Arama

Popüler aramalar

‘’Derin düşünceler‘’

Koca bir sene; kendi yorgun, bizler bezgin, el sallayıp giderken, derin düşünceler ve ben, 2008'i beklerken sorular uçuşuyor aklımda, sorunlarla birlikte. Henüz gece yarısı olmamış, yeni yıl geri sayımı başlamamışken kalabalık, neşeli bir grup görünce, aklıma takılıyor bir mesele! İstanbul, aynı İstanbul ama, ikisi yasaklı, biri serbest yılbaşı kutlaması var şehirde. Derin düşünceler kurcalıyor aklımı, peki ya Nişantaşı! Orada yok mu Taksim ve Kadıköy'deki sebepler? Aklımı kurcalıyor derin düşünceler.
Yine aklımda derin düşünceler; "Acaba" diyorum, "Acaba hep başımıza gelenler geri saymaktan mı?" diye... 5-4-3-2-1... Veee çığlıklar, zıplayanlar, tanımadıklarına sarılanlar, umutsuzluğu sırtından atanlar, yeni umutlara koşanlar, anonim bir vücut kıvraklığıyla yeni yıla sarılanlar... Serbest kısmında böyle geçiyor kutlamalar. Yasaklı yer Taksim'de ise, bol magandalar, ahlâksızca tacizler! Kafamı kurcalıyor derin düşünceler. Soruyorum kendime "Bu çağ dışı kafalar, hangi kamyonun kasasından Taksim'e düşmüşler?"
Sorular rahat bırakmıyor, aklımı karıştırıyor; 2007'de ne yaptık da, 2008 için iyi şeyler bekliyoruz diye. Sağlı-sollu kafama vuruyor... Durmadan soruyor derin düşünceler: "Birbirimizi mi sevdik? Dedikodu mu yapmadık? Menfaatlerimizin esiri mi olmadık? Dost görünüp ayak mı kaydırmadık? 'Arkandayız' deyip arkadan vurmadık mı? Yalanı, dürüstlük diye yutturmaya çalışmadık mı? Hak arayana ters bakmadık mı? Mağlup olunca suçlu aramadık mı? Komplo teorileri üretip herkesi manyak yapmadık mı? Kendimizi hep ak kaşık zannetmedik mi? Ve en kötüsü elalemi sersem, kendimizi cin görmedik mi?" Bir düşünün sahiden biz 2007'de ne yaptık ki, 2008'de ne olmasını bekliyoruz?

03 Ocak 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne gerekli?‘’

Liderin puanı kaç? 37... Takip eden de aynı. Kartal’ın puanı da onların biraz altında, 34... O halde işler tıkırında, işlem de tamam. Nasıl olsa bütün derbiler içeride, diğer takımlar da çantada keklik, o halde geride kalan 17 maçı çarpalım üçle, etti 51, koyalım üstüne şimdiki 34’ü oldu mu 85, rekora yakın puanla gelsin şampiyonluk. Ohh keyifler yerinde.
Bunlar Beşiktaş’a gönül verenler için, istenilenler şüphesiz. Peki gerçeklerle ne kadar örtüşüyor sizce?
Şöyle biraz ligin ilk yarısına bakalım, neler olmuş hatırlayalım. Ondan sonra da 85 puanla şampiyonluk hedefine karar verelim. Ertuğrul hocanın istediği transferler ile hızla girilip, aynı hızla önce Ali Gültiken sonra Celal Kolot gitti. Sonra da Sinan Engin geldi. Futbol Şubesi, Başkan Demirören’e bağlandı. Başına genel menacer konunca, Ertuğrul-Sinan gölge hakimiyeti başladı.
Yurtdışı transferlerine sonradan iki bomba transfer daha eklendi. Fransa’dan gelen Diatta, en çok ihtiyaç duyulan stopere, Türkiye’nin Maradonası olmaya gelen Higuain’de kalabalığı en bol bölge olan forvetler arasına katıldı.
Alınma kriterleri de yedek bile kalsalar sesleri çıkmayacak, fiyatları ucuz futbolcular olarak kulaktan kulağa fısıldandı!
Sonrasında uyum sorunu (!) aşılamadığı için gönderilmeleri gündeme getirildi. Gençler takıma önce katıldı, sonra unutuldu. Burak, İbrahim Akın yıldız olmak için getirildi, şimdi biletleri kesildi.
Öz evlat, doğuştan golcü Batuhan çıkarken, PAF’a indirildi. Kısacası Gençler ilgi beklerken, silgi yediler. “3 günde bir maç oynayamayız” demeci, futbolcunun mazereti, yenilgilerinde kılıfı oldu.
Gerçekler perdelendi. Saha içinde fiziki, medyada demeç sakatlıkları dizi film gibiydi.
“Gidecekler var, herkes ayağını denk alsın” denilince; yerliler ayaklarına baktılar, yabancılarda kontratlarına.
Bütün bunlar olurken, sahadakiler 34 puanı kaptılar ve yolun yarısını az hasarla kapattılar.
Şimdi başa dönelim ve soralım: Hedef şampiyonluksa, sizce saha içine mi transfer gerekli, yoksa saha dışındaki kafalara mı?

28 Aralık 2007, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gitti mi?‘’

Ne demişti Kalli, Aralık ayının 16’sında? “Randevu almaya çalışıyorum.” Peki kimden? Adnan Polat’tan...
Ne dedi Adnan Polat, Oftaş maçından sonra? “Ben git dedim, gitti.” Demek ki, ne olmuş? Randevu bekleyen Kalli, soracağı soruyu değiştirmiş. Arda ile ilgili, Sabri ile ilgili, istediği yeni dört transferle ilgili, takımdan gönderileceklerle ilgili sorular yerine “Gideyim mi?” demiş. Sorumlu yönetici randevu vermemiş, ama “Git” demiş...
Normalde olması gereken, basın aracılığıyla haberleşmek, karşılıklı mesaj vermek değil, oturup birlikte planlama yapmak, ikinci yarıya, birinci yarıdan kalan dertlerle girmemenin yollarını aramaktır. Hâl böyleyken ne oldu? “Yarım bırakır gider” denilen Kalli, ilk grip haftasının üzerinden 7 gün geçmesine rağmen iyileşemedi, Ankara’ya uçamadı, ama Almanya’ya uçtu.
Bu iş çeşitli konulara açıkken, oraya-buraya çekiştirilip takıma zarar verecek durumdayken, Kalli’ye sadece 1 gün sonra “Git” denilseydi, yöneticilik adına, olabilecekleri önlemek adına daha doğru olmaz mıydı? Sözünüzün geçmeyeceğini bildiğiniz için mi, “Git dedik” açıklaması yaptınız?
Bu kadar soru işareti varken teknik patronun ortadan yok olurcasına evine gidişine, “Oradaki ‘manevi’ oğlum” dediği Türk genci; “Kalli ailesine çok bağlıdır, Noel gecesi mutlaka onlarla birlikte olmak ister” cevabı verirse, götürdüğü bavul adedi, kalacağı gün adedi kadarsa, bunu futbolcularınıza ve camianıza nasıl anlatır, onları nasıl inandırırsınız? Çözülmesi gereken bu kadar sorun varken, randevu ile dahil bir araya gelinemiyorsa; zedelenen takım içi disiplinini, kaybolan birlikteliği, sevgiyi, güveni, teknik ve idari kadro nasıl uyum içinde sağlayacaksınız?
Hakan’ın “Sezon sonu gidiyorum” sitemini, Sabri’nin fırlattığı kramponlarını, Arda’nın kalkan parmağı ile protestosunu, Ümit’in küskünlüğünü, Lincoln’ün bir var bir yok hâlini, Linderoth gibi ‘sağlamın’ çürüğe çıkışını, Hasan’ın kırgınlığını, yenilerin performans düşüklüğünün nedenlerini bulup çözecek olanlar, dağınık durmamalılar. Başarı, lider kadrosunu bir aradaki görüntüsüyle gelir. Futbolcu, o kadroda çatlak görmemelidir.

27 Aralık 2007, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol bayramı‘’

Saracoğlu’nda futbol bayramı vardı dün. Sonuç ne olursa olsun, futbol kazandı. İki takım da çirkenleştirmeden golü düşünerek, kandırmadan, yanıltmadan, kavga etmeden futbol oynamaya çalıştı. Oyunu sürekli forse ettiler. Kazanmak adına, terlerini sonuna kadar akıttılar. Hücumda göbeği denediler. Tıkandıkları anda, oyunu kenarlara açmayı da bildiler. Çizgilerden içeri iyi ortalar yaptılar.
Fenerbahçe’nin kalitesine başta Yattara, Gökdeniz ve Ceyhun da uyunca, hem tempo yükseldi, hem gol pozisyonu çoğaldı. Kora kor mücadele de vardı. Fenerbahçe’nin etkili kanatlarını Ersun Hoca, Keçeli, Gökdeniz, Serkan ve Yattara ile durdurmayı denedi. Gökdeniz’in çizgiye yakın oynaması, belki gol şansını azalttı ama Fenerbahçe’nin de kanat akınlarını etkisizleştirdi. Yattara, Türkiye’ye geldiğinden beri en iyi maçını oynadı.
İki takımın da etkili tarafları, önleri, yumuşak karınları ise defanslarıydı. Fenerbahçe’nin Lugano-Edu alışkanlığı, ikisinin birden olmaması ile onları çok zorladı. Yedikleri iki golde de Yattara’nın müthiş hareketlliliğinin yanında, defansın hamle hatası vardı. Alex’in erken sakatlığı Fenerbahçe’yi etkiledi. Ali Bilgin de elinden geleni yaptı. Trabzon için dezavantaj, erken gördükleri sarı kartlar oldu.
Kendi evinin büyüsüyle mutlak galibiyet için saldıran Fenerbahçe’ye, Ersun Hoca da kendi futbol felsefesi ile saldırarak karşılık verince, emeğin ve futbolun güzelliği ortayla çıktı. Trabzon korkak oynamadığı için mahkum da olmadı. Bülent Yıldırım’a da sahadaki tüm futbolculara ve teknik adamlara da futbol bayramı adına teşekkürler.

23 Aralık 2007, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bayram şekeri‘’

Maç öncesinde iki takım kadrosuna bakınca, her ikisinin de hücumcuları diğer bölgelerinden daha heyecan verici duruyordu. Kartal’da Bobo, Nobre, Delgado; Manisa da ise transferin yıldızı Holosko ile Rafael. Maç başlayınca kağıt üstündeki görüntü, sahada ‘parazitlendi’ adeta.
Beşiktaş’ın ilerisinde biri penaltıdan, diğeri Ufuk’un bayram ikramından iki gol atan Bobo’yu, gözlük takmasa sahada varlığı anlaşılmayacak Nobre’yi de aradık durduk maç boyunca. Delgado da en çok pas hatası yaptığı maçı oynayınca, Kartal’ın skoru değiştirmesini beklediğimiz ayakları ‘arıza’ verdiler. İzleyenleri sıkan, tribündekileri bıktıran, istatistikçileri şaşırtan pas hataları iki takıma da yakışmadı.
Rakibe pas atma (!) istatistiği yapılsa herhalde rekor çıkardı. Beşiktaşlı futbolcuların devre arası operasyon tedirginliği, Manisalılar’ın ise 17 puanla ligin aşağısındaki ateşin içinde olmaları belliki germişti futbolcuları. Vestel’in kapışılan oyuncusu Holosko’nun silik, Rafael’in de etkisiz futbolu Beşiktaş için şans oldu.
Futbolun bayram tatiline çıktığı gecede Kartal çok pas hatası yapmasının yanında topun olduğu yere kümelendi. Oyunu açması gereken Delgado, sahanın her bölgesinde karşısındaki Manisalılar’ın baskısı altında kalınca organize atak yapılmadı. Böyle anlarda Beşiktaş’ın B planı olmalı, kilitlenen oyunu mutlaka biri açmalı. Verebileceği penaltılardan, Beşiktaş lehine olanını veren Abitoğlu da, geçen senelerden uzak görüntüdeydi. Futbolsuz gecenin bayram şekerini cebine koyan Kartal, gecenin kârlısı oldu.

22 Aralık 2007, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Aslan yürüyüşü‘’

Önce seyirciye kocaman bir alkış. Soğuk havaya rağmen tribünleri doldurdukları ve maç boyu susmadan, takımlarını galibiyete ulaştırdıkları için... Sonra büyük bir alkış, Sivas’a... Ligin ilk haftalarındaki kolay liderlik değil, 16. haftada zor liderliği ele geçirebilmiş olmaları ve futbolun mücadele güzelliğini sergiledikleri için. Ve soğuk gecenin sıcak maçının ilk dakikalarına dönelim. 20. saniyede bomboş Balili’nin kafasını Orkun’un kurtarışı, sonra Sedat’ın kendini sakatlaması ve çıkması, Nonda’nın vurduğu kafayı Akın’ın kurtarışı, Balili’nin sedyeyle gidişi, Sivas açısından, maçın şeklini değiştirdi. Bülent hoca, düşündüğü değil, mecbur kaldığı değişiklikleri, sakatlıktan ötürü yaptı. Song’un yokluğunda, Bouzid-Servet arasına, Balili çabukluğu düşünülmüştü. Sakatlık bu hesabı bozdu. Sedat’ın çıkmasıyla da defans ezberi bozulunca ve Galatasaray’ın da müthiş kazanma isteğiyle saldırmasıyla, Sivas için zor gece başladı. Servet ve Mehmet Topal’ın Mehmet Yıldız’a topu almadan basmaları ve Galatasaray orta sahasında çok koşan gençlerin, Mehmet Yıldız’a destek verecek Devran, Mohamed ve Musa’yı çıkarmamaları, Sivas’ın çok istediği pozisyonları bulamamasının nedeniydi.
Böyle sıkışık oyunları, ekstra işler yapan futbolcular açabilir. Bunun için alınan Lincoln de tribünde olunca, liderlik golleri gecikerek geldi. Pozisyon zenginliği, yüksek mücadelesi, Galatasaray’ın mutlak galibiyet isteği, gecenin güzellikleri olarak akılda kalanlardı.

15 Aralık 2007, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çok güzel oldu‘’

Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi yolunun 5. senesinde istediği, arzuladığı mutlu sona ulaştı. Hem de Devler Ligi’nde Türk takımları içinde en fazla puan toplama unvanını da ele geçirerek. Öncelikle Sarı Kanaryalar’ı, Türkiye’ye yaşattıkları gururdan ötürü tebrik etmek gerekli. Aslında beklenen oldu, bu maçta... Rakibin kalmayan iddiası, getirmediği futbolcuları hep konuşuluyordu. Ama herkes inanmıştı ki, yarım da gelseler, tam da olsalar, Fenerbahçe buradan geriye dönmeyecek ve hak ettiğini de alacaktı, öyle de oldu. Maçın ilk dakikalarında biraz tedirgin, biraz da gergindi Kanarya... Sahayı iyi parselleyen ve fazla boş alan bırakmayan CSKA, ilk dakikalarda sıkıntı yarattı takımımız için. Gol bölgesinde etkili değillerdi ama Fenerbahçe’ye de iş yaptırmıyorlardı. Oyunu ortaya sıkıştırdılar, Fenerbahçe’yi göbekten hücum etmeye mecbur bıraktılar ve istediklerini de bu anlarda elde ettiler. Takımımız’ın Uğur, Carlos ve Gökhan ile kanattan hücum etmeye başlaması, oyunun dengesini lehimize çevirdi. İnter maçı benzeri yediğimiz gol, tam toparlanmışken bizi sendeletti. Ama ortaya gecenin yıldızı, ‘Kadıköy sihirbazı’ Alex çıktı ve anahtarı çevirdi. Önce attı, sonra attırdı ve Fenerbahçe ismini Avrupa’nın dev 16’sının içine yazdırdı. 3. golü bulmak için hem gol yollarını zorlayan hem de hücum varvasyonlarını ısrarla deneyen Fenerbahçe, İnter’in de golüyle iyice rahatlayınca tribünde şov, sahada da kendine güven oluştu. Gecenin diğer yıldızı Uğur’un 3. golü Fenerbahçe tarihine yeni bir sayfa eklerken, Türkiye’yi Devler Ligi’nde ileri taşımanın gururunu da sevenlerine yaşattı. Yola devam...

13 Aralık 2007, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Rüya bitti‘’

Öyle işler yapıyoruz ki, insanın aklı almıyor, isyan ediyor... Tam ‘oldu’ derken, oyun başı stresi bitip, iyi de oynamaya başlamışken akıl almayacak öyle pozisyon ve pas hataları yapıyoruz ki maç elimizden kaçıyor. Bu aslında Beşiktaş’a özgü bir durum değil. Bütün takımlarımız aynı yanlışları yapıyor. Üzülüyoruz, çünkü; Şampiyonlar Ligi hem para, hem unvan, hem prestijli konumda olmak için gerekli. Şaşırıyoruz, çünkü; iyi işlerle, amatörce hataları bir arada yapmayı becerebiliyoruz.
Dün gece, kadroyu gerekli olan galibiyet için Ertuğrul hoca kurmuştu. Fakat Cisse’nin tek başına önliberoda direnişine yardım eden yoktu ve Kartal’ın orta alanı, Porto’nun en kolay geçtiği alan oldu, yardımlaşma olmayınca.
Delgado’nun Şampiyonlar Ligi’ne yakışan ayakları ile Rüştü’nün kurtardıklarını dün gecenin ayrı bir köşesine yazmak gerekli. Burak ve sonradan giren İbrahim Akın hariç, diğerleri de ellerinden geleni yapabildiğince yapmaya çalıştılar. Sektioui, Quaresma ve Lopez’in defansımızı hırpaladığı kadar, biz Bobo ve Serdar ile onları zorlayamadık, organize olamadık. Orta alandan terse top atıp, Porto defansının dengesini bozmayı denemedik. Basit pas hatalarıyla, koşup kazandıklarımızı rakibe hediye ettik. Kısacası iyi niyetle mücadele edip, rüya yolculuğundan 2-0’lık gerçekle uyandık. Şampiyonlar Ligi başka bir kalite gerektiriyor, anlayana...

12 Aralık 2007, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI