Arama

Popüler aramalar

‘’Passo geçmiş olsun!‘’

İki takım arasındaki ‘tarihsel gerginlik’, oynanan oyun tatmin edici olmasa bile bu maçları her daim izlenir kılıyor. Oyuncular arasındaki çocuksu dalaşlar, tribünlerin büründüğü ruh hali, her an bir şey olacak havası işi büyülemeye yetiyor da artıyor.

İlk yarı boyunca Meireles/Emre/Topal/Kuyt dörtlüsü, Telles/Olcan hattına saldırarak maçı açık ara Fenerbahçe’nin elinde tutmasını sağladı. Güçlü, düzenli ve arayış halindeydiler. Tüm ilk yarı boyunca alanını savunmak zorunda kalan Galatasaray ise sadece tempoyu düşürmeye uğraşıyordu. Haklıydılar da... Sonuçta geçen yılın en uzun süreyle düzenli oynamayı başaran ve de değişmemiş takımıyla karşı karşıyalardı. Çekilip sabırla beklediler. Fenerbahçe’nin işleyen kanadı olan sağ taraftan onca işe rağmen sonuç alıcı iş çıkmadıkça da dirençleri arttı.

İkinci yarının başlarında parlar gibi oldularsa da 70’lere doğru yükselen Fenerbahçe vitesi, ceza sahasına kümelenip iyice ‘içlerine kapandılar.’

Görüldü ki, bu halleriyle ne Galatasaray doğru savunma yapıyor ne Fenerbahçe doğru hücum oynuyor. Alan yaratma, rakibi şaşırtma ve bunlara bağlı sonuç alma... Yok yok yok...

Galatasaray yenilenmiş takımıyla maçı penaltılara götürme planıyla oynadı. Başardı da... Fenerbahçe aradı taradı ancak Galatasaray adını bile aşamadı. İyi bir maç oldu ancak iyi ve doğru olmayan bir futbol izledik. Belli ki bu sezon bunlardan çok izleyeceğiz... Kuru gürültü, boşa kıyamet! Şimdiden herkese ‘passo geçmiş olsun!...’

26 Ağustos 2014, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Emirates'te gollü beraberlik mümkün‘’

Haliyle de bu düzen, birincil olarak televizyon izlenirliğini önemser. Geniş alanda uzun koşular, sürate dayalı oyun, daha az defansif daha çok hücum görünümlü karaktere sahip bir futbol düzeni! Bu nedenle gerek Şampiyonlar Ligi gerek Dünya Kupası’nda kaçınılmaz sonları erken yaşarlar. Kalburüstü takımlarda çoğu hocanın Ada’dan olmaması bu düzene olabildiğince ‘gerçekçilik katma gayreti’ nedeniyledir. Ancak, çemberin dışına çıkmaya çalışan Jose Mourinho gibilere de burun kıvırırlar. Bu da Premier Lig’in en büyük paradoksudur!

Görünmez destek onlardan yana


Epeydir takım müdafaasını doğruya en yakın uygulayan Beşiktaş, Arsenal karşısında galibiyeti kaçıran taraftı şüphesiz. Unutmayalım ki Arsenal, Beşiktaş’ın yaptığını yapan takımlardan hep çok gol yemiştir. Ben Londra’daki maçın da üç aşağı beş yukarı bu düzen ve pozisyon eşitliği içinde geçeceğinidüşünüyorum. Beşiktaş, Emirates’te de en az 3-4 gol pozisyonu bulacaktır. Mesele topa çizgiyi geçirmektir. Ve esas büyük tehlike, ‘televizyon izlenirliği’dir. Beşiktaş-Arsenal maçı dünyanın birçok ülkesinde canlı yayınlandı ve izlendi. Tahmin edersiniz ki bu sayı Beşiktaş yüzünden değildi! Haliyle ‘futbolda eşitliği bozan’ gerçek tehlike tam da burası. Nasıl ki, bizim ligde ‘Üç büyükler kayrılıyor’ gibi bir algı varsa bu aynen ‘Şampiyonlar Ligi’ için de geçerlidir; dünyada daha çok izlenir olana ‘görünmez destek.’

Sakın şaşırmayın

Slaven Bilic’in ilk maçta hakemlerle o denli boğuşmasının nedeni de tam budur. Yo ksa Beşiktaş bu oynama düzenindeki Arsenal’i geçebilecek potansiyele sahiptir. Arsenal milyon milyon Euro’luk oyuncu varlığı, Beşiktaş ise takımıyla bir bütün olarak oynamaktadır. Sahaya doğru yayılan, alanları doğru kullanan, topa doğru hükmedecek planları yapan yani olanaklarına göre doğru oynayan Beşiktaş’tır. Bu oyunla galibiyetin yanısıra 1-1 ve 2- 2’nin de pekala mümkün olduğunu söyleyip; “Gemlik’e doğru denizi görürseniz sakın şaşırmayın!” diye bitirelim.

‘Arsenal çıksın’ demiştim

Kura çekilmeden önce “Arsenal çıksın” derken ‘yarı deli biri’ olarak anılmayı da göze alarak tüm bu parametreleri sıralıyordum. Gerçekçi değil gibi duruyordu ancak Olimpiyat’taki maç en azından ‘deli’ olmadığımı kanıtladı. Arsenal, ağırlıklı olarak orta saha karakterli oyunculardan kurulu olduğu için öne oynama reflfleksi hayli yüksek bir takım. Marifetli oyuncularının ayağında bol pasa dayalı bir düzenleri varsa da İngiltere’de oynanan ‘yumuşak başlı’ oyundan onlar da nasiplerini alırlar. Haliyle arkalarında her zaman derin boşluklar bırakırlar. İlk maçta hem defans hem orta saha hattında Beşiktaşlı oyuncuların rakiplerine diş geçirmelerinin temel nedeni budur. Ayrıca Demba Ba gibi ekstra bir faktörü de ekleyelim.

22 Ağustos 2014, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bundan sonra onlar düşünsün‘’

Bir takım düşünün ki her hattında gedik var. Bekinin 'sağ'ı sağ değil, sol... Ortasının direği sakat, kadroda yok... En önün arkasındaki mecburen bir arkada... Yani şöyle; sol bek İsmail Köybaşı, sağ bek. Takımın en kritik karakteri Atiba Hutchinson bizim gibi maçı dışarıdan izliyor. Oğuzhan zayıf olduğu için önde ve forvet Mustafa Pektemek güçlü olduğu için orta saha savunmasına yardımcı...

Rakip ise milyon Euro'luk 'dünya yıldızları'yla dolu Arsenal. Ancak ilk devre ecel terleri döken de bir takım. Kimler mi? Başta milyon Euro'luk takımın kalecisi Szczesny ile dünyayı ve futbolu düşünmekten saçlarına ak düşmüş Arsen Wenger.

Neden mi?

Tüm ilk yarıyı olabildiğince doğru oynayan 'cesur Beşiktaş', ilk devreyi en az 2-0 önde bitiremediyse bu 'futbolun adaleti'nin olmayışıyla birebir ilgili.

Peki ikinci yarı?

Rahmetli annenannem Binnaz Hanım'ın deyişiyle söylersem; "Taş da elinde kuş da!" Sen kuşu elinden kaçırıyorsun. Taşı zaten atamıyorsun! Onlarca pozisyon var! Tamamı heba oluyor!.. En azından 3 net gol pozisyonu buluyorsun ve sen yakaladığını atamıyorsun!

Bu oyunun adı; 'futbol.' Olur böyle şeyler! Mesele aynen öyle. Artık o rakibin senden korkuyor. Yani bizden. Sana düşen şu; sen ondan korkma. Çünkü; büyük Beşiktaşlı Orhan Koçak abimizin Turgut Uyar şiiri üzerine yazdığı şahane kitabın başlığıyla söylersem yapmamız gereken şu; "Bahisleri yükseltmek.'

Bu bahsi kazandık. Onlar bizi yenemedi...

Ve... Gol atamadık ama 'korkuttuk.' BMundan böyle Arsen bizi hafife alamaz. Çünkü, biz 'bahsi yükselttik.' Bundan sonra onlar düşünsün.

20 Ağustos 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Korkma! Oyna!..‘’

Şampiyonlar Ligi eleme kurası çekilirken NTVSPOR’dan Özgür Buzbaş, “Kimi istersiniz?” diye sorduğunda “Arsenal” yanıtını vermiştim. Kuradaki beşli arasında kağıt üzerindeki en güçlü takım Arsenal kabul edildiğinden bana ‘yarı deli’ gözüyle bakan epey insan vardı kuşkusuz. Ancak geçen yıl neredeyse Beşiktaş maçları kadar Arsenal’i izlemiş birisiydim ve neler yapabildiklerine dair hatırı sayılır bir fikrim vardı.

Ve nihayet hafta sonu Preimer Lig başladı ve Arsenal hakkında düşündüklerimi bir kez daha test etme imkanı buldum. Kendi sahalarında rakipleri Crystal Palace’tı ve maç sonunda bir ‘yarı deli’ olmadığıma en azından kendim ikna oldum.

Crystal Palace oynayabileceği en doğru oyunu oynayıp kendisinden euro bazında kat be kat üstün olan Arsenal’e kök söktürdü maçta. Eğer attıkları golün de ortasını yapan Jason Puncheon 89. dakikada gereksiz hamlesi nedeniyle oyundan atılmasa Aaron Ramsey’in uzatmada attığı goldeki deliğin onarımına da katkı yapacak ve belki de bir puanı alacaklardı.

Maçı kaydetmiştim, bir kez daha izledim bu ‘korkunç Arsenal’i. Her zaman güçlüydüler yine öyleler ancak halledilemeyecek bir sorun gibi de durmuyorlar. Temel sorunları ‘iyi huylu İngiliz futbolu oynuyor’ olmaları. O ligde büyüklere sorun yaratan takımlar - Jose Mourinho öğretisinden de hareketle - genellikle oyunu ceza sahası önünde kalabalıklaştırıp orta sahayı sertleştiren takımlar oluyor.

Arsenal o maçta haniyse bu duruma boyun eğiyordu. Öyle ki Crystal Palace orta sahayı benim beklediğim kadar sertleştiremediği gibi epeydir kariyerden yiyen Marouane Chamakh’ın ileri çıkışlarına gereğinden fazla bel bağlamış görünüyordu.

Neler yaptı o maçta Arsenal? Her zamanki gibi seri paslarla top çevirip çoğunlukla merkez oyuncuları Santi Cazorla ile Mikel Arteta’ya ya da Jack Wilshere’e top kullanacak alan yarattılar. Onlar da kaleci ile stoperlerin arasındaki o dar havuza top indirmeye uğraştılar. Diğer plan olarak ceza sahası köşesine süratle dalış yapıp içe kat eden ya da arkadan bindiren oyuncularıyla ceza sahasını zorladılar. Ancak Palace tüm maç boyunca Arsenal’in tüm hamlelerine direnmeyi başardı, ta ki son ana kadar. Bütün bunları da bir dönem Gençlerbirliği’nde oynayan Jedinak merkezli bir kurguyla yaptılar.

Ezcümle; Soma turnuvasında Chelsea karşısında 45 dakika da olsa oynanan ve ceza sahası önünde tüm oyuncularla sertleştirilen müdafaa düzeni Arsenal’i de elsiz kolsuz bırakır. Bırakırsın onlar toplar oynar sen kale önündeki 25-35 metreyi koruyup uygun anı/anları kollarsın. Bir an bile konsantrasyonunu kaybetmeden cesur, sert ve düzenli oynayarak da istediğin sonucu alırsın. Feyenoord karşısında iki muazzam müdafaa maçı oynamış bir takım benzerinden iki maç daha neden oynayamasın? Bu takımın Crystal Palace kadar olmadığını mı düşünüyoruz yoksa?..

En kritik karakter; ATİBA

Beşiktaş takım müdafaası konusunda belki de ülkenin en iyisi durumunda. Ne var ki, orta sahanın Veli ile birlikte yükünü çeken ikiliden Atiba’nın durumu belirsiz. İşte gerçek kötü haber bu. Beşiktaş’ın Jedinak’ı da Atiba...
Ne yazık ki Beşiktaş’ta onun seviyesinde oyun görüşü olan oyuncu yok. Evet birileri oraya monte edilebilir ama hala sağ beki olmayan bir takımda bir başka mevkiiyi de ‘onarmak zorunda kalmak’ Biliç’in elini hayli zayıflatacak. Ancak takımın ‘yakın oynama alışkanlığı’ bu olası sorunu aşmak için en güvenilecek yanı da. Oynama arzusu ve isteği de cabası. Elbette gol yenirse dağılmamak koşuluyla. Çünkü Arsenal’in en güçlü yanlarından biri bu; son ana kadar iştahı kaybetmemek. Burayı akıldan hiç çıkarmamak gerekiyor.

18 Ağustos 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tekrar edilemez işlerin adamı!‘’

Her tür acayipliğin ambalaj kağıdına dönüştürülen 'Beşiktaşlı duruşu' kavramı uzun süredir her duyduğumda tüylerimi diken diken eder. İçi boşaltıldıktan sonra olur olmaz kişilerin olur olmaz işlerinin maskesi olarak kullandığı bu kavrama anlamını verenlerden birini daha uğurladık dün Dolmabahçe'den.

Malum, futbolcunun değil yöneticinin gerçek aktör olduğu 'piyasa futbolu' bizim ülkemizdeki. O nedenle her hareketini nefesimizi tutarak izlediğimiz futbolcular yerine başkan ya da yöneticileri dinliyoruz. Onlar da gazeteci ya da taraftarları fırçalamaktan fırsat bulurlarsa bir iki kelam ediyorlar sevdiğimiz oyun hakkında!.

İşte dün uğurladığımız Süleyman Seba ağırbaşlılığın, mütevazılığın, işbirliliğin, tekrar edilemez işlerin adamı olduğu kadar 'aradan çekilme'nin de ustasıydı!.. Onun/onların yaşadığı yıllarda bizler gazetelerden ya da tek kanal televizyondan daha çok futbolcuları daha az teknik direktörleri ve neredeyse hiç oranında yöneticileri okur, dinlerdik! Onların işi takımla bizimki futbolla ilgiliydi çünkü. Yani olması gereken, olması gerektiği yerdeydi.

Devran döndü... Para, gösteriş ve bunlara bağlı rüküşlük aldı başını gitti.

Bir gün önce Kavacık Dörtyol'dan yine öğle namazına müteakip arkadaşımız Ercan Yavuz'un anneciği Fatma teyzeyi omuzlayıp Rüzgarlı Bahçe'deki mezarlığa defnettik. Allah rahmet eylesin. Biz mezarlıktan ayrılırken saat 14.00 sularıydı.

Bir gün sonra aynı saatlerde Dolmabahçe Camii çevresinde binlerce insan o sıcağın altında Seba'yı uğurlamak için bekleşiyorduk. Çünkü cenaze namazı bir türlü başlayamıyordu. Öğlen namazı bitiminden yaklaşık 50 dakika sonra başlayabildi namaz. Manzara ülkeye özgüydü. Seba'nın naaşı başında bekleyen erkan her üç dakikada bir değişti. Fotoğraf karesi ya da bir görüntüye girebilmek için tuhaf bir yarış, tuhaf bir itiş kakış vardı ön safta!. Sonunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül teşrif ettiler saat 14.00'e dakikalar kala. Uzun tokalaşma kuyruğunu aşıp tabutun başındaki yerini aldığında arkalara düşen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Deniz Baykal sıyrılıp aradan bir kez daha öne geçtiler. İmam, ön sıradaki devlet erkanının gözetilmesini istediğinde hatırı sayılır bir tepki aldı kalabalıktan. Yine namazı kıldıran müftünün "alkışlamayın" uyarısına aldırış etmedi ciddi bir kalabalık. "Hellalik" istendiğinde herkes en derinin bağırdı; "Helal olsun" diye. Dünya iyi bir insanı daha kaybetti. Ama biliyoruz ki bir yerlerde ileride iyi insan olacak ve dünyayı daha yaşanır kılacak yüzlerce çocuk doğdu.

16 Ağustos 2014, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Maçları unut ama Soma'yı asla!‘’

Her şeyin içimize kolay sindiği/sindirildiği zamanlardan geçiyoruz. Öyle bir zaman ki, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt etmek için kılı kırk yarmak gerekiyor. Düşünmekten kafasının patlayacağını zanneden, bu nedenle de düşünmeyi bir kenara bırakan nice insan var şu dünyada! Hal böyle olunca da doğru bildiğin/bulduğun bir çok eylemin sonucu senin niyetinden bağımsız olarak tam da karşı çıktığını sandığın şeye hizmet eder hale geliyor. Şöyle ki;

YARDIM DEVLETİN, DAYANIŞMA HALKIN GÖREVİDİR

'Soma Katliamı'nın ardından gerek devletin despotik/provokatif tavrı, gerek gün gün değişen 'sıcak gündem', gerekse 'toplumsal hafıza sorunları' nedeniyle 301 maden işçisinin katli, trafik kazaları kategorisine indirgendi.

Kuşkusuz ki, yaşamını yitiren emekçilerin geride bıraktıkları için açılan 'yardım kampanyaları', destek verenler adına fazlaca anlamlıdır. Vicdanlarının sesine kulak verenler iyi niyetleriyle bir şeyler yapmak istiyor. Kampanyalara katılanlar da biliyor, bu iyi niyet çabalarının o acıları sağaltmaya yetmeyeceğini. Ama insan kalbi işte, karınca kararınca bir şeyler yapmak istiyor.
Acılı ailelere yardım kampanyaları çerçevesinde Galatasaray - Atletico Madrid, Fenerbahçe - Beşiktaş - Chelsea arasında, tüm geliri geride kalan acılı ailelerin yarasını bir nebze sarsın diye 'gösteri niteliğinde' maçlar oynandı.

Ne var ki bu tür etkinliklerin çoğunda olduğu gibi bu maçlardan da geriye; 'maçlara kaç kişi gitti', 'kaç para toplandı', 'yardım paraları doğru adreslere ulaşacak mı', 'golü kim attı', 'kim yendi/yenildi' türünden sorunun gerçekliğinden çok çok uzak sorular kalıverdi!

Oysa bu tür organizasyonlar, toplumsal bilinci harekete geçirmeyi ve sorunu/sorunları yaratanlara bizzat hesap sormayı hedeflemelidir! Bir yandan da mağdurlara 'bir nebze yardım etmek' yerine 'toplumsal dayanışma'yı, örgütlemenin öğreticisi olmalı, özetle; nitelik olarak 'farkındalık yaratmalı'dır. Çünkü yardım, herkesten önce halkın büyük bir yanılsamayla kendisini koruyup kollandığını sandığı 'devlet'in görevidir.

GÖSTERİ TOPLUMU TUZAKLARINA DÜŞMEMEK!

İçinde yaşadığımız 'gösteri toplumu' acıları, ölümleri bile izlenir, alınır/satılır hale getirme konusunda mahirdir. Bir yandan da 'yardım' adı altında devasa ekonomik büyüklükler üretmek gibi yüksek marifetleri vardır. Reklamlar, maç yayını satışları, stat panoları, formalardaki markaların görünürlükleri acıların giderilmesinden daha hızlı büyür.

Bu arada sen, ''Ne var bunda hiç yoksa mağdurlara yardım ediyoruz'' iyi niyetliliği içindeyken aynı anda başka felaketlerin, başka katliamların taşlarını döşediğini fark etmezsin bile.

Bu ve benzeri organizasyonlar bir yanlarıyla da 'toplumsal itirazı' sanki öyleymiş gibi yaparak söndürürken, oradaki enerjiyi soğurup her şeyin 'sıradanlaşması'na da hizmet eder. Kitle kültürü etkinlikleri bireyi bir duruma itiraz edip, onu takip eden 'özne'ler olmaktan çıkarıp 'gösteri izleyip dağılan' birbirine benzer edilgen 'nesne'ler haline dönüştürür.

ORADA YAŞANAN KAZA DEĞİLDİ

Soma mesajlı maçları izlerken akılda tutulması gerekenleri hiç unutmayalım...

Soma'da yaşanan kaza değildi. Her katliam gibi bunun da sorumluları var. Sorumluları tespit etmek; ilgili makamlar kadar bu 'katliamın' acısını yüreğinde hisseden her vatandaşın görevidir. Yardım etmek kişisel bir tutum, bu işin peşini bırakmamak toplumsal bir ödevdir.

301 emekçinin ölümünden birinci derece sorumlu olan Soma'daki şirketin İstanbul Maslak'a bir hançer misali diktiği o gökdelen, bu meseledeki 'toplumsal farkındalık' açısından 100 maça bedeldir. Ama görebilen gözlere!..

09 Ağustos 2014, Cumartesi 10:20
YAZININ DEVAMI

‘’Hem doğru hem arzulu oyun‘’

Bir gün önce ‘sert orta saha turu getirir’ derken doğrusu denkleme Demba Ba’yı dahil etmemiştim. Hazır değildir diye düşünüyordum. Ama o üst seviye bir tehdit unsuru olarak görevini fazlasıyla yerine getirdi Feyenoord karşısında... Bilic, bu kez sağ beke Necip’i yamayarak onarmaya çalıştı Beşiktaş’ı. Ve ön oyuncular da ilk yarı boyunca gelebilecekleri kadar geri gelip topu karşılama konusunda müthiş bir dayanışma gösterince Beşiktaş’ın eksik hatları o denli göze batmadı.

Pektemek’in bıktırıcı baskısıyla gelen gol, Kerim’in eğlenceli ve hevesli oyunu, Veli/Atiba/Olcay’ın dirayetiyle birleşince geriye fazlaca yük de binmedi. Olcay’ın katkısı Ramon’u, Kerim’in dönüşleri Necip’i rahatlatınca Pedro/Ersan/Tolga fazlasıyla rahat tamamladılar ilk yarıyı.

İkinci yarıda da bu seviyeler için mutlak gerekli olan ‘doğru oyun’ kuralıyla sürdürdü maçı Beşiktaş. Üstelik fazlaca arzulu görünen oyuncular, birbirine yakın olma konusunda fazlasıyla titizdiler. Ve kaptıkları topları skor avantajını da gözeterek aralarında gezdirirken maçın ritmini de ellerinde tutmayı başardılar. Ta ki, 60. dakikanın ortalarına kadar... Bu bölümde düşen ritmin ardından gelen gol, herkesi tedirgin ettiyse de Olcay’ın zanaatkar ustalığında işlediği pozisyonu Demba Ba golle tamamlayınca film mutlu bitti. Hele ki Ba, sadece bir ‘tehdit’ değil aynı zamanda ‘bitirici’ de olduğunu gösterip golleri üçleyince filmin finalindeki yazıları bile mutlulukla okuyan Beşiktaşlılar vardı dünyanın her yanında...

07 Ağustos 2014, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sert orta saha turu getirir!‘’

Futbolun 'basit bir oyun' olarak algılanmasının nedeni kolay gibi görünen tanımlar içermesidir. Gerçekten basittir futbol; gol için gol atıcılara ve onlara top taşıyacak olanlara 'alan yaratma' problemini çözebilen işi halleder. Bu nedenle orta saha oyuncuları hayati önemdedir ve büyük golcülerden sonra en yüksek paralar onlara ödenir. Çünkü 'alan yaratma kurgusu'nda ipler onların elindedir. Beşiktaş'ta bu yük hali hazırda Oğuzhan Özyakup'un sırtına binmiş durumda. Geçen sezon Fernandes'in olmadığı maçlarda Oğuzhan'ın tek başına verimliliğinin ne denli düşük olduğu çoğu Beşiktaşlı'nın malumudur. Ayrıca bu oyuncunun ciddi anlamda 'fiziksel kapasite' sorunu da var ve kısa vadede bu sorununu çözebilecek gibi de görünmüyor. Haliyle, sağ bek ve stoperden öte 'tek yaratıcılı orta saha' daha yukarı tırmanma hedefindeki Beşiktaş'ın en büyük zaafı gibi duruyor şu an.

İlk hedef turu geçmek olmalı

Haberlere göre sakatlanan Oğuzhan, Feyenoord karşısında sahada olmayacak. Deplasmanda elde edilen 2-1'in avantajında takımı orta sahada daha sert hale getirmek öncelikli plan gibi duruyor. Ancak o bölgeyi sertleştirirken hem de 'alan yaratma becerisi' gösterecek bir oyuncusu yok Slaven Bilic'in. Haberler diyor ki; 'Bilic, mecburen o bölgeyi 'bir zamanlar oralarda oynamış' Demba Ba ile kapatacak' Ne var ki bu maçın özel durumu gereği Veli / Atiba / Necip / Kerim / Olcay hattı, orta sahadaki Demba Ba'lı formülden daha dayanıklı ve haliyle sonuç alıcı görünüyor. Neden mi? Eğer senin rakip üzerinde alan yaratacak kapasiten sınırlı ise, rakibine 'alan yaratma fırsatı' vermeyecek bir düzende oynamalısın! Yani diyeceğim o ki, kafayı 'yıldız görmeye' takmadan doğru oynayarak turu geçmeyi hedeflflemek ilk iş olmalı. Nasılsa, takımla henüz yeterli bütünlüğü sağlayamamış olan Demba Ba'ya gerek bu maçın ilerleyen bölümünde gerekse sezonun tamamında daha çok iş düşecektir...

Passolig tuhaflığı!

Ne ülkede yaşıyoruz değil mi! Avrupa'ya gidebilmek için vize kuyruklarında bin çeşit aşağılamaya maruz kalanlar takımının Şampiyonlar Ligi maçlarına 'Passolig vizesi' olmadan girebiliyor. Ne var ki, takımını kendi liginde izlemek için 'vize şart...' Taraftar aynı, saha aynı, ülke aynı ama mevzuat ikili... Tam bize özgü!..

06 Ağustos 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI