‘’Kızıl Pislik !‘’
Tenis Dünyasında toprak kort sezonu Güney Amerika’da başladı ve Avrupa’ya geldi. Bu güzel sporun en zevkli maçlarına sahne olan zemin topraktır. Bunu söylemekten bıkmayacağım. Hele ekrandan değil de canlı izliyorsanız keyfinize doyum olmaz. Genellikle kiremit tozundan oluşan bu kırmızı zeminin bakımı zor olup çok su gerektirdiğinden pek tercih edilmez. Üzerine basan ya da düşen, değen her şeyin izi kalır. Bundan dolayı da hakemlerin işi hem kolay hem zordur…Burada hata yapan hakem kolaylıkla oyuncular tarafından tefe konur !
Topların yüksek sıçrayıp kısa zamanda ağırlaştığı bu zemine bir çok ilginç yakıştırmalar yapılır. Kızıl Pislik (Red Dirt), Şeytanın İzi (Devils Trail) bunların en radikalleridir.
Toprakta oynamak bambaşka bir yetenek gerektirir. Yazımda, bu zeminde oynarken ya da izlerken nelere dikkat etmeniz konusunda sizlere bazı öneriler sunacağım.
Teniste vuruşunuzu yaparken dikkat etmeniz gereken başlıca unsur statik olmaktır. Halbuki toprakta üstünlük sağlayan oyuncular genellikle kayarak vurabilenlerdir. Kayarken stop edemeyip yuvarlanan ya da tribünlere dayanan oyuncu çoktur.
Yukarıda da değindiğim gibi toprakta ilk dikkat edilecek hareket öne arkaya ve sağa sola kayabilmektir. Dolayısıyla dengenizin mükemmel olması gerekir ki kayarken vuruş yapabilin.
Toprakta tüm puanlar diğer zeminlere göre çok daha uzun sürer. Bu doğrultuda fiziksel kondüsyonunuzun çok daha uzun bir süre kortta kalmanızı sağlayacak güçte olması gerekir. Unutmayın ki bir çok puanı size sürekliliğiniz ve dayanıklılığınız getirecektir. Toprak için yapılması gereken egzersizler diğer kortlardan farklıdır.
Profesyonel çoğu oyuncu kortta kendilerine “üs” olarak servis çizgisinin 1.5 ila 3 metre ardında bir yer seçerler. Daha atak ve/veya agresif yapıdakiler ise servis çizgisine yakınlaşır.
Sabır, topraktaki bir diğer yaşamsal unsurdur. Top burada yavaş ve yüksek sıçradığı için sabırla sizin için en avantajlı anın gelmesini beklemeniz gerekir. Bunu için de uzun rallilere alışmış olmanız önemlidir. Uzun bir ralliye hazırlık, kontrollü vuruşlarla başlar…Rakibinizi zor duruma düşürecek bir vuruşla sürer ve bitiriciyle sona erer.
Toprakta her şey daha yavaş geliştiğinden rakibinizin hareketlerini kollamanız daha kolaydır. Onu sağa sola koşturacak derin/uzun toplar atmanız lehinizedir. Zira karşınızdaki kortu açarak, bir sonraki bitirici vuruşunuzu yapabileceğiniz geniş bir perspektifle, hedeflerinizi çoğaltmış olursunuz. Bu bitirici vuruşlarda genellikle kısa ve açılı olanlardır.
Kızıl Pislikte oynarken kontrolün sizde kalmasına çalışın. Bu da demektir ki rakibinizin kortuna hakim olmanız lazım. Kortunuzda bir merkez belleyip oradan oyunu yönetmeniz faydalı olacaktır. Attığınız servislerin çoğunda rakibinizi kortun dışına atmalısınız. Onun zorlanarak çevirdiği topu en iyi yanınıza alıp, bitirici ya da sondan önceki zorlayıcı vuruşunuzu yapmalısınız.
Servis karşılarken mutlaka uzun ve derin bir vuruş yapmalısınız. Bu mümkünse rakibinizin zayıf yanına ya da ayaklarının hemen dibine olmalıdır ki pozisyon alabilip kortun merkezini eline geçiremesin.
Toprak kortlarda psikolojik durumunuz , akıl sağlığınız fevkalade önemlidir. Agresif ve akıllı olmalısınız. Toprakta oynarken maç planınızı sürekli değiştirmeniz yararlı olabilir. Uzun bir çekişmeden üstün çıkabilmeniz için böyle bir yetenek geliştirmeniz önemlidir. Bunun için de iç-disiplininizi yitirmemelisiniz. Hoş kalınız.
Hamiş.: Bu arada İstanbul’da peşpeşe önemli turnuvalar gündemde. Şu anda Göztepe’de “Lale Kupası” oynanıyor. Bunu Koza “World Of Sports” Esenyurt’ta WTA turnuvası, onu izleyen haftada da ATP turnuvası oynanacak. Çeşitli nedenlerle her ne denli çok oyuncu çekilecek olsa da bize kalacak olanlar yine tenisin güzelliğini ve sporda arayıp ta bulamadığımız temizliği gözlerimize, gönlümüze yansıtacaktır. Starlar yeterli değil diyerek tembellik etmeyin. Gidin izleyin. Bu vesile ile elini taşın altından çekmeyerek ısrarla bu organizasyonları getirenleri ve altında emeği olan herkese teşekkür etmek isterim.
‘’Beslenmek mi, yemek mi?‘’
Bir süre önce Atatürk Hava Limanında uçağımın kalkışını beklerken dergimizin yeni sayısını okuyordum. Yolculardan biri yanıma geldi. Ailecek tenis sevdalısı olduklarından söz açarak kendisini tanıttı ve apansız bir soru sordu : “Bekir Bey, neden tenisçilerin beslenmesi ile ilgili yazmıyorsunuz. Bilhassa bu spora geç yaşta başlayanlar olmak üzere çoğumuz bu işi tecrübemizle hallediyoruz. Bir uzman görüşüne gereksinimiz var.” Benim bu konu hakkındaki bilgi birikimimin yetersiz kalacağını ve çağımız dünyasında her işi uzmanına bırakmayı yeğlediğimi ve bu doğrultuda dileğini editörümüze yansıtacağımı belirttikten sonra kendisine teşekkür ettim ve uçağıma yöneldim.
Okurun söyleminin hoşuma gitmesi bir yana tenisle iç içe geçmiş yaşantım süresince beslenme konusunda yaşadıklarımı düşündüğümde “yahu hiç olmazsa konuyla ilgili bir tercüme yapabilir sonra da işi tartışmaya ve uzman görüşlerine açarım” dedim kendi kendime. Adam şikayetinde de haksız değildi…Konu hakkında ki yerel kaynaklar kısıtlı. Uzmanlar ise konuya genel anlamda yaklaşıyorlar.
Bir süre önce yönetiminde bulunduğum kurumu denetlerken bugün ülkemiz tenisinin ilk sıralarını paylaşan bir oyuncumuzu lokantada gördüm. Yemek saatlerinin dışında olduğu için dikkatimi çekti, yaklaştım. O zamanlar henüz çocukluğunun son safhalarında olan sporcumuz tepeleme dolu bir patlıcan musakka tabağı önünde bekleme (!) yapıyordu. “Maçın ne zaman” diye sorduğumda “sahadaki bitince” yanıtı aldım. Skoru bildiğimden en fazla birbuçuk(1.5) saati olduğunu anladım. “Yahu sen bu tabağı bu saatte yersen sahada kıpırdayamazsın” diyerek tabağını kaldırtıp, yerine, saptanmış sporcu menüsünün derhal ve çeyrek-porsiyon olarak verilmesini söyledim (hemen “gaddar” yaftasını yapıştırmayın ! Ne denli haklı olduğumu yazı ilerledikçe anlayacaksınız). Ancak aynı günün sonunda gencimizin babası arayarak bir takım galiz yakıştırmalar arasında çocuğunun yemeğine karışamayacağımı onun içeriğini, kapsamını ve saatini kendisinin saptadığını söyleyince uzatmadım. Adamın yaklaşımıyla bir neticeye varamayacağımı anlamıştım. Tartışmanın ise hiç gereği yoktu. Konuyu kurumun psikoloğuna aktararak bana rapor vermesini rica ettim. Bugün kıymetli bir bilim adamı olan ve fevkalade gelişmiş bir mizahi yeteneğe de sahip Dr. Ömer Ateş bir kaç gün sonra bana aynen şöyle dedi. “Çocuğun hiç bir sorunu yok Bekir Ağabey.. Sorun ebeveynlerde!”
Günümüz dünyasında doğru düzgün bir diyet uygulayabilen çoğu kişi iyi bir fiziksel ve beyinsel kondüsyona sahiptir. Esasen çok basit : İyi beslendiğinizde kendinizi daha iyi hisseder ve daha az hasta olursunuz. Sporcular için doğru bir yemek rejimi daha da önemlidir. Kortta inanılmaz bir enerji harcandığından giden bu yakıt baştan depolanmalıdır. Bu güzel sporda başarı için en önemli etkenler dayanıklılık/süreklilik ve konsantrasyondur. İşte doğru beslenme ile yeterli yakıtı aldığınızda makinanın tüm parçaları arzulandığı gibi çalışır.
Aşağıda bilhassa ortalama tenis oyuncularının beslenmeleri için bazı öneriler var. Ama ben yine de iyi bir diyetten yararlanmak isteyenlerin hemen işin uzmanına yani bir diyetisyene başvurmalarını şiddetle tavsiye ediyorum.
• Su ! Damarınızda akan kan kadar önemlidir. Hesabı da kolaydır. Kilonuz başına günde asgari 50ml. içeceksiniz. Üstelik sadece maçlarda değil antrenman esnasında da. Suyun 8-10 derecede olması iyidir. Bir saat civarı oynuyorsanız su bir içecek olarak yeterli olacaktır. Ama sıcak havalardaki daha uzun maçlarda ve fazla terleyen biriyseniz bir spor-içeceğine başvurabilirsiniz. Çok tatlı olanları seçmeyin. Enerji-barlarını ve jellerini ise hiç yabana atmayın. Spor içeceklerinden sakınanlar için hiç te fena olmayan birer alternatifdirler.
• Yemek porsiyonları ile maç saati doğru orantılıdır. Maça kalan süre azaldıkça yenilmesi gereken miktar da azalmalıdır. Şöyle düşünün : Yemek saatleri beslenmek içindir. Maç civarı ise yakıt almak için.
• Yemeklerin her gün aynı saatlerde yenmesinin büyük yararı vardır. Ama üç büyük öğün yerine, beş küçük öğün yemeniz önemli. Kahvaltı, ara-öğün, öğle, ara-öğün ve akşam.
• Sabahları sıkı bir kahvaltı ediniz. Sadece kahve veya çay ile geçiştirmeyin. Arpa gevreği, reçel veya bal, ekmek ve mevsim meyveleri eksik olmasın.
• Kahvaltınız maçınızdan iki saat önce tüketilmiş olmalı.
• Maçlardan çıkar çıkmaz yemeğe oturmayın. Ufak bir şeyler atıştırıp önce rahatlayın. Sonra yemeğe başlayın. Tavuk, balık, hindi ve tabiki sebze. Meyveyi sakın unutmayın. Asitlileri daha az tüketin.
• Ara-öğünlerde yoğurt, meyve veya bir sandviç yenebilir. Kan-şekerinizi gereksiz yere yükseltmemek için şekerli besinlerden uzak durun.
• Öğle yemeğinde çiğ veya pişmiş sebze, makarna gibi karbonhidratlar, ızgara et , light-peynir veya balık yiyebilirsiniz. Salatada mutlaka sızma zeytinyağı, sirke veya limon kullanın. Sair soslardan uzak durun.
• Ana öğünler maçlardan en az 3(üç) saat önce tüketilmiş olmalı.
• Akşam yemeğinize erken oturun. Büyük miktarlardan ve ağır besinlerden sakının. Bittikten hemen sonra uyumayın. Bilhassa maç oynamışsanız stresinizden arınmayı bekleyip sonra uykuya yatın.
• Akıllıca yiyin. Bir sporcu için yasak yiyecek yoktur. Ama çok yağlı ve tavada pişenlerden uzak durun. Yağlı et, sosis-sakatat, yumurta, tereyağ, çikolata ve beyaz ekmek ağırdır. Siz, siz olun, kolay sindirilebilen besinlere yakın durun ki sahadaki performansınız düşmesin. Bunu beyniniz iyice algılarsa rahat edersiniz.
• Oyunlar ve setler arasındaki dinlenmelerde elinizdekilerden mutlaka yararlanın. O birbuçuk ya da iki dakikanın kıymetini bilin. Ortalama bir tenisci azami her 45 dakika ile bir saat arasında yakıt almalıdır. Dolayısıyla bunu unutup geciktirmeyin. Tenis bu. Maç her an uzayabilir ve siz bile (!) bir enerji çöküşüne uğrayabilirsiniz.
• Maç esnasında ve öncesinde alınan kafeinin beyne itici bir güç sağladığı kanıtlanmıştır. Su çektiği söylenir. Doğru değildir. Yerinde tüketmek fayda verebilir.
• Maç ve antrenmandan bir süre sonra içilecek bir bardak domates suyu yitirilen sodyumu geri dönüştüreceği için midesi sağlam sporculara önerillir.
Her şey bir yana, her kişinin, hele her sporcunun gereksinimleri farklıdır. Bu nedenle kendinize bakmanız başka bir şey, yaptığınız sporda daha iyiye, daha mükemmele varabilmek için doğru beslenmek başka bir şeydir. Yazının başında söylediğim gibi işi daima uzmanına bırakınız.
Hoş ve Sağlıcakla kalınız.
‘’Ah Maria, Vah Maria!‘’
Günümüz tenisi artık öyle bir seviyeye geldi ki bir oyuncunun standardı onun en zayıf vuruşunun etkisiyle saptanıyor ! Onun için komple bir tenisci değilseniz hiçbir yere varamıyorsunuz. Zaten ilk yüz raket arasına giremiyorsanız ancak güçlü bir sponsorunuz ya da varsıl bir aileniz varsa bu camiada kalabiliyorsunuz. Yoksa süründüğünüzün resmidir. Bu konuya detaylı bir şekilde gelecek yazılarımda değineceğim.
Yazımızın konusu Maria Sharapova. Tenis standardı hep en yükseklerde olmuş, anka kuşu gibi “bitti- gitti” denildiği yerden tekrar zirvelere tırmanabilmiş…Olağan, durağan, genel yerine hep mükemmele yönelmiş, her konunun en iyisini yapmak isteyen, çok çalışkan ve müthiş bir profesyonel diye anılan bir sporcu. Fiziken tenis dünyasının en güzellerinden biri olduğu halde hiçbir zaman “cana yakın” bulunmadı. Onun da pek umurunda değildi zaten. Spor dünyasında en fazla gelir elde eden atletlerin belki de başlıcası.
• 26 Ocak’ta, Avustralya Açık esnasında, TADP’a (Tenis Anti-Doping Programına) doping testi için idrar numunesi verdi.
• WADA tarafından analiz edilen numunesinde (performans arttırıcı olarak saptandığından) “01 Ocak 2016” itibarıyla yasaklanmış bir madde olan Meldonium bulundu.
• Sharapova kendisine yapılan suçlamayı ve bu doğrultuda konu kesinlik kazanana kadar, kendisinin 12 Mart itibarıyla her türlü tenis etkinliğinden, uzaklaştırılmasını kabul etti.
Sharapova dün Los Angeles’te bir basın toplantısı düzenleyerek bu ilacı çeşitli nedenlerden (şeker, fiziksel sakatlıklar) dolayı 10 yıldır aldığını ve kendisine Aralık ayı içerisinde iletilen (yeni yasaklanmış maddeleri/ilaçları içeren) uyarı mesajlarını okumadığı için kullanmayı sürdürdüğünü belirtti. “Çok büyük bir hata işledim” diyerek tüm sevenlerinden özür diledi.
Bunca yılın şampiyonu bir teniscinin, hele doping, müşterek bahis ve maç satma dedikoduları ayyuka varmışken “uyarı mesajlarını okumadım” diyebilme lüksü yoktur. İnandırıcı da değildir. Kendisini fizyoterapistten psikoloğa, koçundan antrenman partnerine, halkla ilişkiler uzmanından pazarlamacısına kadar geniş bir ekip izlemektedir. Dahası çocukluğundan beri her şeyi ile ilgilenen babası ona her daim yardımcı olmaktadır. Hadi kendisi uyarıları es geçti, diğerleri ne yapıyordu?
Maç satma ya da müşterek bahis gibi, bu konunun da açıklığa kavuşturulması, karara bağlanması çabuk olmayacaktır. Kadının her karara itiraz hakkı saklıdır. Bunlar da zaman alacaktır. ITF ve WTA konuyu usturuplu bir şekilde geçiştirmeye, unutturmaya çalışırsa da hiç şaşırmam. Bu kurumların çok iyi becerdikleri bir tutumdur. Ama “o zaman konuyu niye gündeme getirdiler” diyeceksiniz ? Şeytanın avukatlığını yapayım da görün (!) : Yanlışlıkla sızmış olabilir. Ya da bunca dedikodu sonrasında gündemi karıştırmak amacıyla ortaya VİP bir isim atmayı seçmiş olabilirler.
Zaten tencere dibin kara, seninki benden kara örneği spor ile ilgili kurumlar çelişkiler içerisinde. Sharapova’nın durumu ortaya çıkar çıkmaz sponsorluğunu askıya alan ilk şirket “Nike” oldu. Onu Tag Heuer, Avon, Porsche ve Evian izledi.
İşin ilginç yanı bu haberlerin hemen ertesinde medya Nike’nin Afrika’da çeşitli Atletizm Federasyonlarına rüşvet vermekle suçlandığı haberleriyle doldu. Gerçi bu devasa şirketin ismi yakın geçmişte de çeşitli çelişkilere konu olmuştu. Örneğin zina ile suçlanan Tiger Woods’u tüm sponsorları askıya alırken Nike ilişkisini sürdürmüştü. İki kez doping cezası alan ABD’li atlet Justin Gatlin’e yeni kontrat yapılmıştı. Dahası da var. Anlaşılan kendisine göre Müslüman olmak artık ticaret hayatında bir artı değer oldu!
Hele hele Maria Sharapova’ya en çirkin kişisel eleştirinin ABD’li eski tenisci Jennifer Capriati’den gelmesi bir başka çelişki. Kariyerinde uyuşturucu ile yakalanmak ve marketlerden mal çalmak gibi polisiye suçlar olan birinin Sharapova’yı eleştirmesi çirkinden de öte.
Tabî bunlar bile Maria’nın hatasını örtmez. O da bunu bildiğinden zaten hemen çıkıp suçunu itiraf etti. Tenis camiası bağışlayıcıdır. Görürsünüz öyle ya da böyle bu kadın eskisinden kuvvetli olmasa da geri dönecektir.
Hoşkalınız.
‘’Hakemler şeytan mı!‘’
Olayın üzerine bu şekilde fertleri suçlayarak gitmek bence doğru değil. Ortada bir yanlışlık varsa sadece fertlerin değil, kurumların da irdelenmesi gerekir kanaatindeyim.
Üstelik hakemlik hataları ile müşterek bahisin doğru orantılı olduğunu iddia etmek biraz da şeytanın avukatlığını yapmak gibi bir şey. Adil olmak gerekir. Önceki yazılarımda da ortaya koymuş olduğum gibi “müşterek bahisin” kanıtlanması fevkalade zordur. İddia edilenleri gördükçe bir kaşık suda fırtına yaratılmaya çalışıldığını düşünmemek elde değil. Göreceksiniz bunların ardından dişe dokunur bir şey çıkmayacak. Çıksa da kapatılmaya ya da soğutularak unutturulmaya çalışılacaktır.
Son günlerde bilhassa medya organları, inanılmaz bir pisliğin hüküm sürdüğü spor dünyasında, tenisin de kirlendiğini ileri sürmeye pek meraklı. Ama bunu ileri sürerken de bazen olayları karıştırıyorlar. İşin bu duruma gelmesindeki nedenlerin başında tenisin yönetimi ile görevli bazı kurumların köhnemiş sistemlerinde ısrar etmeleri ve bu doğrultuda bir türlü şeffaflaşamamalarının etkisi var. Medya da, haklı olarak, bulduğu aralıktan içeri giriyor. Yazımın devamında buna bir açıklık getirmeye çalışacağım.
Konuyu daha iyi kavrayabilmeniz için bir örnek vermek istiyorum. Bundan bir süre önce, 2015 Ağustos’unda, Hırvat Denis Pitner’in hakemliği askıya alındı. Ancak hemen akabinde, yani Eylül başındaki Amerika Açık’ta ve daha sonrasındaki Doha’da bu adamın yine sahada görev yaptığı gözlemlendi ! Haklı olarak bu durum alabildiğince eleştiriliyor. Yanıt olarak ilgili birimler arasındaki teknik bir kopukluk ileri sürülüyor.
ATP tarafından açıklandığına göre, Pitner’e verilen ceza, bir antrenöre bir oyuncunun fiziksel durumu hakkında bir çok kez bilgi aktarması ve tenis maçlarına odaklanmış bir müşterek bahis şirketinin web-sitesine sürekli giriş yapmasıyla ilintili.
Ama şimdi işin dramatik yanına gelelim. Efendim “Uluslararası Tenis Federasyonu (ITF)” bu hakeme ATP tarafından verilen “askıya alma” cezasını inceliyormuş ! Tenisin yönetiminden sorumlu kurumalrın sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Hal böyleyken, bir suç ortaya çıktığında biri diğerinin kararını destekleyeceğine, “inceliyor”! Buna balık baştan kokmuş demezmisiniz ?
Ancak, burada benim üzerinde bilhassa durmaya çalıştığım konu bazı kurumların ne denli yozlaştıkları değil. Sadece elmalarla armutları birbirine karıştırmamamız gerektiği. Yukarıdaki (yani Pitner’in) hakemin yaptığı ile St. Petersburg’da Wozniacki (DEN) ile Cibulkova (SLO) arasındaki maçın hakeminin (ve onu destekleyen WTA gözlemcisinin) hatası çoook farklıdır.
Cibulkova bir topa vuruyor. Top karşı sahada servis çizgisine değmesine rağmen çizgi-hakemince aut çağrısı yapılıyor. Slovak raket karara itiraz ediyor ama bu esnada Wozniacki düşen topu zamanlı bir şekilde geri çeviriyor. Tabî maç duruyor. Oyunun tekrar edilmesi gerekirken puan Cibulkova’ya veriliyor ! Burada Wozniacki’nin hakkı resmen yeniyor.
Ama Pitner’in yaptığı ile St.Petersburg’daki olay ayrı iki dünyadır. Biri bir suç, diğeri bilgisizliktir.* Bir hakemin basiretsizliği nedeniyle karşımızda en temiz ve etik kalmayı başarmış bir spor branşına toptan kara çalmamak gerekir. Teniste ak karayı ayıklayacaktır. Göreceksiniz.
Dünyamızın ve yaşantımızın belirsiz sivri uçlara doğru yöneldiği bugünlerde herkese itidal ve hoşgörü dilemek isterim. Biliyorsunuz “olsayı bulsaya vermişler, hiç doğmuş”. Sağlıcakla kalınız.
*Bu arada sportmenliğe ne oldu diye kimse sormuyor. Bunca yılın profesyoneli Cibulkova yaşanan durumu herkesten iyi gözlemleyebilecek konumda. Rakibine haksızlık yapıldığının farkında olmamasına olanak yok. Gidip “çift top” kararı verin dese, ya da müteakip puanda topu bilinçli olarak dışarı atsa, konu kapanacak, alkışlanacak raket te kendisi olacak ! Doğru bir tanedir ama onu kabullenmek yürek ister!
‘’Avustralya Değerlendirmeleri…‘’
Yılın ilk grand-prix turnuvası sonuçlandı. Sürprizler birbirini izlerken sanki erkeklerdekiler daha anlayışla karşılandı. Ama kadınlardakiler inanılmazdı. Tatsız sürprizlere kalkışanlar da oldu. Kıymetleri kendilerinden menkul bazı kurumların eşdeğer sıfatlı yöneticileri, kendi koltuklarını sağlamlaştırmak adına durduk yerde bulanık suda balık avlamaya kalktılar. Şike-Müşterek Bahis ! Onlara en güzel yanıtı başta Murray ve Federer olmak üzere oyuncular verdi : Kısaca “Müşterek-Bahis Şirketlerini sponsor alıp sonra şikeden bahsetmek abestir” dediler.
Bence bu turnuvaya damgasını vuran başta Kerber sonra Konta oldu. Onları izleyen ise, bilhassa kadınlarda başta Çinliler olmak üzere uzakdoğulu raketlerdi. Evet Çinliler oluk oluk geliyorlar. Dikkat edin her turnuvada, Li Na’nın açtığı yoldan, bir başka raket çıkıyor. Biraz daha tecrübe ve özgüven edindiklerinde tenis dünyası allak bullak olacaktır.
Serena Williams’ın kupayı kaldıracağından herkes çok emindi. Ben ona Azarenka’nın çelme takacağını düşünürken Kerber hepimizi fena halde yanılttı. Önce Azarenka’yı, sonra Konta’yı ve sonuçta da Williams’ı üstün bir oyunla yenerek şampiyonluğa ulaştı. Serena’nın maç bitimiyle birlikte rakibine olan yaklaşımı ve kürsüdeki konuşması ise herhalde çoğumuzun gözünü yaşartmıştır.
Serena Williams, Azarenka, Murray hatta Djokovic gibi raketler maalesef toplumca itici karşılanıyorlar. Antipatik bulunuyorlar. Çoğumuz bu hataya düşüyor ve onları yaptıkları işle değil, fizikleri, giyinişleri, seçkileri ve davranışlarıyla değerlendiriyoruz. Açıkcası onlar da bazen böyle düşünmemiz için çanak tutuyorlar ! Tavuk ve yumurta ikilemi mi bu acaba…Ne dersiniz ?
Macar mı, Avustralya’lı mı yoksa İngiliz mi ! Tam tamına nereli olduğunu zamanla çözeceğimiz Johanna Konta ise tenisi seven çoğumuza adeta bir temiz soluk gibi geldi. Tenisin her türünü oynayabilecek yetenekte bir görüntü veren bu genç hanım söylenildiğine göre çok aklı başında, olgun ve mütevazi. Umarız bu vasıflarla kariyeri sürekli olur. Diğer genç hanımlar gibi bir görünüp sonra kaybolmaz.
Erkeklerde ise Djokovic, gençlik günlerinde çiftlerde partnerlik yaptığı Murray önünde, beklenildiği gibi kupayı kaldırdı. Tüm maç boyu tutumunu hiç bozmadı. 2013 yılında ona bu davranış tarzına nasıl eriştiği sorulduğunda bakın ne yanıt vermiş : “Benim çok canlı bir yapım var. Önüme çıkarılan her engelden beslenmeye çalışır, onları aşarak nasıl kendimi geliştirebileceğimi düşünürüm. Bunu yaparken de en önem verdiğim duygusal dengemdir.” Dahası var mı ?
Evet, Sırp raket böyle düşünürken Andy Murray buradaki beşinci finalinden de hüsranla ayrıldı. Üstelik az kalsın setlerin birinde yine “halka yiyordu” ! Bu çok yetenekli İskoç/İngiliz biraz olsun kafasını düzeltmezse gelecek günlerde işi çok zor olacak. Önceki yazımda onun için yaptığım “ocakta unutulan çaydanlık gibi” benzetmesi inanın yetersiz kaçtı. Sürekli bir yerlerle didişiyor ve en fazla kendine zararı oluyor. Lendl ile çalışırken, onun itelemesi sonucu psikolog Castorri ile yaptığı işbirliğinin faydasını gördüğünü söylüyor. Bunu sürdürmeyi neden düşünmüyor acaba ?
Murray Ailesi yine de bir şampiyonluk almadan ülkesine dönmüyor. Küçük kardeş Jamie Murray partneri Brezilyalı Soares ile birlikte çift-erkeklerde şampiyon oldu. Soares aynı başarıya karışık-çiftlerde de, partneri Vesnina, ile erişti.
Evet Avustralya yine izleyici rekorları kırarak kapandı. 750.000 seyirci geldiği söyleniyor. Ne diyelim darısı başımıza! Hoşkalınız.
‘’Tarih baştan yazılır mı?‘’
Yarı finalistler belli oldu. Bir yanda Djokovic ile Federer. Diğer yanda Murray ile Raonic. Her iki maç ta ilginç. Ancak kesin bir olgu var ki ilki çok çekişmeli geçecek. Zira bu iki adam birbirlerini daha iyi olmak için adeta motive ediyorlar. Biliyorlar ki diğerinden daha iyi olmazlarsa hiç şansları yok. Federer kazanırsa “tarih baştan yazılabilir mi” sorusu gündeme sık sık gelecek.
Murray ile Raonic arasındaki karşılaşma ise kendilerini ispat açısından önemli. Murray, muhteşem üçlü (Federer, Djokovic ve hala Nadal) arasında anılması gerektiğini, Raonic te de ağır-abileri arasına girmeye en büyük aday olduğunu göstermeye çalışacaktır.
Djokovic’i yenmek için silahlarınızın ondan daha iyi olması gerek. Bunu Federer, Londra’da Barclay Masters grup mçında göstermişti (sonra tekrarlayamadı). Çeyrekte Gilles Simon da işte bu nedenle ona 5 sette kaybetti. Zira maçı beraberliğe getirdiği dördüncü set sonunda fiziken tükenmişken, rakibi iyi bir gününde olmamakla birlikte karar setinde “ace” atıyordu.
Kadınlarda Azarenka, Alman Kerber karşısında yeniden yazmak için çıktığı tarihin tozlu sayfalarına gömüldü. Zira Kerber’in galibiyetini görecek tüm tenisciler onu örnek alacaktır. Azarenka çapında bir raket rakibin solaklığına çaresiz kalmamalı.Topu yerden kalkar kalkmaz erken karşılayan rakibine karşı, Kerber hep uzun/derin toplarla hücum edip onun bu avantajını yok etti. Mütevazi Alman, burnu büyük (!) rakibine karşı, agresif oyununu geriye düştüğü ikinci sette bile sabırla sürdürünce sahadan galibiyetle ve (bence) turnuvanın en büyük sürprizini yaparak ayrıldı.
Şimdi Serena Williams, Polonyalı Radwanska karşısında. Eğer Serena hassas iç dünyasını aşmış olarak sahaya çıkarsa maç çok kısa sürer. ABD’li raket Pazartesi günü Sharapova karşısında beklenilenden uzaktı. Adeta kırılgan bir görüntü verdi. Ama bu durumda bile çok üstün. Zaten burada rakipleri de yok. Erkenden elendiler, “Buyur gel, elini kolunu sallayarak şampiyon ol”dediler.Gerçi buna gereksinimi de yok ya bu kadının !
Sharapova ise Serena’ya karşı bir kez daha kaybettiyse nedenini sadece kendinde aramalı. Maçın başında topu sadece sahada tutarak neredeyse 3-0 öne geçiyordu. Williams’ın servisi tutmuyor ve hani neredeyse tüm vuruşlarında çok basit hatalar yapıp güzel güzel kendi kendini yeniyordu ! Sonra ne olduysa Rus kendini çok mu üstün hissetti nedir, topu riske etmeye, sağa sola vurmaya ve puanları kendi almaya çalıştı. Uyuyan devi uyandırdı. Sonrasını biliyorsunuz. Peşpeşe 15 oyun aldı Serena.
İngilizler için muhteşem bir turnuva oluyor. Murray kardeşlerin biri teklerde yarı-finalde diğeri de çift-erkeklerde şimdilik çeyrek-finalde. Anneleri Judy Murray’in keyfine diyecek yok. Oğullarına ilaveten ,kadınlarda da FED Cup koçluğu yaptığı bir oyuncusu yarı-finalde (Konta). Evet neredeyse yarım asra yaklaşan bir süre sonra bir İngiliz kadın, bir grand-slam turnuvasında yarı-finalde. Johanna Konta. Hem de ne İngiliz ! Ana-baba Macar…Doğum yeri Avustralya…Oturduğu yerlerin biri İspanya (Gijon)…2012’de İngiliz vatandaşı olmuş. Fevkalade alçak gönüllü olduğu söyleniyor. Sempatik te. Sakin ve topa hükmedebiliyor. Çinli rakibine karşı çok üstün olmakla birlikte maç fena halde sıktı. Sanki bir “grand-slam” maçı değil de “futures” ya da jünyor maçı izliyoruz teması verdi. Konta şimdi Kerber karşısına çıkacak. İbre şüphesiz Alman’dan yana. Hoş kalın.
‘’Vay İhtiyarlar Vay!‘’
Avustralya’da ikinci haftaya girdik. Ağır-abiler hafiften zorlanmaya başladı. Ancak bu demek değildir ki kupaya aday değiller. Tam tersine geçmişi biraz olsun anımsarsak finale giderken zorlanan yıldızların, sonrasında mutlu sona ulaştıklarını, halbuki kolay bir fikstürden gelenlerin son etaplarda veda ettiklerini görürüz. Çekişmeli geçen maçlar teniscilerin son akortlarını daha iyi yapmalarına yol açıyor. İster Djokovic, ister Federer ister başka biri.
Keza, 35-40 küsur haftayı uçaklar, oteller, bavullar, değişik ülkeler, farklı alışkanlıklara sahip insanlar, zıt iklimler arasında geçirdikten sonra yegane tatillerinden çıkıp Avustralya’ya yeni yılın ilk büyük turnuvasını oynamak üzere gelen oyuncuların burada aldıkları sonuçları sezonun gerisi için bir örnek almak çok büyük bir yanlıştır. Bugünkü tenisin atletleri kendilerini planlı programlı bir şekilde tüm yıla hazırlarlar. Kendilerine yaptıkları yatırımın meyvasını da yavaş yavaş alırlar. Tabi sıra dışı olanlar hariç. Sıra dışı derken de Federer ve Djokovic gibi ilk 10 içerisindeki oyuncuları kastediyorum.
Burada aldıkları beklenmedik sonuçlarla, bazı gençleri tenis dünyasına yeni bir soluk olarak sunmak ise yanlışın içine balıklama atlamaktır. Artık bir-iki sonuçla gelip en üst basamaklarda tutunabilmek fevkalade zordur. Zira bilimin ilerlemesiyle başarıyı daha uzun yıllar sürdürmek kolaylaşmıştır. Nasıl futbolda eskiden jübilesini hazırlarken şimdilerde bir sporcu en başarılı yıllarını 30’u civarında geçiriyorsa, bu olgu diğer branşlar için de geçerlidir. Zirvedeki teniscilere bakarsanız 30 yaş ve üzeri yıldızları görürsünüz. İlk 10 teniscinin yaş ortalamaları 30’dur. Aralarındaki yegane küçük yaşta olan Nishikori’dir. Yaşı 26.
1990’ların sonuna doğru 32 yaşlarını sürdüren tenisciler arasında en yüksek sırada olan 124. idi. Bu ihtiyarlar (!) arasında ilk beşyüz içerisinde sadece 5 raket vardı. Şimdilerde 34 yaşındaki Federer sıralamada 3. Onun haricinde beş ihtiyar daha var ilk 25’in içinde.
Kadınlarda ise 34’lük Serena Williams hala işi farklı götürdüğüne göre fazla konuşmaya gerek yok. Kendi kazanıyor (ya da arada bir yine kendi kendine kaybediyor). Tartışmayı sürdürmek için onun tenisi bırakmasını beklemek bence en doğrusu. ABD’de sokaktaki insanların çoğu bu kadını sevmiyor. Ama bunu da dürüstçe ortaya koyamıyorlar. Hep yarım ağız ! “Ülkenizi ondan daha temsil etmiş bir başka tenisci söylesenize bana” diyorum. Eveleyip geveliyorlar.
Şimdi gelelim Avustralya’da olacaklara. İlk yazımda sürprizlere hazır olun demiştim. Artık sonlara geliyoruz. Ama şok sonuçlar hala peşpeşe geliyor.
Benim tahminim Melbourne’da Djokovic’in favori olmasına karşın Murray’in onu fazlasıyla zorlayacağıdır. İngiliz ocakta unutulmuş çaydanlık
gibi. Kendi kendine fokurdayıp bitiyor. Zararı kendine. Halbuki fevkalade yetenekli.
Kadınlarda ise Serena’yı Azarenka çok uğraştıracaktır. Bu kadın beğeni listemde hiç olmadı. Hatta itici buluyorum...Sportmen de değil. Ama bu onun son derece iyi bir atlet olduğunu görmeme engel değil.
Azarenka ve Murray’in oynadıkları tenis yeteneklerinin sadece bir parçası…Maçlarda hepsini ortaya koyabilecek bir kafa yapısına keşki gelebilseler. Oyunun tadına doyum olmaz.
Hoşkalın.
‘’“Şikenin belgesi mi olur”‘’
“Teniste Şike” ! Medyamız iki hakemimizin Uluslararası Tenis Federasyonu (ITF) tarafından cezalandırıldığını bildiriyor. Henüz adı resmen konulmamakla birlikte doğrudur. Kaynaklar bir müşterek bahis şirketiyle ilintileri olduğunu söylüyor. Burada medyanın bir kısmının “mal bulmuş mağribi” gibi ne şimdiki ne de geçmiş Türkiye Tenis Federasyonlarının (TTF) üzerine çökmesinde bir anlam yoktur. Geçmişten bu yana TTF kurullarının yanlış uygulamaları çoktur. Ancak Kumova Federasyonundan bu yana Türk Tenisinde hakemlik müessesesinin fevkalade adımlar attığı şüphesizdir. Yeni filizlenmeye başladıklarında yaptıkları hatalardan dolayı kahrolduklarında omuzlarını sıvazladığım nice gencimizin ellerini şimdilerde saygıyla sıkıyor, onların grand slam’lere davet edilmelerinden ve orada ki yöneticiliklerinden onur duyuyorum.
Şeytana kapılanlar her zaman vardır. Daima olacaktır. Çünkü teniste şikenin olmaması da, önlenmesi de çoook zordur. Yakın geçmişte de vardı. Şimdi de var. Gelecekte de olacak. Sadece koltuklarını korumayı hedefleyen zihinlerin ortaya koymaya çalıştığı köhnemiş çarelerle bu sorun çözülemeyecektir. ITF denilen kurumun işlevselliğini tenis dünyasının en ileri gelen yöneticilerinden birisi bir yemek sohbetinde şöyle betimlemişti : “ofis dekorlarını yenilemekte çok başarılılar !” Bilmem bu betimleme sizlere neler anımsatıyor ? Göstermelik, palyatif yaptırımlar geleceği garanti altına almaz.
Bu iddialarım size belki aşırı gelecek. Ama buyrun bildiklerimi okuyun sonra kararınızı saygıyla karşılayacağım.
2008 yılındaki Polonya Açık turnuvasında dünya 3.lüğü olan Rus Nikolai Davydenko, Arjantinli Arguello karşısında maç satmakla suçlanmıştı. Rusya’dan birileri Davydenko’nun yenilgisi üzerine 1.5 milyon doları aşan bahis oynamışlar ve Rus raket üçüncü sette sakatlık bahanesiyle maçtan çekilmişti. Nikolai epey uzun süren araştırmalardan sonra hiçbir ceza almadan aklanmıştı.
Tenis dünyasının en nefret edilen raketi ünvanını yıllarca kimseye kaptırmayan Avusturyalı tenisci Daniel Koellerer, 2011 yılında, maç ayarlamaktan 100.000 Dolar para cezası ile birlikte profesyonel turnuvalardan ömür boyu men edilmişti.
2011’de ATP sıralamasında 353. olan Sırp David Savic ve geçtiğimiz yılın başında da bir başka Rus, Sergei Krotiuk maç ayarlamaktan ömür boyu men cezaları aldılar. Bunların haricinde 5 İtalyan tenisci, kendileri müşterek bahis oynadıkları için kendi federasyonları tarafından kendilerini aklayabilene kadar (!) men edildiler.
Tenis dünyasında müşterek bahis nedeniyle açığa çıkmış başka hiçbir suçlama bulunmamaktadır. Varsa da halının altına süpürülmüştür.
Müşterek bahis konusuyla ilgili olarak en gerçekçi tutumu sergileyen ise düşündüğünü söylemekten çekinmeyen bir yapıya sahip nadir oyunculardan Andy Murray oldu. Konuyla ilgili mercileri (acaba kim !) iki yüzlülükle suçluyor ve “Turnuvaların müşterek bahis şirketlerini sponsor olarak alabilmelerine izin verilirken neyin araştırmasından bahsediyorsunuz (!)” diyor. Gerçekten de “2015 Avustralya Açık” sponsoru müşterek bahis şirketi “William Hill” idi ! Bunun gibi daha nice örnek var.
Federer kendinden umulmadık denli sert çıktı. “…Kim, ne zaman, nerede ? Açıklanmadığı sürece bu iddialar birer spekülasyon olmaktan öteye gitmeyecektir. Varsa deliller ortaya çıksın yoksa ortalığı karıştırmayın” dedi.
Djokovic ise 2006 yılında üçüncü hatta dördüncü kişilerce, ekibine St. Petersburg’da (eski Rusya’da Leningrad) 200.000 dolar karşılığında maç satması için teklif gittiğini ama bunu anında defettiklerini açıklayarak “bizler sporumuzu olduğunca temiz tutmakla sorumluyuz. Varsa bir bilinen açıklansın” diyerek adeta İsviçreliyle aynı lisanı konuştu.
Bugüne kadar bunların hepsi tenisle yakından ilgilenen herkesin dağarcığında olan bilgilerdi. Ancak kimse adam gibi bir önlem almadığı alamadığı için gibi bildiklerini gizlemekle yetindiler. Kol kırılırsa yen içinde kalsın. Vay canına…Peki o kol zamanla gangren olup kesilmesi gerekeceği zaman ne yapacaksınız ?
Konuya birazcık olsun ciddiyetle yanaşan “Tenis Profesyonelleri Derneği – ATP” oldu. Tam anımsamakla birlikte (2008 olduğunu düşünüyorum) yönettiğim turnuvalardan birinde ATP gözetmeni beni biriyle tanıştırmıştı. Emekli bir İngiliz dedektifmiş. Bir süre sonra merkez kortta birlikte bir maç izlerken tribünlerdeki bir kadını gösterdi. Kadın sürekli çantası ile uğraşıyordu ! İçindeki minik bilgisayara skor giriyormuş. Güvenlik ekibini çağırarak kadını dışarıya davet ettik. Sonrasında da bir daha kulübe ayak basmamasını rica edecektik ki kadın kendi lisanında hoş olmayan bir şeyler söyleyerek yok oldu. Orta Avrupa’da pıtrak gibi boy gösteren nice müşterek bahis şirketlerinden birine data sağlıyordu. O tarihlerden bu yana hiçbir turnuva arazisinde web’e giriş yapamazsınız…Şifrelidir.
Tenisin içinde biri olarak bunca zamandır dişe dokunur bir başka yaptırım işitmedim. Konu bugüne değin bu hep hasır altı edildi.
Şimdi gelelim işin can alıcı noktasına. Müşterek bahis ile ilgili somut bir bilgi bulanın aklını karışlarım desem çok mu iddialı olurum ? Ne bulunabilir ki ? Adam kritik puanları kazandığı halde maçı kaybediyorsa neyle suçlu ? Maçı kazanırken ilk seti veriyorsa ne sebep bulacaksınız? Telefon kayıtları mı var ? Banka bilgileri mi ? Şahit mi ? Kimi ne ile suçlayabileceksiniz ? Hadi canım sizde. Bulanık suda balık avlamaya çalışıyorlar. Sonra da “biz çalışıyoruz” diyecekler !
Teniste çok para olduğu aşikar. Ama nerede ? Sadece ilk 100-150 içerisinde. Bu sıralamada olan raketlerin çok azı müşterek bahise yeltenecektir. Kazançları yerinde olduğu gibi yitirecekleri çok şey olacağının bilincindedirler. Avustralya Açık’ta sadece ilk turda kaybeden oyuncu 34.500 Doları (yazıyla otuzdörtbinbeşyüz) cebine koyar. Ama bugün büyük turnuvaları oynayamayan tüm tenisciler ceplerinden para verirler. Sponsor derseniz ise yanılırsınız. Büyük hatta orta karar turnuvaları bile oynayamayan teniscilerden kaçına sponsorlar yaklaşır ? Kaç tanesi o denli şanslı olur ki ?
Hastalığın kökeni “Challenger” ve hatta “Futures” gibi düşük ödüllü turnuvalarda yatmaktadır. Bu turnuvalarda ilk turu yitirirseniz cebinize 1500 ile 72 Dolar (yetmişiki) arası bir para girer. Bugün İstanbul’dan Avustralya’ya en düşük uçak bileti 2500 dolardır. Eh genç bir oyuncu bu paraya dünyayı nasıl dolaşsın ? Şişli’den havalimanına gitse bu para biter. Doğal olarak karşısına gelecek bir müşterek bahis teklifi onun aklını çelebilecektir.
Unutmayın ki kumarbaz için işin “felsefesi” hastalıktır. Büyüğü küçüğü olmaz !
Bunun çaresi oyunculara çok gençken eğilmektir. Daha future oynarken hatta daha da önce. 12-15 yaşlar sürülürken bu taze beyinlere eğitim verilmelidir ki şeytanla karşılaştıklarında dağarcıklarında yanıtlayabilecekleri bir birikim bulunsun.
Toplumumuzda dolandırcılık açıkgözlük, dürüstlük ise aptallık olarak algılandığı için yapılacak bir şey yok deseniz bile ben size ümidinizi yitirmeyin derim. Doğru bir tanedir. Tadına da doyum olmaz.
Çok hoş kalınız.