‘’Tenisin Sahte Kibarları !‘’
Önceki yazılarımda defalarca vurgulamış olduğum bazı gerçekler var.
Beş setlik maç uygulaması kaldırılmalıdır.
Sezonuna göre maçlar aynı toplarla oynanmalıdır.
Bu iddiamı desteklemek için doğal olarak ortaya bazı nedenler koymuştum:
Oyuncuların sağlıklarını korumak.
Oyuna ivme kazandırmak.
Canlı veya ekrandan izleyenleri sıkmamak.
Fazla maç yayınlanmasını sağlamak ve bu yolla gelir payını arttırmak.
Topların standardını muhafaza ederek hem sporcuların sağlıklarını korumak hem de alıştıkları toplarla maçların daha eğlenceli/çekişmeli geçmesini sağlamak.
Oynanmakta olan “ABD Açık”ta bir sakatlık furyası yaşanıyor. Erkeklerde şimdiye kadar en az 14 maç sakatlıktan dolayı bitirilemedi veya oyuncu seke seke sonuca gitti. Ki bunlar resmiyete kavuşan bizim bildiklerimiz ya da gözlerimizle şahit olduklarımız. Soyunma odasında ya da masörün masasında kalan kimbilir kaç tane? Erkeklerde Tsonga, Thiem, Kyrgios, Vesely, Kohlschreiber yekten anımsadıklarım. Yazık değil mi bu yıldızlara ?
5 setlik maçlar sadece grand-slam turnuvalarında ve Davis Kupasında oynanıyor. Her iki organizasyonun patronajı ise ITF’in (Uluslar arası Tenis Federasyonu – Londra) elinde. Oradaki imparatorluk artığı kokteylci sahte kibarların durumu algılaması ve buna karşı bir önlem almaları kimbilir kaç yıl sürecek…Ve bu sürede kaç oyuncu telef olacak!
Dünyadaki tüm diğer tenis turnuvaları erkeklerde ATP, kadınlarda ise WTA patronajındadır. Bu turnuvaların hiç birinde 5 set uygulaması yoktur. 3 set oynanılır.
Böyle edep arsızı sağlıksız uygulamalar gördükçe sinirden adeta kaynıyorum. Burada da ABD Açık’ı yazacakken alıp başımı gittim…Lütfen bağışlayın.
Bu yıl ki turnuva 20.000’i aşkın izleyicinin değil maçları etkilemek, sürekli dışarıdan içecek (!) takviyesi yapmayı yeğlediği, uzun zamandır izlediğim en tatsız ABD Açık. Başta Fransa ve Avustralya olmak üzere insan giden maçı geri getiren interaktif izleyiciyi arıyor. Burada sanki dışarıdaki sosyal hareket içeriden daha canlı.
Artık yarı-finallere gelirken başlıca favorilerden İngiliz (yerine göre İskoç) Murray elendi. Maç 6-1, 3-3 onun lehine iken yağmurdan çatı kapandı. Bu durum Japon rakibinin işine yaradı.
Kapalı çatılarda oyun daima daha yavaşladığından “return”ler daha kolaydır. Ancak burada turnuva idaresinin açıklanmayan bir ihmali var. Kural olarak yağmurun kesilmesinden belirli bir süre içerisinde çatıyı açmaları gerekir. Gökyüzü tümüyle masmavi olduğu halde bu yapılmadı. Anlaşılan reklam verenler yine ağır bastı. Çatı açılıp kapanırken oyun ne olsa asgari 15-20 dakika duruyor. Bu da işlerine gelmiyor tabî. Orası ABD. “Money Talks” (Para Konuşur) !
Japon Kei Nishikori çatı avantajını iyi kullanmanın yanında belki de tenis kariyerinin en iyi maçlarından birini oynadı. Topları rakibinden çok daha önde servis çizgisini üzerinde karşıladı. Bu şekilde hem voleye daha çabuk ve sık geldi , hem de drop-shot (kısa-top) atması ya da rakibinin kısa-toplarına ulaşması kolaylandı. Önceki maçlarında görmediğimiz kadar agresif ve rakibini savunmaya zorunlu bırakan bir oyun izledi.
Karar setinde ise İngilizden az hata yaptı. Üstelik arap-bacılar gibi kendi kendine konuşup, yıpranmaya başlayan Murray’in üstüne vurarak daha çok basit hata yapmasına yol açtı.
Şimdi yarı-finaller var. Wawrinka-Nishikori maçı ilginç olacak. Kesin olan bir şey var ki kim kazanırsa kazansın Djokovic’in karşısına çok yorgun çıkacak. Djokovic’in Monfils karşısında pek zorlanacağını sanmıyorum. 12 kez oynamışlar. Hepsini Sırp kazanmış. Zaten oynadığı beş maçın ikisinde rakipleri çekildi. Birinde ise hiç çıkmadı. Dolayısıyla Nole fevkalade zinde. Bu turnuvayı da alır gider kanısındayım. Ama tenis bu. Son top oynanmadan hiçbir şey belli olmaz.
Karşı sekste ise Serena Williams kendi cinsinin en iyi servisini atan Çek Pliskova karşısında. Zor maç. Pliskova 4. Turda Serena’nın ablasını saf dışı bırakmıştı. Sonra da çeyrekte 18 yaşındaki Hırvat Ana Konjuh’u eledi.
Konjuh ise tam üç yıl önce burada kızlar şampiyonluğunu kazanmış. Şimdi de Pliskova’ya gelirken hep kendisinden üst sıralardaki oyuncuları eledi.
Diğer yanda Alman Kerber, THY’nin yüzü Wozniacki karşısında. Kerber favori.
Hoşkalınız.
‘’Tenisin Evrimi (ABD Açık 2016) !‘’
Tenis Sporu son bir yıl içerisinde epey değişti. Gençler ağır-abilerden eskisi kadar çekinmiyor. Çıkıp sınırları zorluyorlar. Eski kavruklukları kalmadı. Bu doğrultuda tenis sporu da ivme katetti. Süratlendi, güçlendi. Vole ve drop-shot denilen vuruşlar sığındıkları limanlardan enginlere açıldılar…Çoğunluk tarafından benimsenmek üzereler. Artık servis çizgisinin 3-4 metre gerisinden “vur Allah vur” pek kalmadı. Drop-shot (kısa-top) atamayanlarla, vole de sudan çıkmış balığı andıranlara tenis dünyası yaşam hakkı tanımıyor. İşin mizahi yanını alırsak, bilhassa kadınlarda öyle kötü kısa top atanlar var ki hani neredeyse tribünlerden koşup yetişeceksiniz! Erkeklerde de vuracağı yönü hani neredeyse postayla bildirecek acullar var. Dikkat edin, ağır-abiler gençlerin karşısında yön tahminini sık sık beceriyorlar. Nadal-Pouille maçında çok yaşandı. Hepsini de İspanyol kazandı.
Doğal olarak ağır-abiler de bu deli-kanlılarla başedebilmek için kendi standartlarını zorladılar hatta birer vites eklendiler. Bu gelişime ayak uyduramayanlar ise silinip gitmeye mahkum.
Maalesef bu gelişime tam olarak ayak uyduramayanlar arasında “toprağın kralı”da var. Dün akşam ki 5 setlik yenilgisindeki başlıca nedenin altında sadece ve sadece yukarıdaki satırlarda sıraladıklarım yatmaktadır. Servisini değiştirmekle, arada bir voleye gelmekle bu işin olmayacağını verdiği beyanatlarla Tony Amca da anlamış durumda. İlerki turnuvalarda bambaşka bir Nadal görürsek hiç şaşmayalım. Ne denli başarılı olur artık onu bilemeyiz tabî. Birlikte izleyeceğiz. Ama bir efsanenin camiadan körelerek gitmesini açıkcası gönlüm hiç arzu etmiyor. Hele bu isim nice badireler atlatmış Nadal olursa.
Aynı durum Berdych, Ferrer, İsner, Gasquet, Radwanska gibi raketleri de beklemektedir. Bu sporcular zaten aldıkları sonuçlarla hep ikinci seri raketler olarak algılanmıştır. Şimdi ise hiçliğe mahkumlardır. Göreceksiniz gençler bunları ilk 10, hatta 20’nin dışına iteceklerdir. Anımsanmayacaklardır bile…İnsanoğlu balık hafızalıdır. İzlediğimiz “ABD Açık”ta ve bundan sonraki turnuvalarda burada sizlere aktardıklarım kanıtlanacaktır. Bunu benimsemeyecek olanlar sahaya “spor” değil “skor” olarak bakan ham çökeleklerdir.
Federer’i bu kritere sokmuyorum çünkü o her dönem kendini çağın gereksinimlerine adapte etti. Hatta öncesinden de algılıyor. Şimdiki yokluğunun sonunda da göreceksiniz yeni bir uygulamayla karşımıza çıkacaktır. Ancak ilerleyen yaş, eskiyen vücut, körelen kaslar doğal olarak negatif etkisini gösterecektir. Doğaya hangi canlı kafa tutabiliyor ki !
Dün akşam ne oldu derseniz Serena, Nishikori ve bilhassa Murray rakipleri Shvedova, Karlovic ve Dimitrov’u klas dışı bırakarak set vermeden geçtiler. Halep ve Wawrinka az yoruldular. Tandilin Kulesi Del Potro, rakibi Thiem sakatlanınca Wawrinka karşısına iyice dinlenerek çıkacak. Radwanska/Konjuh maçı başlayana kadar ise benim uykum geldi !
Bugün için ilginç maçlar Wozniacki-Sevastova ve Pouille-Monfils olacaktır. Hoşkalın.
‘’Ne Kafa, Ne Beyin!‘’
ABD’nin bilhassa New York kentine mahsus o kaotik ortam Flushing Meadows’daki tribünlere de bir virüs gibi bulaşmıştır. Çoğu burayı bir “sirk” olarak adlandırır. Organizasyon tıkır tıkır işler ama tribünler sanki New York’un en işlek 42. Caddesinden farkı yoktur. İzleyicilerin hani neredeyse ellerinde şişeleriyle bir parti yapmadıkları eksiktir. Oyuncuların buraya gidiş-dönüşleri onlara kente yakın başka tesisleri seçtirecek kadar sorunludur.
Üstüne üstelik bu yıl çatılar kapatıldı. Ancak yağan yağmur çatıya temas ettiğinde öyle bir gürültü oluşturuyor ki değil doğasında mızmızlık olan Murray, genellikle yumuşak başlı olan Nadal bile hani neredeyse hakemin sesini duyamayacaklarından söz açıyordu. Hava müsait olduğu zamanlarda bile (örneğin Tsonga karşısında ayakta kalmaya çalışan) Jack Sock çeşitli kez puanı durdurup vatandaşlarını sukunete davet etti. Nadal karşısında galip gelen Pouille maçtan sonra “burada kendinizi bile işitemiyorsunuz…O denli gürültü var” diyordu.
Jack Sock adlı ABD’li tenisci ilginç bir raket. Son derece başarılı bir çift oyuncusu. Rio Olimpiyatlarında çift erkeklerde partneri Steve Johnson ile bronz madalya, karışık çiftlerde ise Bethanie Mattek-Sands ile ise altın-madalya aldı. Ancak olimpiyatlardan sonra kariyerini teklerde de denemeye karar verdi. Çiftlerdeki vole üstünlüğünü burada da gösteriyor. Bazuka gibi bir forehand’i var. Ancak bunu sanki masa-tenisindeki gibi bilek gücüyle yapıyor. O devasa güce o bilek nasıl dayanacak merak ederim.
Zaten isterseniz Herkül olun, teniste salt kaba güçle başarılı olamıyorsunuz. ABD’li raketlerin yıllardır bir türlü başarılı olamamalarının altında da bu yatıyor. Fizik deseniz maşallah. Güç deseniz tank gibiler. Vurdukları topların ancak tozunu görüyorsunuz. Netice “Hatice”! Ne bir taktik zeka, ne bir incelik (finesse), ne de bu klas sporun gerektirdiği el-kol yumuşaklığı…Varsa yoksa bam-güm ! İşte size sonuç. Kendi saha ve seyircileri önünde çeyrek finali dahi görmüyorlar.
Umarım spor dünyasının bu güzel branşı, zerafetini, Federer ve Djokovic (Murray’i de katarsak) üçlüsüyle birlikte yitirmez. Tenisi ne denli iyi oynarsanız oynayın. Eğer çevrenize pozitif bir elektrik vermiyorsanız başarıda bir süreklilik oluşturamıyorsunuz. Çoğu genç raketin maçlardan üstün çıkmalarına karşın ağır-abilerin arasında kendilerine bir yer edinememelerinin altında bu yatmaktadır. Ben hala umudumu yitirmedim ama bu beklentim zayıflamıyor da değil!
ABD Açık’ta, kadınlarda şimdiye kadar, bu yılın sürprizini Çağla Büyükakçay’ın çiftlerdeki partneri Latvia’lı Sevastova yaptı. 2013 yılında peşpeşe geçirdiği sakatlıklarla tenisi bırakma noktasına gelen bu sempatik kızcağız 2015’te kortlara geri döndü. Burada önce Roland Garros şampiyonu ve 3. seri başı Muguruza’yı yendi ardından da sahada bir robotu andıran Avustralya yarı-finalisti İngiliz Konta’yı. Oynadığı tenisle insana zevk veren, mimikleriyle kortta artıları ve eksileriyle bir canlı olduğunu gösteren Sevastova’nın şimdi karşısında THY’nin yüzü Wozniacki var. Onu da geçecektir.
Erkeklerde ise seçkim tartışmasız Nadal’ı 4 saatin üzerinde 5 setlik bir maç sonunda eleyen 22 yaşındaki Fransız Lucas Pouille. Sabahın üçüne kadar bizleri ayakta tutan bu genç adam avaz avaz benim yerim ilk 10’dur diye bağırıyor. Bu sonuçla Fransızlar çeyrek finale üç raket birden soktular. Acaba onların bu başarısı incelenmeye değer mi ? Ne dersiniz ?
Hoşkalın.
‘’Çağla Büyükakçay!‘’
Profesyonel Tenis Dünyasında (bazı istisnai oyuncular haricinde) raketlerin sıralamaları ile oynadıkları tenisin standardı doğru orantılıdır. İlk beş ile ikinci beş, ilk elli ile ikinci elli ve diğerleri…Oynanılan tenisteki farklılık en acemi gözler için bile barizdir.
Sanmayınki bu farklılık birilerinin diğerlerinden çok daha yetenekli oluşundandır. Evet yetenek ve çalışma doğal olarak önemlidir. Ama buradaki başlıca faktör tecrübedir. Teniste üst basamaklara çıktıkça oynadığınız sahadan, soyunma odalarındaki sorumluların sizlere davranışlarına kadar en ufak ayrıntılar bile değişir. Oturulacak tribünü olmayan 3-5 meraklının ayakta izleyebildiği kortlardan 15.000 izleyici kapasiteli ve sanki bir mağaranın en alt katmanlarındaymışsınız hissini veren (adına maalesef “arena” denilen) stadyum-kortlara çıkarsınız. Aynı Çağla Büyükakçay’ın dün Kvitova ile oynadığı “Arthur AsheStadyumu” gibi.Dünkü maçın sonucunu Çek raketin genellikle dünya sıralamasında ilk 10-15 arasında yer alan tenisçilerlerekabet içerisinde olmasından kaynaklanan tecrübesi belirledi.
PetraKvitova iki kez Wimbledon tek kadınlar şampiyonu oldu. 2011’de Sharapova’yı, 2014’te ise Bouchard’ı yenerek. Buna ilaveten 17 kez WTA Turnuvası kazandı. Geçirdiği sakatlıklarla şimdilerde sıralaması 16’ya düşse de 2011’da ikinciliğe kadar çıkmış. Zaten o yıldan bu yılbaşına kadar hep ilk 10 içerisinde kalmış. Genellikle çeyrek finallerden itibaren rakipleri Serena Williams, Sharapova, Halep, Kerber gibi ilk 10’un içinde olan sporcular.
Çağla Büyükakçay’ın ise yegane WTA Turnuvası şampiyonluğu bu yıl İstanbul’da. Şimdilerde 66. sırada. Sürekli gelişim göstererek, burası şimdiye kadar tırmandığı en yüksek nokta. Rakipleri ise genellikle ilk 50 dışında tenisçiler.
İki raket te 26 yaşında. Her ikisi de 2006 yılında profesyonel olmuşlar. Şimdi bir sporcu yetişmesindeki farkı anlıyor musunuz. Bu kızımız önündeki olanaklarla bundan daha iyi ne yapabilirdi ki?
Çağla’nın çıkışını abartmanın en başta ona yararı yok. Zira kızı biraz olsun izleyenler bunun eninde sonunda gerçekleşeceğini görüyordu. Aynı hataya Marsel İlhan 70’lere yükseldiğinde düşülmedi mi ? Nerede şimdilerde bu raketimiz ? Biraz da kendi hatalı kararları ile 250’lerde. Ama bizim ülkemizde sahadaki oyuncunun yetenekleri yerine, ne asıllı olduğunu daha merak eden yorumcular ve spikerler spor medyası içerisinde yer buldukça, bir spor bakanının iyi niyeti neye yarar !
Çağla öncelikle iyi bir insan oldu. Bu hırsı, olgunluğu, çalışma azmi ve antrenörü Can Üner’in sürekli daha iyiyi arayışı ile yukarılara çıkacaktır. Yeter ki bulunduğu yerde patinaj yapmasın. Böyle bir yükselişin önündeki en büyük engel bulunduğu yere tutunamamak ve geriye kaymaktır. Aman dikkat.
Tenisi ile ilgili teknik eksikliklerini de zamanla giderecektir. Servisini ve volesini geliştirmeye mecburdur. Topu fevkalade çabuk alması, soğukkkanlılığını hiç yititrmemesive sürati onun hep artı değerleri. Bir leyleği andıran Kvitova ilk sette topun gittiğinden daha çabuk geri gelmesiyle adeta travma geçiriyordu. Ama işte o tecrübeyle çabuk toparlandı ve setin sonundaki en kritik anda Çağla hata yaparken, o kendini toparlamıştı.
Kendilerine de hep söylediğim gibi : “Çağla-Can devam!”
Hoşkalın.
‘’Ah Maria, vah Maria (II.) !‘’
Öncelikle sizlere şunu yansıtmalıyım ki “bunca yıllık tenis ömründe sana en güvenilmez gelen kurum nedir” diye sorsalar en ufak bir duraklama yapmadan ITF (Uluslararası Tenis Federasyonu) derim. Ayrıca Sharapova’yı savunuyorum diye iddiam hiç yok. Aksine aşağıda göreceğiniz gibi suçluysa hüküm giymesini, hele onca sporcuya karşı yaptığı haksızlığın cezasını en sert şekilde çekmesini isterim. İsterim ki benzer suçları işlemeye meyilli gençler yaşamlarını mahvetmesinler.
Dünya Kadınlar Günü olan 09 Mart 2016 tarihinde hem Tenis Dünyası Dergisinin http://www.tenisdunyasi.net/yazar/bekir-emre/ah-maria-vah-maria-203 hem Fanatik Gazetesinin web-sitesinde çıkan yazımda konuya değinmiştim. Bu kadının doping yaptığı hususunda kesin kanıtlar olduğundan emin olunursa cezasını çekmesi gerektiğini belirtmiştim. Sanki dünyanın geleceğini saptayacaklarmış gibi epey uzun (6 ay) bir süreçten sonra ITF’ten ses çıktı. Ama ne ses ne ses ! Hani neredeyse ne şiş yansın ne kebap cinsinden çıktı o ses. Etraflıca anlatayım da görün.
Verilen karara göre Maria Sharapova kortlara en erken 26 Ocak 2018’de dönebilecek. Bu esnada 2016’da Avustralya Açık’ta elde ettiği tüm puan ve ödülü iade edecek.
Konuyu karara bağlamakla ITF tarafından seçilen üç kişiden oluşan kurul (tribunal) Maria Sharapova’nın anti-doping kurallarını bilerek ihlal etmediğinin altını çiziyor. “Ancak tüm ilacların geçerli ya da yasaklı olduğu, sürekli denetlenmesi gerekirken, Sharapova ve 7 kişiye varan ekibinin bu denetlemeyi gerçekleştirmemiş olması affedilmez olup, oyuncunun kendi şahsi suçudur” deniyor. Hadi bakalım buyurun buradan yakın ! Ne şiş yansın ne kebap.
Sharapova’nın temsilcisinin (agent) özrü, inanılmaz ve gerçeklere aykırı bulunarak kabul edilmedi. “Dünyaca göz önünde olan böyle bir şampiyonun temsilcisinin bu denli umarsız ve amatör olabilmesi mümkün değildir” denmektedir.
Bu kanıya varılması için hukuk okumaya pek gerek yok. Zira Sharapova ve ekibi 2014 ile 2016 yılları arasında oynadıkları bütün turnuvalarda maçlardan önce önlerine getirilen “Doping Form”una Meldonium ve birkaç ilacı daha hiç yazmamışlar ! “Aldığım tüm ilaçları yazmam gerektiğini bilmiyordum” demiş Maria ! Halt etmiş. Kendisine bu ilacı veren Moskovalı doktoru 2006’dan 2012’ye kadar hep ziyaret ettiğini sonra gitmediğini söylüyor. Ancak 2016 Ocak’ına kadar ilacı, maç günleri ve hemen sonrasında almayı sürdürmüş. Bazı beyanatlarının “özrü kabahatlerinden büyük” gibi geliyor bana. Şaşırıyorum, ardında başka şeyler aramaya başlıyorum.
Meldonium tüm batı dünyasında yasaklı ve reçeteye tabî iken eski Demir Perde ülkelerinin çoğunda rafta bulunabiliyor.
Dünyanın en varsıl sporcularından biri olan Sharapova konuyu CAS’a götürecek. Bunu yaparken de kendi gibi sporculara karşı alınan yaptırımları ortaya koyacak. Örneğin tenis dünyasından, ABD Açık Şampiyonu Marin Cilic ve Fransız Richard Gasquet bundan birkaç yıl önce doping’ten hüküm giydiler. Ancak CAS hepsinin cezasını neredeyse asgariye indirdi. ITF’in delillerinin somut olmadığına, oyuncuların iyi niyetlerinin kurbanı olduklarına karar verdi. Tabî bunda Djokovic’in arkadaşları için kıyameti koparmasının ne denli etkisi oldu bilemiyorum.
Gelelim tekrar Maria’ya. Aldığı onca sponsorluğun neredeyse tümüne yakınını yitiren Rus Tenisci, ITF’in kendisini mahkum edebilmek için için inanılmaz bir bütçe, ekip ve zamanla üzerine gelmesini anlayamadığını söylüyor ! Üstelik ITF tarafından istenilen ceza 4(dört) yıl. Üçlü Kurul (Tribünal) bunu reddedip 2 yıla indiriyor. Madem geçerli bir savunma var nedir bu 2 yıl ceza diye soruyor ? Haksız diyebilir misiniz ?
Benim şahsi kanaatim, ITF, kendisi hakkında tenis dünyasındaki eleştirilerin ayyuka varmasından çekinerek her zamanki gibi ne şiş yansın ne kebap dedi. İndirileceğini bile bile 4 yıl ceza istedi. Tribünal bunu 2’ye indirdi. Şimdi CAS’ta indirirse “ben 4 yıl istedim. Onlar indirdi. Sorumluluk bende değil artık” diyecek. Ceza teyit edilirse de verecekleri beyanat “gördünüz mü bakın!” olacaktır.
Tüm bunların yanında ise en çirkini başta Chris Evert ve Cibulkova, olmak üzere rakiplerinin ve bazı kıymet-i kendinden menkullerin bu kadının geleceği hakkında felaket tellallığı yapmaları. Hani bazılarını tanımasam (!) diye başlamayı düşünüyordum ama onun yerine Goethe’nin bir özdeyişiyle sürdüreceğim: “Beni insanların kötü olduklarını görmek şaşırtmıyor; Ama bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce hayretler içinde kalıyorum”!
Çirkinlikleriniz, pislikleriniz sizde kalsın. Bu güzel sporu içinizle kirletmeyin.
Hoşkalınız.
‘’Sona yaklaşırken!‘’
Putintseva ve Bertens önünde ilk setlerde ecel teri döktü, sonra da güle oynaya rakiplerini adeta yok etti. İki maçta da rakipleri hem tecrübesizliklerinin hem de tarihin en başarılı kadın teniscisi olan Williams’ın kritik puanlardaki özgüveninin kurbanı oldular. Bu denli iyi mi oynanır maçı koparacak puanlar. Şapka çıkarmak gerek. Ancak ABD’linin final maçında çok daha iyi servis atması ve baştan işi sıkıntıya sokmaması gerekir. Yoksa Muguruza önünde işi çok zora sokar. İspanyol raket artık tecrübeli. Atak bir oyunu var…Hiç hata affetmiyor. Üstelik 2014 Roland Garros’un da ABD’liyi eledi. Kadınlar finalinde kim rakibine oyununu kabul ettirirse şampiyon olur.
Serena’nın yarı-finaldeki rakibi Hollandalı Bertens kendisiyle barışık, akıllı biri. Güçlü de. İlk seti dünya 1 numarası karşısında yitirmesine rağmen tekdüze oyununu disiplinini bozmadan, sinirlenmeden, üstelik baldırındaki sakatlığa rağmen, ısrarla sürdürdü. Hatta oyunu zaman zaman kontrol bile etti. Kutlamak gerek.
Turnuva idaresi tüm teniscilerin tepkisini çekiyor. Sadece yitirenler değil, kazananlar da alınan kararlardan şikayetçi. Yağmurdan dolayı maça ara veriliyor ama kortun üzeri kapatılmıyor. Yağış dinince daha da ağırlaşmış bu zeminde oynatılıyor. Böyle bir mantık olmaz. Ağır-abi ve ablalara haksızlık oluyor. Zira son turlara kadar karşılarında hep “serseri mayınlar” var. Bu raketler maç kazanmak için her şeyi yapabiliyorlar. Üzerlerinde hiçbir baskı, korumak zorunda oldukları hiçbir şey yok. Risk almak onlar için çok kolay.
Ve ayrıca sevimsiz bulduğunu her fırsatta belirttiği, her maçında tartıştığı, üzerine basa basa “bana hitap edeceksen sadece ihtar vermek için konuş, yoksa sus” dediği Kader Nouni adlı hakemi ısrarla Serena’nın kritik maçlarına vermek herhalde Fransız organizatörlerin ve WTA’nin bir başka özelliği.
Kadınların diğer yarı-finalinde ise İspanyol Muguruza parlak günlerini arayan Avustralyalı Stosur’u sonlara doğru az zorlansa da iki sette geçti. Kendi puan alıyor kendi veriyor. Gerçek şu ki Williams’a nazaran finale daha dingin çıkacak.
Erkeklerde ise Dünya 1 numarası Djokovic, Avusturyalı 22’lik rakibini zorlanmadan üç sette geçti. Thiem çok kısa bir sürede ilk 10’un içine girdi. Ama önceki yazımda belirtmiş olduğum gibi burada kalabilmesi için oyununa biraz daha çeşitlilik katıp, başta o bazuka gibi forehand’i olmak üzere, vuruşlarını kontrol etmesi gerek. Yoksa ona ikinci bir kort gerekecek! Kritik forehand’lerinin çoğunu 3-4 metre dışarı attı. Djokovic ona birkaç kez teniste ve bilhassa toprak kortta gücün her şey olmadığını, topu doğru yere atmanın daha etkili olduğunu gösterdi. Sırp Şampiyon, genç rakibini sürekli tek ayak üzerinde bıraktı. Her vuruşunda ona rahatsızlık verdi. Günümüz tenis dünyasının en kudretli raketidir Novak Djokovic. Bir grand-slam yarı-finalini 1 saat 48 dakikada kazanmak bunun bariz göstergesidir.
Murray ise çok çekindiği Wawrinka karşısında kolaya yakın bir şekilde dört sette kazandı. Bunda kendi başarısı kadar rakibinin ilk setlerdeki beklenmedik kavrukluğu da vardı. Sonra toparlanmaya başladı İsviçreli, ama, bu kez de İngiliz ona müsaade etmedi. İşin ilginci sinirlerine de hakim oldu. Beklenildiği kadar huysuzlaşmadı. Wawrinka çok basit hata yaptı. Üstelik en güçlü vuruşu olan back-hand’i ile. Yetmezmiş gibi Murray de fevkalade servis yüzdesiyle oynadı ve sürekli üstüne yüklenerek onu zorladı ve hata yaptırttı. Taktiksel olarak fevkaladeydi.
Evet Murray Djokovic’ten daha uzun süre kortta kaldı. Daha yoruldu ama şimdi Pazar’a kadar dinlenecek ve ilk RG finaline çıkacak. Esasen her ikisi de burayı ilk kez kazanmaya çalışacaklar.
Gerçek şu ki tenis dünyasındaki en başarılı iki raketi Djokovic ile Murray yani dünyanın 1 ve 2 numaraları Roland Garros’ta Pazar günü final oynayacaklar.
Hoşkalınız.
‘’Dikkat Kızıl Çamur !‘’
Bir tenis turnuvasının önceliği oyuncularının sağlığıdır. Bu yıl hava çok kötü bir sürpriz yaptı Roland Garros’a. Şimdiye kadar geçen 10 günün yedisinde hava rahatsız ediciydi. Çatısız sahalarda sürekli bir yağmur ve nemli şartlarda mücadele etmek zorunda kaldı oyuncular. Zemin ağır. Ne denli kayabileceğinizi, nerede duracağınızı kestiremezsiniz. Toplar inanılmaz ağırlaşır. Bunlara vururken kolunuza, omzunuza düşen güç, çok ciddi sakatlıklara neden olabilir. Tüm bu etkenler Paris’te oyuncuların kendilerini güvende hissetmemelerine yol açtı. Organizatörlerin kendilerini hiç korumadıklarını, tehlikeli şartlarda oynamaya zorladıklarını düşünüyorlar. Açıkcası haksız sayılmazlar. Bugün Radwanska ve Halep gibi oyuncuların yenilgilerindeki başlıca sebep sakatlık korkusundan doğal oyunlarını oynamamalarıdır. Ama Radwanska’nın da şikayet ederken ortaya koyduğu çelişki onun sportmenliğini sorgulatıyor. “Burası 10.000 dolarlık bir turnuva değil ki oyuncuların bir güvencesi olmasın ve yağmur altında oynasınlar!”. Yani ağır-toplar güvence altında olmalı ve yağmurda oynamamalılar ama diğerleri buna müstahak ! Pes.
Ağır sahalarda ve benzer durumlarda taktiksel anlamda ağır-toplar bilhassa kendilerini güvenceye alırlar. Risk almazlar. Toplarını genellikle sahanın ortalarına oynarlar. Risk alanlar genellikle yitirecek bir şeyleri olmayan raketlerdir. Ya tutarsa usulü!
Artık geldik yarı-finallere. Hep bir diğer İsviçreli olarak sürekli Federer’in ardından anılan ama son zamanlarda performans olarak üstadını geride bırakmaya başlayan Wawrinka, Murray önüne çıkıyor. Tüm alçakgönüllülüğüyle kendisinin “büyük üçlüyle”(Djokovic, Federer, Nadal) mukayese edilmemesini buna en fazla Murray’in hakkı olduğunu ifade ediyor. 2013’te Monte Carlo toprağının yarı-finalinde İngilizi perişan etmişti (61, 62). Şimdi Murray çok daha formda ve toprağa alıştı. Üstelik dünyanın en iyi tek elli teniscilerinden biri olan Gasquet’yi dün 4 sette ama açık bir skorla yendi. Ardından dünyanın en güçlü, tek elli teniscisinin karşısına çıkıyor. Üstelik İsviçreli hepsinden iyi servis atıyor. Maç kritikleşirse bu iş İngiliz’in sinirlerine ne denli hakim olacağına bağlı kalır. İzleyici ise kesinlikle geçen yılın şampiyonu Wawrinka’nın arkasında olacaktır.
Diğer bir yarı-final Thiem-Goffin arasında. Her iki raket te bu yıl beklenilenden iyi performans gösterdi. Benim zevkime ters gelen geri oyuncuları ikisi de. 22’lik Thiem bu gençliği ile acaba erkeklerde yeni bir dönemin başlangıcı mı sorusunu sorduruyor. İnsanlar çok balık hafızalı. Nishikori ne yapıyor peki? 26 yaşında ve üç yıldır ilk sekiz içindeki Japonu unuttu millet birden bire. Thiem yetenekli ama oyununu geliştirmezse, voleyi yeteneklerine eklemezse, isterse geriden attığı spinler göğe çıksın, ağır-abiler onu çiğ çiğ yer.
Goffin ise turun en fit raketlerinden biri. Sahayı da çok iyi kapsayanlardan biri. Daha akıllı ve sabırlı. Rakibinden üç yıl daha yaşlı. Yakın zamana kadar aynı antrenörü paylaşıyor ve birbirleriyle antrenman yapıyorlardı. Thiem artık yalnız ve eski antrenörüyle antrenman partnerinin karşısında. Kim kazanırsa kazansın ilk 10 içerisine girecek.
Djokovic ise Berdych karşısında mutlak favori. Aksine bir durum Murray-Wawrinka galibinin şampiyonluğunu betimler.
Kadınlarda ise Muguruza Avustralyalı Stosur karşısında. 2010 ABD Şampiyonu Stosur verdiği beyanatta herkesin onu silmiş olmasına bozulmadığını hatta bunun işine bile geldiğini söyledi. “Rafa ile Roger’i silenler beni haydi haydi silerler…Tenis reaktif bir spor. Bir zirvelerdesiniz sonra iniş başlıyor. Sonunda yaptıklarınızla kalıyorsunuz.” Atak ve göze hoş gelen bir oyunu benimseyen İspanyol Muguruza bu maçın favorisidir. Önceki maçında ilk 100 dışından dünyadaki ilk RG yarı-finalisti olmayı hedefleyen ABD’li Rogers’i yenerken zorlandı. Ama öyle yaptı böyle yaptı, oyununu sürekli değiştirerek rakibini bozdu ve maçı kazanmasını bildi (75, 63).
Kadınlarda bir diğer yarı-final buraya gelene kadar Kerber, Giorgi, Kasatkina ve Keys gibi birbirinden dişli dört rakibi saf dışı bırakan Hollandalı Bertens ile otelcilikten tenise dönen İsviçreli Bachinsky arasında. En merak ettiğim maç.
Son yarı-final ise Serena Williams ile Kazak Putintseva arasında. ABD’li (oynayan) efsane yine bir depresyona uğramazsa burada mutlak favori, hatta mutlak şampiyondur. Muguruza onu zorlayacaktır sadece. Ama unutmayalım ki bu kadın en beklenmedik anlarda en umulmadık rakiplere aldığı maçı teslim etmiştir. İyi izlenceler. Bugünlük hoşkalın.
‘’Şeytan Pisliğine Yağmur İndi !‘’
Hava raporu turnuva sonuna değin gönül ferahlatıcı değil. Hep nemli, mevzi yağışlı ve gök gürültülü. Mağrur, kendilerinden başkalarını pek beğenmeyen Fransızların dünyaca ünlü bu Roland Garros tesisinin çatısı yok. Hatta ABD’nin inşaata başlamasıyla birlikte burası çatısız yegane grand-slam turnuvası oluyor.
Ama bu çamurun içinde, bu ertelenme bile olaya bir ilginçlik katmıyor mu? Diyeceksiniz ki “gel bunu bir de sporsorlara sor! Haklısınız.
Fransa Açık Turnuva Direktörü eski Fransa 1 numarası Guy Forget bu durumun, tesisin gereksinimlerine hala inanmayan bir kaç kent meclisi üyesine ders olmasını diliyor. “Tam 16 yıldır bunu konuşuyoruz ve hala bir sonuç alamdık!”
Şimdi ne mi olacak ? Biliyorsunuz oyuncular bir gün maç oynayıp ertesi gün dinleniyorlar. Yani iki günde bir maça çıkıyorlar (tabi çift oynayanlar hariç). Şimdi her gün oynamak zorunda kalacaklar. Bu maçlarını 3 set üzerinden oynayan kadınlar için fazla bir zorluk oluşturmayacak. Ama 5 set ve ortalama 3 ila 5 saat arası oynayan erkeklerde itirazlar başlayabilir. Hatta ve hatta bu hava şartlsrı sürerse günde iki kez oynamaları bile istenebilir. Yani en akıllı ve yetenekli değil de en güçlü, en dayanıklı, en fit oyuncuların ayakta kalabileceği bir turnuva olabilir. Final de ertelenebilir.
Normal ATP turnuvalarında ancak bir gün erteleyebilirsiniz. Ama ITF yani Uluslararası Tenis Federasyonunun patronajında olan grand-slam turnuvalarında bir sınırlama yok diyebiliriz çünkü konuyla ilgili kural, hava muhalefeti dolayısıyla ertelemeyi ucu açık bırakıyor. Yani oyuncunun müteakip haftada oynayacağı bir turnuva varsa bu RG Turnuva Komitesinin kararına bırakılıyor. Üstelik böyle bir durum şimdilik olası değil. Kararsızlığın dik alası. Tipik ITF. Bu tür bağlayıcı konular başlarına yıkılmadan adım atmazlar.
Halbuki anımsadığım kadarıyla Grand-Slam’lerdeki erteleme süreci bir sonraki turnuvanın kudretine bağlıydı. RG’den sonraki turnuva 32 katılımcılı “ATP 250” olduğundan oyuncular Perşembe günü de oynamaya başlayabileceğinden RG finali Salı’ya kadar ertelenebilirdi. Daha yüksek ödüllü ya da katılımcılı turnuvalarda bu durum kısalırdı. Anlaşılan bu çok mantıklı kural geçersiz addedilmiş.
Güneşli ve aydınlık günler diyerek, hoşkalın.