‘’Soğuktan sıcağa!‘’
75’te Mustafa’dan gol gelene kadar Cim Bom’a sıkıntı bastı. Hava şartları ne kadar zorsa, sahayı ne kadar kayganlaştırıp Cim Bom’u top kaybına zorladıysa Antep de, mücadelesiyle Sarı-Kırmızılılar’ı soğuk gecede bir o kadar terletti. Böyle gecelerin konsantrasyonu zor olur. Bir gün öncesinin iptal edilen maçları, futbolcunun aklına ‘bizimki de iptal olur mu?’ sorusunu getirir, maç motivasyonunu kaybettirir. Cim Bom da istekli başlamasına, şartları zorlamasına rağmen, bir türlü kaleyi bulamadı. Bunun en önemli nedeni, kafa karışıklığı, hem de Antepliler’in mümkün olduğunca Galatasaraylılar’a önde baskı yapıp, kalelerinden uzakta tutmalarıydı. Arda ve Elano’yu top aldığında döndürmeden, çabuk basıp durdurmaya çalıştılar. Arda etkilendi, ama Elano karlı gecenin parlayan yıldızıydı. Onu durduramadılar, fizik olarak da ezemediler. Bu Galatasaray için son derece önemli. Ligin ikinci yarısında kış şartları Elano’yu etkilemez ise bu Cim Bom’un büyük avantajı olur. Yalnız bir şartla: Rijkaard kendi kariyerine, vizyonuna uymayacak şekilde dünkü gibi, Elano’yu zamansız oyundan almaz ise! Daha önceki maçlarda 10 kere çıkarılması gerekirken, sabır gösterip Elano’yu oyunda tutan Rijkaard’ın (-Ki bizce doğrusunu yapmıştı), Brezilyalı’yı çıkardığı an, kariyeri için ‘ünlem’ oldu.
Bu tip sahalar için birebirde çabuk adam eksiltecek, Antep gibi takım savunmasını iyi yapan, çabuk kapanan takımları oyundan düşürecek futbolcu gerektirir; Örneğin Kewell. O olmayınca, bu görevi Arda yapmalıydı, rahatlıkla da yapabilirdi. Ama dün gecenin en çok top kaybıyla oynayanıydı. Aman Arda dikkat!! Antep 10 kişi kalınca, aslında Rijkaard’dan beklediğimiz ‘ağır tank’ gibi hareket eden Nonda’nın yanına, cesurca Jo’yu sürmesiydi. Bunda da gecikti kulübe. Neill iyi kumaş, sanki daha önce takımdaymış gibiydi. Nonda ise adeta yeni transfer görüntüsünde, kopuk ve umursamazdı. Bu görüntüdeki Nonda’ya da penaltı attırmak hataydı.
‘’Hurmacı lezzeti‘’
Seyircisiz maçların sanki devamı oynandı dün Saracoğlu’nda. Az sayıda gelen ile çok esen rüzgar golü fazla, kalitesi az gece yaşattı taraftarlara. Altay, kendi liginde çok gol yiyen, Fenerbahçe de sahasında çok gol atan bir takım olarak bekleneni yaptılar. Fenerbahçe’de Alex ve Emre olmadığı zaman neler olduğunu gördük bir anlamda. Önce onu söyleyelim: Kanaryalar, topa çok hakim görünüyorlar, doğru işler yapıyorlar ama adrese uzun yoldan gidiyorlar. Oysa usta Alex ile onu parlatan Emre oynadığında, motorlu kurye gibiler. Trafiğe takılmadan, kestirmeden adresi buluyorlar, gecikmeden golü tabelaya yazdırıyorlar. İlk yarıda yüzde 66 topla oynamasına rağmen Fenerbahçe, bunun karşılığında gol pozisyonu bulamadı. Bu da yukarıda söylediğimizin bir kanıtı olsa gerek. Para da verseniz, unvan da taksanız, Türkiye Kupası maçları ne beklenen heyecanı veriyor, ne de önemseniyor. Ama iyi bir tarafı var; görmediklerini hem taraftarlar hem teknik adamlar görme fırsatı buluyorlar. Dün gece de Kadıköy’de doğru yerde, daha doğrusu oynaması gereken bölgede oynadığında ‘Hurmacı’nın lezzeti’ne tanık olduk hep birlikte. Fenerbahçe için hep birlikte büyük kazanç olacağını düşünüyorduk. O da Kadıköy gecesinde bunu ispatladı. Serbest oynatılınca futbol zekasıyla, rakibi iyi kontrol ederek boşluklarına hem doğru koşular yaptı, hem arkadaşlarına pozisyon yarattı, hem de kendisi gol buldu. Çizgiye hapsedilince durum böyle değildi. Süper Lig’in ağır topu, 1. Lig’in genç ekibine antrenman kıvamında bir oyunla rahat üstünlük sağladı.
‘’Üzülme Üzülmez‘’
Korcan koca sahada topu uzaklaştırmak için gençlik ateşiyle vuracağı yeri kontrol etmeden, bakmadan, dikkatsizce, tecrübesizce, saçma sapan vurup uzaklaştıramayınca gelen ikinci gol zaten Manisa’nın fizik diriliği karşısında zorlanan Siyah-Beyazlılar’ı mağlubiyete mahkum etti. Dün geceyi seyredince ‘iyi ki devre arası gelmiş’ düşüncesi bizde hakim oldu. Büyüteçle baksanız oyuna asılan, 90 dakika kazanmak için fizik ve mental yeterliliği olan Siyah-Beyazlı futbolcuya rastlayamazdınız. Toraman ile birlikte emektar kaptanı İbrahim Üzülmez’i bir kenara ayırırsanız insanın içinden ‘Üzülme, Üzülmez’ diye haykırmak geliyor. Düşüp kalkıp yılmadan hem rakibi kovalayıp hem de sol kanatta bindirme yapan bu futbol emekçisini örnek alması gereken özellikle yabancı oyuncular var Kara Kartal’da. Beşiktaş oyuna belki de kontrollü rakibi biraz fazla koşturararak açıklarını yakalayıp golü bulmak için sahaya çıkmıştı. Mesut hocanın akıllı taktiği buna ilk dakikadan itibaren izin vermedi, tempoyu artırdılar. Beşiktaş’tan daha çok koştular. Sahayı iyi parsellediler ani çıkışlarla yorgun Siyah-Beyazlılar’ı akıllıca zorladılar. Tempoyu onlar yukarı çektikçe yorgun Beşiktaş’ta Manisalılar’a ayak uydurmaya çalıştılar. Böylelikle de rakibin tuzağına düştüler. Güven, Isaac, Ergin Keleş sürekli ateş eder vaziyetteydiler. Mehmet Nas ve Nizamettin ise Beşiktaş’ın orta sahasını kilitleyen isimler oldular.
Bobo’nun yalnızlığı hem de etkisizliği, Tello’nun misafir sanatçı görüntüsü, Tabata’nın bavulunu toplamış hali Beşiktaş’ın devre arasında düşünmesi gereken önemli konular. Gençliğine verelim ama bir de Korcan vakası var. Şampiyonluğa oynuyorsanız bu çocuk orada ezilir.
‘’Direniş...‘’
Direndi dün gece Cim Bom. Sert futbola da, vakit çalıp oyunu yavaşlatmaya çalışan kaleci Serdar’a da, anlamsız faullere anlaşılmaz hoşgörüyle yaklaşan hakeme de, sakat ve eksiklerine de, her şeye birden direndi. Aradığını geç de olsa buldu. Direnmenin ve pozitif futbol oynama isteğinin karşılığını almasını bildi. Şanslı anları da vardı Galatasaray adına zor gecenin, şanssız dakikaları da. Çuvalla gol kaçırdıkları için ilk 45 dakikada, şansları yanlarında değildi. Top da istemedi, hakemlerin yorumları da...
İkinci 45 dakikanın başları ise Cim Bom adına şanslı. Kalkmayan ofsayt bayrakları ile Gençlerbirliği’nin kaçırdığı iki gol pozisyonu, hemen arkasından direkten dönen top, şans anlarıydı Sarı Kırmızılılar’ın. Bunlardan bir tanesi gol olsaydı, Cim Bom psikolojik olarak yıkılır, diri Gençlerbirliği karşısında fizik olarak biterdi. Sonrası da zor olurdu. Kewell’la oynadığı zaman Galatasaray’ın kenarlardan getirip, yüksek yapılan ortalar, kayıp hanesine yazılıyor aslında. Bu oyuncu sistemi ayağa çabuk topla mümkün olduğunca az top kaybıyla çok bilenlerin, futbolu doğru düşünenlerin, ve gecikmeden uygulayanların sistemi. Cim Bom da bunları yapmakta zorlanıyor. Özellikle karşısında fizik dayanıklılığı olup, çabuk açılan çabuk kapanan rakip olunca hesapları bozuluyor. Çoğalamadıkları gol bölgesi, Sarp ve Topal’ın oyuna iyi sokulamadığı toplar, Arda’nın bitkinliği ilk yarının son perdesinin replikleriydi diyelim. Galatasaray geçen haftalardan farklı olarak yana ve geriye değil öne oynamaya çalıştı. Bu da ona avantaj getirdi. Zor maçın 3 puanını alan, direnen tarafına da alkış gönderelim.
‘’Zahmet oldu‘’
Seyredene de oynayana da eziyet çektiren bir maç vardı dün Graz’da. Grup birinciliğini garantileyince Cim Bom herkesin yaptığını yapmıştı. Oynamayanlarla az şans bulanları, sahaya sürmüştü Rijkaard. Böyle geceler için normal olanı yapmıştı. Ama herhalde o da bizim gibi anormal olanı seyretti. Şans bulamayanlara şans vermişti, hakkında olumlu düşündükleri, beklentisi olanları, bizce ne Rijkaard sahada görebildi, ne de tribündekiler.
Gecenin sonunda, ‘dönüşte bu mutlaka takımda olmalı’ diyebileceğiniz, bir futbolcu ismi aklınızda kaldı mı? Peki soruyu tersten soralım: Normal kadro içerisinde, lig yarışında yer almasından ümidini kestiğiniz kaç futbolcu gözüktü?
Mazeret olabilir, iddiası kalmayan bir gece denilebilir. Ama gençler unutmamalı ki üzerlerindeki forma zor alınır, çabuk kaybedilir. Özellikle Aydın ve diğer gençler pamuk helva gibi takım bulmuşsunuz Avrupa gecesinde, böyle anları sonuna kadar zorlayıp kendinizi göstereceksiniz. İstanbul dışına çıkarsanız Galatasaray konforunu çok ararsınız. Bizden söylemesi Rijkaard da bir alem. Keita, Aydın ve Serdar üçlüsünden gol çıkabileceğini nasıl düşünmüş anlamak mümkün değil. Antrenman maçı bile olsa bu üçü bir arada olmaz. Hepsi çizgi adamı. İlklerin gecesi olacaktı Cim Bom kazansa. Grupta hiç yenilmeden en çok puan toplayan Türk takımı unvanıyla... Oysa ki tersi oldu: Graz hiç mağlup olmamışı, mağlup ederek kendi adına bir ilk yaşadı.
‘’Elano açılımı‘’
İki usta ayaktan çıkan iki vuruş, Antalya deplasmanında kötü oynadığı gecede Galatasaray’ı kurtardı. Keita’nın Ömer’in hatasını pozisyonla değerlendirmesi ilk golü getirdiğinde Antalya için de tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Usta ayaklar Elano ve Kewell ise, telaşsız, nereye vuracağını bilerek gol yaptıklarında, gecenin hakedeni 3 puanı cebine koydu, İstanbul’a dönü. İlk 30 dakikada rakibe önde tutmaya çalışan, çabuk oynayan, oyun içinde baskı yapan Antalyaspor’du. Galatasaray defansının bozuk balansını gayet iyi kullandılar. Servet’in 3. haftada 3. değişik stoper ortağı ile yaptığı kademe hataları Antalya’ya birbirinin kopyası 2 tane gol getirirken, Galatasaray belki de bu sezonun en dağınık ve en kötü futbolunu oynuyordu. 30. dakikada Antalya’nın sanki fişi çekildi, elektriği kesildi. Yediği golle, doğru yaptıklarının hepsini yanlış yapmaya başladı... Ve oyunu Cim Bom’a teslim etti.
Büyük takımlara fırsat verirseniz, başınıza böyle büyük işler açarsınız. Kötü de oynasalar, onların oyunun kaderini değiştirecek oyuncuları var. Hem paniklemiyorlar hem de sahanın içinde ne yapacaklarını biliyorlar. Dün gece Galatasaray’ı gollerde ve oyun içinde taşıyan isimler, aslında gecenin de öne çıkan isimleriydi. Etkili noktalarda doğru işler yaptılar, Antalya’nın helvaya dönen defansını ustalıkla kullandılar. Keita, Kewell ve Elano bu isimlerdi. Dün gecenin önemli görüntüsü ise; Elano kalitesi kullanıldıkça parlıyor, oyunun yükü ona verildikçe kalitesi ortaya çıkıyor.
‘’İnönü'de kazanmadan bu iş olmaz‘’
Hesap yapmaktan yorulmuştuk maç öncesinde. Göbeğimizi hem burada kendimiz kesecek, bir yandan da gözümüzü, kulağımızı Almanya’ya çevirecektik. Manchester’ın eksikleri, Wolfsburg’un puan alma ihtimalini güçlendirdikçe bizim de hevesimiz artmıştı. Oluru zor, ama olması muhtemel gecenin sonu arka arkaya evinde 3 mağlubiyetle ve hüzünle bitti.
Beşiktaş’ta kural ters işledi
Şampiyonlar Ligi’nde temel kural; kendi sahanda 3 puan alıp dışarıdan ne getirsen, heybeye ne atarsan yanına kâr kalacak, seni üst tura taşıyacak... Bakarsak Siyah-Beyazlılar’a, tam tersini yaptılar, İnönü’de bol keseden puan dağıttılar, dışarıda zorlaya zorlaya puan aldılar. Ne diyelim; seneye hayırlısı olsun, bundan ders alınsın.
Mustafa hoca, yememeyi, geriye düşmeden öne geçmeyi planlayarak geceye başlamayı tercih etmiş. Takıma da mümkün olduğunca önde top tutup kalenin uzağında rakibi baskı altına almaları talimatını vermiş. Buraya kadar her şey iyi, düşünce de doğru... Ve en korktuğu Dzagoev’i Toraman’la nikahlamış. Kendi de eksilmiş, rakibi de eksiltmiş. Tello ve Ekrem ile ters kanatlardan CSKA’yı zorlarken, Bobo’yu gol bölgesine yollamayı planlamış. Rus teknik adam ise buna uyanana kadar hem baskıyı yedi, hem de Ernst ve Fink’in orta sahada yaptığı presle Kartal’a mahkum oynadı. Sonra uyandı.
Üzülmez’e destek gelmeyince...
Dzagoev’i Toraman’la birlikte Sivok ile Ferrari’nin arasına yollayınca orta saha düştü ve rakip oyunu dengeledi. Toraman’ın top Beşiktaş’ta iken oyuna katılması gerekliydi, bunu yapamadılar. Dzagoev’i tutmak tamam, ama unutulmaması gereken Krasic de vardı. İbrahim Üzülmez’in yalnızlığı onu iyice parlattı. Bu oyuncular mutlaka kademeli savunulurlar, ya Ekrem ya Sivok Üzülmez’e destek vermeliydi. Veremediler, Krasic de yapacağını yaptı golünü attı.
Aslında Siyah-Beyazlılar hep söylediğimiz savunma bütünlüğünü yine korudu. Topu kaybettiklerinde, topun arkasına çabuk geçtiler. Dönen topları da akıllıca aldılar. Ama sorun hücumda çoğalamamaktı yine. Kısacası Beşiktaş’ın sürprizi yoktu, bilineni oynadı, istenileni alamadı, Avrupa defterini baştan kaybettiği puanlarla kapattı. Seyircinin azlığı, Kartal’ın aşırı hırslı olmaması, Ekrem Dağ’la değiştirdiği Nihat’ın ıslıklanması, Fink’in çıkışında, Uğur’un girişinde seyircinin homurdanması, Beşiktaş adına akılda kalanlar oldu. Gecenin dersi ise dünya vitrinine çıkmaya hazır, milyonların havada uçuşacağı gençlere onların sahip olması, bizim ise sadece yolun sonuna gelmişlere döktüğümüz paralardı.
‘’Beşiktaş, İnönü'de duvara çarptı‘’
Haftaları üst üste koyup, deponu da moralle doldurmuşsan, yüzünü de zirveye dikmişsen, ayağına kadar üstelik de evinde liderlik koltuğu şansı sana gelmişse, ne yaparsan yapacaksın, geceyi üç puanla tamamlayacaksın. Mazeret üretmek kolay. Diyarbakır’ın sertliğinden de yakınabilirsin ya da hakem Bülent Yıldırım’ın zamana karşı aşırı hoşgörüsünden de... Bütün bunlar ve yazmadıklarımız, Beşiktaş’ın geceyi beraberlikle noktalamasının nedenleri ve niçinleri olmamalı. Stattaki maç başı heyecan, hem tribünlerde hem de futbolcular da ciddi beklentilerin olduğunu, taraftarın takıma, futbolcunun da kendisine güveninin geldiğini gösteriyordu. Kadro seçimini de Mustafa Hoca, doğru yapmıştı.
Evdeki hesap, çarşıya uymadı
Kara Kartallar, Ernst ve Fink’in çalışkanlığı, Nobre’nin kabalık defans arasındaki çabuk ve tek vuruşlu gol becerisi ile Yusuf’un kurnazlığını kullanmayı düşünmüşlerdi. Ama evdeki hesap, İnönü’ye uymadı! Nihat ve Tello ters ayaklarla, kenarda oynadılar. Onlar içeri girerken, Nihat’ın arkasında İsmail, Tello’nun arkasından ise İbrahim Kaş, kenardaki boş alanı etkin kullanacaklardı. Bunu yapamadılar. Yaptıkları anlarda ise, kenardan taşıdıkları topları ceza sahasına ortaladıklarında oradaki Siyah-Beyazlı ayaklar Diyarbakırlılar içinde eridiler. Aynı görüntü orta sahada da oldu. Şener, Ayman, Barış, Abdullah hep ilk toplara bastılar. Sert müdahale ettiler. Yorulmaz dedidiğimiz Ernst’i de Fink’i de bayağı hırpaladılar. Nobre ve Nihat, göbekten içeri çok girince onların öndeki yerini Yusuf ve Tello doldurmalıydı. Onlar da bu görevi yapamadılar. Böyle anlarda inisiyatif alacak ve iş bitirecek ayaklar gerekiyor. Ne Yusuf ne Tabata bunları yapmadı. Duvarı aşamadı.
İstediklerini aldılar
Diyarbakır’da kendine göre doğrusuyla sahadaydı. Kısıtlı kadrosu, geçirdiği kötü günler, hafta içi futbolcuların protestosu, kentin sıkıntıları, onları sahada dengeli risk almadan oynamaya itmişti. Diyarbakır, Beşiktaş’ın moral ve fizik gücünü önce durdurarak sonra da bulursa golü atıp, bohçayı toplayarak 3 puanı cebine koyup gitmeyi düşünmüşlerdi. Günümüz futbolunda aslında bu kadar katı defans anlayışı yok. Ama burası Türkiye, bakılan şey de skor ve sonuç ise, Diyarbakır istediğini aldı diyebiliriz. Futbol adına ne yaptılar; Orası kocaman bir soru işareti.