Arama

Popüler aramalar

‘’Bir oyun nasıl yönetilemez!‘’

Eğer futbol, oynayan ve yönetenden çok izleyenin oyunu olamıyorsa, sadece ‘güç’ ve ‘para kazanma’ faaliyetine indirgenmiş demektir. Böylesi kritik bir maçta Beşiktaş, yönetiminin de üstün öngörü ve gayretleri sonucu (!) öyle bir statta ‘bir avuç’ seyirciye oynuyorsa, bu işte yanlış giden çok şey olmalı! Anladık ki, bu cin fikirli ‘E-Bilet’çiler, aslında bize ne söylemiş oluyorlar; “Güvenlik her şey, futbol hiçbir şeydir!” Kafa kurcalayan bir soru... Onca kontrol mekanizmasına, gelişmiş yöntemlere rağmen acaba insanlar ‘kolaylıkla tespit edilebilecekleri koltuklarında oturmuş mudur? Öyle ya, 50. dakikalara doğru tribünden ‘tanıdık’ küfürlü bir tezahürat yükseliyor. Bu, eskiden saha kapatmaya neden olan bir ‘suç’tu! “Suçtu” diyorum lakin artık ‘Passolig’ kartı var ve oradan aldığınız ‘E-Bilet’le herkesin yeri yurdu belli! En azından iş teoride böyle! Artık, suçluları bulup cezalandırmak bu sistemi kuran görevlilerin yetki alanında. Bakalım ne yapacaklar? Diğer bir soru da şu... Statlarda polis görmek istemeyen UEFA’cılar, saha kenarındaki dizi dizi polisleri görünce gelecek sezon en kıymetli organizasyonları olan Şampiyonlar Ligi’nin marka değeri için neler düşünmüştür acaba?

Ve bir başka soru.. Biz nerede yaşıyoruz? ‘Karşı’ gazetesi kapandı ama Olimpiyat’a aday ülkenin Olimpiyat Stadı’nda hâlâ gazetenin reklamları dönüyor! Allahım sen aklımızı koru! Maç 1-1 bitiyor. Sanırım en çok konuşulacak şey, 87. dakikada hakem Halis Özkahya’nın, Dany’nin saçma sapan hareketinden sonra çıkarttığı sarı kart ve ardından Fenerbahçeli Caner Erkin’in gol olma ihtimali olan serbest atışta topu taca atması olacak... Kim haklı? Dany mi, Halis Özkahya mı, Caner mi? Üç bilinmeyenli bir denklem daha... Kendisini pek severim, Melih Şendil maç bitimi, “Sahadaki futbolla konuşulacak bir maç” mealinden bir bitiriş yaptı. Kusura bakmasın... Böylesi bir maç sahada oynananla değil ancak ‘futbol’la konuşulur ve bu oyun Yiğiter Uluğ’un yerli yerinde çevirisiyle söylersek; “Futbol asla sadece futbol değildir.” Peki bu maç ne öğretmiş olmalı; “Bir ülke nasıl yönetilemez...” İşte onu...

21 Nisan 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Dayanıklı' olan istediğini alır‘’

‘İçi boş tartışma’ların anayurdunda haftanın temel sorularından biri de “Fenerbahçe Beşiktaş’a yatar mı?” oldu. Genel olarak ülkede özel olarak futbolda yaşananlar ışığında bu soruyu sorunları art niyetle suçlamak fazlasıyla yersiz olur. Yaşamdan topladıkları veriler insanları doğrudan bu ve benzeri sorulara götürüyor ki bunda da şaşacak bir şey yok!. Oyuna dönersek, iki takım arasındaki ‘futbol dengesi’ bize neler söylüyor? Önce lider Fenerbahçe’den başlayalım... Ülkenin en iyi iki arka kenar oyuncusu, Gökhan ve Caner bu takımda. Aralarında, topu oyuna sokma konusunda sıkıntılı olsalar da, gerek yüksek toplar gerekse müdafaa dengesi oluşturmada lig
ortalamasının üzerinde bir tandem; Alves/Bekir... Yedekleri Egemen ve Kadlec.. Ki, bu oyuncu aynı zamanda sol arka hatta sol ön oynayabiliyor.

Önlerinde, ülkenin en sağlam yerli oyuncularından Mehmet Topal ve ekibi; Emre Belözoğlu, Portekiz milli Raul Meirelles, basit ve doğru oynayan değişmez futbolcu Dirk Kuyt ve ters çizgisinde Moussa Sow... İleride ise, elinden kaçırdığında koşarak yetişmenin zor olduğu Emenike! Peki ya yedekler; arkada Hasan Ali.. Ortada Salih, Baroni, Mehmet Topuz.

Yedek kulübesinden çok güçlü destek alma şansına sahip bu takım, özellikle hücumda sürekli yer değiştirmelerle rakip savunmaya sıkıntı yaratma konusunda ülkenin şu andaki en iyisi konumunda.

Kara Kartal’da sağ bekte sıkıntı var

Gelelim Beşiktaş’a... Kadro yapısına rağmen ligdeki yerine tıpkı bir önceki sezonda olduğu gibi çoğu insan sanırım şaşırıyordur. Bu durum da esasen ligin vasatisinin en önemli göstergesi! Kalecisi, devamlılık gösteren en iyi iki oyuncusundan biri; Tolga Zengin. Çoğu maçtan onun sayesinde başları dik ayrıldılar. Geride sağ bek boş! Hilbert’in yerine alınan Serdar Kurtuluş, tamamen idman futbolcusuna dönmüş durumda. O boşluğu ‘kesici’ ama sağ bek özelliği gösteremeyen iki oyuncu, Necip ya da Atiba Hutchinson ile yamamaya gayret ediyor Biliç. Çünkü, seçenekler sınırlı. Solda Ramon Motta, ki son maçta yerini İsmail Köybaşı’na bırakarak sol ön oynadı ve onun yerinde oynayan Köybaşı o maçta takımın en aksayanıydı. İki bekin arasında, ‘yeniden keşfedilen’ Pedro Franco ile transferiyle Galatasaray’ı ferahlatan ve kaybedilen iki
maçta gollere neden olan kritik hataların merkezindeki Dany.

Beşiktaş’ın da en sağlam yeri müdafaa önündeki ekip; garanti olduğu kadar ‘joker’ özelliği de gösteren Atiba Hutchinson, Jermain Jones ve modern orta sahanın
nasıl oynaması gerektiğini her maç tekrar tekrar gösteren Veli Kavlak. Beşiktaş geçen sezona göre bu kadar az gol yediyse, aslan payını Atiba ile Veli’ye vermemek
haksızlıkların en büyüğü olur. Ve elbette Fernandes sonrasının ‘seçeneksiz ve vazgeçilmezi’ Oğuzhan Özyakup. Tek top ve futbolu ‘bilinç’le oynamanın sahadaki sureti. Orta sahanın son ismi, topla içeri kat ederek rakibi sıkıntıya sokan ve bu sezon takım lehine fark yaratan Gökhan Töre. Ve önde takımdan uzak bir ‘yalnız adam’; Hugo Almeida. O da son bir güçlü kontrat için Portekiz milli takımı ile Brezilya yolcusu.

13 transfere rağmen kulübe yetersiz

Çoğu karşılaşmada olduğu gibi bu maçta da Biliç’i en çok kenardan alabileceği katkının sınırlı olması zorlayacak. Oysa Beşiktaş bu sezon 13 transfer yaptı! Yine de farklı oynama düzenlerine rağmen iki takımın sahadaki 11’leri arasında büyük uçurum yok gibi. Beşiktaş sezonun ilk maçının ilk devresini parmak ısırtacak bir düzende oynamış ve rakibine 3 gol atmıştı. Ancak ikinci yarı düzenini koruyamadı. Biliç ve ekibi, bu kritik maçta en azından o ilk yarıyı tekrarlamaya çalışacaklar. Eğer bunu maçın son
bölümünde yapabilirlerse o maçtaki hayal kırıklığı da tekrarlanmaz. Haliyle baştaki fuzuli soru kafanızı karıştırmasın, iki takım da oynamak için sahada olacak oyunculardan kurulu. Elbetteki Beşiktaş, kendi sahasında değilse de kendi taraftarı önünde oynama avantajına sahip. Ve bu tip derbilerin temel kuralını da unutmamak gerek; “Kazanması gereken kazanır!

17 Nisan 2014, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Savunma 'evet' ama ya 'hücum'!‘’

Örneğin, ‘neden’ Antalya deplasmanında 100 kadar Konya taraftarı küfürlü tezahüratta bulundu diye koca Konya Stadı boş ve ‘niçin’ Beşiktaş taraftarları da cezalı? Merak eden var mı? Buna bizim oralarda “Saçmalığın daniskası” derler. Bu saçmalığı icra edenler de, “Futbolun marka değeri” saçmalığını karşımızda çiğneyip duracaklar!

Beşiktaş, tıpkı geçen sezon olduğu gibi ‘sınırlı kadrosu’yla kimsenin tahmin edemeyeceği bir yerde. Ligin kalitesi vasatın altında olunca böylesi durumlar da kaçınılmaz oluyor. Düşünün, ameliyattan sayılı günler önce çıkmış Gökhan Töre maçın gidişatına etki ediyor! Kuşkusuz ki, bunu ‘mucize doktor’un mucizevi tedavilerine bağlayanlar olacaktır ancak kimse iyileşemeyen diğer oyuncuların, örneğin “İlk kez Voltaren vurulmadan tedavi oluyorum” diyen Sivok’un, nerede olduğunu sormayacaktır!..

Özellikle 30 ila 45. dakikalar arasında tempo yükselttiğinde rakibini paralize edip, üst üste gol pozisyonu bulan Beşiktaş maçı bu bölümde koparmayı başaramadı. Bunda da fark yaratacak ‘ön oyuncu’ sayısının eksikliği önemlidir kanımca.

Ne var ki, ikinci yarının önemli bölümünü de Konya’ya teslim etti Beşiktaş. Yine de Gökhan Töre merkezli, Oğuzhan finalli bir pozisyonla gole ulaşmayı başardı.

Doğrusu Beşiktaş, geçen yıldanfarklı olarak bu sezon kendini daha iyi savunuyor. Bunda başta kritik kurtarışlar yapan Tolga Zengin olmak üzere takımın ‘müdafaa yönü güçlü’ oyunculardan kurulu olmasının payı büyük. Ne var ki, bu oyunda temel dinamik ‘oyuna hükmetmek’. Golü bulmuş olmasına rağmen oyuna hükmetme konusunda o denli etkili olamayan Beşiktaş, Teofanis Gekas ve arkadaşlarını en kritik anda ve en kritik bölgede savunamayınca Şampiyonlar Ligi yolunda önemli bir avantajı da kaybetmiş görünüyor.

Şimdi iş geldi, neye yaradığı ve neden bu maçta uygulandığı belli olmayan ‘passolig kart’la girilecek Fenerbahçe maçına. Dur bakalım, bundan sonra ne olacak?

12 Nisan 2014, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bak şu konuşana!‘’

"Zaman en iyi güreşçidir!" der Anadolu’nun yerli yerinde sözü... Her yarayı sarar, umutsuzu umuda, dertliyi çareye vardırır... Devrilmez görüneni devirir... Yeter ki, yaşadıklarımızı ‘hatırlayalım’. Bu hatırlama işi mühimdir. Kimi bunu hafızayla yapar kimi arşivde yatan bilgilerle... Biz bugün TFF Başkanı Yıldırım Demirören’in son konuşmasından bazı bölümleri değerlendirirken hem hafıza hem de arşivlerden yararlanacağız.

O ZAMAN NEDEN KIZIYORDUN!
Tuhaf bir ülkede yaşadığımız çoğumuzun malumu! Kızdığı, köpürdüğü şeylerle şıp diye barışıveren bir sürü insan var çevremizde. Öyle ki bazıları hayatımızı yönetiyor. Demirören de onlardan biri. Örneğin, hafızalarımızdadır federasyon başkanı olduktan sonra kimi spor programlarını eleştirirken kullandığı ‘sert üslup’!.. Sonra... Sonra, o en çok çıkıştığı programlarda boy gösterdiği de. Bir tür ‘dönme dolap oyunu’ anlayacağınız...

HABERE GÖRE ‘NOUMA KALSIN’ DEMİŞ

Demirören, geldiği günden bu yana tartışmalı bir futbolcu olan Felipe Melo için son derbideki davranışlarından ötürü Galatasaray yöneticileri'ne bir öneride bulunmuş çıktığı televizyon programında; “Galatasaray, Beşiktaş’ın Nouma kararını emsal olarak almalı. Beşiktaş’ın Nouma’ya yaptığını, Galatasaray da Melo’ya yapmalı” diyor. Aynı günlerde Hürriyet Gazetesi’nden bir haber, birlikte okuyalım; “Beşiktaş’ta şok gelişme... Siyah-Beyazlı yönetim, Fenerbahçe maçında attığı golden uygunsuz hareket yapan Pascal Nouma’nın sözleşmesini tek taraflı olarak feshetti. Başkan Serdar Bilgili, dün tüm yöneticileri tek tek telefonla arayarak, Nouma için oylama yaptırdı. Bilgili’nin yaptığı tele-oylama sonucunda 13 yönetici gönderilmesinden yana tavır alırken sadece 3 kişi, Yıldırım Demirören, Kıvanç Oktay ve Haşmet Kürüm kalmasını istedi.” Kaldı ki, Pascal Nouma Beşiktaş’tan ‘kovulduktan’ sonra bile bu ülkenin hayatında bir magazin karakteri olarak varlığını sürdürdü, sürdürüyor. Reklamlarda, yarışma programlarında, dizilerde sık sık izliyor halkımız kendilerini!.. Hâlâ Beşiktaşlılar’ın yanında ciddi bir
kalabalık için fenomen Nouma!...

AHLAKI TEMİZE ÇEKMEK!

Beri yandan hatırlanırsa, aynı Melo takım arkadaşı Albert Riera’yı soyunma odasına kilitleyip doktor müdahalesine gerek duyacak kadar fena hırpalamış ve bir süre sonra başta şimdinin Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’in de ‘olur’uyla bugünlere gelmişti. Peki neden? Nedeni gayet açık; bu ülke Melo’nun mevkiisine birkaç oyuncu yetiştirecek düzeyde kurumsal futbola sahip olmadığı ve elbette, kazanmak her şeydir’ olduğu için... Şimdi Melo’nun davranışları üzerinden herkesin kendi ‘ahlak’ını temize çekmeye gayret etmesine aldanmayın. Bu ve benzerlerinden daha çok yaşayacağız, yaşatacağız!..

SÖZ UÇAR İMZA KALIR!

Bir başka yerde şöyle diyor aynı zamanda işadamı da olan Demirören; “Bir kulüp başkanının sözü mü kağıdı imzalaması mı önemlidir? Dünyanın her yerinde söz önemlidir. Ben bu kararı başkanların ağzından çıkan sözle aldım.” Eski sözdür bilinir, “söz uçar yazı (imza) kalır.” Tıpkı, Beşiktaş Başkanı görevini bırakırken alacaklarının hibe edeceği sözünü verip, devamında kendisine verilmiş ‘imzalı senet’ler nedeniyle işin çıkmaza girmesi gibi!... Beşiktaş ‘mali denklik’ sıkıntısını biraz da bu imzalanmış senetler yüzünden yaşamıyor mu? Fikret Orman, bunları duyduktan sonra içinden “Keşke imza değil de söz verilseydi” diyor mudur acaba!...

FIFA’DAKİ 300 DOSYA VE BEŞİKTAŞ!

Soru ‘yabancı kontenjanı’na gelince daha bir unutkan görünüyor Demirören. Şunları söylüyor; “Yabancı kontenjanının artması Türk futbolu için doğru değildir. Türkiye’nin yabancı futbolculardan dolayı FIFA’da 300 dosyası bulunuyor. Bulgaristan’dan sonra 2. sıradayız. Bize göre bu rakam 5 olmalıdır. Yabancının artması futbola zarar verir.” Hafızayı tazelersek, uluslararası kurullarda başı en sıkışık takımlardan biri de Beşiktaş’tı ve o dönem Beşiktaş’ın başkanı Demirören’di. Birçok örnek var ama mahkeme tarafından alacakları misli misli ödemeye mahkum edilen iki frapan dava yeter. Biri Vicente Del Bosque diğeri Matteo Ferrari. Devamını merak edenler, ‘30 Kasım 2011 tarihinde sona eren dönem konsolide finansal tablolar ve dipnotları hakkında bağımsız denetçi inceleme raporu’na bir göz atabilir... Orada mevcut
Beşiktaş Yönetimi’nin boğuştuğu Demirören döneminde kalma davaların ayrıntılı listesini bulabilirsiniz. Elbette, kalbiniz sıkışmazsa... Ayrıca FIFA’daki mevcut 300 dosyanın denetiminden dolaylı da olsa aynı zamanda federasyon da sorumlu değil mi?..

CRISTIANO RONALDO GELDİ AMA...

“Quaresma dünyada tartışılmayan oyunculardan biri. Gönderilmesi konusunda yorum yapmam doğru olmaz” diyen TFF Başkanı Demirören ilginç bir anekdot da aktarıyor o döneme ait; “Beşiktaş’ta bir Guti, Galatasaray’da Drogba. Kulüplerin reklamıdır bunlar. Büyüklükler bazen
oyuncunun markalarıyla da büyür. Ben Cristiano Ronaldo ile konuştuğumda ‘sen başkan olursan’ gelirim demişti.” Unutmuş sanırım. Cristiano Ronaldo güzide ülkemizi şereflendirdi ancak başka gerekçeyle. İstiklal Caddesi’ndeki tartışmalı ‘Demirören AVM’nin açılışı vesilesiyle! Beri yandan Ronaldo’nun bu öneriyi nezaketen yapmış olması ihtimalini de atlamayalım. Geçenler de Zlatan İbrahimoviç de “Türkiye’ye gelebilirim” türünden bir şeyler söylüyordu gazetelerde!.. Sonuçtan bakıldığında Ronaldo’nun kendisi için en kötü kararı verdiği iddia edilebilir mi?! Bu arada Quaresma nedeniyle Beşiktaş’ın Porto ve Sporting Lizbon ile de FIFA’lık olduğunu hatırlatalım...


YABANCI KONUSUNDA BENZEŞİYORUZ!

“Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldur” der eskiler. Zaman zaman hepimizin başına gelir. Yabancı kontenjanı konusunda haklı bir hatırlatma yaparken unutkanlık da yaşamış Demirören; “Galatasaray, UEFA Kupası’nı kazandığında 3 yabancısı vardı. (Arşive göre 4 yabancı sahada -Taffarel, Popescu, Capone ve Hagibiri de yedekti - Marcio -). Geri kalan oyuncular yerliydi. Tüm takımların altyapıya yatırım yapması lazım. Altyapılar futbolcu fabrikası olmalı. Biz sene başında altyapıdan oyuncu oynatırlarsa kulüplere dakika başına prim ödeyeceğimizi açıkladık. Bunu teşvik için yapıyoruz.” Geçmişi hatırlamadan bugünü aydınlatamaz, geleceği kuramayız.

09 Nisan 2014, Çarşamba 08:50
YAZININ DEVAMI

‘’Sinir eden kazandı!‘’

Çünkü bu tip maçların gidişatınıbelirleyen teknik/taktikten çok, ‘sinir’dir. Bu maçta da, öfkeyi yaratıcılığın manivelası olarak kullandığı sanılan ‘olağan şüpheli’ Emre Belözoğlu, daha ilk devre dolmadan kendini attırarak Ersun Yanal’ın tüm planını berhava etti. Fenerbahçe bu kadroyla gol yese de oyunu sonuna kadar domine edebilecek derin bir rotasyona sahip. Ama sahada eşitlik durumunda..

Beri yandan Galatasaray ilk yarı 11’e 11 durumundayken maçın kesin hakimiydi. Planladığı tüm aksiyonları sahaya yansıttı. Ancak Emre’nin atılmasıyla eksik kalan Fenerbahçe ister istemez müdafaada daha dirençli hale geldiyse bile Emenike merkezli hücum planlarında başarılı olamadı. Sert oynayan Galatasaray, öfkesini kontrol ederek hem kendini sakındı hem rakibinin topa hükmetmesini
engelledi.

Dişe dokunur pozisyonun olmadığı maçın en zorlananı kuşkusuz hakem Bülent Yıldırım’dı. Hiçbir şey oynamayıp her şeyi hakem üzerinden halletmeye çalışan bir ülkede futbol yazmak/konuşmak ancak bu kadar mümkün olabiliyor... Bu maçta da öyle oldu... Artık rahat rahat tüm gece “Hakem şöyleydi, hakem böyleydi” diye tartışabilir güzide ülkemiz. Ve iki takımın taraftarı da kendilerini yok yere attıran Emre ile Melo’yu baş tacı edebilirler.

07 Nisan 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dayanıklı ama yaratıcı mı?‘’

Bu kadroyla Kayseri’den gol yemesi pek mümkün görünmüyor ama nasıl gol atacağı da tam bir muamma... Ta ki; Oğuzhan oyuna girip top yapma kabiliyetine kavuşana kadar Beşiktaş’ın tek pozisyon bulamamasının nedeni bu; var görünen orta sahanın yokluğu!.. Nihayetinde gol de, su geçirmez orta sahanın top kapması, Almeida’nın özel gayreti, Olcay’ın becerisi, yıllardır Beşiktaş’a ‘’Geldi gelecek’’ diye dillerden düşmeyen Sinan Bolat’ın gereksiz öne çıkması sonucu geldi...

Dostum Mehmet Ayan hatırlattı; sahi, yedek kulübesinde oturan Serdar Kurtuluş bu maçta oynayamayacaksa ne zaman oynar? Ve dahası, bu oyuncuyu hangi kriterleri gözeterek kim/kimler 13 oyuncu arasına dahil etti?

Futbol işte böyle bir oyun, sihirli olmasına gerek yok ‘küçük bir değnek’ yetiyor. Beşiktaş için o ‘küçük değnek’ şimdilik Oğuzhan! Gelecek sezonlarda doğru planlamayla sayısını çoğaltmak şart.

Tüm olumsuzluklara rağmen Jose Mourinho takımı dayanıklılığındaki Beşiktaş, ligin küme düşme adayına diş geçirmeyi başardı. Çünkü bu Beşiktaş, bu kadroyla her maçını final havasında oynamaya mecbur. Buna rağmen Slaven Bilic’in düzenlediği takım Şampiyonlar Ligi yolunda bir adım öne geçti. Ve diğer adım ve ardından gelişecekler için Galatasaray- Fenerbahçe maçını beklemeye başladı.

06 Nisan 2014, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Deneme yanılma' düzenli takımlar!‘’

Temel neden, yapısal sorunlara hiç dokunmuyor oluşumuzsa bir başka neden de bir çok alanda olduğu gibi para mefhumuyla kurduğumuz ‘kolektif yanılsama’ halindeki yaşamlarımız. Futbol piyasasında zikredilen ‘milyon euro/dolar’lar zihnimizi körleştirirken, parayı ‘hiçleştirip’, algılayamaz hale gelmemize yol açıyor. Belki biraz da bu nedenle yolsuzluk, hırsızlık haberlerine olan kayıtsızlığımız!

Bu sezon Şampiyonlar Ligi’ne ‘şampiyon olmadan’ direkt katılmak için kıyasıya çekişen iki takımdan Galatasaray sezon başından bu yana tam 13 oyuncu katmış kadrosuna. Rakibi Beşiktaş aşağı kalır mı; 15 futbolcuyla takviye yapmış! Harcadıkları parayı varın siz hesaplayın...

Ne var ki Galatasaray, hem vergi ve vergi cezası hem UEFA denetimine takılan ‘denk bütçe’ sorunuyla sıkışmış görünüyor. Beşiktaş ise mevcut federasyon başkanının geride bıraktığı borç enkazıyla boğuşmasını sürdürüyor.

Plansızlığın bilgi yoksunluğuyla birleştiği, içinden çıkılmaz bir döngü bu... Tribündekilere sürekli ‘şampiyonluk aşısı’ yapan yöneticiler aslında hem takımlarının hem de oyunun kuyusunu kazıyor. Beşiktaş gibi sınırlı bütçeli bir takım için ne demek onbeş transfer? Hem de çoğu kullanışsız!

Büyük iddialara rağmen görülüyor ki işler hala “deneme/yanılma” yöntemiyle halledilmeye çalışılıyor ve ne yazık ki hallolacak gibi de görünmüyor. Niye mi? Çünkü, ‘yeni stat yeni yıldızlar’ söylemi fink atıyor ortalıkta. Yeni statla elde edileceği iddia edilen gelirle Beşiktaş’ın ‘uçuşa geçeceği’ gibi bir rüyaya zorlanıyor insanlar. 15 transfere rağmen ülke ortalamasının üzerinde oynamayı başaramayan Beşiktaş’ı kuranlar mı oturacak ‘pilot kabini’nde?

Yeni yıldızları bir kenara koyalım, 7.5 milyon Euro’luk Gökhan Töre’nin bonservisi alınabilecek mi? Ramon Motta ile ‘oyunun her iki yönünü de oynayabilen ve özellikle dikine futbolu’ ile tanındığı için kiralanan Jermain Jones’un durumu ne olacak? Ya Hugo Almeida?

Dünya ve ülke ekonomisinin gerçeklerinden kopuk ham hayallerin oluşacak travmayı daha da derinleştireceğini unutmamak gerek.

Yapılması gereken en baştaki iddialara geri dönmek; şampiyonluk meselesine kafayı takmadan ama bu hedeften de kopmadan, dayanıklı ve kabul edilebilir projelerle taraftarı ikna edebilmeyi becerecek bir dil kurmak ve bu dilde ısrar etmek...

Rakamlar bazen görebilenlere çok şey anlatır... Şöyle ki; Kayseri Erciyes; 33 transfer. Şu an ligde 17. basamakta. Elazığspor; 30 transfer. Ligdeki yeri 15’incilik. Rizespor; 25 transfer. Ligin 14. sırasında. Antalyaspor; 21 transfer. 16’ın sırada ve dipten üçüncü takım. Sizce de bu transfer işini yeniden düşünmeye ihtiyaç yok mu?

Eksik olan yanlıştır!

Futbol eleştirisi yazarken/konuşurken en ihmal edilen disiplin, ‘ekonomi politik’tir. “Oyuncusu sayısı denk” diye düşünüyor olunduğundan sorunları tespit ederken ‘verililiği’ gözden kaçırırız. Uğur Meleke de benzeri bir tuzağa düşmüş Fenerbahçe/Bursa maçından sonra yazdığı yazıda. Alex ile Battala üzerinden Aykut Kocaman/Christoph Daum kıyaslaması yaparken, takım olanaklarını fazlasıyla ihmal etmiş. Diyor ki, “Aykut Kocaman, Alex ’sizliği sportif olarak telafi etti, Şubat 2013 ’te kurduğu 4-2-1-3 düzeni hâlâ tıkır tıkır işliyor, ardından hem yerel hem global başarı getiriyor. Christoph Daum’sa Batalla’sızlığı kapatacak düzeni kuramadı, Bursa ’dan ayrılırken ardında olağanüstü bir boşluk bıraktı. Üstelik o boşluğun nedeni de, suçlusu da kendisiydi.”

Sonuçtan düşünüldüğünde doğru gibi görünen bu tespit aslen Fenerbahçe lehine işleyen düzenin zorunlu sonucu. Tıpkı Almanya’da Bayern Münih/Borusia Dortmund arasındaki ‘eşitsiz rekabet’te olduğu gibi. Paranın, gücün belirlediği bir alan ‘futbol ekonomisi.’ Tam da bu nedenle Şampiyonlar Ligi’nin yarı finalistlerini daha kuralar çekildiğinde çocuklar bile tahmin edebiliyor!

Fenerbahçe, Alex’siz düzenini belki de Türkiye’de hiçbir takıma nasip olamayacak sayıdaki gelişkin orta saha oyuncularıyla donatırken Bursa, haliyle Daum, bu şansa hiçbir zaman sahip olamazdı. Bu oyunun değil, ekonomik verililiğin zorunlu sonucu. Diyelim Emre/Mehmet Topal/Meirelles üçlüsüyle kuruyor merkezini Ersun Yanal... Dışarıda kalanları sayalım içimizden; Salih, Baroni, Holmen - ki bu oyuncunun da oyunu iki yönlü oynadığını unutmayalım (!)-, Alper, Mehmet Topuz, Selçuk Şahin kenarda kalıyor. Bu yedeklerden, diyelim ki Holmen ve Baroni’yi ya da benzerlerini Bursa alabilecek güce sahip olabilse işte ozaman Kocaman/Daum kıyası doğru anlamını kazanırdı. Bu haliyle yapılacak her değerlendirme eksik kalmaya mahkumdur ve eksik olan çoğunlukla ‘yanlış’tır.

Mancini'ye şans tanımak

Galatasaray Başkanı Ünal Aysal, Hürriyet gazetesinden Ali Naci Küçük’ün haberinde şöyle diyor; “Taraftarın tepkisi doğal, ama ben Mancini’ye en az bir tam sezon şans tanımak gerektiğini düşünüyorum...” İşin düğümlendiği yer tam da burası, “Mancini’ye şans tanımak”ta! Bu ülkeye her gelen nedense yetkin olduğu konusunda bir biçimde bizleri ikna etmek zorunda! Dünyanın parasını verip buraya “işin ustası” diye getirdiğin birinden öğrenebileceğin ne varsa öğrenmeye çalışmak yerine ‘ona şans vermek!’ Toplu olarak deliriyor muyuz acaba?

04 Nisan 2014, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Doğru oyna strese yenilme!‘’

İnsandan söz ediyorsak işin içine psişik etkileri koymadan olmaz. Lakin yaşamda da oyunda da sonuca varabilmek için psikolojik etkilerle başa çıkmanın yollarını yaratmak gerekiyor. Konu futbol gibi bir takım oyunu olunca bu iş daha da zorunlu hale geliyor.

Bizim topraklarda psikolojinin bu denli belirleyici olmasına şaşmamak gerek. Nasıl ki, öğrenme arzusu ve metodoloji eksikliği oyuncu gelişiminin önündeki en büyük engeldir.

Psikolojiden bu denli belirleyici etken olarak söz edilmesinin gerekçesi de aynıdır; bilgi ile kurulan bağın hayli gevşek olması. Oysa, bilgi yoksa gelişme de yoktur ve unutmamak gerek ki, izlemek önemliyse de okumadan öğrenilemez!..

Beşiktaş’ın baskın göründüğü maçların temel özelliği, Atiba Hutchinson’un ağırlıklı olarak müdafaanın önünde Veli Kavlak ile daha rahat işbirliği kurduğu bölgede oynadığı karşılaşmalardır. Takım o takdirde daha dayanıklıdır ve gerek topun elde edilmesi gerekse elde edilen topun paylaşılmasında daha az sorun yaşanmaktadır.

Vasatı aşamayan maçlar ise Hutchinson’un eksik bölgeyi onarmak için ‘mevkii seyyahı’na çevrildiği maçlardır. Çünkü, Slaven Bilic’in oyuncu yetersizliğinden başvurmak zorunda kaldığı bu tür düzenlemeler ‘doğru oynamayı’ da engellemektedir. Haliyle Karabük mağlubiyeti ‘stres’ yerine ‘doğru oynayamamak’la açıklanırsa işte o zaman bilgi ile gerçek ve geliştirici ilişki de kurulmuş olur. Yoksa ötesi kendini kandırmaktan gayrı anlam taşımaz.

Pellegrini ustadan okuma dersleri!

Bahsi bilgi eksikliği ve öğrenme arzusunun düşüklüğünden açmışken, biliyor musunuz!

Manuel Pellegrini’nin, Manchester City ile sözleşme imzaladıktan sonra yaptığı ilk işlerden biri, Four Four Two dergisinin satın alınarak kulüp çalışanlarına ve futbolculara dağıtılmasını istemek olmuş. Zaman zaman federasyona ya da takım yöneticilerine önerdiğim bu uygulamayı aynı derginin bizim ülkede yayımlanan son sayısındaki Pellegrini üzerine yazılmış bir yazıda okudum.

Futbolu 33 yaşında bırakan -kendi deyişiyle 17 yaşındaki İvan Zamorano’nun zorlamasıyla bırakmak zorunda kalan (!)- Pellegrini, o yaşta kalkıp mühendislik okuyor! Şimdilerde ise bildiği dört beş dile Almanca’yı da eklemek için uğraşıyor... Bir yandan da piyano öğreniyor.

Güzide ülkemizde diplomasız hocalar federasyon ‘olur’uyla ‘Süper Lig’ takımları çalıştırırken, Roberto Mancini sonrası City’nin Premier Lig’in en sükseli oynayan takımlarından birine dönüşmesinde bu ‘derin hoca’nın da etkisi var mıdır? Ne dersiniz!

Galatasaray üzerinde Terim hayaleti


Ciddi bir türbülansa girmiş görünen Galatasaray’da, deyim yerindeyse “Yönetim üzerinde bir hayalet dolaşıyor; Fatih Terim hayaleti!” (Bu sözü ilk nerede okuduk acaba?) İşler her zora girdiğinde ‘Terim’in hayaleti’ bir yerlerden boy gösteriyor, gösterecek.

Örneğin geçenlerde Lig TV’ye çıkan Hasan Şaş, “İddia ediyorum Fatih Terim’le beraber geri dönelim Galatasaray’a, Fenerbahçe bu kadar kolay şampiyon olamaz” demiş.

Memleket futbolundaki ‘Terim etkisi’ su götürmez bir gerçek. Öte yandan ne yazık ki, bilgisinden çok ‘motivatör yanı’yla anılıyor olması da esasen bu ülkenin futbola bakışının en temel göstergesi. Hasan Şaş’ın dilinin altındaki de sanırım Terim’in ‘oyuncunun içinden bir başka oyuncu’ çıkaran bu yanı. Ve elbette Roberto Mancini ve bu ülkeye gelen yabancı hocaların çoğunun kavramakta zorlandıkları da bu; futbolcuların pederşahi bir kültürden geliyor olmaları!.. Mancini dahil birçok hoca bu seviyedeki oyuncuların bilgi ve olgunluk düzeylerinin yüksek olduklarını varsayarak iş yapmaya çalışıyorlar. Oysa bizde oyuncular bilgiden çok ‘motivasyon’la donanmaya yatkın. Burası, bilgi yerine, motivasyon ile harmanlanmış yeteneğin kutsandığı yer. Tam da bu nedenle bir kez oluyorsa, üç kez, beş kez üst üste olamıyor.

Tabii Hasan Şaş bu kadar iddialı konuşunca insan şunu da düşünmeden edemiyor; acaba Terim Milli Takım teknik kadrosuna iki yıl üst üste Galatasaray’da şampiyonluk yaşadığı Ümit Davala’yı değil de neden Hamza Hamzaoğlu’nu tercih etti? Ve tabii bir başka soru; Akhisar Belediye’de ‘teknik direktör’ akreditasyonuyla maça çıkan Hamza Hamzaoğlu milli takımda da neden ‘antrenör’ olarak görevlendiriliyor.

Diyeceksiniz ki, “Burası Türkiye, her tuhaflığa hazırlıklıyız zaten!” Haksız da sayılmazsınız! Terim’in resmi sitede “Türkiye Futbol Direktörü” olarak görünüp ‘teknik direktör’ olarak da görev yaptığı yerde Hamzaoğlu’nun görev tanımına şaşırmak mı gerek?

01 Nisan 2014, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI