dakikada gereksiz hamlesi nedeniyle oyundan atılmasa Aaron Ramsey’in uzatmada attığı goldeki deliğin onarımına da katkı yapacak ve belki de bir puanı alacaklardı.

Maçı kaydetmiştim, bir kez daha izledim bu ‘korkunç Arsenal’i. Her zaman güçlüydüler yine öyleler ancak halledilemeyecek bir sorun gibi de durmuyorlar. Temel sorunları ‘iyi huylu İngiliz futbolu oynuyor’ olmaları. O ligde büyüklere sorun yaratan takımlar - Jose Mourinho öğretisinden de hareketle - genellikle oyunu ceza sahası önünde kalabalıklaştırıp orta sahayı sertleştiren takımlar oluyor.

Arsenal o maçta haniyse bu duruma boyun eğiyordu. Öyle ki Crystal Palace orta sahayı benim beklediğim kadar sertleştiremediği gibi epeydir kariyerden yiyen Marouane Chamakh’ın ileri çıkışlarına gereğinden fazla bel bağlamış görünüyordu.

Neler yaptı o maçta Arsenal? Her zamanki gibi seri paslarla top çevirip çoğunlukla merkez oyuncuları Santi Cazorla ile Mikel Arteta’ya ya da Jack Wilshere’e top kullanacak alan yarattılar. Onlar da kaleci ile stoperlerin arasındaki o dar havuza top indirmeye uğraştılar. Diğer plan olarak ceza sahası köşesine süratle dalış yapıp içe kat eden ya da arkadan bindiren oyuncularıyla ceza sahasını zorladılar. Ancak Palace tüm maç boyunca Arsenal’in tüm hamlelerine direnmeyi başardı, ta ki son ana kadar. Bütün bunları da bir dönem Gençlerbirliği’nde oynayan Jedinak merkezli bir kurguyla yaptılar.

Ezcümle; Soma turnuvasında Chelsea karşısında 45 dakika da olsa oynanan ve ceza sahası önünde tüm oyuncularla sertleştirilen müdafaa düzeni Arsenal’i de elsiz kolsuz bırakır. Bırakırsın onlar toplar oynar sen kale önündeki 25-35 metreyi koruyup uygun anı/anları kollarsın. Bir an bile konsantrasyonunu kaybetmeden cesur, sert ve düzenli oynayarak da istediğin sonucu alırsın. Feyenoord karşısında iki muazzam müdafaa maçı oynamış bir takım benzerinden iki maç daha neden oynayamasın? Bu takımın Crystal Palace kadar olmadığını mı düşünüyoruz yoksa?..

En kritik karakter; ATİBA

Beşiktaş takım müdafaası konusunda belki de ülkenin en iyisi durumunda. Ne var ki, orta sahanın Veli ile birlikte yükünü çeken ikiliden Atiba’nın durumu belirsiz. İşte gerçek kötü haber bu. Beşiktaş’ın Jedinak’ı da Atiba...
Ne yazık ki Beşiktaş’ta onun seviyesinde oyun görüşü olan oyuncu yok. Evet birileri oraya monte edilebilir ama hala sağ beki olmayan bir takımda bir başka mevkiiyi de ‘onarmak zorunda kalmak’ Biliç’in elini hayli zayıflatacak. Ancak takımın ‘yakın oynama alışkanlığı’ bu olası sorunu aşmak için en güvenilecek yanı da. Oynama arzusu ve isteği de cabası. Elbette gol yenirse dağılmamak koşuluyla. Çünkü Arsenal’in en güçlü yanlarından biri bu; son ana kadar iştahı kaybetmemek. Burayı akıldan hiç çıkarmamak gerekiyor.

18 Ağustos 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI