Arama

Popüler aramalar

‘’Roland Garros VII.‘’

Rakiplerinin de iyi olmadıkları bir güne denk gelirse daha alası kaymaklı ekmek kadayıfı. İşte İspanyol Alberto Ramos-Vinolas için de öyle oldu. Kanadalı Raonic’i net (62, 64, 64) bir skorla 3 sette saf dışı bırakıverdi. Önceki yazılarımın birinde değindiğim gibi Raonic gibi çok uzun boylu raketlerin toprakta (hem de yağmurdan daha da ağırlaşmış toprakta) başarılı olabilmeleri zor. Şimdi İspanyol raketin karşısında Wawrinka var. İsviçreli için zor olmayacaktır onu geçmek.

Dünyanın en iyi backhand’lerinden Fransız Gasquet ise kendi izleyicisi önünde Nishikori ile fevkalade bir maç oynadı. Adeta hiçbir yanlış yapmadan tüm maçı üstün sürdürdü. Mentor olarak aldığı eski şampiyon Sergei Bruguera’nın talimatlarıyla olsa gerek, risk almadan akıllı ve sakin bir maç çıkardı. Nishikori ise önce beklenmedik bir dağınıklıktaydı. Sonraları biraz toparlandı ama izleyiciyi de arkasına alan Fransızların burada kalan son temsilcisi Gasquet maçı bırakmadı (64, 62, 46, 62 ).

Diğer bir Fransız Tsonga ise sakatlanarak maçı bıraktı. Rakibi Latvia’lı Ernests Gulbis ilginç bir insan. Çok varsıl bir ailenin sivri ve entellektüel çocuğu. 2014’te burada yarı final oynadı. Bu yıl Paris’e gelirken Thiem ile paylaştığı antrenöründen ayrıldı. Şimdi Goffin ile karşılaşacak. Birlikte antrenman yaptığı Belçikalı için “Antrenmanlarda onu yenemiyorum. Adam duvar gibi. Ne vursam geri geliyor!” beyanatında bulundu. İşin ilginç yanı Goffin’i geçerse karşısına Thiem ve eski antrenörü gelebilir.

2.06’lık ABD’li İsner ise Murray’i sarsmaya çalıştı ama yıkamadı. En büyük silahı olan servisi rakibine tehlike yaratmadı. Şansı da tutmayınca üç sette (76, 64, 63) ve 2.5 saatte bitti maç. Bu İngilizi anlamak zor. Her durumda hırçın. Hani neredeyse “….yla kavga edecek”. Kolay rakipler önünde zorlanmasının başlıca nedeni de bu. Şimdi karşısına epey formda bir Gasquet geliyor. Bakalım fanatik Fransızlar önünde hırçınlığını ne yapacak ? İstatistiklerde üstün (7-3).

Kadınlarda ABD’li Rogers harikalar yaratmayı sürdürüyor. Paris’in en büyük sürprizi bence. Dört maçta üç seri-başını eledi. Şimdi karşısında İspanyol Muguruza var. Tank gibi geliyor İspanyol kadın. Maçların gidişatı Muguruza’nın finale çıkabileceğini gösteriyor. Zaten fikstür öyle bir gelişme gösterdi ki Serena’yı zorlayabilecek başka birini göremiyorum .

Diğer iki kadın maçı ise yazıya yetişmedi. Büyük bir olasılıkla da bu gece bitmez yarına ertelenir.

Yarın izlemenizi önereceğim maçlar kadınlardan. Bertens-Keys ve Williams-Bachinsky. Erkeklerde ise illa izleyin diyeceğim bir maç saptayamıyorum. Genellikle arka çizgiden vur-babam-vur tipi maçlar. Hoşkalın.

30 Mayıs 2016, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kral yok!‘’

Tüm eleştirilere ve haince isnatlara rağmen tekrar favoriler arasında anılmaya başlamıştı. Burada bir Nadal-Djokovic yarı finali bekleniyordu. Bu kez sol el bileğindeki sakatlık yüzünden, ekibi ve doktorlarla konuşarak, maalesef bu kararı almak zorunda kaldığını ifade etti. Anlaşılan son maçını da iğneyle oynamış.

Başka bir yıl olsa eminim bu kararı almak için kendini biraz daha zorlardı. Ancak bu sene Fransa Açık’ı izleyen aylarda Wimbledon’ın ardından Olimpiyatlar da var ve İspanyol bayrağını Nadal taşıyacak. Dolayısıyla doktorların da kesin tavsiyesine uyarak çekilmek zorunda kaldı. Ne diyelim? Gözlerimiz onu bu kızıl pisliğin üzerinde arayacak. Acil şifalar dileyelim.

Daha önce yazmıştım. Turnuvada 30 ve üstü yaşlarda 51 raket bulunuyor diye. Bunların 27’si ilk turu, 18'i de ikinci turu geçti. Çarpıcı bir istatistik değil mi?

Ana tablonun altıncı gününde fikstürün alt yarısındaki üçüncü tur maçları oynandı. Beklendiği gibi İskoç Andy Murray, 2.11’lik Hırvat Ivo Karlovic önünde hiç zorlanmadan kazandı. İlk iki turda sekiz saate yakın kortta kaldıktan sonra bugünkü kısa sayılabilecek maç ona ilaç gibi gelmiştir. Üstelik bir sonraki rakibi olan ABD’li John Isner (ki o da 2.06cm) bugün beş set oynadı... Artık Murray önünde hiç şansı yok.

Diğer bir maçta iki backhand ustasından Fransız Richard Gasquet, Avustralyalı genç Nick Kyrgios’u yenerken hiç zorlanmadı. Ne kadar yetenekli olursanız olun böyle bir turnuvanın stresini yaşayabilmek ve ağır abilerle onların standardında tenis oynayabilmek için tecrübenin ne denli önemli olduğunu umarım Kyrgios algılayabilmiştir.

Cin olmadan şeytan çarpmaya çalışmak ve bu yolda kendini bir halt sanmak tenis dünyasında çok çabuk cezalandırılır. Avustralyalının başına da gelen budur. Cumartesi Nishikori-Gasquet maçı var. Kesinlikle izleyin.

Kadınlarda ise başlıca sürpriz ABD’nin Serena Williams'ın varisi olarak tenis dünyasına sunduğu Sloane Stephens’in Bulgar Tsvetana Pironkova tarafından kolayca elenmesi oldu. Gerisi bana pek ilginç gelmedi.

Yarın izlemenizi önereceğim maçlar :
1) Alexander Zverev – Dominic Thiem
2) Ernests Gulbis – JO-Wilfried Tsonga
3) Serena Williams – Kristina Mladenovic
4) Carla Suarez Navarro – Dominika Cibulkova

Güneşli ve sıcak bir hafta sonu dilerim. Hoş kalın.

28 Mayıs 2016, Cumartesi 13:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yenildiğine Değil, Yenemediğine Üzül…‘’

Pavlyuchenko gibi şu anda 27. ama kariyerinde 13.lüğe kadar tırmanmış birine 36, 64,16 ile kaybediyorsa elinden kaçırmış denir. Kızımızın bunu da yapabileceğine olan inancımı muhafaza ediyorum. Göreceksiniz yapacak ta. Ağır-ablalarla mücadele edebilmek için sadece yetenekli değil tecrübeli de olmak lazım. Bambaşka bir eşik orası. O eşiğe adım attığınızı sanarken kendinizi merdiven boşluğunda bulursunuz. Ama Çağla’nın insani olgunluğu ona bunu da başartacaktır.

Kadınlarda önceden elenen Azarenka, Konta ve Jankovic’e ilaveten bugün de Makarova elendi. Erkeklerde ise Kohlschreiber ve Fognini dışında pek bir zayiat yok.

Bu yazıma iki başlıkla da girebilirdim. Diğeri “Bu denli mükemmel oynanabilir mi ?” olurdu. Turnuvanın iki numarası Andy Murray ilk turda 37 yaşındaki Çek Stepanek ile beş set oynayıp ucundan kazanmıştı. Bugün ikinci turda karşısında 22 yaşında adı sanı duyulmamış bir Fransız buldu. Mathias Bourge. Turnuvaya Fransız Federasyonun verdiği wild-card ile girebilmişti ancak. Sıralamadaki yeri 164.

İngiliz ilk seti 62 aldıktan sonra işte bu genç adam, bir maç oynamaya başladı ki ekrana yapıştım adeta. Bir tenisçinin bu denli mükemmel oynayabildiğine çok uzun bir zamandır denk gelmemiştim. Zaten üst üste iki seti Murray’i adeta sürklase ederek 62 ve 64 aldı. Sinirleriyle pek barışık olmayan İngiliz kızamadı bile. Zira bu denli iyi oynayabilecek birine hele ikinci turda rastlamak tam anlamıyla bahtsızlıktı. Oyununu değiştirerek vurduğu topları yükseltti. Bourge eskisi kadar rahat yanıt verememeye ve oyunun idaresini kaçırmaya başlayınca setler oldu 2-2. Sonrası daha kolay geldi (63). İngiliz kazandı ama üç gündür üst üste kabus görüyor. İki maç ve ikisi de 5’er set. Sekiz saate yakın kortta kaldı. İşi hiç kolay değil.

Karşısına gelecek rakiplerin ilki bugün beş saate yakın oynayıp pestili çıkan bir başka 37’lik servis üstadı Karlovic. Wimbledon’da fevkalade zorlamıştı onu. Sonra da bir başka servisçi 31 yaşındaki ABD’li Isner. Kâğıt üzerinde önceki rakiplerinden daha zorlular. Ancak boylarının uzunluğundan dolayı (2.11 ve 2.08) iyi bir toprak oyuncusu karşısında şansları pek yok. Murray bunları kolay geçerse ilk yaşadığı stresi ve yorgunluğu kaldırabilir. Aksi takdirde yarı-finale bile gelirse tebrik etmek gerek. Onu düşündürmesi gereken bir başka aleyhte faktör de fikstürün öte yanındaki tüm abilerin şimdiye kadar bütün maçlarını set yitirmeden oynamalarıdır.

Tenisin nereye geldiğini gösteren ilginç bir saptama var. Roland Garros erkekler fiktüründeki 128 tenisçi içerisinde 51’i otuz yaş ve üstünde.

Hoşkalınız.

26 Mayıs 2016, Perşembe 15:30
YAZININ DEVAMI

‘’Roland Garros IV.‘’

Uzakdoğulu raketler artık toprakta da görülmeye başlandı. Yakında onları Nishikori gibi çok daha ileri turlarda görürsek şaşmayalım. Nishikori’den bahis açılmışken belirteyim ki bazı sponsor yükümlülükleri olmasa yaşantısının neredeyse tümünü Miami’de Bollettieri’nin kampında geçirecek. Hani Japon’dan fazla ABD’li dersek çok abartılı olmayacaktır.

Murray ise dün ipten döndü. Bu adam kadar yetenekli ve sağlam fizikli az tenisci var turun içinde. Çok ta açık sözlü. Sahaya çıktığında kafa yapısının bozulduğunu kabul etmekle kalmıyor bu konuda uzman desteği aldığını da itiraf ediyor. Ama bu çapta bir tenisçinin üstelik bir grand-slam turnuvası esnasında kendisiyle barışık olmaması hiç yararlı olmayacaktır. Daha çok stresli günler yaşayacak. Üstelik atanmış bir koçu da yok. Tekrardan Lendl’a başvuracağı söyleniyor.

Uzman desteği alması gereken bir başka raket te İtalyan Fognini. İlk turda elendi gitti. Nadal rahat bir nefes almıştır.

Djokovic rahat geçti ikinci tura. Geçen yıl önce Nadal’ı üç, sonra da Murray’i beş sette yenip finalde nisbeten daha taze Wawrinka karşısına çıkıp yenilmişti. Bu kez finale giden yolda daha rahat. Bakalım kazanamadığı yegane grand-slam olan Roland-Garros’u alabilecek mi ?

Kadınlarda ise en büyük sürprizi Azarenka yaparak Germen isimli İtalyan Karin Knapp’a yenildi. Son sette 4-0 gerideyken sakatlık sebebiyle maçı bıraktı. Serena’nın başlıca rakibi diye adlandırılan Belarus’lu raket daha önceleri maçlarda durum çetrefilleşince aldığı idrar molaları ile tepki çekiyordu. Bu kez sakatlık molası aldı. Ama rakibini oyundan soğuttuktan sonra her nedense ceylan gibi sekip ikinci seti aldı. Bir süre sonra bahanelerine kimseyi inandıramayacak. Serena ise Rybarikova önünde antrenman bile yapmadı desek yalan olmaz.

İpek ve Marsel elendiler. Garip skorlar ikisininki de. Ben maçı izleyemedim ama İpek ilk seti almasına rağmen sonra 60 ve 61’le yenildi ! Marsel ise başabaş oynayabileceği Darcis’e çok kolay gitmiş (63, 64, 60). Marsel’e inananların olduğunu görmek Türkiye’de temiz sporun hala yaşadığını gösteriyor...Yoksa çoktan tefe konmuştu. Acaba bu çirkin kaosun içinde tenis ayrıklık mı?

Başta Çağla olmak üzere bu çocuklar sayesinde Türkiye’de tenisin daha süratle gelişeceğinden emin olun. Bu ülkede 52 haftada 104 turnuva organize etseniz bile, ilk beş ağır-abiyi getirseniz bile bu çocukların bu spora getirdiği ivmeye erişemezsiniz. Gülberk Gültekin, Mert Ertunga, İpek Şenoğlu ve Pemra Özgen’in açtığı yolda Çağla’nın önderliğinde süratle ve emin adımlarla yürüyorlar. Devam diyorum, bıkmadan usanmadan.

Hoşkalın.

25 Mayıs 2016, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Roland Garros III‘’

Şimdi gelelim toptan bir değerlendirmeye. Kadınlarda Serena Williams için söylenecek yegane söz fiziken ve kafaca formda olduğu sürece karşısında hiçbir rakibin duramayacağıdır. Teorik olarak zor bir fikstürü var. Azarenka onu hep rahatsız etmiştir. Evlilik arifesindeki İvanovic’in fikstürü sonuna dek zorlayabileceğini sanmıyorum. Ama formda bir toprak ustası olan Cibulkova can yakabilir.

Fikstürün ikinci çeyreği yani İpek’in tarafı adeta gayya kuyusu. Kimler yok ki. Kerber, Konta, Keys, Venus, Jankovic, Bouchard, Bachinsky, Cornet hepsi burada. Bouchard travmayı atlattı, sağlam geliyor. Güzel de tenis oynuyor. Bachinsky’yi geçerse beklenmedik yerlere gelebilir. Bakalım ortama dayabilecek mi ? Keys ise bence hepsinden biraz daha öne çıkıyor. Konta karşısında zorlu bir sınav verecek. O da çok formda geliyor. Ancak ABD’lilerin toprak fobilerini unutmayalım.

Çağla’nın çeyreği bir başka meçhul. Dişine göre bir rakip çıktı ilk turda karşısına. Tüm iyi dileklerim onunla birlikte. Bu bölümden Muguruza ile Kvitova çeyreğe çıkmaya en büyük aday.
Son çeyrek ise biraz da olsa ikinci çeyreği andırıyor. Halep şüphesiz favori. Ama Safarova ve ABD’li Stephens aralarına Lisicki’yi de alarak bir sürpriz yapabilecek kapasitede. Radwanska’nın form durumu bana burada zorlanacak gibi geliyor. Ama o da hep zoru sevmiştir.

Erkeklerde ise Djokovic yine bu turnuvanın favorisidir. Çeyrek-finale kadar ona dişini geçirecek kimse göremiyorum. Marsel İlhan ilk turu geçerse ikinci turda onunla karşılaşacaktır. Bu bölümde genç Coric ve bir toprak ustası olan Feliciano Lopez azizlik yapabilir.

Toprağın Kralı Nadal hep savunduğum gibi geri döndü. Hem de ne dönüş. Ona türlü isnatlarda bulunanlar herhalde laflarını yemişlerdir. Burada ağır bir fikstür Fognini başta olmak üzere onu bekliyor. Ama İspanyol Boğası zor fikstürlerden hep başarıyla çıkıyor. Gençlerin en umut vereni olan Avusturyalı Thiem başta Goffin, Bagdatis, Kohlschreiber, Tsonga onu bekliyor. Fognini’yi geçer. Ama yukarıda da yansıttığım gibi kariyerinde çok büyük aşama kaydeden Thiem önünde epey zorlanabilir. İzlediğimiz Nadal zor da olsa yarı-finalde yerini alacağını düşünüyorum. Zverev ise bu bölümde izlenmesi gereken bir başka genç.

Fikstürün alt yarısı üst yarısından çok daha zorlu. Buranın üst kısmında Raonic ile Cilic’in mücadelesi izlenir. Buranın diğer yanında Wawrinka çok ağır basıyor. Ama aklı başında bir Dimitrov’un burada çok iş yapabilecektir.

Son çeyrekte ise Nishikori-Kyrgios maçını kaçırmayacağım. Avustralya’lı bu deli-kanlı (!) fevkalade yetenekli…Onu izlemek zevk. Kafasını da sanki (!) düzeltmeye başladı. Ama toprağın ve fanatizmin stresine dayanabileceği de soru işareti. Japon’a gelmeden önce kendi saha ve seyircisi önünde sabır taşı gibi bir Gasquet’yi geçmek zorunda. En alt bölümde belki de buradaki en formda tenisci olan Murray var. Çeyrek-finale kadar rahat sayılabilecek dört tur var önünde. Sonrası ise çok zorlu. Fiziken çok formda. Ama kafaca öyle mi? Buna yanıt vermek zor. Bir koçu da yok. Benim kanım onun pamuk ipliğine bağlı sinirlerinin bu strese tek başına dayanamayacağıdır. Hele tribünlerde bir sinir hastasını (kimileri de hırs-küpü olarak betimliyorlar!) gibi anası varsa, yandı gülüm keten helva. Her durumda buradan fiziği elverdiği sürece Japon Nishikori’nin çıkacağını tahmin ediyorum.

Yağmur izin verirse şen ola Roland Garros.
İyi izlemeler.

23 Mayıs 2016, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Roland Garros II.‘’

Dün akşam sofrasında bir can dostumun Roland Garros ile ilgili son yazımdan hoşnut kalmadığını işittim. Haklıydı. Yetersizdi. Üstelik önemli olan okuyucunun seçkisi. Kapılıp gittiğim bazı karşılaşmalar hariç ben maç yazmayı pek tercih etmiyorum. Skordan ziyade işin felsefesi beni daha ilgilendiriyor. Dün üç teniscimiz birden dünyanın bu en zorlu turnuvasında üç tur geçip ana-tabloya kalınca Roland Garros ile ilgili daha derine inmek farz oldu.

Çağla Büyükakçay, İpek Soylu ve Marsel İlhan. Sizler yok olmakta direnen sporumuzun iftihar vesileleriniz. Çağla artık öyle bir hale geldi ki insana güven veriyor…Bir maça çıkarken nasılsa kazanır diye düşünüyorsunuz. Acaba kazanır mı endişesi yok üstünüzde. Dünya sıralamasında geldiği yer ile (85), bundan sonrasında ilk turlarda alt sıralardan oyuncular gelecek karşısına. Elemenin son turunda yendiği Çek Koukalova çetin ceviz biri. Daha iki yıl önce 20. idi.

İpek Soylu’nun başarısına ise şapka çıkarmak gerek. Kendisinden hem kariyer hem de sıralama olarak daha üstün oyuncuları yenmekle kalmadı. İki rakibi üstelik seri-başı idi. İkinci turda yendiği Melanie Oudin ABD’nin en ümit bağladığı gençlerden biri. 2010 yılında 31.liğe kadar tırmanmış. Jack Sock ile ABD Açıkta şampiyonluğu var.

Marsel (198) ise Ukrayna’lıların cezası oldu. Önce Smirnov’u (228) sonra da yakın tanışımız olan Stakhovsky’yi (96) yendi. Son turda Arjantin’li Andreozzi (191) karşısında bize önce eyvah dedirtti ama sonra toparlanarak üç sette (36, 62, 86) ana-tabloyu hak etti.

Şimdi bu teniscilerimizin başarısına “eleme tablosu sadece ana-tabloya bakalım” diyecekler çıkacaktır. Marsel ile birlikte eleme turu oynayan birkaç isim vereyim. Stepanek, Dustin Brown, Darcis, Berlocq. Bunlar hep ilk 50 içerisinde arz-ı endam etmiş ya da ilk 5 içerisinden birilerini yasa boğmuş raketler. Kadınlarda ise Kucova, Mitu,Hlavackova, King, Soler-Espinoza gibi isimler Paris’e veda etti. Güzel ama yetmez diyelim mi…Ne dersiniz ?

Çağla’nın ilk turda Belarus’lu Sasnovich’i (100) geçeceğine inanıyorum. İkinci turda karşısına büyük bir olasılıkla Rus Pavlyuchenkova (27) çıkacaktır. Zor ama olanaksız değil. 13’cülüğü görmüş bu raket pek formunda değil.

İpek ise turnuvaya wild-card ile katılan 33 yaşındaki Fransız Razzano(186) ile karşılaşacak. Kariyerinde 16.lık olan bu emektar raketten fazla beni tribünlerdeki fanatik izleyiciler endişelendiriyor. İpek bunlara kulak asmazsa turu geçebilir.

Marsel ise ilk turda kendisi gibi eleme turundan gelen Belçika’lı Darcis önüne çıkacak. Bu adamı toprak kortta yenebileceğini düşünüyorum. Ama Marsel bu. En emin olduğunuz maçta yenilip en imkansızı başarıyor. Göreceğiz.

Her üç tensicimize de başarılar diliyorum. Ana-tablo ile ilgili beklentilerimi bir sonraki yazıda bulacaksınız. Ama şunu bilin ki büyük sürprizlere gebe. İyi haftasonları, hoşkalınız.

21 Mayıs 2016, Cumartesi 15:30
YAZININ DEVAMI

‘’Roland Garros‘’

Yavaş (ağır) zemini ve son setinde tie-break uygulanmayan beş setlik statüsü ile Roland Garros dünyada en fazla fiziksel güç gerektiren turnuva olarak kabul edilir.

Şimdi Roland Garros olarak adlandırılan turnuva eskiden “Fransa Şampiyonası” olarak anılıyordu. 1968 yılında ise bu turuva dünyada “open” statüsüne geçen (yani hem amatör hem profesyonel teniscileri barındıran) ilk turnuva oldu.

Kiremit tozu katılmış topraktan oluşan bu kortlar, diğer çim ve sert kortlara nazaran topu fevkalade yavaşlatıp, yine diğerlerinden epey yükseğe sıçramasına neden olur. Bu nedenle bu kortlarda sürekli ace atan serviscilerin ve servis-vole oyununu benimseyenlerin avantajları azalır.

“2010 Fransa Açık” turnuvasında 250 top toplayıcı vardı. Bunlar 12 ila 16 yaş arasındaki kız ve erkek çocuklardan oluşur. Hepsi bir örnek giyinirler. Yine o yıl 2.500 müracaat olmuştur. Sportif ve kültürel bilgiler ile fiziksel yetenek içeren elemelerle bunların 2.000’i ayıklanmış diğerlerine tekrar yükleme yapılarak sonunda çekirdek kadro olan 250 şanslı çocuğa görev verilmişti.

Kupalar “Maison Mellerio dits Meller” şirketi/kuyumcusu tarafından yaratılmıştır. Bir başka örneği yoktur. Saf gümüştendir. Teklerde kadın ve erkeklerin birincilerinin isimleri bu kupanın dibine yazılır. Şampiyonlara bu kupanın ısmarlanmış birebir kopyaları verilir. Onlar da saf gümüştendir.

Hoşkalınız.

19 Mayıs 2016, Perşembe 17:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bombalar Altında Yaşamak ! Tenis…‘’

“Benim karakterimi oluşturan çocukluğumdan kalan anılardır. Çok yıpratıcı zamanlar yaşandı. Çaresiz ve perişandık. Kimin, neyin, ne zaman ve ne şekilde başımıza çökeceğini bilemediğimiz bir dönemdi. Saklanmak için başımızı sokabileceğimiz bir yerimiz bile yoktu. Bir çok masum insan öldü. Nedeyse tüm çevremiz yıkıldı…Kalıntıları hala duruyor.” Bunları böyle anımsayan genç adam o zamanlar 11 yaşında bir çocuk ! Gündüzleri tenis oynamaya, akşamları da atılan bombalardan korunmaya çalışırken çocuk haliyle acaba ne algılıyordu?

Şöyle yanıtlıyor :

“İşler ters gitmeye başlayıp, ardından feci bir şey olunca genellikle herkesin sorduğu şudur : Neden ben? Neden bana ? Neden bize? Ben de o zaman kendimce bunu sorguladım. Çok basit bir yanıt buldum. Çünkü onlar güçlüydü.Gerçek buydu. Onlar erkti.”

“Şimdi ise olgun bir insan olarak size doğrudan şöyle bir yanıt verebilirim : Bir çok canlının ölümüyle sonuçlanmış bir şiddet eyleminin doğruluğuna, haklılığına beni kimse inandıramaz. Öldürülen çocuklara, parçalanan ailelere, harap olmuş kentlere, hastalıktan kıvranan insanlara böyle bir eylemi haklı gösterecek yanıt mı olur ! Hiç bir savaşın iyisi yoktur. Tanrıya Şükür ki artık bunun olmaması için çaba veren insanlar var.”

Yıllar sonra bu felaketin içinde hiç dengesini yitirip yitirmediği sorulduğunda artık delikanlılığı da aşmış genç adamdan alacakları yanıt şu olacaktı : “Bombaların yağdığı ilk birkaç hafta, açıkçası ne olduğumu anlayamadım. Bombalar yüzünden birkaç aya yakın bir süre, her geceyi sabaha karşı iki ya da üçte kalkıp, saklanmaya çabalayarak geçirdik. Şimdi o zamanları iyimserlikle anımsamaya çalışıyorum. Okula gitme zorunluğu yoktu ve ben daha fazla tenis oynayabiliyordum. Bu hepimizi daha dirençli yaptı. Başarıya olan açlığımızı arttırdı.”
Oğlanın arkadaşı olan bir kız vardı. Beraber büyüdüler, birlikte tenis oynadılar. Kıza olan bağlılığı, ona fena halde abayı yaktığı türünden bir mahalle dedikodusu şeklinde almış yürümüştü. Hakikaten de aralarında fevkalade bir sevgi vardı. Ama bunun sonraları ne şekle büründüğüne dair bir açıklama getiren şimdiye kadar olmadı. İşte burada sözkonusu ettiğimiz kızcağız, konuya bir başka olgunlukla yaklaşıyor.

“Belirli bir sığınak yoktu. Kentin mimarisi bu düşünülerek yapılmamıştı. Zaten kim böyle bir şey düşünüp sığınak inşa eder ki ! Bombalardan kaçınmak için yer altında bir korunak aradığımız ilk günden sonra ailem ‘biliyor musun vurulursak nasılsa olan olacak…Yapacak bir şey yok’ dedi ve böylece iki katlı evimizin giriş katının ardındaki odayı sığınak belledik. Yaşantımızı uzun akşamlar o minicik odanın içinde sürdürdük. İnsanlar sanki toto oynar gibi, hangi gün, çevremizde nerenin bombalanacağı üzerine tahminler yürütüyordu. Bombaların bazıları epey yakınımıza düştü. Emin olun hiç hoş değildi. Ben tüm çocukluğumda yalnız uyuyamazdım. Dolayısıyla bombalanmamızın benim için en güzel yanı tüm ailenin bir arada uyumasıydı. Sanki cennetteydim! Annem babam, kardeşim ve ninemle dedem. Hiç yalnız değildim! Bazen bombalar yakınımızda büyük gürültüyle patladığında babam ‘herhalde geçen kamyon yoldaki çukura düşmüştür’ gibi benim yüreğimi ferahlatmaya çalışacak açıklamalar getirmeye çalışırdı. Yutar gibi görünürdüm!”

“…Bombalanma durup sirenler sustuğunda antrenman vaktiydi. Bu genellikle sabahları altıdan sekize ya da yediden dokuza olurdu. Koşullar elverdiğince normal yaşamaya çalışıyorduk. Ama bazen garip uygulamalarla karşılaşıyorduk. Anımsadığım kadarıyla bir 12 yaş altı turnuvasında sirenler çalmaya başladığında maç oynanıyorsa bırakamıyorduk. Çünkü maç sonuçlanmalıydı! Ama yeni bir maç koymuyorlardı. Sirenler çalarken hiç maç oynamadım ama oynanırken izledim. “

“…Adı üzerinde çocuktuk işte. Bombaların arasında bile bir şenlik yaratabiliyorduk. Bir sürü turnuva oynanıyordu…Onyaşaltı, onikiyaşaltı. Her birinde günde iki ya da üç maç oynuyorduk. Maç aralarında yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Biz de saklambaç oynuyorduk. Zaten savaşın bizim için en güzel yanı okulun olmayıp oyunun ve tenisin hep varolmasıydı !

Çocukların sonraki antrenörü ise sabahlardan ziyade öğle saatlerinin antrenman için daha sağlıklı ve bombalardan uzak olduğunu anımsıyor. “Öğlen 12:00 ile 14:00 arasında durum sakindi. Onun için antrenmanlarımızı bu saatlerde yapıyorduk. Zaten öyle bir durumdaydık ki zaman kavramı bir süre sonra gerçeküstü kalıyordu. Yaşam, Nato uçaklarından mümkün olduğu kadar sakınmak üzerine koşullanıyordu !”

Tenis burada hiçbir zaman esas-oğlan değildi. Futbol ile basket başı çekerken*, çökmekten beter olmuş ekonominin içerisinde, tenis, yaşamda tutunmaya çalışıyordu. Kulüpler tesislerini uzun yıllardır yenileyememişti. Bu durumda düzlüğe benzeyen her alan uygulamaya giriyordu. En güzel örneği ise kullanılmayan bir olimpik yüzme havuzunun, boşaltıldıktan sonra, zeminine halı serilerek (eninin darlığından) bir tekler kortu haline getirilmesiydi.

Genç kadın devam ediyor : “Ailecek, mahallecek hepimiz bir aradaydık. Tüm gün kortta raket sallıyorduk. Güvenlik açısından bulunduğumuz yerle kentin herhangi bir köşesinin hiç farkı yoktu. Bombalar nerede olsanız size erişebiliyordu. Ama bunu evde oturup beklemek te insanı çıldırtacak bir şey. Biz de günü kortta geçirip, akşam yedide eve dönüp, kapalı perdelerin ardında, zifiri karanlıkta belki de kaderimizi bekliyorduk.”

Sevgili okuyucu, yazımın buraya kadar olan bölümünde yer alan oğlan ve kız savaşın ve terörün üstesinden gelindiğine de şahit oldular. Savaş ve terör bitip, barış, normal yaşama yerleştikten sonra tenis dünyasının doruklarına çıktılar. O doruklara tırmanırken çok olasıdır ki çocukluklarından, gençliklerinden, benliklerinden nice ödünler verdiler. Muhakkak ki bu ödünler Federer’lerin, Nadal’ların ve hatta Williams’ların özverilerinden çok daha dramatikti. İşte savaşın en vahşisini, terörün en sapkınlığını yaşamış bu çocuklar kim biliyor musunuz ? Şimdilerde zerafetleri, sevecenlikleri ve hepsinin ötesinde insanlıkları ile çoğumuzun sevgisini kazanan Ana Ivanovic ile NovakDjokovic. İkisi de tarihin en büyük gaddarlıklardan birini gerçekleştiren Sırbistan ülkesinin birer vatandaşı.

Bakın ne diyor Novak Djokovic :

“Özel ya da sosyal yaşantımın her dakikasının bilincindeyim. Bu benim kuşağımdaki her Sırp Vatandaşının içine işlemiş bir şeydir. Sırbistan’dan geldiğimiz için bize bir sürü nahoş klişelerle yaklaşılacağını bilerek büyüdük ve geliştik. Bu nedenle davranışlarımıza özen göstermemiz gerektiği adeta beynimize kazındı. Bizler ailelerimizin ve ülkemizin elçileri olarak içimizdekilerin hep en iyisini yansıtmak zorundayız. Bu sorumluluğu büyük bir saygı ve onurla taşıyorum. Ülkemin portresini olası en iyi şekilde çizdiğimi umuyorum.”

Bir zamanlar herkesin gıptayla baktığı Yugoslavya iken, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm vatandaşlarına hizmet etmek yerine, hodbin, kafatasçı ve salt çoğunluğun çıkarları için çalışmayı yeğleyen hükümetlerin sebep olduğu bir iç savaşla paramparça olmuş ve 7** ülkeye bölünmüş bir yer burası.

Sizlere her durumda iyimserliğin, olgunluğun daima galip geleceğini, karamsarlığa kapılıp, yeis içerisinde çırpınmanın çare olmadığını anlatmak istedim. Doğru bir tanedir…İkincisi olmaz. İzlemeye ve hoş kalmaya çalışın.

03 Mayıs 2016, Salı 12:30
YAZININ DEVAMI