Arama

Popüler aramalar

‘’Zico kazandı!‘’

Vestel'de Zelenka, forvet arasına yaptığı kararlı koşuları yapamadığı gibi, Hakan Balta da aslında daha çok defansif işlerle meşgul olan Tuncay'ı geride bekledi. Keza Metin'in orta saha katkısı hücum aksiyonlarından daha iyiydi.Fenerbahçe tek forvetin arkasındaki aslında hücumda çok daha kapasiteli olmasına karşın Tümer, asker (Marco) rolünü hiç gocunmadan üstlenip ikinci bölgeye yerleşiyordu. Alex'in koşu isteksizliği ile Fenerbahçe etkisiz bir görünüm veriyordu. Deivid'e yaklaşan kimse olmayınca, geniş alanda baskın atak imkanlarından bir kez hariç yararlanamadılar. Set hücumunda Alex ve Tümer, arkadaşlarının hareketsizliği yüzünden yaratıcı pas üretemediler. İki takımdaki girişken taktik adamlar, top kesip iyi paslar atan Şener ile hücuma kararlı koşularla katılan Appiah'dı. Hücumu genişletmekten başka çaresi olmayan Fenerbahçe, Önder'in ortasıyla golü attıktan sonra, Uğur'un soldan çıkışlarıyla ceza alanına etkili toplar soktu. Bütün özel yaklaşımlara rağmen Fenerbahçe gene de çok çetin tipik goller attı. İkinci gol, Alex'in dikine çabuk oynamasıyla, 3. gol de duran adamın duran top ustalığı ile geldi. 3-1'e kadar Vestel'e tek pozisyon vermeyen Fenerbahçe'nin 3-1'den sonra savunmayı arka plana atan Vestel'in zaafına konsantre olmayıp, orta sahada baskı yapmadan rakibi geride geniş bir hat üstünde beklemesi, farka gidecek maçın Manisa'nın gol tehtidleriyle geçmesine neden oldu. Lider Fenerbahçe halen yapılanma sürecinde, ikinci Vestel'in oyunundaki çift kişiliklilik ve iniş çıkışlar devam etmekte. Ne acayip bir lig!

30 Ekim 2006, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kupa ruhu!‘’

Vestel, lig hedefini ilk beş diye açıkladıktan sonra, kupayı öncelikli olarak isteyecektir. Trabzon ise, hafta sonundaki berbat mağlubiyetten sonra, bir kötü maç daha oynayamayacak noktada. Ancak, bu iki takımın gruptan çıkacağı açık olduğu gibi, maçı kaybeden iki hocanın da 'Kupa'nın sonunu bekleyin' deme hakkı da saklı. Trabzon sürekli gezen, girişken ve istekli oynayan Gökdeniz ve sürekli defansın arkasına koşan Marcelinho ile üçüncü bölgeye çabuk geçiyor, Vestel'in orta sahası savunmadan düşüyordu. İlk 15-20 dakikada Vestel'den bariz bir şekilde üstün olan Trabzon, Gökdeniz'in temposunu kaybetmesiyle etkinliğini yitirdi. Trabzon, Gökdeniz'e yalnızca forma değil, en yalnız zamanında kimlik te verip, arkasında dağ gibi durduysa; Gökdeniz de aşk ile oynamalı.Vestel zaten orta sahada ligde çok dakika vermediği oyuncularla oynadığı, bir kaç gün sonrada, Fenerbahçe'yi ağırlayacağı için tempo ve motivasyon bakımından maçı kopartıp, hükmünü sürdürecek futbola yaklaşamadı. Ama Vestel'in özgüven problemi yok, nasıl futbol oynayacağı da herkesin ezberinde. Trabzon da kupa fırsatını, anlaşılır bir futbola varabilmek için kullanabilmeliydi. Sürekli Gökdeniz'e yüklenmek yerine, Mustafa ve Musa'yla kanatları işletmek, orta sahadan da hücuma adam atabilmek gerekirdi. Marcelinho'nun ilk şutunu 55'te, Ersen'in de maçın son bölümünde kullandığı dikkat çekmelidir.

25 Ekim 2006, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Manisa mucizesi‘’

Sahada 4-1-3-2 gibi dizilip hücumda Zelenka’yı da forvete iterek 3-2-3-2’ye dönen Vestel hemen tempoya yüklenip inisiyatifi ele aldı. Buna karşılık rakibi orta sahada karşılayamayıp 2-2-6 düzeninde yanlızca güdüsel bir savunma yapabilen Antalyaspor, Manisalılar’ın iki pasla boş kanada geçip dikine koşuları ve defans arkasına atılan pasları karşısında çaresiz kalıp çabucak geri düştü. Antalyalılar golü yedikten sonra hücumlarının yegane bel bağlanacak yönü olan sağ kanatlarıyla geliştirdikleri atakta, beraberliği sağlayıp hakemin inatla sarı kart göstermediği Suazo’nun liderliğinde orta sahada daha dirençli durarak, Manisa deplasmanında ikinci bölgede en fazla top kapan takım oldular. Oyunda da dengeyi sağlayan Antalya bu kez de hücum organizasyonunun belirleyici paslarını Taner’in bir türlü başaramaması yüzünden verim üretemediler. Üçüncü bölgeye yeterli adam gönderemeyen Antalya’da Ali Bilgin’in çıkışları değerlendirilemedi. Aslında sağ bekten çıkan Caner’le nefes alıp, iki asistle üç de zorlukla önlenen korner üreten Uğur’un daha çok kullanılması Güneyliler’in işlerini kolaylaştırabilirdi. İkinci yarıda Caner’in şans golüyle öne geçen Manisa artık yapısal bir mesele gibi gözüken şekilde orta sahanın oyundan düşmesi ile savunmaya çekilerek kontratak oynamaya başladı. İki forvetini de değiştiren Antalya son dakikada maç boyu tek isabet sağlayamadıkları yan topların sonuncusunda topla iki kez buluşup beraberliği sağladı. Holosko’nun tek başına kazanıcı karakteri ve sanatıyla attığı golde sevinçten deliren Manisa taraftarları dakikalar önce 4 dakikalık uzatmaya neden isyan ettiklerini unutmuşlardı.

16 Ekim 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tartışmanın zamanıdır‘’

Vestel Manisa’nın oynadığı futbol hiç de çok özel değil, ama ligimiz açısından yarattığı durum çok özel. Artık çağdaş futbol ölçeğinde vasat bir standart sergileyen Vestel Manisaspor’un kaba yağcılığını ve Yanal fetişizmini bırakıp, futbolumuzun hal-i pürmelalini tartışmak gerekiyor.Manisa 5 dakika baskı yapıp golü atta ama, Çaykur Rizespor Altan ve Cire’yi 7-8 Vestelli’nin arasında yanlız bırakıp geri kalan oyuncularıyla sahte bir alan savunması yaparak geride beklemekten vaz geçmedi.Sahte alan savunması temel olarak ikili mücadeleleri sürekli erteleyip geride beklemekten ibaret bir savunmadır ki, çok çirkin bir durumdur. Bu maçta alacağı topun üzerinden atlayıp geriye, savunma bölgesine koşan oyuncu bile vardı.Rizespor orta sahada hiç ikili mücadeleye girmeyince, bütün topları Vestelliler’in ceza sahasına soktuğu toplarla kazandı. Bu durumda Manisaspor oyunu hep kaleye bir vuruş mesafesinde oynadı ki, istediğini almısı için tek isabetli vuruş bile yeterliydi.Rizeliler kaptıkları toplarda hücum düzenine geçmek yerine topa sahip olan oyuncunun Vestel orta sahasına driplinglerle dalmaya çalışması yüzünden, rakip kaleye tehditkar şekilde bakamadı bile. Vestel kalesindeki en tehlikeli vuruş Burak’ın ilk yarıda yaptığı geri pasıydı. Hücumun anahtarlarından Emrah, ilk ortasını 34’te, ikinci ve üçüncüsünü ise 82’de yaptı.Vestel’de oyunun önemli bölümünü yürüyerek oynamasına rağmen, yanlızca yaklaşım farkıyla haklı ve bariz bir üstünlük sağlayıp az farklı bir galibiyet aldı: Dökülen rakiplerle oynamak çok sıkıcı ve motivasyon bozucu olmalı!.

25 Eylül 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hangi Beşiktaş hangi Denizli‘’

Tigana takımın sorunlarını dünkü gazetelerde açıklamıştı; ‘Hücuma kalktığımızda orta sahamız tamamen boşalıyor, defansta çizgi halinde yakalanıp açık veriyoruz.’Maça nerdeyse 1-0 önde başlayan Beşiktaş’ta, Tigana’nın ifade ettiği gibi bir problem pek görülmemekle birlikte, ortaya daha hoş bir futbol görüntüsü çıktığını söylemek de mümkün değildi. Defans dörtlüsü ve önündeki üçlüye bölge değiştirtmiyor, rakip yarı sahaya üç dört kişiden fazlasını göndermiyorlardı.Denizli’nin işini, kendi eylemsizliğiyle iyice kolaylaştıran Beşiktaş, topu ve orta sahayı rakibine bırakıp kendi cezasahasına yığılarak bekliyordu.Oyuna tedirgin giren ve aslında savunma hariç hiçbir hattını oyuna etkin bir şekilde sokamayan Denizlispor, biraz pas yapınca Beşiktaş presinin kolayca çözüldüğünü, rakibinin yürüye yürüye geri çekildiğini biraz da şaşırak gördü. Tempoyu forse etmemelerine rağmen sahadaki daha hareketli takım olup, hücum alanına kalabalık gitmeye başladı.Ferah ferah alan bulup, rahat rahat pas yapan Denizlispor, üçüncü bölge aksiyonlarını bir türlü gerçekleştiremedi. Adriano takım içindeki duruşuyla da yabancıydı. Hiçbir arkadaşıyla teması olmadığı gibi, bireysel anlamda girişkenliği ve fırsatçılığı da eksikti.Yusuf’un verim üretebilmesi için yanındaki arkadaşlarının cesaretle bindirmeler yapması gerekiyordu. Ne Mustafa, ne Bülent, ne de Selahattin bu boş koşuları yaptılar.Hücum bölgesindeki tek gol ayağı olan Selahattin son derece önemli iki fırsatı harcadıktan sonra maçın sonuna diri giremediği için, Beşiktaş’ın biraz daha orta sahaya çıkıp savunmada geniş alanlar bıraktığı dakikalarda da Hacıbegiç’in hücuma dönük değişikliklerine rağmen atak sonlandırmada gelişme gösteremediler.Beşiktaş ligin en zayıf takımlarından birine karşı daha zayıf bir görüntü vererek, kazandığı üç puan dışında kendisine hiç bir anlamlı katkısı olamayacak bir maç oynadı.

21 Ağustos 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Finali olmayan maç‘’

Oyunun en kritik mücadelesinin Song-Tomas ikilisinin Vestel’in fiziksel açıdan gayet yıpratıcı Holosko-Meduna ikilisine karşı olacağı belliydi.Yanal bir taktik hamle daha yaparak Holosko ve Meduna’yı savunmada kanatlara çekerek Galatasaray stoperlerini kale önünden uzaklaştırarak buraya Zelenka’yı üçüncü bir forvet gibi sokup özellikle Tomas zafiyetini sürekli işledi. Tomas’ın fiziksel eksikleri giderilebilir bir sorun olmakla birlikte, Tomas’ta özgüven kaybı ve yalnızlaşma da gözükmeye başladı ki bu da gayet ciddi bir durum. Vestel hücumu her an 5’leyebilecek gibi bir yapıda oynarken Galatasaray solu hiç kullanamayınca Gerets doğru bir tercihle Arda’dan hücumda vazgeçip Cihan’ı savunmadaki Zelenka gediğini kapatmakta kullanıp, zaten fiilen işleyen tek hücum alternatifi olan göbek organizasyonlarına verdi.Eric Gerets’in bu yılki Galatasarayı’nın en üstün tarafı ceza sahasına ortadan yaklaştıklarında 3. bölgede tek paslarla çok adam ile aktifleşmeleri ve çok çabuk atak sonlandırmaları. Hakan’dan başlayan ataklarda İliç, Necati ve Ayhan ile bu becerilerini etkili sergilediler ama ekstra pas gayretini abartıp vuruşları yapamadılar.Savunmanın göbeğinde ve önündeki sorunu tam olarak çözümleyemeyen Galatasaray, ikinci golü yedikten sonra takım olarak sert bir sınavla daha karşılaştı. Her şey yolunda giderken motivasyon kolaydır ama toparlanıp geriden gelmek takımları iyi takım haline getiren bir karakter gerektirirGalatasaray sarsılıp oyun disiplinini yitirir gibi olduğunda, takımın ‘asi’ oyuncusu Hasan Şaş, takımını derleyip toparlayan bir moral disiplin unsuru oldu.Üzerilerine aşırı yük bindirilen Meduna-Zelenka-Selçuk ve Holosko yorulunca Galatasaray oyuna hakim oldu, belki öne de geçebilecek bir tempo da yakalamışlardı ancak Meduna’nın sahada kriz geçirmesi maçın gerekliliğini, ruhunu anlamını yok ederek fiilen sona erdirdi.

20 Ağustos 2006, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol, hemen!‘’

Bu bakımdan ilk haftalarda her puan iyi ve tatminkâr, mağlubiyete uğrandığında ise panik yaratmayacak az farklı sonuçlar almak önemlidir...Hem Denizlispor, hem de Konyaspor birbirlerine benzer dizilişlerle, sahaya 4-3-1-2 ile çıktılar ancak, iki takım da bu yerleşim biçiminin defansif yaklaşımını kullandılar. İki takımın da 3’er hücumcusu karşılarında hep 6-7 defans oyuncusu buldular.Yavaş hücum eden Denizlispor’da Selahattin ve Adriano, Yusuf’un servislerini genel olarak yüzlerini geriye dönerek kullanırlarken, Konyaspor’da Yordanov orta saha ile forvet arasında mekik dokuyarak şaşırtıcı şekilde emekçi tulumu giyiyor, Ahmet Belal ile Tayfun ise defansın arkasına kuvvetli koşular yaparak hücuma derinlik kazandırıyorlardı.Denizli’de forvete ortadan destek verecek olan Serhat gayet yavaş ve kararsız çıkışlar yapıp kanat bekleri de hiç kıpırdanmayınca Horozlar devreyi iki zayıf vuruşla tamamladılar, dahası ofsayta bile düşmediler.Konya çabuk çıkmaya çalışıp topu da çabuk kaybetti ama bölge değiştiren oyuncu sayısı biraz daha çoktu. En azından golde ilk kafayı defanstan gelen Erhan vurdu. İkinci yarıda Konya biraz geriye yaslandı, Denizlispor soldan birkaç ortaya vuruş yaptı, ancak bu yaklaşım geçici bir heves gibi yok olup gitti. Oyuncu değişiklikleri ise mentalite değişmediği için etkili olmadı, dikine ve çabuk oynayamadılar, Konya’nın bir zaaf anını beklediler.Konyaspor istediğinde boş alanları iyi kullanıp çoğalarak etkili ataklar yaptı. Nurullah Sağlam pekala iyi bir atak takımı olan Konya’yı dizginlememeli.

14 Ağustos 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Alkışlar Sakarya'ya‘’

Aslında yalnızca kazanmanın da en çok yüceltildiği maçlar, finaller olmasına karşın herkes maçın futbolun iyicil birikimleriyle kazanılmasını arzular. Finallerin ruhu mutlaka korunmuştur.Belirgin olan şey şudur: Finaller kendi ruhuna uygun karakterdeki takıma teslim olur ve kendi kahramanlarını yaratır.Hem Altay, hem de Sakaryaspor en iyi futbollarını göz önüne alınca oldukça potansiyelli takımlar olmasına karşın, çıtayı sürekli yukarıda tutamadıkları ve maç içinde birkaç kez kimlik değiştirebildikleri için düdük çalınana kadar bir öngörüde bulunmak hem zor, hem de belki yersizdi.Görüldü ki Sakarya geride 4- 1’lik bir savunma birliği tutup, hücuma rakip savunma arasına attıkları baskın pasları ile çıkıyor, kaleye doğrudan inemezlerse,topa basıp hemen kanat bindirmeleriyle baskın pekiştiriyorlardı.Diğer tarafta da Altay oyununun en etkili yönü olan hücuma ağırlık vererek, ataklara en kısa zamanda 4- 5 kişiyle çıkarak gol iştahıyla oynuyor, Sakarya’nın kanat beklerinden topun oynandığı tarafta olan ileri çıkıp orta sahada alan daralttığı için, geride 3 kişiyle kalan savunma, Altay topu terse aktardığı ataklarda boşlar veriyordu.Takımların hareketli ve kalabalık hücum ettiği cüretkar ve cömert oyun yapısından çok pozisyon çıkması normaldi, goller ardı ardına geldi: İlginç olan önce kontratak düşünen Sakarya’nın ilk iki golünü yerleşik defansın arasına yapılan koşularla atması ilginçti.Altay geri düşünce geri dönecek iradeyi gösterdi ve rakip kaleye daha çok vuruş da yaptı ama gerçek, rakibini pasifize edecek bir hakimiyet kuramadı.İlk yarıda pas servisiyle çok iyi bir performans sergileyen Taner, ikinci yarının 55-60. dakikaları arasında finalin kahramanı olmasını sağlayan müthiş bir zirve yaparak maçı bitirdi ve son yarım saati taraftarlarının mutluluğuna tahsis etti.Altay’ı final maçında da deplasmanda oynatan taraftarıyla, takımı için çok daha fazla sayıda kalp çarptıran Sakarya’nın üstünlüğü haklıdır.Sakaryaspor’u kutluyorum.Altay’ın ise doğru dürüst tartışması gereken bekletilmiş çok konusu var.Altaylı futbolcular da özel bir saygı ve alkışı hak ettiler.

25 Mayıs 2006, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI