‘’Sivas oynamadan‘’
Sivasspor’un oyunu her yönüyle dömine etme isteği yok gibiydi. İçeride, dışarıda ayni topu oynayan ‘Yiğido’ çizgisi yerine, defans ve orta sahayı sağlam tutan akılcı bir deplasman takımı gibi oynadılar. Zaten hafızalarda yer eden en iyi Sivas kadrosundan 5 kişi kulübedeyken daha iyi ve uyumlu bir top oynamaları da zordu. Tum’un ortanın ortasında yerleşmesi bile tamam da, Musa ve Murat üçüncü bölgeye geçmediği zaman çok adamlı organize bir futbol oynayamazlardı. Doğru dürüst atak yapamayınca oynadıkları toptan kendileride zevk almadılar, zevk de vermediler.
Diğer tarafta Denizlispor’da Braga ve Angelov’un eksiklikleri çok hissedildi. Önceki haftalarda taktik disiplin içinde oynarken bazı oyuncuların ekstra futbolları ile önemli puanlar kazanan Horozlar’da ne yaparlarsa yapsınlar rakip kale önünde kimsesiz olmanın rahatsızlığı vardı.
38’de artık iyice lig yorgunu görüntüsündeki Mehmet Yıldız sağa kaçıp ortaladı, sahanın Şener ile birlikte en tempolu adamı olduğu halde hücumda pek gözükmeyen Musa indirdi, Tum tamamlayıp maçı fiilen bitirdi!
Forvet arkasında yabancılık çektiği belli olan Fatih Yiğen’in yerine oyuna giren Engin’in 59 ve 60’daki kafaları, Bangoura’nın şutları ve Carlos’un zayıf frikikleri Horozlara ilaç olamadı.
İlk yarıda Fatih Yiğen’in kaydettiği, yardımcı hakem Ekrem Kan’ın önce eliyle devam deyip Fatih topla buluşunca ofsaytı çektiği pozisyonda gol skorborda işlenseydi maçın seyri çok farklı olabilirdi.
‘’Tribün gösterilerinin katkısı‘’
Trabzonspor Başkanı Sadri Şener’in birçok açıklamasına saygı göstermek ve hak vermek gerekiyor...
61. dakika gösterileri birçoklarınca görsel bir zenginlik, bir dakikalık bir şıklık, tribünleri barışık ve daha eğlenceli bir boyuta taşıyan bir etkinlik olarak görülebilir... Buna kimse de karşı çıkamaz... Futbolcular da bu gösteriden hoşlanıyor olabilirler... Herhalde doğrudur...
61. dakika gösterilerinin kulüp-taraftar bütünleşmesine katkı yapması, tribün iklimini iyileştirmesi ihtimali yüksektir. Ancak tartışılan şey bu gösterilerin futbola veya takıma veya maça olan etkisidir: 61. dakika gösterileri takıma verilen futbolsal bir destek olmayıp, yalnızca kent-kulüp aidiyetine dair bir “kurgulanmış” duygu zirvesidir...
Tartışma yanlış bir zemin üzerinde sürdürülürse en akıllı ve en iyi niyetli açıklamalar da durumu aydınlığa kavuşturamaz...
Telörgüsüz tribün düzenini istismar etmeden maç izlemekle rüştünü ispat eden Trabzon taraftarı, bu sezon yıllardan sonra takımın tekrar sırtını dayadığı en önemli güçlerden biri haline geliyor iken, iyi niyetle başlatılmış bir “gösteri” için suçlayıcı şekilde eleştirilmemelidir...
Eğer Galatasaray maçında kaybedilen puanların tek suçlusu taraftarın 61. dakika gösterileri olsa bile (ki değildir), Trabzonspor yönetimi rekabetin kızıştığı böyle bir zamanda taraftarını incitemez. İncitecek eleştirel bir yaklaşım içine girip şampiyonlukta çok ihtiyaç duydukları taraftar desteğini riske edemez...
61. dakika gösterileri hakkındaki soru çok kritik olduğu için yönetimden de politik yanıtlar verilmesi doğaldır. Ama yönetimin “61. dakika gösterilerini daha da görkemli hale getireceğiz. Balon sayısını da 6100’e çıkartacağız” demediği de ortada...
Eğer yönetime doğru bir şekilde “ Taraftarınızdan skora bakmaksızın ve futbolcu ayırmaksızın daha büyük, inançlı ve 90 dakika temposu süren bir destek istiyor musunuz?” diye sorulsa “Hayır gerek yok, taraftarımızın 61. dakika gösterileri yeterlidir” diye cevap gelmeyeceği de kesindir...
Barışçı gösterilere evet. Ama erken ya da sebepsiz kutlamalar hayatın her yerinde garipsenecektir. Gerçek bir kutlama ancak sezon sonunda hak edilecektir.
‘’Disiplinsizliğin sonu...‘’
Fenerbahçe’nin, uğruna formalar yaptırdığı skorun bir eksiğini Galatasaray’a hem de Ali Sami Yen’de atan Kocaeli’ni çok daha ciddiye alması gerekirdi. Ama daha maçın en başında Roberto Carlos’la öne geçince Fenerbahçe’nin en büyük avantajı haline gelen disiplininden eser kalmadı.
Fenerbahçe’nin çıkışında Maldonado, Josico, Guiza gibi uzun sürmüş misafirlikler yaşayan futbolculardan vazgeçilmesi, Alex’in kaleyi görebileceği yere çekilmesi gibi hiç de keşif sayılmaması gereken düzeltmeler yer alıyorsa da, neredeyse bir aydır kendi defansında topu kaptığında 6-7 saniye içinde herkesin hücumdaki yerini alması da son derece önemli bir gelişme idi...
Oysa daha 2. dakikada konsantrasyon dağıldı, herkes anlamsızca rahatladı. En belirgin hücum planı Semih topu aldığında bir orta saha oyuncusu gibi bindiren Alex, Kazım veya Deniz’i direkt kaleye gönderecek pası yapmaktı. Bu baskın planı eğer çok tekrarlanırsa, orta sahanın yorulacağı ve dengesiz yerleşeceği de kesin gibiydi...
Kocaeli rakiplerinin önyargılarını kullanan bir takım olarak ‘farkındalığı yüksek’ bir futbol oynadı. Anahtar adamlar Levent ve Murat rahat bırakılmalarına karşın kritik pasları bir türlü istediği gibi kullanamadılar...
Fenerbahçe’de Guiza hamlesi oyunu daha da tanınmaz hale getirdi. Guiza, Semih’in önünde oynamaya başlayınca, Alex bir adım daha geride yerleşti, Fenerbahçe hücumu Gökhan’ın kişisel girişimlerine kaldı.
Fenerbahçe hücuma iki adam alırken, açık bir meydan okuma olan Julio Cesar hamlesi dikkate alınmadı. Sahanın en küçük adamı kafayla beraberliği sağlarken, inanarak oynayan Kocaeli saygıyı gene hak etti.
‘’Çarptıra çarptıra‘’
Bülent Korkmaz’ın Serkan ve Aydın’ı 11’de oynatması ‘sürpriz’ diye değerlendirildi. Ama bir futbolcunun formayı geçici olarak aldığını bilmesi halinde, o futbolcudan verim almak kolay değil. Geçici dolgu ile kuvvetli ısıramazsın...
Galatasaray aslında fena başlamadı oyuna... Daha maçın başında Lincoln ile Aydın’ın sağ çizgideki presi, tribünlerden alkış bile aldı. İleride de tempoluydular ama ceza sahasında iş yapamıyorlardı. Kewell ilk kez 9’da rol aldı ve yaptığı müthiş ortayı ya Baros’a çarptıracaktı ya da defansa, Baros vuramadı; Volkan’a çarpıp gol oldu. Lincoln’un ki de teknik ama Kewell’in tekniğini anlamaya ve öğrenmeye çok ihtiyacımız var.
Bursa Galatasaray’a göre çok daha fazla atak sonlandırırken, İvankov da Aydın’a çarptırıp 2-0 yapınca Galatasaray ‘yeter’ kafası ile daha 25’te frene bastı, dağınıklığa girip, cezayı aranır gibi oynamaya başladı...
Bursa daha çok koşup 2. yarının başında golü de buldu ama kanatları kullanmayı ve yerden oynamayı bırakıp her topu uzun kullanarak etkisini yitirdi. Galatasaray kıpırdanıp oyunu orta sahaya yığdı. Lincoln’ün lütfen oynadığı açıktı, fakat Bülent Korkmaz da Lincoln’ü şımartmaktan başka çare bulamadı besbelli...
Hakem, Emre’nin Ömer’e yaptığını penaltı olarak görmedi, talih dün Galatasaray’dan yanaydı.
Bülent Korkmaz ‘Galatasaray’ gibi mücadele etmenin tanımını arkadaşları ile birlikte yapmıştı. Bu ruhu takımına veremezse çok da katkı yapmış sayılmayacaktır.
‘’Kupa mantığı başka‘’
Skibbe özellikle Avrupa kupalarında, fazla denenmemiş ve tek maçlık diziliş, taktik ve motivasyonlar ile Lucescuvari bir çizgide hareket ediyor...
Tamamı başı yukarıda oyunu okuyarak oynayan Bordeaux, Gourcuff’un dikine toplarıyla orta sahayı çabuk geçerek Galatasaray savunmasını geri itip ceza sahasının içine soktu ve kaleye biri direkten dönen 4 deneme yaptı... Orta saha geriye çabuk dönüp, Arda ve Kewell kanatlara yardım edince Bordeaux’nun temposunu düşürüp, top rakipteyken oyunu kontrol altına aldılar.
Galatasaray’ın ilk yarıda hücumda etkili olamayışının başlıca nedeni; sürekli olarak Baros’u rakip savunma ile boğuşmak zorunda bırakan uzun toplar denememiz ve hakemin de Galatasaray’ın rakip sahaya yerleşmesini sağlayacak faulleri vermemesiydi. Bordeaux ilk faulünü 22’de yaptığında Galatasaray 3 hücum faulü yapmış ve Baros da dayaktan çıkmış gibiydi... Baros’un 23’te Rame’nin bütün bedeniyle darbelenmesi ise kesin penaltıydı, faulu bile zor veren hakem penaltıyı tabii ki vermedi.
Galatasaray’ın kilit aksiyonu Ayhan’ın soldan hücuma katılmasıydı. Bu sayede, Kewell ceza sahasına girme şansı bulup, en önemli pozisyonu yakaladı...
Galatasaray Ayhan, Mehmet Topal ve Barış’ın üstün direnişi ile Bordeaux’u ileride çoğalıp risk almaya itti ve ileride uygun geniş alanlar buldu. Eğer yarı sağlam adamlarla oynamayıp, oyunun iki yönünü biraz daha iyi oynayabilen bir takım olmaları halinde, geniş alanları cezalandırarak gol atıp, hatta galip gelerek dönebilirlerdi.
‘’70'lerin ruhu‘’
Yanal’ın Trabzonspor’daki en önemli başarısı oynattığı futboldan çok, kalesinden hücum hattına, yerli-yabancı takımın en az yarısından çoğunun “yetersiz/ yeteneksiz” oyunculardan oluştuğu ileri sürülürken, tüm oyuncularına çok iyi sahip çıkması, koruması ve yıpranmalarını engelleyerek Trabzonspor’u ne yaptığını bilen bir takım haline getirmesi... Bu olumlu çizginin sonunda Trabzonspor taraftarı da takımı yüklendi, gereken her katkıyı yaparak 70’li yıllardaki Trabzon atmosferini tamamlıyor... Yıllar boyu iç saha maçlarına rahatsız olarak çıkan Trabzonspor, Türkiye’nin gene en korkulan deplasmanı haline geliyor...
Yatara tüm marifetini ilk 30 saniyede iki pozisyon yaratarak gösterip sahneden çekildiğinde, Ankaragücü geri düşmeyerek şanslarının da olduğunu gördü. Ama bir defans kale sahasında da arkaya nasıl adam kaçırır?
De Nigris’in tek başına zorlayarak girdiği pozisyonlar, Trabzonspor’un ne yapıp edip topu ceza sahasına yaklaşmadan kazanması gerektiğini, en azından orta sahanın savunma işlevinden kopmaması ve rakip hücumcuları savunma ile baş başa bırakmamasının şart olduğunu gösterdi...
Yusuf’u alabilseler 2. yarıda 60 gole yaklaşıp hedefe keyifle giderlerdi ancak bu takımdan kimse sanat ya da çok zekice işler beklememeli. 3,5 ay boyunca rakiplerin hepsinden daha tempolu oynamayı başarırlarsa hedefi zorlayacaklar. Ancak 60. dakika tempoyu düşürmek için çok erkendi. Topu rakibe bırakıp oyunun kontrolünü kaçırmalarının bedelini az kalsın ödeyeceklerdi. Galibiyet, piyangodan çıktı...
Hiçbir hakem karşılıklı iki penaltıyı vermeyerek, teraziyi dengelediğini sanmasın: 1-0 öndeki takım ile 1-0 gerideki takımın verilmeyen penaltıları bambaşka öneme sahiptir...
‘’İki Uğur'un maçı‘’
Beşiktaş’ın kaleye yaptığı ilk vuruşta ‘sağbek’ Uğur Kavuk, stoper pozisyonunda yakalanıp Bobo’nun şutuna duvar olması gerekince önce canını korumayı düşünüp elini de açabilir, tam siper yere de yatabilirdi ama 6’da avantajlı pozisyonda topu İbrahim’e kaptırıp farkın ikiye taşınmasına sebep olunca, durumun acemilikten başka bir şey olduğu anlaşıldı.
Beşiktaş Holosko ve Bobo’nun defans arkasına yaptığı koşuları iyi paslarla destekledi ancak az adamla, en çabuk yoldan kaleye giden oyun biçimi, rakibe ileride basma imkanını da büyük ölçüde ortadan kaldırdığı için atak pekiştiremediler ve her defasında kendi sahalarına dönüp topu orada kapmak durumunda kaldılar.
Bobo’nun hücumcu olarak yaptığı katkıdan fazlasını orta sahada pasör olarak yaptığı söylenmeli. Bir yarıda defansı yıkan 6 pası, en iyi oyun kurucular bile nadiren üretir. Serdar Özkan’a 5, Holosko’ya da 1 nefis pas verdi. Uğur Kavuk, kavuğunu önüne alıp düşünür ama Serdar Özkan’ın aldığı her topta soldan kaleye kadar hiç kimseyle karşılaşmadan 30 metrelik keyifli bir formalite gibi defalarca gidebilmesinde, Üzülmez’in parlamasında Mehmet Özdilek de suçlu sayılmalı değil midir?
Beşiktaş’ın Uğur’u ise Ernst gibi şimdiden takımda sinerji yaratan ve aynı dili konuşan bir partner bulunca klasını yükseltip, mükemmel bir top oynadı.
Maçı da hakimiyeti de erkenden Beşiktaş’a bırakarak oynayan Antalyaspor, 2. yarının başlarında basit organizasyonlarla 1 metreden öyle iki pozisyon buldu ki, şimdi de ceza sahası içinde yerden ve havadan sürekli pozisyon hatası yapan ‘Zan-Zapo’ göbeğinde bir tadilat düşünülebilir...
Yusuf Türkiye’nin en klas futbolcusu...
‘’Adilane sonuç‘’
Son iki maçtaki reel Sivas üstünlüğüne çizgi çekerek turu geçmeye gelen Galatasaray her maça yeni eksiklerle çıkma sorununu da yaşıyordu.
Galatasaray’daki hücum zafiyeti maçın başında belli olmuştu ki, atabileceği küçük ihtimalli bir golü olmadık bir defans hatası, rakibin en olmadık adamı Arda’ya karşı yapınca attı. Arda da golü attıktan sonra başladı mı aksayarak koşmaya...
Sivasspor takım bütünlüğü içinde, zevkli ve huzurlu bir futbolla hakim oynarken! Kamanan topu kalenin yakınlarına sokmaya çalışan Sivas’ın beraberliğini uzaktan sağladı... İkinci yarıda Sivas üçüncü bölgeye bilinçli koşularla ve topu yerden kullanarak yaratıcı paslarla sokarken, Galatasaray ’da Nonda hücuma dönük bir orta saha gibi oynuyor, Ümit uzaktan orta sahaya pas için el ediyordu (y ene de bilemeyiz belki de kulübeye yalnızlık mesajı vermeye çalışıyordur)... Sarı-Kırmızılılar topu alıp rakip sahaya geçip pas yapmaya başlıyor, ama hücuma bir türlü yerleşemiyordu. Topu hücumda yerden oynamak çok koşu ve çok adam ister, onlar da uzaklardan 3 kişinin arasındaki Ümit’e top kaldırdılar... Hakan Balta ve Mehmet Topal dışarılardan şut çekti...
Bu kadro, bu taktik ve bu psikoloji içindeki Galatasaray bu maçta da yapabileceğinin en iyisini vererek maçı penaltılara kadar getirdi ancak penaltıları hissedemeden, takım olamazken bireysel direnç de gösteremeyip penaltı bile atamayarak elendiler...
Sonuç, adilane oldu...