Arama

Popüler aramalar

‘’Ağzı olan...‘’

Beşiktaş’ta, öyle işler oluyor ki ne yazacağınızı şaşırıyorsunuz. İnandığınızı ve olması gerekenler ile olasılıkları yazıp okurlarla görüşlerinizi paylaşırken mutlaka ‘ağzı olan’ birisi çıkıyor iki çift laf ediyor. Yazanın da, dinleyinin de, okuyanın da aklı başından gidiyor...
Altından iskemlesi çekilmişler gibi ‘kıç üstü’ küt diye düşüyorsunuz, alt tarafınınız acıyor. Sonra bir demeç daha; bu seferden sinirden hopluyor, kafanızı tavana vuruyorsunuz sözün özünde şaşkınlaşıyorsunuz...
Zaten takımın futbolu da haftadan haftaya değişiyor. Elindeki kadro ile, (Cisse pozisyonundaki yalnızlık ve transfer eksikliği hariç) Türkiye Ligi’nin en önemli şampiyonluk adaylarından biri olması gerekirken bir bakıyorsunuz, Kayserispor maçındaki gibi; hiç mücadele etmeden, koşmadan, basmadan, şut atmadan hatta kaleye bile gidemeden mağlup olup dönüyor. Mağlubiyet olabilir ama mücadele ederek olursa kabul edilir. Oysa ki, önceki haftalarda geriye düşüp müthiş bir hırsla maçları alanda aynı futbolculardır. Bahsettiğimiz ‘istikrarsız’ futbol tablosu da işte budur geçen hafta Beşiktaş ile ilgili ‘Dikkat başlıyooor’ başlıklı yazımı okuyanlar hatırlayacaklardır. Şampiyonluğa en yakın kadro yapısı olan Kara Kartal’da, bundan sonra takımı yönetebilmenin önemli olduğunu ve iyi yönetilirse şampiyonluğun yakalanabileceğini yazmıştım. Ve zurnanın zırt dediği yer olarakta beklediğim tehlikeyi ‘Boş konuşmak’ olarak belirtmiştim. Televizyon ve gazete meraklılarını koli bantıyla, bantlayıp kenarda tutabilirse Beşiktaş, şampiyonluğa ulaşır diye de ilave etmiştim.
Olacakları daha önceden bilmemizin müneccimlikle alakası yok, yılların spor yöneticiliğinin verdiği tecrübe bize bunları yazdırmıştı. Dikkatimizi çeken son konu ise: Kayserispor maçından sonraki demeçler oldu. Gelen yenilgiyle, suratların asık, morallerin bozuk olması doğaldır ama; ümitsiz ifadeler,yıkılmış bir duruş sadece rakiplere güç verir bunu hatırlatalım. Takımların liderleri birlikte oldukalarını motive eder. Hedef gösterir. Hedefe ulaşmanın inancını ortaya koyar. Vücut dili de, ağzındaki dil de boşa dönmez ‘Avara kasnak’ olmaz. Beşiktaşlı’nın, takımı yönetenlerden beklentisi: Ağzı olanın konuştuğu değil, yüreği olanın mücadele ettiği “TAKIM” bütünlüğüdür.

14 Şubat 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nerede kalmıştık‘’

Soğuk havanın, ısıtıcısı oldu dün sahadaki Sarı-Kırmızılı futbolcular. Nerede kalmıştık dercesine Fenerbahçe maçında bıraktıkları yerden, aynı oyun disiplini ve aynı kazanma isteğiyle geceyi taraftarı için bayram yerine çevirdiler. Manisa’nın sert olmayan ve az koşarak boş alan bırakıp oynaması, tam da Cim Bom’un istediği oyun stiliydi.
Arda, sanki maçın bütün anahtarlarını üstünde taşıyor gibiydi. Neresi kilitliyse, orayı bir çilingir edasıyla açtı. Sıkışıklığı Cim Bom adına bolluğa çevirdiği anlarda; Barış, Hakan, Ümit Karan’da meyveleri topladılar. Topal’ın koşuları gecenin çalışkanlık güzelliğiydi. Barış’ın ise, Topal’ın ön tarafındaki bölgeyi kontrol etmesi, önümüzdeki günler için iyi görüntülerdi. Servet ve Emre gecenin hem en talihlileri hem de en talihsizlileri oldular. İlk yarı müşterisiz otelde kalır gibiydiler, ikinci yarı ise önlerinde bol müşteri buldular.
Aynı şeyler Orkun içinde geçerli. İlk tehlikeli topu Rafael’le yaşayan Orkun, bu dakikadan sonra gelen bütün topları kalesinde gol olarak gördü. İkinci yarıya başlarken Yılmaz Hoca, kanatları kullanmayı düşünmüş olmalı ki, ön liberodaki Ümit Bozkurt’u sağ beke, sağ bekteki Şener’i de onun önüne, sakatlanan Celalettin’in yerine ise Ferhat’ı alarak kenarlardan Galatasaray’ı avlayabileceğini hesapladı. Bunda da haklı çıktı. Martinez’e ‘Süper Lig’e hoşgeldin’ gecesi düzenleyen Cim Bom’un seyircisi, şampiyonluk istiyorsa takımını yalnız bırakmamalı.
Galatasaraylı futbolcular da doksan dakika bitmeden, maçın bitmeyeceğini bilmeli ve taraftarların yüreğini ağzına getirmemeli.

10 Şubat 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dikkat başlıyooor!‘’

Milli maç bitti. Lig heyecanına verilen ara da sonlanmış oldu. Bu hafta sonu yarış akldığı yerden yeniden başlıyooor!
Milli takımın hazırlık maçına Kartal açısından daha sonra dönelim, öncelikle esas meseleye değinelim...
Ligin ilk yarısı boyunca inişli çıkışlı performans gösterdi Beşiktaş.
Kimi zaman oynanan futbolun zevk vermediği tartışıldı, kimi zaman da son dakika golleri olmasa bu kötü futbolla ligin üstüne tutunamazdı yorumu yapıldı. Sakatlıklar, yabancı transferindeki lüzumsuzluklar, son transferdeki; pantolon uyduramadık gömlek verelim görüntüsü ile alınan Schildenfeld, geçmiş maçlardaki hakem hataları ve bilimum yanlışları üst üste sıralasanız da, ortada bir gerçek var ki, bu yadsınamaz. O da zor dönemini Beşiktaş’ın geride bıraktığı ve şampiyonluğun en büyük adayı olduğudur. Peki kadro yapısı ile, hep yazdığımız konuştuğumuz, anlattığımız şampiyonluğa yakınlık görüntüsü bu kadar gerçekçi mi?
Uzatmadan söyleyelim: Evet!
Ama şartları yerine getirilirse...
Bu zorlu yolun ilk şartı: Takımı iyi yönetmektir...
Kimseyi küstürmeden, rekabet içinde ama kavga ettirmeden, sakatları suçlayarak değil sevip durumunu anlayıp bir an önce kazanarak, dedikodu yaptırmadan, şampiyonluğa ve birbirine inandırarak, sahada birinin yediği tekmeyi bütün takım yemiş gibi tepki verebilecek birlikteliği sağlayarak ve en önemlisi formanın adaletli dağıtıldığına futbolcuları inandırarak yürünürse, bu yol aşılır ve şampiyonluk yakalanır.
Buraya kadar her şey tamam da, bir de ‘zurnanın zırt’ dediği yer var ki, esas oraya dikkat edilmeli önümüzdeki dönemde; o da boş konuşmak...
Çünkü, bu iş öyle bir iştir ki, baştan sona kadar mükemmel verdiğimiz konserin tam da bitiminde alkışa hazırlanırken, yanlış parmak yanlış delikte durup, zurnaya zırt dedirtti mi (!) yandı gülüm keten helva durumuna gelirsiniz.
Anlatmak istediğimiz odur ki: Bugünden sonra Beşiktaş’ın başını en çok ağrıtacak konu boş ve lüzumsuz konuşmalar olacaktır.
Gazete ve televizyon düşkünlerini koli bantıyla bantlayıp kenarda oturtabilir ve işine bakarsa Kartal, bu şampiyonluğu yakalar.
Başa dönelim. Milli maç sonrasında Beşiktaş açısından düşündüklerimize kısaca dokunalım.
Bir zamanlar defansı tamamen Siyah-Beyazlılar’dan kurulu olan Milli Takımımız’ın o bölgesinde son maçta Gökhan Zan’dan başkası yoktu. Bu düşünülmeli. Herkese parmak ısırtan iki Serdar da yoktular, bu da düşünülmeli...
Forvette de İnönü’de Ay-Yıldızlı forma altında kimseyi göremedik, genç Kartallar varken nedendir? Bu da ayrıca düşünülmeli.
Düşünen ve düşünceli olmamız temennisiyle!!!

08 Şubat 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Türkler serbest kalsın!‘’

Yabancısı çok Fener, tamamen yerli malı Cim Bom’u Kadıköy’de favori olarak ağırladı... Ama beklediğini alamadı. Hafta boyunca galibiyete yakın gösterilen Sarı Kanaryalar, belki de hayatlarında birçoğu yeni derbi oynayan Galatasaraylı futbolcuların, olağanüstü istekle asıldıkları maçta, müthiş dirençle karşılaştı. Kalli, doğru bir tercihle Ümit Karan ile Hakan’ı yan yana sürmüştü. Arda’nın futbol kalitesini ve oyun içindeki zekasını kullanmak niyetindeydi. Arda da onu mahçup etmedi. Aslında çıkan kadro, Galatasaray’ın gol yemeden dönmek yerine, gol bulursa avantajlı olacağının düşüncesini yansıtıyor ve rakibinden korkmadığını işaret ediyordu. Kalli, bu ilk 11’le hem kendi futbolcularına güven verirken hem de rakibine çift santrforla oynadığını ve gol bulmaya geldiğini anlatıyordu.
Cumartesi günü yazdığımız yazıda; Fenerbahçe, eğer maçı istiyorsa baştan üstünlüğünü ve maçı kazanmak istediğini rakibine kabullendirmeli demiştik. Ancak bunu yapamadılar. Galatasaray, çok akıllı bir oyun planıyla rakibini hep önde tuttu. Tehlike yaratabilecekleri, kendi kalelerine yakın bölgelere gelmeden, baskı koyarak hem oyun üstünlüğünü elde tuttular hem de daha çok gol pozisyonu buldular. Sarı-Lacivertliler, çok düşünerek oynayacaklarına, çabuk düşünüp, çabuk pasla oynasalar, Galatasaray’ın alan savunmasını delebilirlerdi. Birbirine yakın oynayan ve iyi takım savunması yapan Cim Bom, adam markajı yapmadan Fenerbahçe’nin bütün etkili ayaklarını ikili sıkıştırmayla etkisiz hale getirmeyi bilebildi. Kalli, 60. dakikada Hakan’ı çıkarınca, Fenerbahçe, biraz daha rahatladı... Ama sonuçta; Cim Bom istediğini aldı.
Son söz; yabancı serbest kalsın diyenlere; Türkler, serbest olunca da demek ki, bu işler olabiliyor.

04 Şubat 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Pazar ola‘’

Ezeli rakiplerin yarın Kadıköy’de yapacakları maçtan önce iki takımı teraziye koyduğmuzda Fenerbahçe’nin kesesi hem saha içinde hem saha dışında daha ağır basıyor şu anda.
Sahanın dışından başlayalım öncelikle: Fenerbahçe’nin maçlarında, Başkan Aziz Yıldırım genelde tüm Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte tribünde yerini alıyor. Galatasaray’da ise Adnan Polat ve Haldun Üstünel, bir de genel müdürleri takımın yanında. Bir başka pencere; Sarı-Kırmızılılar, Seyrantepe gibi önemeli bir projenin açılışında protokolü zor toplarken, Fenerbahçe Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri, çok yoğun programı olan sayın Başbakanımız ile 1.5 saaten fazla görüşebiliyor...
Kanaryalar yarattığı ‘taraftarlık bilinciyle’ gişe ve ürün satışlarında rakiplerine göre ciddi kazanımlar elde ediyor. Son örnek: Sezon başında yabancı oyuncu sayısının artmasını sadece Sarı-Lacivertliler isterken, rakipleri buna karşı çıkıyordu. Son karar Fenerbahçe’nin dediği gibi oldu. Kimlere rağmen? Galatasaray ve Beşiktaş’a... O halde saha dışı başarıları getirenleri öncelikle tebrik etmeli Sarı-Lacivert’e gönül verenler. Çalışanın, başaranın hakkı teslim edilmeli...
Ve şimdi maç: Fenerbahçe, Galatasaray karşısına kendi evinin alışıldık üstünlüğü ile çıkacak. Galatasaray’ın; budanmış, kırılmış, sakatlanmış, kadrosunu elbette çok zor bir maç bekliyor. Özellikle gençlerin çoğunlukta olduğu bu kadronun derbi maçlarda ne yapacağı kolay kestirilemez. Ezeli rekabetin getirdiği motivasyonla, gurur ve onur savaşı yapacak Sarı-Kırmızılı gençler karşısında Fenerbahçe’nin, tempoyu kontrol eden, iyi pas yapan tecrübeli ayakları eğer maçı hafife alırlar, pazar rehavetine kapılırlarsa üzülürler. Baskı ile rakibi bunaltarak üstünlüğünü kabul ettirerek başlarlarsa da genç Galatasaray kadrosu dağılabilir. Sarı-Lacivertliler çabuk pas yaparak, rakip alanda çoğalarak oynar, Galatasaray’ın takım savunmasını oyunun boyunu uzatarak bozarlarsa Alex’in göbekte aralara bıraktığı paslarla skoru çabuk yakalar. Cimbom’un doldur boşalta dönmesi ise Fenerbahçe’nin ekmeğine yağ sürer. Bekleyelim görelim, pazar ola hayrola diyelim her iki takıma da başarılar dileyelim.

02 Şubat 2008, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş zenginliği‘’

Holosko’nun gelişi, Nobre’nin dirilişi, Delgado’nun oynarken hem sorumluluk hem de zevk alması, Cisse’nin her maça daha fazla ağırlığını koyması, Rico’nun golle geri dönmesi, geçici formsuzluğuna rağmen Bobo gibi bir santrforun kadroda olması Beşiktaş için şampiyonluk yolunun önemli artılarıdır.
Son dönemde çok tartışılan, aslında ligin ilk haftalarından sarkarak gelen stoper sorunu her ne kadar Diatta fiyaskosu ile son bulmuş gibi olsada görünen o ki bu sene mutlak şampiyon olmak isteyen ve bunu zorunluluk olarak hisseden, Yıldırım Demirören ve ekibinin o bölgeye yapacağı transfer ile Kara Kartal hedefe varacak ciddi bir “Kadro zenginliği” ile ligin devamında sahada olacak... (Bize göre Koray’ın satılması Cisse bölgesinin, yalnızlaşmasıdır belirtelim.)
Rakip takım hocasının soyunma odasında eline gelen esame listesi, başlayacak maçın anahtarı gibidir. Hafta içinde yapılan bütün analizlerle kurgulanan oyun planının son düzeltmeleri maç öncesi bu listeye göre yapılır. Bir an için siz kendinizi Beşiktaş’ın rakibi olarak düşünün ve listede; Bobo, Nobre, Delgado, Rico, Holosko’yu arkalarında da ‘süpürücü’ görevi yapan, dönen toplarda kaleyi de yoklayan Cisse’yi görseniz ne hissedersiniz. Siz ne hissederseniz rakip takım da, teknik adamından futbolcusuna kadar aynı şeyleri hisseder. Bu psikolojik üstünlük şimdi Beşiktaş’ın üstün görünüşünü rakibe baskı olarak ortaya çıkaracak önemli bir faktör olarak gözüküyor.
Rakiplere kadro korkusu veren Siyah-Beyazlılar’ın teknik heyetinin esas işleri, şimdi başlıyor. Son haftalarda geriye düşüp kazandıkları, ya da uzatmada 3 puana uzandıkları maçlar yerine taraftarını ve camiasını bu değerdeki kadronun oynaması gerektiği gibi oynatarak, her geçen gün üstüne koyarak, beklenen oyun kalitesine ulaştırıp mutlu etmek artık mazeretsiz görevi olmuştur takımı yönetenlerin.
‘Beşiktaş zenginliği’ olan bu kadroyu Ertuğrul hoca artık; az gol yemek felsefe ekseninden, yediğinden fazlasını atacağına inanan, öz güvenli, agresif, korkmadan saldıran, sürekli gol arayan, ‘Futbol saldırganı Kartal’ olarak planlamalıdır ve inancımız öyle de planlayacaktır...

01 Şubat 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şakalama!‘’

Kim kimden randevu istiyor anlamamıştım, gazetedeki demeci okuyunca...
Takımdan sorumlu olan randevu istiyordu. Kimden? Kendinden sorumlu olandan! Futbola patron olma görevi verilen yönetici ile görüşemediğinden dem vurarak; “Futbol şubesinin genel müdürüne söyledim, baş sorumlu ile görüşmek istediğimi, herhalde yakında randevu verir” diyordu, gazetecilerin gözünün içine bakarak... Biraz alaycı çokça da sitemkârdı. Çaresizliğini değil, durumu herkes anlasın istercesine nereye gideceğini bilerek konuşuyordu. Şaka gibiydi kısacası! Ve sonrası garip bir grip Noel’e denk geldi, arkasından devre arası, sonra ‘geç toplanıyorlar’ yaygarası, ‘tesislerde hoca yok, biz çalışalım’ diyen futbolcuların meslek aşkı, yardımcı hocaya; “Madem onlar sahada, sen neden buradasın? Sen de takımın yanına git” baskısı, ast-üst ilişkisi düşünülmeden, teknik patronun programına bakmadan, yardımcısı ile onun programını delme lüzumsuzluğunda söylenmiş laf salatası.
Kalli’nin basın toplantısı, aba altından değil, açıktan gösterilen transfer sopası. ‘Şakalandık’ zanneden Polat, ‘sobelendik’ zanneden Fatih Gökşen, hepsi bir alem. Televizyon demeci Polat’tan; hocayı kollar, arkasını sıvazlar nitelikte. Karşılığında da, şamar gibi bir cevap, manşetlerde Fatih Gökşen’den... Şube sorumlusu iki yönetici, ‘şubenin sorunlusu’ yüzünden böylelikle karşı karşıya geldi aniden.
Sabri’nin itilişi, Hakan ve arkadaşlarının onun için eve dönüş dilekçesi, önce kabul edilir ağzı, sonradan hoca Kalli’nin fermanı, gitti gidiyor genç çocuğun kafası... ‘Transfer yapılmazsa giderim resti’ ne olacak sorusu, cevabı, tam bir grip vakası!
Şakacının son şakası, “Ben onu şaka olsun diye söyledim” yanlaması. Sorumlu ile sorunlu konuşması, havaalanında mikrofon kazası, “Aldığınız kadarın gitmesine izin veririm” saçmalaması. Bu kadar ‘şakalamadan’ çıkan gerçek eğer ligde liderlikse, şampiyonluk için herkes aklını başına almalı, daha ciddi olunmalı, futbolcuların gayreti alkışlanmalı.

31 Ocak 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne de olsa büyük‘’

iç sahada 10 haftalık zafer şarkısı, biraz da bunun havası, ilk defa bir büyükle evinde karşılaşacak olmanın heyecanı, şampiyonluk telaşı derken Sivas beklemediği, ummadığı sonuçla şampiyonluk yolunda ilk darbeyi Kanarya’dan yedi. Fenerbahçeliler, bir büyüğe yakışacak şekilde, tempoyu hep kendileri ayarladı. Sivas’ı istedikleri gibi oyuna zorladılar. Sivas, alışık olduğu sistemden belki de Alex’i kontrol etmek adına taviz verince, sağ ve sol kanadı atış alanı gibiydi. Hayrettin’nin tarafını Deivid-Gökhan ikilisi, yarış pistine çevirdi. Musa, içeri girerek oynayınca, Abdurrahman’ın tarafı da açık alana döndü. Kanarya, kanatlardan getirdiği her topla, tehlikeli oldu Sivas kalesinde.
Alex’e ayrı bir yer açalım... Oynamıyormuş gibi olduğunda rakibi aslında uyutuyor ve bitirici final pasını atıyor. Oyun içinde gözüktüğü anlarda ise, rakibin dengesini bozacak her türlü cinliği paslarıyla yapıyor.
Deivid, Selçuk, Marko çalışkanlığı, soğuk Sivas gününün ısıtıcısıydı. Kadrosu dar rakiplerini çok iyi analiz eden Fenerbahçeliler, hem ilk topa bastılar hem de bozuk zemine rağmen topu rakip alana çabuk çıkararak Sivas’ı kendi silahıyla vurdular. Sivaslılar, kaybettikleri her toptan sonra, sahada birbirleriyle toplantı yaparken, Fenerbahçeliler, galibiyet için akıllarını hep oyunda tuttular. Tartışmasız skorla, futbol adına her şeyi yapan futbolcular ile Zico’nun oyunu koparacak doğru değişiklikleri, kalan 14 haftanın müjdeli habercisi gibiydi Kanarya için. Dileğimiz, Sivas’ın bundan sonra dağılmaması, bu misafirperver kentte futbol heyecanının devam etmesi.

28 Ocak 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI