‘’Son perde‘’
Şampiyonlar Ligi’nde maç yapıyorsanız eğer, kendi sahanızda bütün avantajları kullanmanız gerekli. Kaybettiğiniz her puan son perdenin habercisi oluyor. Saracoğlu’nun muhteşem atmosferi, eksik gelen Arsenal karşısında Fenerbahçe’yi ilk dakikalarda maçın galibi olacak gibi gösterdi. Toure, Gallas, Sagna kurgusundan yoksun Arsenal, Kanarya için şanslı olabilecek eksiklerle gelmişti Kadıköy’e. Bu avantajların hepsi, onların defansında hata olacak beklentisi vermişken, bizim şaşkın defans hatamızla, yediğimiz gollerle alehimize döndü. İki takım arasındaki en önemli fark; onlar bulduklarını attı, biz bulduklarımızı atamadık. Edu ile Lugano arasında Adebayor, adeta saklambaç oynadı.
Roberto Carlos, oturup kendine bir bakmalı. Gollerden sonra söylenip, kimseyi hedef göstermemeli. Maçtan önce basın toplantısında Almunia, ‘İlk 20 dakikada çok dikkatli olmamız gerekli’ demişti, ama biz dikkatli olmadık. Bu lige yakışmayan goller yiyerek, adeta maçı baştan kaybettik. Ayrıca bilinen şuydu; Arsenal topa çok sahip olup, rakibi topun peşinden koşturup, defans arasına attığı toplarla gol bulabiliyordu. Bütün bu ezberler unutulunca, Kocaeli maçının kopyası gol de göbekten gelince, Şampiyonlar Ligi’nde son perde oldu. Ne Alex’in ince pasları, ne Güiza’nın hırsı, ne de Semih’in istekli baskısı Aragones’i uyandıramadı. Fener defansının aynı hataları aslında Arsenal’de de vardı. Fener kenarları deniyeceğine göbekten maçı lehine çevirebilirdi ama, tatlı rüya bitti.
‘’Aslan gibi‘’
Sakatı çok, milli yorgunu da fazla olan Galatasaray; sakatı yok, ekstradan Yattara’sı olan Trabzonspor’u, beklenin aksine çok kolay geçti.
Önce şunu belirtelim: Sarı-Kırmızılılar, geçtiğimiz haftalarda temposu düşük oynuyordu. Dün gece Galatasaray iki vites birden attı. Mücadele gücünü yükseltmiş, hafta içinde yaşanan abuk-sabuk olaylara isyan eder görüntüdeydi takım olarak. Topu hızlandırdıklarında, ayağa isabetli pas yaptıklarında Cim Bom’un kalite farkı hemen ortaya çıkıyor. Bu da skora yansıyor. Elde kalan sağlamlarla Skibbe, sahaya doğru çıkmıştı. Meira’nın önliberodaki performansı Bükreş maçından tamamen farklıydı ve Portekizli maçın da kilit adamıydı. Öne yakın oynadı, kaybedilen toplara baskı yapıp, rakibi orada engelledi, ya da dönen topları akıllıca alıp, arkadaşlarına iyi pas servisi yaptı. Onun boş bıraktığı yerleri Ayhan, iki kişilik koşarak mükemmel kapattı. Galatasaray’ın en büyük şansı, Trabzonspor’un ailece hücuma çıkması oldu. Ne de olsa oynadığınız takım bir büyük. Ne kadar çalkantılı günler geçirse geçirsin, bu tip yeteneği çok takıma böyle oynarsanız, ağır skorla evinize dönersiniz. Her şeye rağmen Trabzon yeni bir takım, beklentileri yükselttiler. Liderlik de onlara ayrı bir hava verdi ama, yine de önlerinde uzun bir yol olduğunu unutmamalılar.
Şampiyonluk yolunda kaleciler önemlidir. Tolga’nın yediği şanssız gol, Trabzonspor’un kırılma noktası oldu. Bünyamin Gezer, eski formunu arattı. Tam da Lincoln için, ‘Seni Galatasaray böyle görmek istiyor’ derken öyle bir iş yaptı ki, yine laf kursağımızda kaldı. 3 puanı Skibbe’yi, genç emekçi futbolcularını ve ustularını yeniden kazanan Cim Bom, operasyon meraklısı yetkililere de iyi bir mesaj verdi.
‘’Ruh çağırmak lazım‘’
Bırakın taktiği-tekniği, bundan önceki 3 deplasman maçının mağlubiyeti, ligin hiç galibiyeti olmayan Kocaelispor karşısında sadece ruhla, istekle, isyana dönüşen mücadeleyle 3 puanı getirmeliydi Fenerbahçe'ye... Getirdi de, ama ne ruhla ne istekle, İki golcüsünün gol vuruşu kalitesiyle. Tek önlibero mu çift önlibero mu; santrforlar tek mi çift mi? diye fal açacağına Sarı Kanaryalar, önce sahaya büyük takım görüntüsünü yansıtmalılardı. Sezon başından beri söylediğimiz, ileride çoğalamayan görüntüsü Sarı-Lacivertliler’in bu maçta da aynıydı. Semih orta sahaya top almaya gelince, Alex de topa sahip olup, oyunu yönlendirmek için geride kalınca, Güiza yalnızları oynuyor. Dolayısıyla Fenerbahçe, oyun planında çift santrforla oynuyormuş gibi görünse de 5’li orta sahayla oynuyor. Topu koşturacağına, kendileri koşuyor; dolayısıyla tempo düşüyor, pas trafiği aksıyor. Çabuk oyun yerine, rakibin yerleşebileceği rahatlığı sağlıyor Fenerbahçe’nin bu oyun düşüncesi.
Kısa kısa soralım: İkili mücadele var mı? Fenerbahçe, kaybettiğinin arkasından kazanmak için koştu mu; kazandığını olumlu kullandı mı, dönen topları aldılar mı; avantaj sağlayan duran topu kazandılar mı; kazandıklarını eskisi kadar hünerli kullandılar mı?.. Hepsine toptan cevap verelim: HAYIR!.. Bu kadar hayırdan hayırlı sonuç çıkar mı?.. Eee.. Bu futbol. Futbolun ruhuyla Semih’in ruhu biraraya gelirse çıkabilir.
Bir hatırlatma: Hakemlerle kaleci Serdar’ın kazağı aynıydı. Merdiven boşluğunu biz göremedik, gören var mıydı?
‘’Çarpıldık‘’
Abuk sabuk bir maç oynadık. İspanya ve Belçika’dan 3’er, Bosna’dan 7, toplam 13 gol yiyen takıma, gol atamadan çok kritik 2 puan bırakarak geri geldik.
Öyle bir rakiple oynadık ki, yenilmek isteseniz yenemezler, hücum etmeyi bilmiyorlar, gol yemek için de adeta çabalıyorlar.
Daha önce yapılan analizlerde teknik heyetin sabırla oynayıp mümkün olduğunca topa sahip olmamız gerektiği ve kanatları kullanıp Estonya’yı devirebileceğimiz planları yaptığı biliniyordu. Peki bunları yapabildik mi: Son 15 dakika hariç, koskocaman HAYIR!
4-1-4-1 şeklinde oyuna başladık. Orta sahamızı kalabalıklaştırdık. Halil’i önde tek bıraktık. Zaten orta saha mücadelesi yapmaya çalışan rakibimizin ekmeğine yağ sürdük. Adeta bayram alışverişine çıkan insan kalabalığına döndürdük o bölgeyi. Halil doğru tercihti, ama sırtı dönük oynatırsanız tercihiniz yanlış oluyor. Bunun çaresi de aslında kenarda oturuyordu. Yusuf ile başlasak, hem rakibi oyundan düşürür, hem de Halil’i daha rahat kullanırdık. Bir de hatırlatma: Yusuf sonradan girince değil, ilk 11’de başlayınca daha verimli oluyor. Ama testi kırıldıktan sonra hatırlatsak ne olur...!
Tempo yapamadık topu hızlandıramadık. Onlar bize vurdu, biz bakakaldık.Kanattan Sabri hariç, etkili gelemedik. Estonya akıllılık yaptı, geriye yığılıp katı defansla oyunu kendi ceza sahası üzerinde kabul etmedi. Bizi kendi kalesinden uzak tutmaya çalıştılar ama teknik olarak inanın öyle zayıflar ki, onu bile tam beceremediler. Bu zayıflıklarına rağmen kalemizde pozisyon dahi buldular. Kendilerinin bile zor inanacağı ilk puanı bizden aldılar. Kısacası kuzeyde çarpıldık.
‘’Viraj aldık‘’
Belçika maçının kayıp puanı, bir kez daha sahamızda puan kaybetmeden geçmemiz gereken bir maç çıkarmıştı ortaya. Üstelik Bosna, grubun dişli rakiplerinden sayılmaya başlamıştı. Gerek istekli oyunu, gerekse saha içi mücadelesi bizi zorlayacak diye hesaplar yapılıyordu. 2010 yolunun belki de en kritik virajını Milli Takımımız, gelincik tarlasına dönen İnönü Stadı’nın muhteşem atmosferinde döndü.
Bilinen şuydu: Bosna’nın ön tarafı iyi, arka tarafı kötüydü. İşin şifresi; ağar ve hata yapan rakip defansın üstüne mümkün olduğunca çabuk ve çok adamla gitmekti. İlk yarıda Batuhan ile çıktığımız ve onun kafası ile buluşturmak istediğimiz, şişirerek uzun oynadığımız toplar, bu düşüncenin tam tersi görüntü ortaya çıkardılar. Hem çabuk oynayamadık, hem uzun ve ağır Bosna defansının istediği topları Batuhan’a atarak, oyunu alehimize sıkıştırdık. Oysa ki hareketli bir santrfor daha Mevlüt’ün yanında, mesela Halil gibi, ızdırap çekmeden maçı daha erken kopartabilirdi. Batuhan’ın talihsiz sakatlığı aslında Fatih Hoca için talih oldu. Nuri’yi oyuna sokup, Kazım Mevlüt’ün yanına doğru yaklaşınca, istenilen tablo ortaya çıktı.
Gecenin enteresan tarafı ilk iki golü aynı futbolcunun, aynı pozisyonla her iki takım adına da kaydetmesiydi. Bosnalı oyuncu maça renk getirdi. Esas olan kazanmayı istemekti, ikinci 45 dakikada tüm takım gecenin kahramanı Sabri’nin istekli oyununa katılınca, ipten döndük, kuyudan çıktık, virajı aldık ve 2010 yoluna tekrar umutla bakmaya başladık.
‘’Zor gece‘’
Karmaşık bir geceydi. Duygular da, sistem de, tribündekilerin isteği de birbirine girmiş vaziyetteydi. ‘Yuhhh’ sesleri de vardı, alkış da... Zor bir geceydi Kartal için elbette. Ukrayna felaketinden sonra temizlik bekliyordu taraftarı Siyah-Beyazlılar’dan. Bunun için koşmak gerekliydi, pas yapmak gerekliydi, tempo gerekliydi, korkmamak gerekliydi, bacakların titrememesi gerekliydi ve en önemlisi mesuliyet alacak, ‘Ben buradayım’ diyecek, ‘Atın topu bana, ben bu yükü kaldırırım’ görüntüsü verecek futbolcu gerekliydi. Dün gece gerekli bütün bunlardan hangisi vardı derseniz?.. Cevabımız; hiçbiri olurdu. Ne duran topa etkin vuran, ne koşan arkadaşının önüne pas atan kaliteli ayağı, sanki kalmamıştı Kartal’ın. Delgado kaybolmuş, tek önlibero oynayan Cisse ise, kendini inkar eder durumdaydı. İnanın, eğer Hacettepe, Beşiktaş’ın kaptırdığı topları daha cesur ve hızlı olarak çıkıp, kullansa Siyah-Beyazlılar’ın başı derde girerdi!.. Daha büyük kaosa sürüklenirlerdi. Batuhan’ın topu patlatırcasına vurduğu ve gol olan şutu Beşiktaş’ta patlama yaratacak derken, görüntü değişmedi.
Dün gece istikrarı ve direnci olan, çok akıllıca davranan sadece taraftar vardı. Kara Kartal’ın şansı, zor gecede kolay rakiple oynamasıydı. Dişli bir rakip, zor geceyi daha zor hale getirirdi. Yarınlara dikkat!!!
‘’Yakıştı mı?‘’
Verdiğimiz şehitler, lanetlenen terör, gencecik kayıplarla evlere düşen ateş, kötü bir gün geçirtmişti bize.
Bitmez tükenmez bu acıların sonunun gelmesi, en büyük dileğimiz ve temennimiz. Kimseye faydası olmayan kardeşe sıkılan kurşun, hangi örümcek kafanın işidir bilmem ama yapanın da, yaptıranın da yanına kâr kalmayacağını bilirim. Acı günün devamında Saracoğlu’na geldiğimizde, Ay-Yıldızlı tişörtleriyle gördüğümüz gençlere bakınca, biraz olsun kendimize geldik. Bir kez daha söyleyelim; Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez.
Gelelim maça. Biliyorum birçok arkadaşımız, Fenerbahçe’nin çok kötü oynadığını, Aragones’le bu işlerin olmayacağını, yönetimin transfer yanlışlarını yazacak. Bu arada Kayserispor ve Tolunay hoca kaynayıp gidecek. Bu yüzden biz baştan belirtelim. Gecenin kötüsü elbette Fenerbahçe’ydi ama, onu bu hale düşüren, yüreğini ortaya koyan futbolcularıyla zekice plan yapan Tolunay hocanın hakkını onlara teslim etmek gerekir. Kırılma maçı dedik. Kritik kayıplardan sonra gelinen gecede, dirençli futbolcular bekledik. Alex’in yokluğunda oynayan Emre’nin, oyuna katkısı çok olur zannettik. Orta sahası kalabalık olan Kayserispor’u geçmek için Fenerbahçe’nin, vites büyüteceğini düşündük. Fenerbahçe kadar Kayserispor’un da sakatı olduğunu bildiğimiz için, bu da Fenerbahçe’nin lehine olur dedik. Aghahowa dört ofsayta girip, ‘Uyanın kardeşim! Ben, gol atacağım’ mesajı verdiğinde, Fenerbahçeli futbolcular anlar zannettik. Yana ve geriye pas yapıp, rakibe gol atılmayacağını Aragones, anlatmıştır diye düşündük. Dün gecenin galip gelme şartının sistem işi değil, istek işi, yürek işi olduğunu, hissederler zannettik. Ama evdeki hesap, Kadıköy’e uymadı. Ne yalandan formasını öpen Roberto Carlos, ne oynuyormuş gibi yapan diğerleri, Fenerbahçe’ye yakışmadı.
‘’Yok daha neler!‘’
İstanbul’da seyretmiştik, sadece disiplinliydiler. Futbolun gerektirdiği isabetli paslarla, sabırla oynuyorlardı. O günkü yazımızın sonunda, sanki dün geceyi görmüş gibi, “Bu takımın ekstrası yok ama, 1-0 Beşiktaş’ı aldatmasın” demiştik. Başından sonuna kadar, beklediğimizin dışında, ‘Yok daha neler’ dedirtecek saçmalıklarla, yakışmayan skorla valizi topladık. Sadece 30 dakika tempo yaptılar, Beşiktaş’ı şaşkına çevirdiler. Oyunu önde kontrol edeceğimize, dağınık şekilde geride pozisyon almaya çalıştık. Onlar ayağa isabetli pas attıllar, biz duvar tenisi oynarcasına, arkadan şişirdiklerimiz bizim kaleye duvara çarpar gibi geri döndü. Sevic-Tello tarafı sanki bayram sebebiyle ücretsiz binilen metro gibiydi... Gelen bindirdi, ceza sahasının içine istediği gibi topu indirdi. Bu tip baskılı oyunda gözümüz, ‘özel futbolcu’ Delgado’yu aradı. Oyunu kontrol edip, pas yaptıracak kalite onda vardı ama, herhalde o da kalitesini 1 saatlik pasaport kuyruğunda bırakmıştı. Holosko’nun dip koşuları, Bobo’nun bitirci vuruşları, Cisse’nin kestiği topları oyuna sokuşu sadece bizim hayal dünyamızda kaldı. Zapotocny ile Zan’ın arası hangar gibiydi. Adam paylaşımında hata yaptıkları için, Beşiktaş adına saatli bomba görüntüsündeydiler. 3 pas arka arkaya yapamadan kalemizde goller gördük. İlk tehlikeli atağımızı 41.dakikada biraz pas yapınca gördük, bundan da ders çıkaramadık. Dönen topları alamadık, çıkışta top kaybettik, kazandıklarımızı da olumlu kullanamadık. Aklımıza takılan diğer bir konu; kafile havaalanında Ukrayna’ya gidiyor, yöneticiler Bülent Yıldırım’la ilgili demeç veriyor. ‘Böyle önemli maç öncesi, dönüşe kadar sabrı yok mu!’ diye içimden geçiyor. Şimdi istediğiniz kadar konuşun.