Arama

Popüler aramalar

‘’Tedbir alınacak tek oyuncu!‘’

Beşiktaş’ın fazlasıyla dışsal nedenlerle ele geçirdiği ‘Şampiyonlar Ligi’ yolundaki en kritik maçıydı Karabük’te oynayacağı karşılaşma. Bütün maç son bölüme kadar ‘eşitlik denklemi’ içinde geçti. Çünkü iki takımda aynı düzende oynuyordu. 80. dakikaların sonuna kadar iki takım da sınırlı sayıda pozisyon bulduysa bunun nedeni ‘öncelikle rakibi oynatma’ temelli oyun kurgusuna dayalı oynamalarıydı.

Sonuçta “Beşiktaş, sezgisel olarak transfer ettiği iki oyuncuya karşı yenildi” dersek yanlış olmaz. Neden alınıp Karabük’e kiralandığı belli olmamayan Eneramo attı, neden alınıp o pozisyonda yerini kaybettiği belli olmayan Dany faktörüyle golü yedi. Sahi, kim yaptı bu transferleri?

Ancak dahası, baştan beri tekrarlayarak sorduğumuz soru; “Yedek kulübesi bu neden yetersiz Beşiktaş’ın?” Eğer ilk hedefiniz Şampiyonlar Ligi ise 60. dakikada oyunun ritmini, akışını değiştirecek ‘kenar oyuncuları’nızın daha fazlası olması gerekmez mi?

Tolunay Kafkas, “Beşiktaş’ta bir oyuncu var, oynatmamamız lazım. Onunla ilgili ufak bir tedbirimiz olacak” dediyse de tedbire gerek kalmadı, Oğuzhan erken sakatlandı. Bu da sürpriz değildi çünkü iki sezondur Beşiktaş’ta süreci bir türlü halledilemeyen ‘sakatlıklar’ belirliyordu. Böylece Kafkas’ın işi ‘tek ihtimale kaldı’ ve o ihtimal de gerçekleşti.

Slaven Bilic, kadro elverdiği oranda saha içi tüm düzenlemeleri yapmaya gayret ediyor. Ne var ki, sınırlı kadro maç oynanırken denkleme müdahale etmesini engelliyor. Bu da Beşiktaş’ın olanaklarını gösteriyor. Beşiktaş’ın yegane avantajı ‘bilgi’yi becerebildiği oranda ‘inanç’ın önüne koymaya gayret etmesi. Zaman var, bu durum geliştirilebilir. Çünkü, övülmesi gereken her zaman ‘bilgi’dir.

29 Mart 2014, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yönetici Masalları‘’

Geçen sezon olduğu gibi bu sezon da Beşiktaş’ta gidişata etki eden önemli parametrelerden biri sakatlıklar oldu. Takım omurgasının korunmasında fevkalade sıkıntı yaratan bu durum, zaten yedek kulübesinden alacağı katkı sınırlı olan Beşiktaş’ta işleri iyice güçleştiriyor. Tüm bunlara rağmen ilk devrenin çoğu maçında özellikle ikinci yarılarda paralize olan Beşiktaş, ikinci devre ciddi bir olgunlaşma yaşadı. Ve bu sayede hem saha hem yönetim düzeyinde türbülansa girmiş görünen Galatasaray’ın hemen önünde ligi ikinci bitirebilmek için muazzam bir fırsat yakaladı. Elbette bu duruma ligde oynanan futbol ortalamasının vasatı aşamayan kalitesi de olumlu yönde etki etti.

Beşiktaş, bu hafta Şampiyonlar Ligi yolundaki belki de en kritik deplasmanına çıkıyor. Kendisi gibi orta sahada dirençli ve yine kendisi gibi hızlı çıkışlarla sonuca giden Karabük’le oynanacak maçın sonucu Galatasaray’la sürecek yarışın da en kritik kavşağı olacak.

Şimdilerde Beşiktaşlı yöneticilerin keyfi yerinde. Ara ara ‘Hakemler 8 puanımızı gasp etti’ türünden ülke yöneticilerine has olmazsa olmaz sloganları atmadan edemiyorlarsa da o artık işin cilvesi sayılmalı!

Hatırlanırsa ilk devre, 10 kişi kalmış Fenerbahçe karşısında rakip sahada alınan 3-3’lük beraberlik sonrası Başkan Fikret Orman, teknik direktör Bilic’i işaret eden açıklamalarda bulunmuştu. O gergin günlerin ardından şimdi hocayla uzun süreli sözleşmeden söz ediliyorsa bunu da ilkelere değil rüzgarın yönüne bağlamakta fayda var. Bir bakarsınız üç maç kötü gider ve hedeften uzağa düşülür. İşte o zaman geriye ne Bilic’in bilgisi ne ‘sempatik karizması’ kalır.

Beri yandan, ‘Pahalı transfer dönemi kapandı’ diyenler, tıpkı Kerim Frei gibi kadroya girip giremeyeceği belirsiz olan Cenk Tosun’a ‘büyük bir scout öngörüsü’yle ilk yıl için 1.7 milyon Euro verip 5 yıllık sözleşme imzalarken bakalım banko oyuncu Oğuzhan Özyakup’u kaç paraya ikna edebilecekler!

Ama emin olduğum bir şey var.. İşler yeniden çıkmaza girdiğinde yöneticiler yine ‘yeni stat’, ‘yeni hoca’, ‘yeni dönem’ lafazanlığıyla umut tacirliği yapacak ve aynı anda taraftar da ‘hakem hatası kovalamaca’ oyununu sürdürecek.

Oysa ki hepimiz bal gibi biliyoruz; kalıcı ve sürdürülebilir başarılar için takım kurup o takımı olgunlaştırmak süreç işidir. Yani Anadolu’nun yerli yerinde sözlerinden birinde söylendiği gibi; ‘Zaman en iyi güreşçidir!.’ Gelin görün ki, onca para harcayıp zamana dayanıksız takımlar kuran yöneticilerin ham hayallerinin peşine takılan geniş yığınlar daimi bir yenilgi içinde olduklarını fark etmez bile...

Koyun ne güzeldir!

Bugünlerde başı taraftarı ve kulüp içi muhalefetle fena halde sıkıntıda olan Galatasaray Başkanı Ünal Aysal, oyuncularına hitaben ‘Ben burada aslanlar görüyorum, koyunlara pabuç bırakmayın’ türünden bir fabl yapmış. Bu ‘cesaret’ ve ‘aslan’ arasında kurulan ilişki beni her daim güldürür. Kimse sormaz mı, ‘Aslan’ın krallığından karıncaya, file, timsaha, uçan kuşa, börtü böceğe ne?’ diye. Bu hayatta kendisine sürekli kral, imparator, padişah arayanlar savanada topluluğuyla hayatını sürdürmeye çalışan gariban aslanı bu işlere niye karıştırırlar hiç anlamam! Ya iyi okullarda okumuş Aysal’ın ‘koyun’ benzetmesi!.. Ona ne demeli ? Bir şeyi yüceltmek için mutlaka bir ‘alçak’a ihtiyaç olduğunu vaaz eden bakış, kendi dışındaki yaşamı da böyle algılıyor. Ve insanın birçok ihtiyacını karşılayan koyunu bir aşağılama öğesine dönüştürüyor.
Ne var ki, beri yandan aynı kulübün başkan adaylarından Turgay Kıran, başkan seçilememiş olmasına rağmen kendine büyük bir güç vehmedip, ‘Onu, Aysal’ı sadece zengin diye göreve getirdik’ türünden bir şeyler söylüyor. Ahmet Kaya parçasında olduğu gibi; ‘Nerden baksan tutarsızlık..’

Bir söylemin sonu

2010-11 sezonunun ardından neredeyse tüm motivasyonunu o yılın şampiyonluğuna ve kupaya harcayan Trabzon’a kötü haber geldi. Meşhur futbol insanı Giovanni Infantino, Fenerbahçe aleyhindeki ‘Şike davası’ sürecinin UEFA için sona erdiğini, ancak Yargıtay’ın şike davasında kişiler hakkında verdiği kararın metnini incelemek durumunda olduklarını bildirdi. Ve ekledi, ‘İbrahim Hacıosmanoğlu UEFA Disiplin Kurulu’nun değil, Trabzonspor Kulübü’nün başkanıdır.’ Böylece Trabzonlu’yu da yoran bir retorik sürecinin sonuna gelinmiş gibi görünüyor.

Denizi göreceksin şaşırma

Fenerbahçe ile ilgili bir şey yazmayacağım sanılmasın. Şimdi işler iyi görünüyor ama onları da en son üst üste kaybedilen Eskişehir, Sivas maçlarının ardından federasyon seferi yaparken görmüştük. Meraklanmayın ilk krizde; ‘Gemliğe doğru denizi göreceksin(iz) şaşırma(yın)..’

27 Mart 2014, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Haydi inadına!'‘’

Galatasaray kaybetmiş... Şampiyonluk şansı da var elbette ancak ikinci olup Şampiyonlar Ligi’ne direkt gitme ihtimali kapıya dayanmış. Bir taraftar maça gitmek için daha nasıl bir motivasyona ihtiyaç duyar ki? Üstelik epeyce insan kombineye onca para da saymışken... Ne var ki, iş Osmanlı/Almanya ilişkisine döndürüldü ve ‘başkası küfür etti’ diye biz de ‘yenik sayılıp’ maça gidemedik. Hasılı, peşin ödediğimiz parayı bir kez daha yaktı futbolu da yakanlar! Bu kural değişmezse anneannem Binnaz Hanım’ın deyişle söylersem, seneye ‘kombine alır/aldırtırsam’ boyum altında kalsın!

Bir de şunu düşünün... Akhisar atkılı kadınları/çocukları kale arkasına koyup onları Beşiktaşlı kadın/çocuklardan ayrı tutacak kadar şuurunu yitirmiş, içinde yaşadığı topluma yabancı, kural bağımlısı ama pahalı kravat takıp, İtalyan işi takım elbise giyince önemli olduğunu sanan adamlar hem hayatımızı hem oyunumuzu yönetiyor!.. Dersiniz, herkes herkesin düşmanı... Ne hazin bir hayata mahkumuz!..

Biz de sonuçta ne yaptık? Kavacık’ın ileri gelenleriyle ‘erkek egemen’ mekan Yusuf’un yeri ‘Dostlar Birahanesi’ne çöktük mecburen. Donatabildiğimiz kadar donattık masayı. Evet, Real-Barcelona maçını da ardına takacağımız için hesap biraz kabarık gelecek ama dostlarla birlikte olmak gibisi var mı be!.. Aşık Veysel Baba’nın dediği gibi ‘’Haydi inadına!’’ (Fevkalade dergi Ot’un son sayısındaki Arif Sağ yazısından.)
Analize senteze gerek yok... Beşiktaş sezonun en rahat maçında hem kalesini iyi savunup hem de hücumda doğru hamle yaparak emekle, gayretle, bilgiyle işi bitirdi. Üçüncü golden sonra masanın Galatasaraylısı Harun Özdemir hatırlattı; ‘’İyi takım bu Beşiktaş... Hiç gol atmamış Gökhan Töre’den sonra yıllarca gol atmamış Atiba’ya bile gol attırdı...’ Bu da yazının noktası olsun!...

24 Mart 2014, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’İleri daha ileri‘’

Sınırlı bütçeyle devre arasında iki transfer yaptı; Dany ile Jermain Jones. Biri yedek kulübesinde, diğeri ise yabancı kontenjanından kadroya giremiyor. Bu maçta yedek de olsa kadroya giren Jones kritik Galatasaray maçında yok, kadroya giremeyen Dany o maçtaki en kritik hamleyi yapıp belki de skorun tecellisini belirliyor. Ben bu tespiti yaparken maçı birlikte izlediğimiz dostum Salim Mumcu transfer politikasıyla direkt ilgili bir başka soru soruyor; “Acaba Necip sağ bek olarak sahaya çıkarken sağ bek olarak alınan Serdar Kurtuluş ne düşünüyordur?”

İlk yarısı tempolu ama pozisyonu sınırlı maçta Rize oyunu istediği seviyeye düşürmeye çalıştı ve bunu başardı. Penaltı golleriyle skor avantajını da ele geçirince sonucu belirleyecek olan kavram ‘efor’ oldu. Eforun yanına akıl da koyunca özellikle işleyen sağ kanadıyla oyunu yeniden dengeye getirdi Beşiktaş. Agresif Ramon Motta sol kanadı biraz işler hale getirse kameralar Biliç’i daha fazla hoplayıp zıplarken gösterebilirdi!

Rize’nin hocası Uğur Tütüneker, baskıyı öne taşıyan Beşiktaş’ı geri itmek için kuvvetli koşucusu Lualua’yı oyuna aldı. Biliç’in karşı hamlesi ise Almeida oldu; ‘ileri’ye karşı ‘ileri.’ Beşiktaş hızını, ritmini ve haliyle keyfini belirleyip rakibine hükmettiği maçta üç puanı getirecek golü her neyi denediyse bulamadı. Ancak en azından bu maç özelinde söylenirse, arzulu ve oyunu belirli metreler içine hapsedip orada doğru oynama konusunda hayli yol aldığını gösterdi.

16 Mart 2014, Pazar 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’HASTA ETMEYİN ÇOCUKLARIMIZI!‘’

Çünkü, hava buz gibi ve yağmur insanı kırbaçlıyor. Ne var ki, en az yarım saattir ısınan futbolcu abilerinin önünde seramoniye çıkmış çocuklar arasındaki dünya güzeli en küçük sabi ısınabilmek için bir gayret ellerine hohluyor. Üzerinde tiril bir forma! Daha o çocukları korumayı beceremeyen bir organizasyon koca oyunu nasıl korusun?
Beşiktaş, Atiba’nın olmadığı orta sahada ilk yarı boyunca top kesme ve kapma konusunda sıkıntı yaşasa da topu ele geçirdiği anlarda Oğuzhan merkezli organizasyonlarla tempoyu yükselterek tehlikeli olmaya çalıştı. Bunda takımın tüm hatlarıyla birbirine yakın oynuyor oluşunun payı büyüktü kuşkusuz; “Birimiz yoksa hepimiz varız...”

Hücumda ise çoğu maçta olduğu gibi bu maçta da bariz ‘balans sorunu’ yine göze çarptı. Ramon Motta’nın soldan öne taşığıdı takımda ‘balansı’ yakalayabilmek için sağ tarafında benzeri biçimde işlemesi gerekiyor. Gelin görün ki Serdar o dengeyi kurabilecek oyuncu değil. “Çağdaş bir kanat oyuncusunun ne yapması gerektiğini öğrenmesi için gelişmiş liglerdeki mevkiidaşlarını daha çok izlemesi gerek” diyeceğim ama artık onun için fazlasıyla geç gibi görünüyor!

Eskişehir’in ‘oynatmama kaygılı’ düzeniyle maç ikinci yarıda “Atan kazanır” dengesine geldi. Beşiktaş lehine çözüldüğü yer ise memleketin temel sorunlarından en belirgini olan ‘duran top’la mümkün oldu. Birçok takım gibi Beşiktaş’ın önemli sıkıntılarından biri de duran top arama ve onu yaratma konusundaki yetersizlik. Tesadüfen yakalananlar ise yeterli ve planlı çalışma olmadığı için işlevsel kullanılamıyor. Golün geldiği pozisyonu düşünün; Gökhan Töre ortasında Eskişehir savunması bu denli ağırkanlı davranıp Ersan Gülüm’e “Düşün, taşın öyle vur” şansı vermese maç belki de golsuz bitecek. Neticede Beşiktaş “Atan kazanır”ın, atıp kazananı oldu. Ve golün ardından tribünde yaşanan sevinç de o havada oraya kadar gelen insanların tesellisi...

10 Mart 2014, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Uç uç böceğim!‘’

Bu durum sosyal ve siyasal yaşam için ne kadar böyleyse örneğin, son yıllardaki içi boş açılımlar gibi, futbolda da o denli benzerdir. Bakınız, Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim, “Futbolda çağın önüne geçeceğiz” türünden içi boş umutlar dağıtmaktan geri durmaz. Çünkü mevcut yapılar projelerin denetlenmesine imkan verecek şeffaflıktan yoksundur. Daha önce yaşanan olumsuzluklar toplumsal hafızadan hızla silinir. Ve iş yapmanın temel ölçütü bilgi ve deneyim ya da yeterlilik değil ‘yönetici keyfiyeti’dir. Hal böyle olunca da ortalık sloganlara sarılmış ‘umut taciri’ yöneticiden geçilmez.

Beşiktaş Başkanı Fikret Orman da Sapanca’da yöneticilerle girdikleri kampta coşmuş! Öncelikle ‘Gelecek 10 yıl’ diyerek hedefi 2024’e kadar yaymış Orman... Ancak bunu yaparken iki sezonluk icraatı unutmuş olmalı ki, ‘Daha önceden olduğu gibi 15 oyuncu gelsin, 20 tanesi gitsin şeklindeki deneme yanılma çalışmaları artık çok geride kaldı’ demiş.

Aybaba döneminde duyduk!

Hatırlanırsa, geçen sezonu lig üçüncüsü bitiren Beşiktaş, bu yıl 12 oyuncu ile takviye edildi. Geldiği gibi gönderilen Eneramo’yu dışarıda tutalım; Serdar Kurtuluş, Pedro Franco, Sezer Öztürk, Kerim Frei ve Ömer Şişmanoğlu’nun durumları belli. Ramon Motta, Dany ve yeni transfer Jones’tan alınacak verim soru işareti! Hal böyle olunca ‘15 oyuncu gelsin 20’si gitsin dönemi bitti’ türünden açıklamalar ne denli inandırıcı olabilir? Kaldı ki geçen sezonun başında benzeri sözleri teknik direktör Samet Aybaba için duymuş ve okumuştuk! Ancak sezon bitmeden Aybaba ile yollar ayrılırken çıkan maraza çoğumuzun hafızasındadır!.. Ancak bu bölümlerdeki tutarsızlıklar, Orman’ın özellikle ‘futbol ekonomisinin işleyişi’ne dair temel tutarsızlığı şu ifadelerde aranmalı; ‘Başkanlık dönemimde Avrupa’da şampiyonluk hayalim var. Avrupa’dan bir kupa müzemize gelecek. Öyle ya da böyle bunu başaracağız. İşte o zaman rakiplerimizin önüne geçeceğiz.”

Ligde başarı şart

Orman denklemi ters kuruyor. Rakiplerin önüne geçme konusunda hangi kriteri ölçü aldığı belirsiz. Mesele ‘yeni stat ve gelir’ denklemiyle çözülecek denli basit olsa Avrupa’nın kalburüstü takımlarında bile görülmeyen 20-25 milyon taraftara sahip oldukları iddia edilen Galatasaray ve Fenerbahçe’nin, çoktan ‘Atı alıp Üsküdar’ı geçmiş’ olmaları gerekirdi. Ha, ‘Onların yöneticileri kulüp yönetmeyi bilmiyor. Biz alasını biliyoruz’ deniyorsa o daha uzun bir yazının konusu olur. Şimdilik Orman’ın bu ‘ham hayalleri’ne şöyle nokta koyalım... Bir kere Avrupa’da bir kupa deniyorsa adı konulmalı; UEFA Avrupa Ligi Kupası. Bunu kazandıktan sonra ‘rakiplerin önüne geçmek’ iddiası ise mantıken tutarsızdır. Bu sadece bir ‘moral üstünlük’ sağlar o kadar. Kupa kazanılır belki ama rakiplerinin önüne geçmek gerçekleşmez. Örneğin, Galatasaray’ın kazandığı UEFA Kupası ve uzun yıllar Fenerbahçe ile arasındaki ‘mesafe.’ Ya da Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kaldırdıktan sonra çöken Borussia Dortmund! Rakiplerin önüne geçmek için evvela bizim ligde kalıcı başarı ve sürdürülebilir bir yapılanma şarttır. Yoksa bundan gayrısı kuru slogandır ve pikniğe gitmiş çocuğun omzuna konan uğur böceği temennisini aşacak güce sahip değildir; ‘Uç uç böceğim, annem sana terlik pabuç alacak!..’

05 Mart 2014, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fener golü aradı durdu‘’

'Eşit vatandaşlık hakkı'nın göz göre göre ihlal edildiği bir maç daha... Bu acayip durumun huzur içinde kabul gördüğü bir ülkenin son yıllarda seri bağlı ve giderek şiddetlenen 'hukuk tartışmaları' yaşıyor olması bir ironi değilse, nedir? Örneğin Feryal Pere gibi Fenerbahçe tutkulusu bir kadın hem ceza alınan maçta hem cezanı çekildiği maçta olabilir. Ancak onun kadar takımına tutkulu bir erkek işlemediği suç yüzünden Gençlerbirliği maçına gidemiyor! Bu topraklara özgü tuhaflığa nokta koyup maça geçelim...

Son gelişmelerin yarattığı atmosfer dolayısıyla kaygılı olabileceğini düşündüğüm Fenerbahçeli oyuncular, tam tersine iştahlı. Maçın başından ilk yarının sonuna kadar golü arayıp durdular. Gençlerbirliği temkinle beklerken onlar sağdan sola dalıp duruyorlar rakip sahaya. Oyun tamamen Gençler yarı sahasında sıkıştı ve düğümü çözmek ikinci yarıya kaldı.

İKİNCİ YARI

Fenerbahçe ikinci yarıya da ülkenin en iyi oyuncusu olma yolunda büyük yol alan Caner Erkin'in takımını öne çeken üstün gayretinin etkisiyle baskın başladı. Caner çağırdı takımı, yüklendikçe yüklendi. Gençler, direnişi çaresizce sürdürürken tahmin edilen oldu ve penaltılar üst üste geldi... Ülkenin en tartışmalı oyuncusu Emre'nin penaltılarının ardından maç koptu. Gençler'in ilk kornerini 82. dakikada attığı düşünülürse maçın vaziyeti de anlaşılır. İkinci penaltı golünün ardından coşku gitti yerine ülkeye özgü 'yavan oyun' geldi ve maç soldu.

Fenerbahçe'nin kadınları zaman zaman ülke gündemine göndermeler yapan sloganlar atarken bu meseleyi sadece 'erkek sorunu' olarak algılayan muktedirler de ne denli çaresiz olduklarını anlamışlardır sanırım. Hele ki anneleri/ablaları ile gelen çocuklar da düşünülürse...

01 Mart 2014, Cumartesi 18:50
YAZININ DEVAMI

‘’Vasat olana rıza göstermek‘’

Taraftar futbolun ruhudur, anlamını verendir. Hele ki Beşiktaş gibi bir takımda bunu daha yakından hissedersiniz. Bu sezon yönetiminin anlaşılmaz kararlarıyla sürekli stat değiştiren Beşiktaş, çeşitli nedenlerle zaten oyununu geliştirme problemleri yaşıyor. Taraftarsızlık ise dünkü vasat oyunun tuzu biberi oldu. Şu açık, bu statta 30 binin üzerinde kalabalık toplayamazsanız tribün etkisi yaratamıyorsunuz.

Dün gece Beşiktaş ilk yarı boyunca yine ‘vasatı’ aşamazken Slaven Biliç’in her fırsatta 4. hakem Bülent Gökçü’ye yaptığı el kol hareketleri saha içinde çare üretemiyor oluşuna bağlanmalı kanımca. Sahadaki ekip bir şey yapamazken bunun tek sorumlusu hakemler gibi bir izlenim yaratmaya çalışmak, ‘sosyalizm retoriği’ne pek uymasa gerek!

Beşiktaşlıların gözlerinden biri, ‘mucize yaratması’ beklenen Jermain Jones’taydı. Sanırım Jones daha ilk maçta ‘futbolu bayat’ bir ülkeye geldiğini anlamıştır. O da zamanla daha iyi öğrenecek buradaki kuralı; “Oynama, oynatma! Her yerde rakibe direkt temas et!” Beri yandan bir başka şeyi daha anlayacaktır; bu ülkenin son dönem mitolojilerinden olan ‘dikine oynama’nın bu düzenler içinde o denli kolay olmadığını...
Atiba/Jones/Veli ile oluşturduğu üç kesicili orta sahadan Jones/Oğuzhan değişikliğiyle ‘bir yaratıcı’lı düzene dönen Biliç bu sayede oyuna bir nebze ritm kazandırdı. Onca yıldır Beşiktaş’ta oynayan/idman yapan dün gecenin ‘sağ bek’i Necip’in yapması gerekenleri Atiba’nın yapıyor olması sizce de tuhaf değil mi! Atiba’nın kenardan getirdiği toplar sayesinde Almeida maçtaki en kritik üç, dört pozisyondan ikisinin bizzat içinde yer aldı. Ne var ki, sakatlanıp çıkınca kendisine en ihtiyaç hissedilen oyunun son bölümünde takımını ‘hücumda başsız’ bırakmış oldu.

Maçın son bölümündeki tempoya aldanmayın, onun itici gücü akıl değil ‘can havli’dir. Ve son düdük çaldığında gerek statta gerek televizyon başındaki taraftarlar şu soruyu sorsa yanlış mı yapmış olur; “Biz bu maçı neden izledik?”

01 Mart 2014, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI