Arama

Popüler aramalar

‘’6'lı tuttu‘’

Soğuk İstanbul gecesinde, sıcak görüntüler vardı maç öncesinde. Rüştü, Hakan elele jesti, verilen karanfiller, güller, gülen yüzler, bitmeyen tezahürat, tükenmeyen destek hepsi taraftarın şampiyonluk inancının göstergesiydi sanki. Bunları görünce; eğer şampiyonluk istiyorsa Kartal, bu gece, bu morali kazanmalı diye aklımızdan geçirdik. Tabii ki ligde daha çok maç var. Ama sanki bu maç, şampiyonluk yolunda bir kırılma noktası, şampiyonluk inancının pekişeceği ve inatla sürdürüleceğinin ümidiydi. Öyle de başladı... Ama sonrası, uzun süre yanlışlarla devam etti, mutlu sonla bitti. En gerideki Baki ile en uçtaki Bobo ve Nobre, birbirlerini dürbünle bulacak kadar uzakta oynadılar. Oyunun boyunu bu kadar uzatınca, Antep’in yapmak istediğini de Beşiktaş yapmış oldu.
Gaziantepliler, Özgürcan ile Baki ve Toraman ikilisini geriye doğru itmeye, orta alanı tek başına Cisse’ye, geniş ve yalnız olarak bıraktırmak istemişti. Buna da Beşiktaşlılar yardımcı oldu. Kalabalık tuttukları orta sahalarıyla Beşiktaş’a pas yaptırmamaya çalışan Antepliler, topu kazandıklarında da çabuk ve tek topla çıkınca Beşiktaş, sancılandı. Kartal, çok adamla hücum ederken önemli bir şey unutuyor... Çıkışta kaptırdıkları topların hep arkasından koşuyorlar, kademeyi kaybediyorlar. O zaman da Cisse yalnız, Baki ve Toraman çaresiz kalıyor. Asıl sorun da takım savunması olarak gözüküyor özetle. 38. dakikadan 45’e kadar yapması gerekeni yapan Kartal, stoperleri öne çıkarıp oyunu da rakibin ceza alanına yığınca, golü de buldu. Kazanmanın şifresi de aslında buydu.
Doğru değişiklikler, seyircinin mutlak kazanma istediği, sahadaki Kartallar’ın bitmeyen galibiyet hırsı hakettikleri 3 puanı onlara getirdi.

27 Ocak 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Testi kırılmadan‘’

Antep’de 5, Alanya’da 10 olunca ağızlar kulaklara vardı haklı olarak taraftarda. Zorlu deplasmanların kolaya dönmesi, bolca atılan goller, futbolcuların neşesi, takım olma adına ortaya çıkan görüntüler, Antalya’nın güzel ve tatil havasından biraz etkilense de, aslında uzunca süredir Fenerbahçe’de Brezilyalılar’ın havalarını bulmalarından bizce.
Önemli silah ve her kapıyı açan Alex’in, neşeli ve istekli oluşu, Roberto Carlos’un “kalabalık” apoletine rağmen, sahada işçi gibi örnek çalışkanlığı, Deivid’in Zico’dan gelen sonsuz krediyle özgüvenini kazanması ve oyuna katkısı, Edu’nun üst üste yaptığı hataların hoş takım içinde hoşgörüyle karşılanması ve ona Brezilya desteği verilmesi, Lugano’nun da Latin rüzgarıyla bu ekibin içinde olması, artık bizden olan Aurelio ve Vederson’u Brezilya dizisine köprü göreviyle katıp, Zico’yu da başlarına koyunca, “küçük Brezilya”ya dönen Kanarya müthiş bir sinerji yakaladı son dönemde.
Birlikte olmaktan mutluluk duyan bu takım görüntüsü, aslında Fenerbahçe’ye gönül verenleri mutlu etmesi gereken resimdir bizce. Bütün bu güzelliklerin yanında aklımıza takılan bir-iki soruyu paylaşalım. Brezilyalı futbolculardan herhangi birisi takımdan kesilirse veya ceza alırsa acaba bu, diğerlerini etkiler mi?
Mesela Alex’in istemediği bir oyuncu takıma girebilir mi? Veya onun çok istediği ve sevdiği bir futbolcu takımdan kesilebilir mi? Bu, Brezilyalılaşan Fenerbahçe için tehlike oluşturur mu? Takımlarda aynı ülkeden birçok futbolcuyu transfer etmenin avantajları olduğu gibi, dezavantajları da vardır. Topluca mutlu olanlar, gün gelir topluca mutsuz da olabilirler. Bu unutulmamalı.
Takımı yönetenlerin gözleri, sürekli takım içi ilişkilerde olmalıdır böyle durumlarda.
İplerin yönetenlerin elinde olduğunu ve gözlemlendiklerini herkes bilmeli ve hissetmelidir kısacası.
Bunların yazmamın sebebi; sakatlıklar ve kart cezalısı oldukları için mecburiyetten oynatılan ve şanslarını iyi değerlendiren futbolcuların da, bugünden itibaren haklı olarak forma bekleyecek olmalarıdır. Zico da adaletli forma dağıtmak zorundadır, rekabet içinde başarının gelmesi için...

26 Ocak 2008, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Antep Gazi oldu‘’

Güneşli Antep günü, ateşli Fenerbahçe için Samba habercisiydi sanki maçtan önce. Son haftaların çıkış yapan takımı Antep karşısında zor geçeceği düşünülen maç, Antep’ten ‘çıkma’ Kemal ile kolaya dönüştü dakikalar ilerledikçe. Aslında; maçı, ilk gole kadar olan bölüm ile golden sonraki kısım olarak değerlendirmek daha doğru olur. İlk bölümde, gol gelene kadar; cesurca atak yapan Gaziantep her çıkışında Fenerbahçe orta sahasını çabuk ve kolay geçebildi. Gol pozisyonu üretemese de, topa sahip olmak ve oyunu yönlendirmek onlara güven veriyordu adeta. Semih’in yalnızlığı, Alex’in pas yolunun tıkanması da Antep’in avantajları oluyordu. Deivid’in yerini kaybederek oynadığı anlar yalnız kalan Gökhan’ın kanadı, Fenerbahçe’nin tehlike yaşadığı alandı.
Ve maçta 2. perde golle açıldı. ‘Günün adamı’ Kemal, Alex’in yükünü hafifletirken, Selçuk onun bıraktığı boşlukları kapatmaya başladı. Kanarya hem birbirine yakın oynayarak rakibine boşluk bırakmadı hem de kendisi hücuma çıkarken kaliteli ayaklarının ustalık kokan paslarıyla sürekli gol pozisyonu üretti. Kanatları çalıştırıp göbeği boşalttılar. Antep’i kenara çekince, bu sefer de şaşırtıp göbekten gol girişimine başladılar. Akıl kokan futbol şovu, bu dakikadan sonra maç boyunca da sürdü. Kemal kendi attığından sonra, Antepliler’e çarptırdığı ikinci golle hem maçı kırdı hem de Antep’in elini... 4. golden sonra halı saha maçına dönen ‘bitse de gitsek’ havasındaki maçta, eğer Fenerbahçeli futbolcular tempoyu sürdürseler gol rekoru kırar, Antep’i de ölüm döşeğinde bırakırlardı. Kanarya’ya alkışlanacak skor, ev sahibine de önemli dersler bırakan maçta Antep, ‘Gazi’ olarak maçı bitirdiğine dua etmeli.

21 Ocak 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bilmediğini oynama!‘’

Düşüncede doğru, uygulamada yanlış başladı Kartal maça... Rakip, lig sonuncusu Kasımpaşa olunca, eldeki stoperler de bitince, biraz mecburiyetten, biraz da gözü kestiği için 3’lü defans ve çok hücumcuyla bol gollü galibiyeti hedeflemişti Ertuğrul Hoca. Uzun süredir dörtlü oynayan Siyah-Beyazlılar, ne olduğunu anlamadan, daha ilk dakika dolmadan golü iyince hem şaşırdılar hem de paniklediler. Yenilen gol aslında 3’lü defansın, ‘4’lü’ oynarmış gibi pozisyon almasından gerçekleşti. Hem 3’lü oynayıp hem de tek çizgide kalmak neyin nesiydi... Anlayana kadar ikinci golde gelince, soğuk gece su kaynatmaya başladı Kartal için. Sürpriz hafta içi sakatlık olmadığına göre böyle bir oyun değişikliğini çalışıp maça çıkmalıydı Siyah-Beyazlılar. İbrahimler’e bakınca; defansın bu değişikliğe hazır olmadığı gözüktü. Maçın birkaç kırılma anı vardı. Yenilen ikinci golden sonra, çok kısa sürede Beşiktaş’ın gol bulması, 45. dakikada Kasımpaşa’nın yüzde yüz golü kaçırması ve maç 3-2’yken yine Kasımpaşa’nın kaçırdığı gol Beşiktaş’ın şans gecesinin önemli anlarıydı.
Seyirci baskısı, maç gidiyor korkusu ile Beşiktaş, ikinci yarıda oyuna daha fazla konsantre olunca, üstelik Delgado gibi ‘bir farklılık’ sahne alınca Siyah-Beyazlılar, kabusa dönecek gecede kendilerini mutlu edecek 3 puana ulaştılar. Bunda önemli rol; Delgado, Tello ve Cisse kaliteleriyle ikinci yarının hemen başında Ertuğrul Hoca’nın, Serdar Özkan’ı sağ beke çekerek 4’lü defansa dönmesi ve ezberledikleri oyuna geçmeleriydi. Kasımpaşa, 3’lü Beşiktaş defansına karşı zaten kaybedecek bir şeyleri olmadığını düşünüp, tek santrfor yerine çift santrfora dönseydi, şampiyonlukta Kartal, yol kazasına uğrardı.

20 Ocak 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Disiplin 'Şaş'ırtmasın!‘’

Rize ve Sarıyer maçları bulutlu havayı dağıttı Galatasaray’da. Özellikle yöneticilerin çok gündeme getirdiği ağır eleştirilere de, belki ara verilmesini sağlayacak bu sonuçlar alınırken hatırlayalım; Rize’de Hasan Şaş, “Kalli’ce” bir düşünce sonucu kadro dışı kaldı. Maçın sonucu bu şekilde olmasa şu anda tartışılmaya devam edecek bu kararı, birçok kişi Kalli’nin aldığı risk olarak yorumladı. Oysa ki; durumu sadece Kalli’nin aldığı risk ölçeğine küçültmek Galatasaray’ın riskini görmemezlikten gelmek olur.
Hasan Şaş sezon başında, hocasının ona düdük attığı antrenman görüntüsünden beri tartışılıyor Cim Bom’da. Kalbi temiz, özü sözü bir, yüreği kocamandır Hasan’ın... Kontrol edemediği hırsı, zaman zaman hem kendine hem de takımına zarar verebilecek işler yaptırır bu Adana delikanlısına... Takımı yönetenler de bunu bilmeli ve Kalli ile Hasan’ın sık sık kesintiye uğrayan ilişkilerini doğru zemine oturtmalıdırlar. Bilinmeli ki, her sonuç Rize’deki gibi güllük gülistanlık olmaz, riski de sadece Kalli ile sınırlı kalmaz, bizden söylemesi. Ters bir sonuç, küçük bir hesap hatası, treni kaçırtır. Ondan sonra da ahlar, vahlar hepbirlikte masal olurlar. Linderoth, Ayhan, Lincoln sakatlığı ve Song’un Afrika Kupası yokluğu, takıma kalite getiren futbolcuların eksikliği iken Hasan’ı da kullanmak ne denli doğrudur, iyice düşünülmeli... Lincoln ve Hakan’ın aslında yönetsel bir hatadan Kalli ve Ahmet Akcan ile problemleri henüz tam tedavi edilmemişken Hasan’ın da kaybedilebilme olasılığı, şampiyonluk yolunda her türlü ince hesabı yapması gereken Cim Bom’a pahalıya patlayabilir.
Disiplin ve futbolcuya dayalı olmayan düzen, kulüp prensiplerinin uygulanması, aklı başında herkesin kabulüdür kuşkusuz. Ama disiplinde ölçüyü terazinin taşıyamayacağı ağırlıklarla yapmaya çalışırsanız ve hakkaniyetle uygulamazsanız, esas kaos o zaman çıkar. Mesela tedavisinin bir kısmını ülkesi Brezilya’da, bir kısmını da kapıya konulduğu Schalke kampında yaptırmaya çalışan Lincoln’ün ödemelerindeki disiplin ile bu davranışındaki disiplinsizliği konusunda acaba Kalli ne düşünmektedir?
Ve bir disiplin sorusu da prensipten bahsedenlere: Galatasaray’ın altyapısında büyük emeği olan Zafer hocanın kulübün televizyonunda, terbiye sınırları içerisinde düşüncelerini söylemesinden rahatsız olup onu yollayanlar, yine kulübün televizyonuna başkanvekilinin davranışlarına eleştiri getiren futbolcusuna ne yapabilmiştir? Ve de acaba bu haklı sitemi emektar futbolcu neden dile getirmiştir?
Adalet ve disiplin, izah edilebilir olmazsa, mizah olur.

17 Ocak 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Aklın gittiği yer‘’

Gazetem Fanatik’i açıp arkadaşlarımın neler yazdığına bakmaya başladığımda, hayvan sevgisinin doruk yaptığı bizim Cem’in sütunu adeta beni içine çekti. Çok sevdiği; hem yaşlanan hem de ağır hasta olan köpeğini veterinere nasıl bıraktığını ve onunla ilgili haber beklediğini anlatıyordu yazısında kısaca. Devamlı çalan ve çok sevdiği köpeği ile ilgili kötü bir haber mi diye irkilerek açtığı telefonda bilmedik, tanımadık bir ses, çağdışı kafasıyla, belki de eski alışkanlığının devamı olarak Cem’i tehdit ediyormuş. Aklınca..! Görünmeyen numaradan görünmeyen yüzüyle önce kuvvetli sonra titreyen sesiyle Cem’e “Gece aleme rahat çıkamayacağını” anlatıp, tehdite benzer (!) konuşmasıyla bu arkadaş kendini mi tatmin etti, yoksa Beşiktaş’ı mı bu işe alet etti bilemem. Ama bildiğim bir şey var: Rengi kadar çizgileri de kesin ve net Siyah-Beyaz olan gelenekleriyle yaşayan ve 100 senelik Beşiktaşlılık kültürünün içinde tehdit yoktur. Ayak oyunları, dengesiz hareketler ve ahlaksızlık yoktur. Bu kulüp örnek alınacak değerleri ile 100 seneyi devirmiş ve bu günlere gelmiştir. Dokunulmazların değil halkın takımı olmuştur tarih boyunca. İlkelerini sportif başarılarının önünde tutabilen, bir ‘büyüklüktür’ Beşiktaş.. Hal böyleyken Cem Dizdar’a; “Camiaya zarar veriyorsun” diyebilecek, küçüklükteki kafaya hatırlatalım. Cem o camiayı herkesin bildiğinden daha çok sever. Büyük Beşiktaş çarşısının önündeki meydanda maç öncesi arkadaşlarıyla buluşup tribüne giden ender gazetecilerdendir. Sapına kadar Beşiktaşlı’dır. Onun için söz konusu Beşiktaş ise kişiler teferruat olur. Herkes basın tribününe giderken o Beşiktaş’ın kalbine kapalı tribüne gider. Tribünden çıktığında da maç oynamış kadar yorulur o tehdit edilen adam. Her platformda Siyah-Beyaz renkleri sonuna kadar savunur. Doğru bildiğini de her yerde söyler. Söylerken de saklanmaz.
Kartal’a gönül vermişleri kendi menfaatleri için susturmaya çalışanlara da en güzel cevabı Cem Dizdar’ın omuz omuza tezaurat yaptığı tribündaşları verir bizce.
Kara Kartal için gün birlik günüdür. Gazetecisiyle, tribünleriyle, yönetici ve futbolcusu ile birbirine sıkı sıkıya kenetlenmenin zamanıdır şimdi. Hedefe giden yolda kimse kaybedilmemelidir. Hele Cem ve arkadaşları gibi karşılıksız, maaşsız, gönülden Beşiktaş aşıkları hiç kaybedilmemelidir.
Ve unutulmamalıdır ki; akıl başta durdukça güzeldir, yeri değişirse sahibine zarar verir. Gittiği yerin şeklini alır...

16 Ocak 2008, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Piyango‘’

Konya’ya üzüntü, Kartal’a büyük ikramiye gibi olan maç; tam seri sonuna dönerken Nobre uyanıklığı ve golcü vuruşuyla, üstelik de uzatmada bitmişken seriye devam şekline dönüştü. Geçen 5 maçlık puanlı seri, ilk yarı deplasmanlardaki başarılı sonuçlar, Konya maçı öncesi umut vermişti Siyah-Beyaz’a gönül verenlere... Maçın kolay geçeceğini kimse beklemiyordu ama, Holosko transferi morali, lideri yakalayacak puan yakınlığı iyi bir başlangıç yapmak için artı motivasyondu.
Bozuk zemin, soğuk hava, sağlam yere basmayan ayaklar, kontrol edilemeyen toplar, kazanmaya oynayan her takıma olduğu gibi Kartal için de maç boyu handikap oldu. Konya’nın başarılı oyuncusu Murat Hacıoğlu’nun Gomez ile birlikteliği ve Sedat’ın vuruşuyla gelen pas koordinasyonlu gol, zaten sıkıntılı oynayan Beşiktaş’ı iyice zorladı. Delgado’nun kötü zemin tarafından adeta markajda olması, Konyalı oyuncuların da orta sahada Beşiktaşlı futbolculara doğru zamanlama ile baskı yapmaları, ilk 45 dakika boyunca hem gol pozisyonu olarak hem de oyun kalitesi olarak Kartal’a yakışmayacak görüntüdeydi. Ünal Hoca, akıllık ederek kalabalık tuttuğu orta sahayı iyi kullanırken Beşiktaş, anlamsız şekilde geriye yaslanarak oynadı. Oysa Konya’nın önde çabuk oyuncusu sadece Murat Hacıoğlu’ydu. Bir tek süratli oyuncu için defansı bu kadar geride tutmak, bozuk zeminle birlikte oyun boyunu uzatıp Beşiktaş’ın pas alış verişini aksattı. Organize olmayan ataklar, Holosko ve Bobo’yu da günün beklenenini veremeyenler olarak ortaya çıkardı. Zaman zaman rakibin üstüne oyunu yıkınca, hata yaptıklarını görmelerine rağmen ileride baskıyla avantaj sağlayacağına, Beşiktaş, daha çok topu bekleyerek oynadı. Böyle saha ve hava şartlarında topu bekleyerek değil, topa giderek avantaj yakalayabilirsiniz.

13 Ocak 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ders mi?‘’

Tartışmasız ara transfer döneminin ilk bombası Kara Kartal'ın Holosko'yu alması oldu. Son maçta, Manisa'da hocasına tavrı, genelde umursamaz hali birlikte geldiği ancak sonra gönderilen Zelenka ile yarattığı sorunlar onun çocuksu davranışlarının yanında değişken ruh halinin de göstergesi oldu Manisa'da.
Ersun hoca ile birlikte, Slovak Ümit Milli Takımı'nda gördüğümüz dayanıklılıığı, yüksek fizik gücü, sürati, mücadeleci yapısı ve ilerisi için ben varım diyen bu genç yetenek sonunda kendisine dar gelen Manisa'dan İstanbul'a geldi.
Büyük beklentiler ve yüklü ödeme tartışmaları ile birlikte bazı sorunlar da onun gelişiyle tartışılır oldu son günlerde. Bir kaç yönü ile biz de bu olaya bakalım: Manisa'ya verilen Burak ile Koray'ın alınırken kulüplerine yapılan bonservis ödemeleri, Holosko'nun alacakları ve bonservisi için kulübüne ödenenleri üst üste koyarsanız yaklaşık 18 Milyon Dolar'lık bir transfer harcamasının hesaplarını haklı olarak herkes yaparken, Beşiktaşlı yetkililer de bu rakamların daha aşağıda olduğunu anlatmaya çabalarken, esas meseleler gözden kaçtı.
Beşiktaş mukavelesi süren iki futbolcusunun 'mal' gibi kapının önüne atarak, işini bitirmiş olduğunu düşünse de, işin aslı hiç de öyle değil. Profesyonel futbolcuların sözleşmelerinin tek taraflı fesihlerinde futbolcu haklarının ya sonuna kadar ödenmesi veya anlaşarak bir kısmının verilmesi gerektiğini, herhalde Siyah-Beyazlı yetkililer unuttular. Yoksa bu şekilde 'sevgisiz ve sorgusuz' gönderilmezlerdi. Aslında Burak da, Koray da 'Gitmiyorum' derlerse gitmezler. Beşiktaş da mukavelede ilk paraları öder, ikisine bir antrenör ve çalışacak saha tahsis etmek mecburiyetindedir kurallara göre. BU BİR...
Burak gençliği ve tecrübesizliği ile kendisine verilen şansı iyi kullanmamış olabilir ama bu yaştaki yetenekli gençler zor bulunur. Onun içinde çabuk harcanmamalıdır. BU İKİ...
Koray'a gelince... Beşiktaş sahanın her yerinde kullanabileceği, adam gibi bir adamı kaybediyor. Onu yollayanlar inşallah bunun farkındadır. İyi bildiğim Koray; eğilmez, doğru bildiğinden şaşmaz, yalakalık yapmaz. Sessiz durur ama içinde fırtınalar vardır. Sevgi doludur ve uyumludur. Bu gönderiliş onun için şık olmamıştır. Ama esas bundan sonra Beşiktaş'a geleceklere, onun gönderiliş şekli kötü örnek olmuştur. BU DA ÜÇ...
Serdar Özkan, Beşiktaş taraftarı ve camia için öz Beşiktaş evladıdır. Onunla rekabete girecek Holosko çabuk bozulan morali ile küsebilir. BU DÖRT...
Ayrıca daha önce Ayhan Akman transferinde yaşanan "Bu paraya böyle mi oynanır?" baskısı genç Slovak'ı bıktırabilir. BU DA BEŞ...
Görülen o ki, bu transfer daha çok konuşulacaktır. Ama bilinmesi gereken Beşiktaş menfaatleri açısından herkesin Holosko'ya hoşgörü ile destek vermesi şarttır. O zaman da Kartal'ın yeni kanatı onu uçuracaktır.

04 Ocak 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI