‘’Avustralya Sakat!‘’
Tüm dünyamıza huzur, mantık ve esenlik dilediğimiz bir yeni yıl başladı. 2018’in ilk büyük turnuvası “Avustralya Açık”. Dünyanın öbür ucundaki bu turnuva son beş yıldır ardı sıra izleyici rekorları kırıyor. Bu yılın bir özelliği var. Ya Federer’in hakimiyetinde sürecek ya da umulmadık sürprizlere açık olacak. Soracak olursanız “tenis gibi son top bitmeden belli olmayan bir sporda neden mi böyle bir saptama yapabiliyorsun” diye soracak olursanız nedeni çok basit. Çünkü ilk 10’daki oyuncuların çoğu en yaşlılardan kurulu ve çoğu da ya sakat ya da iyileşme sürecini hala atlatabilmiş değiller. Murray, Nishikori, Raonic ve Del Potro çekildi. Djokovic ile Wawrinka hala rehabilitasyon süreçlerini sona erdirebilmiş değil. Keza Nadal hala büyük bir sual işareti…Büyük olasılıkla çekilecek.
Bu olguyu Roger Federer gazetecilere şöyle açıklamıştı. “ATP Tour” şimdilerde çok daha yaşlı. Oyuncuların çoğu 30 civarında. Bir süre önce 30 yaşına gelen bir tenis-profesyoneli emekliliğini istiyordu. Edberg ya da Sampras gibi 29 yaş civarına gelenler o zamanlarda tenisten sonrasını planlamakla meşguldü. Şimdilerde hepimizin 36’ya kadar oynamasını bekliyorsunuz. Birimiz 40 olsak bu kez 40’a kadar oynamamızı bekleyeceksiniz. 31’indeki bir tenisci sakatlandığında bu nasıl mümkün diyorsunuz?
Halbuki bu çok normal. Bir süre uzaklaşır ya da rehabilitasyon sürecinizi iyi değerlendirerek dönerseniz önünüzde birkaç yıl daha olabileceğini anlarsınız. Bana göre bu olgu bir yandan kaderdir. Öbür yandan ise bazı oyuncuların yanlış planlama yaptıkları şüphesiz.”
Daha fazla puan toplamak için bir turnuvadan diğerine koşuşturmak hep başarılı sonuçlar yansıtmayabilir. Yaş aldıkça turnuva takviminizi daha sağlıklı oluşturmanız gerekir. Turnuva takvimi uzun yıllardır neredeyse aynı. Pek değişmedi. Bu yoğunluğu ilerleyen yaşınıza rağmen sürdürmek sakatlığa davet çıkarmak gibidir.
Şüphesiz olan sakatlıklar herkezin başına gelebilir. Ancak ABD’de ortaya çıkarılan bir gerçek var ki çift-elli vuruşlarda bilhassa destek görevi gören bilek zamanla sakatlanabiliyor. Nadal (31), Djokovic (30), Nishikori (28), Raonic (27), Tsonga (32) ve Murray (30) kariyerleri boyunca hep bilek sakatlıklarından çok çektiler. Hele zavallı Del Potro’nun bileğinden geçirdiği ameliyatlar saymakla bitmez. Bu oyuncuların hepsi de çift-elli vuruşlara sahip. Halbuki Federer, Dimitrov ve Wawrinka gibi tek-elli vuruşluların sahipleri hiç bilek rahatsızlığına uğramadılar. Gittikçe güce dayanan teniste böyle sakatlıkların artması son derece doğal. Yakında tenisçiler tek elli vuruşlara dönerler mi acaba?
Günümüzde ilk 20 tenisci arasında 10’u 30 ve üstü yaşlarda. Halbuki on yıl önce yani 2008’de sadece iki raket 30 ve üstüydü. Carlos Moya (31) ve Guillermo Canas (30). Yirmi yıl önce ise yani 1998’de sadece bir tenisci 30 yaşındaydı (Thomas Muster).
Ancak unutulmaması gereken bir önemli olgu da 2005 yılındaki ABD Açık finaliydi. Evet 4 setlik finalin şampiyonu 23 yaşındaki Roger Federer idi ama finaldeki rakibi ise 35 yaşındaki Andre Agassi idi. İşte onun bu yaşta böyle bir turnuvada finale çıkması tenisçiler arasında “Agassi Etkisi”ni (Agassi Effect**) yarattı. Oyuncular, o gün, ileri yaşlarda da başarılı olabileceklerini anladılar. Hoşkalınız.
‘’Sevgili “Senior” Dostum 2.‘’
Aralık ayı ortalarında dünyanın bir ucundan, kargaşa ve hodbinlikten ırak bir ortamda ve fevkalade bir kış sabahında sizlere seslenmek güzel oluyormuş. Ama insanoğlu tuhaf bir varlık. Her ne kadar ülkemizde apaşlığın giderek galebe çaldığı şiddet, hınç, kıskançlık ve kargaşa dolu yaşamdan usanıyorsak ta ondan bir gün bile uzaklaşsak özlüyoruz topraklarımızı. Tövbe estağfurullah…Sanki toprak çekiyor!
Galiba bunu en fazla hisseden toplumlardan başlıcası biziz. Batılıların hiç biri bu denli mazoşist değil ! Doğulular arasında ise böyle bir tanıda bulunabilecek kadar çok dostum ya da tanışım olmadı. Ancak İran kökenli aklı başında sayılabilecek dostlarımın yakın zaman içindeki radikallikten çok azap çektiğini biliyorum. Dönelim yazımıza…
Çoğu “senior” dostumdan en fazla işittiğim laflardan biri “yahu kardeşim, top yaparken vurduğum topların onda birini maçlarda vurabilsem, kimse benden şampiyonluğu alamaz!”
“Maçlarınızı da top yaparken ki gibi oynarsanız bu iş çok kolay!” İşte bu saptama tenis dünyasının tanınmış insanlarından (PH.D., oyuncu, psikolog, akademisyen, iş-adamı, koç ve yazar) biri olan Allen Fox’tan geliyor. Sürdürelim…
Top yaparken hata yapmaktan korkmazsınız. Zira yaptığınız hata size yitirilen bir maç olarak geri dönmeyecektir. Yenilmekten kaynaklanan endişe sizi kıskıvrak ele geçirecek, tabir-i amiyane kabızlaştıracak ve normal oyununuzu oynamanıza engel oluşturacaktır. Risk almanız zorlaşacaktır. Bu doğrultuda yapılması gereken maçtan önce düşünce yapınızı ayarlamaktır. Konsantrasyonunuzu kazanmaktan fazla, hataların bu oyunun vazgeçilmez bir parçası olduğuna yönlendirin. Böylelikle rahatlayacak ve normal vuruşlarınız ortaya çıkacaktır. Risklerin de oyunun doğal bir parçası olduğunu benimseyin. Hatta onun en zevkli parçasıdır bu riskler.
Hatasız bir oyunun ve galibiyetin garantili olduğunu düşünün! Böyle bir yenginin heyecanını, zevkini ve tatminini yaşayabilir misiniz ? Ne antrenman yapmak istersiniz ne de fiziğinizi geliştirmek…Halbuki yorucu bir antrenman veya fizik-kondüsyon salonunda geçirilecek saatler daha iyi olacağınızın ve daha çok maç kazanabileceğinizin kanıtıdır.
Bir başka yaklaşım ise oynayacağınız maçı planlamanızdır. Kazanmanın önemini ikinci plana atın. Böylece maçlar antrenman havası alacak ve sizi endişeden uzaklaştıracaktır. Oynayacağınız maçın aslında sizi daha geliştirebileceğine inanın. Yitirseniz bile bir sonraki maçınıza daha iyi bir kaç vuruş öğrenmiş olduğunuzun güvencesiyle çıkacağınızı ve bunların size kazandırabileceği puanları düşünün.
Bilhassa bir “senior” olarak bir maçta ne olursa olsun, yaşamınızın hiçbir surette değişmeyeceğine kendisinizi inandırın. Aksine bir tutum kendinizi aldatmaktır. Ne yenginiz ne de yenilginiz bir fark oluşturmayacaktır. Alacağınız hiçbir sonuç başkalarının umurunda bile değildir. Zira onlar için de önemli olan kendi sonuçlarıdır. Sizinkiler değil.
Bir başka yöntem de baştan itibaren skor odaklı olmamaktır. İlk puanları hatta oyunları rahatlamak, stresten, endişeden soyutlanmak için kullanın. Konsantrasyonunuz vuruşları doğru yapmaya ve rahat oynamaya yönelik olsun…Puan almaya değil. İlk puanları alıp maçı yitirmek mi daha iyidir yoksa doğru ve güzel bir tenis oynadığınızın tatminiyle ilerki turnuvanızda daha iyi bir sonuç alacağınızın bilincinde rakibinizi kutlamak mı? Hani muharebeyi kazanıp savaşı yitirmeye benziyor bu iş !
Unutmayın ki yaş ilerledikçe tek vuruşluk puanlar sizden gittikçe uzaklaşmaktadır. Dolayısıyla bilgelik, tecrübe, taktik ve stratejinin önemi daha çok ortaya çıkmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse; stratejiniz kazanmaya değil rakibinizin kaybetmesine yönelik olarak onu hata yapmaya zorlamak olabilir.
Taktik ve strateji sadece maçla ilgili olmaz. Antrenman ve dinlenme dönemlerinin de taktik stratejisi olmalıdır. Belirli yaşlardan sonra yeterince dinlenmeyen vücutlardan iyi performans beklemek abestir. Yorgun bir vücut en büyük düşmanı stresten yoksun olamaz. Aksine “endişe” onun beyninden çıkıpı en ücra organına kadar her yanına yayılacaktır.
Sadece televizyonda yıldızların maçlarını izlemek yeterli değildir. Nasılsa onlar gibi olamayacaksınız. “Senior Tenisi” ile ilgili kitaplar, makaleler okumanın yararı anlatmakla bitmez. Bu da hiç zor değildir. İnternet gibi bir ummanın içinde sayısız örneği vardır. Tenisi salt kısıtlı yakın “senior” çevrenizde değil, global izlemeye gayret edin. Yararını çok göreceksiniz. Öğrenmenin yaşı ve miktarı yoktur. Bir örnek daha vermek gerekirse; yaşı ilerleyen oyuncularda sıklıkla görülen hatalardan biri vuruşlar esnasında denge güçlüğü yaşanabildiğinden topa geç vurmaktır…Bunun önlemi de oyunu yavaşlatmak (ağırlaştırmaktır). Teniste gelişememiş ülkelerde bunu hocalardan öğrenemezsiniz. Zira onlar bunu ancak içgüdüsel yetenekleri ve tecrübeyle gerçekleştirdiklerinden başkalarına aktaramazlar. Çare okumanız ve literatürü izlemenizdir.
En önemlisi bir “pro” olmadığınızın bilincinde olun. Kazanmayı ya da kaybetmeyi kafanıza takacağınıza oyundan alabileceğiniz zevki düşünün. Adı üzerinde bu bir oyun. Hele bir “senior” olarak sizin için çok ama çok güzel bir oyun. Bir “senior” olarak bu “genç” yaşınızda oynayabileceğiniz en güzel oyun. Tanrı bu armağanı size bahşetmiş…Neden tadını çıkarmayı denemiyorsunuz da kendinizi stres dolu dişlilere kaptırıyorsunuz ?
Çıkarın başlarınızı o stres ve endişe dolu dehlizlerden…Bakın işte o zaman bu oyundan gerçekten zevk aldığınızı göreceksiniz. Güzel bir tenis oyununun tatminiyle evinize ya da dostlarınızın arasına dönmekten alınacak mutluluk eşsizdir. (Sürecek…)
Yeni yılın tüm insanlığa esenlik ve bilgelik getirmesini dilerim. Hoş kalmak hepimizin hakkıdır.
*Allen Fox PH.D. ve Ed McGrogan’dan alıntılarla…
‘’Bilhassa Senyör* Dostlarıma…‘’
Geçtiğimiz yaz aylarında Ege kıyılarında gezme fırsatı buldum. Raketim yanımdaydı ama şöyle doya doya oynamak mümkün olamadı. Şansıma gittiğim çoğu yerde “seniors turnuvası*” vardı. Hocaların da çoğu hem bunlara katıldıkları hem de okullarla ilgilendikleri için onlardan da destek bulma şansım azdı. Son gittiğimde ise tarih geçti. Yöre halkı sezonu bitirmiş, ununu elemişti. İşletmelerin çoğu loş. Hatta kapalı. Oynayacak birini bulabilmek epey zor oldu. “Seniors” turnuvaları büyük kentlere kaymıştı. Üstelikte epey dinamik katılımlarla. Bu kategoriye gönül vermiş insanlardan öğrendiğime göre TTF “Seniors Tenisini” 2018’de daha ciddiye almaya karar vermiş. Bunca abes yaşananlardan sonra ciddiye almak zor. Gördüğüm kadarıyla kimsenin de inandığı yok…Bir güven unsuru kalmamış. Ama “umut simit” ! işitmesi bile güzel.
Buradan yola çıkarak, en azından bu dinamik “üst-yaş grubu tenisçilere” naçizane bir destek yazısı yazmak boynumun borcu dedim ! Öyle bir kaptırdım ki yazı uzadıkça uzadı ve editörümüzle birlikte ikiye bölmeyi kararlaştırdık. Buyrun birinciye…Devamı gelecek sayıya.
---
Tenis ABD Tenis Federasyonu (USTA) tarafından yaşam boyu yapılabilecek bir spor olarak saptanmıştır. İşte size tenis oynanması için 10 ana neden:
Vücut İçin
Fit olmak: Kilo verdirir, Kalori yaktırır (1 saat sgls’da. 580 ila 870 kalori).
Uzun Yaşamak: Haftada 3 saat kalp rahatsızlığı riskini %56 azaltmaktadır.
Kalp Kaslarını ve Kemikleri Güçlendirir: Diğer sporların oyuncularına göre tenisçilerin kardiovasküler rahatsızlıklara yakalanma riski çok düşüktür.
Göz-Kol Koordinasyonuzu Geliştirir: Dengeyi, koordinasyonu, tepki sürecini, çevikliği geliştirir.
Yaşantı İçin
Aile ve Dost Odaklıdır: Her yaşta tüm aile için yararlıdır. Asgari ekipman ve kişi gerektirdiğinden bir partner bulabilme olanağı çoktur.
Takımdaşlık ve Sportmenlik Geliştirir: Tek veya çift, lig veya turnuva oynamak her türlü iletişim ve birlikte çalışma, takımdaşlık duygularını geliştirir.
Sosyal Yetenekleri Geliştirir: Şahsiyetin olumlu yönlerini geliştirmekte diğer sporlara nazaran daha etkindir.
Beyin İçin:
Stres Düşürür: Fiziksel, mental, sosyal ve hissi sorunlarla ortaya çıkabilecek stres ile başedebilmek için kapasiteyi arttırır.
Beyin Gücünü Arttırır: Atiklikten taktiksel düşünceye kadar beyindeki nörolojik bağlantıları geliştirir.
Sorun Çözücüdür: En iyi sonucu alabilmek için açıları değerlendirme, geometri ve fizik üzerine kurulu olduğu için bu özel yaşantılarda sorunların daha iyi özümlenmesine yararlı olmaktadır.
Çeşitli Öneriler:
- Yediklerimiz ve uyguladığımız diyet kendimizi nasıl hissettiğimize etki eder. Ama bazı
yiyecekler vücudumuzdaki bazı kimyasalları tetikleyerek bizleri strese sokabilir. Dolayısıyla bilhassa maç arifesinde bazı yiyeceklerden kaçınmalıyız. Ör: Yüksek şeker
içerenler (Tatlılar, kekler, beyaz ekmek gibi rafine karbonhidrat içerenler). Sebze, meyve ve tam-tahıllı yiyecekler içeren dengeli ve sağlıklı bir yiyecekler öneriliyor.
- Aynı şekilde içtiklerimize de dikkat etmeliyiz. Yüksek kafein içeren çay, kahve ve meşrubattan sakınmalıyız. Bunlar dikkati, konsantrasyonu ve hafızayı canlandırmakla birlikte sinir sisteminizi gerektiğinden fazla uyarabilir. Fazla kafeinin panik-ataklara yol açabildiği, stres ve endişeyi azdırabildiği kanıtlanmıştır.
- Siz siz olun raketinizi yaşınıza göre çektirmeyin. Unutmayın ki yaş artık çoğumuz için bir rakamdan ibarettir. Tabiatıyla önemlidir ancak burada esas kayda alınması gereken fiziki durumunuz, sakatlık geçmişiniz, vuruş tipiniz ve oyun sıklığınızın, raketinizin ve arzuladığınız telin tipiyle bağdaştırılmasıdır.Kendi durumumdan örenk vereyim: Bir süredir pazu/omuz problemi yaşadığımdan raketlerimde sadece doğal bağırsak ya da (arm-firendly) kol-dostu teller kullanıyorum. Düşük tansiyonu tercih ediyorum zira topun raketle birleştiği andaki darbenin şokunu kola çok azaltarak yansıtır. Uzun top atabilmenizi sağlar.
- Seniorlar için hafif ve tarakları genişçe ayakkabılar tercih nedenidir. Unutmayın ki yaş ile birlikte ayak genişler. Nasır, topuk-dikeni ve çekiç-parmak olasılıkları artabilir. Ayakkabılarınızı günün sonunda denemenizi salık veririm. Günün tüm yorgunluğu ile birlikte ayakların 5 ila 10 derece şişebildiğini unutmayın.
- Hocalar farklıdır. Gençlerin hocalığı ile senyörlerin hocalığı farklıdır. Hocanızın bunun bilincinde ve bilgisinde olması salık verilir. Sözkonusu olan fiziki yetenekleri kısıtlı biriyle oynamak değildir. Ona fiziksel yeteneklerini en optimum şekilde nasıl kullandırtabileceğidir.
- Senior Dostum, artık tek vuruşla puan almaktan gittikçe uzaklaştığının bilincinde ol. Senin için en kolay vuruş ne ise onu kullanarak topu mümkün olduğu kadar rakibinin en zayıf noktasına yollaman iyi olacaktır. Zora ya da şüpheye düştüğün anda topu ya kortun en boş yerine at ya da rakibinin ayaklarının dibine, bağcıklarına nişanla.
- Atacağınız servisin yönü kadar puan durumunu da göz önüne almanız önemlidir. Örneğin puan 40-15 iken vuruşlarınızda risk alabilirsiniz. Ama 15-40’ta atacağınız servisi daha dikkatle kondurmalısınız. Bu yer yaştan tenisçileri için geçerli olmakla birlikte senyörlerin daha üzerinde durmaları gereken bir husustur. Hatta senyörlere her iki servisi de daha taktiksel atmaları önerilir. Unutmayın ki servisinizden puan alamayacağınıza göre burada önemli olan ikinci vuruşunuz için kendinizi daha avantajlı bir konuma getirmektir.
Şimdilik hoş kalınız…
Fernando Velasco – PTR Int. Pro.
Chris Levis – Autobiography.
Play-Tennis
*Bu “senyör” kelimesi yerine başka bir karşılık bulunması gerek. Bu sporculara “Veteran” yani “savaş gazisi” demek ne denli yanlış ise “senyör”de “toprak ağası” demek. Kel başa şimşir tarak. Bir o kadar garabet. Garip ve manasız bir ifade.
“Üst-Yaş grubu” denilebilir. Ya da en azından yazarken “seniors” olarak İngilizce karşılığını kullansak daha az sakil duracak. Hiç olmazsa anlam karşılığını bulacak.
‘’Kadınlar ve Babaları !‘’
Sağolsun başta Grand-Slam’leri veren Eurosport olmak üzere, BEİN Sports ve keza Saran Spor bize yılın sonuna doğru iyi turnuvalar izletiyor. Keşki Kasım’ın ikinci hafta sonunda FED CUP ve sonrasında da Davis Cup finallerini de izleyebilsek. Fed Cup’ta Beyaz Rusya ile ABD karşılaşıyor. Gerçi her iki ülke de tam takım değil. Eksikler önemli. Ev sahibinde Azarenka, ABD’de ise Williams kardeşler yok. Davis Kupasında ise 24-26 Kasım tarihlerinde ev sahibi Fransa ile sürpriz finalist Belçika şampiyonluk için mücadele edecek.
Hafta başından bu yana Kadınlar Tenisinde yılın son profesyonel turnuvasını izledik. Bir zamanlar Sinan Erdem Spor Salonunda izlediğimiz “WTA Masters” son yıllarda Singapur’daki muhteşem bir salonda yapılıyor.
Bazı okuyucular Kadınlar Tenisi hakkındaki düşüncelerimden dolayı beni kınıyor, hatta aşırı tepki gösterenler bile oluyor. Ancak bir hafta süreyle dünyadaki en iyi on raketin sekizini izledikten sonra fikirlerim değil değişmesi olası değil. Hatta onları fazlasıyla sarakaya alabilirim. Erkek tenisinin ardından fena halde nal topluyorlar. Hem nicelik hem nitelik açısından. Fena halde bir itici güç gerek kadın tenisine. Hadi fazla çullanmayalım, yıl sonudur diyelim ve hoş görelim !
Allahtan aralarında Garcia ve Ostapenko vardı da sekiz raketin içinde hiç olmazsa gençliklerinin verdiği gözüpeklikle arada bir yaradana sığınıp vole vuran oldu. Onların ki bile genellikle rakiplerinin yükselttiği toplara sahanın ortasından vurdukları “drive” voleler. Yoksa file önü vuruşları sadece 37 yaşındaki Venus Williams’a mahsus kalacaktı.
Muguruza(İSP), Pliskova (ÇEK), Williams(ABD) ve Ostapenko (LET)’dan kurulu beyaz grup ile Halep (ROM), Svitolina(UKR), Wozniacki(DAN) ve Garcia (FRA)’dan oluşan kırmızı grup önce kendi aralarında lig usulü oynadılar. Beyazlardan Pliskova ile Williams, kırmızılardan ise Wozniacki ile Garcia yarı-finallere çıktı. Yani dünya sıralamasındaki 1. Halep, 2. Muguruza ve 4. Svitolina yarı-finallerde yoklardı !
Ostapenko da yok. Ama o tümüyle tecrübesizliğinden yitirdi maçlarını. Yoksa hem o, hem de Garcia kadın tenisi için ferah bir nefes gibi geliyor. Cesurlar ve hata yapmaktan sakınmayıp her türlü riskli vuruşu deniyorlar. Yegane eksikleri sabır sabır ve yine sabır. Bu da tecrübeyle oluşuyor. Her puanı tek vuruşla kazanmak olsaydı bugün ortalıkta android gibi gezinen, fiziksel kaideleri öbür mahalleden gözüken, sporcular hep şampiyon olurdu. Aklınızı, zekanızı sabrınızla koordine edemezseniz tenis sizi çok çabuk öğütür. Zaten yaşam da da bunun örneklerine fazlasıyla rastlamıyor muyuz ? Bakın çevrenize. Hırsı mantığını aşanlar eninde sonunda batağa saplanmaktan kaçınamıyorlar.
Maçlara bakınca bazı oyuncular için üzülüyorsunuz. En fazla çalışan onlar. Yetenek ve fizik derseniz gani. Ama kafa yapılarını bir türlü adam edemiyorlar. Kritik maçları ve dolayısıyla kritik puanları hep yitiriyorlar. İşte alın size Halep ile Wozniacki. Her ikisi de birer büyük turnuva çoktan haketti. Ama olmuyor işte. Kimler geldi kimler geçti, onlar hala ve maalesef oldukları yerde sayıyorlar. Spor Dünyasında geçerli olan ama bilhassa teniste fazlasıyla ortaya çıkan bir gerçek, yıl bittikten sonra kimsenin birinciyi anımsamadığıdır…Ama bir grand-slam kazanan her daim akılda kalır…Tarihe mal olur.
Tenis çok ilginç bir oyun. Hakikaten son puan bitmeden maçların sonucu hakkında konuşmak abes. Siz siz olun ilk setler farklı bitti diye yerinizi terk etmeyin. Zira dönüşler gidişlerden çok daha fazla karşınıza çıkıyor. Hele hele daha oyunun başlarında bir sporcu diğerini eziyorsa anlayın ki o maç epey uzun sürecek ve büyük bir olasılıkla da kazanan başlarda ezilen olacaktır. Bu gerçeğe bu yıl Singapur’da epey tanık olduk.
Tesadüfen buradaki sekiz raketten sadece iki Caroline’nin koçları babaları. Danimarkalı Caroline Wozniacki ile genç Fransız yıldız Caroline Garcia’nın tenis performanslarından pederleri sorumlu. Her iki raketin de başarılı oldukları şüphesiz. Ancak bu profesyonel dünyada pek geçerli bir oluşum değildir. İstisnalar kural oluşturmaz. Bu yüzden çocuklarınızın dünyasını karartmayın. Babalık ve antrenörlük (ya da koçluk) mucizeler kadar farklıdır. Kenarda oturan oyuncuların çoğundan genellikle tasa yansıyor. Böyle birlikteliklerden pek memnun olmadıkları, hatta zorlandıkları, ilerleyen günlerdeki tepkilerinden bariz bir şekilde belli olmadan bu sevdadan vazgeçilmesi doğru olacaktır.
Unutmayın ki teniste mutluluğa ulaşanların sayısı, yaşantılarını karartanların fevkalade altında kalır.
Finalde 37 yaşındaki Venus Williams burada üçüncü kez bir Caroline ile karşılaşmak üzere korta çıktı. Grup maçlarında Çekya’lı Karolina Pliskova’ya yenilmiş olmasına rağmen diğerlerinden aldığı puanlar onu yarı-finale çıkarmıştı. Yarı-finalde Fransız Caroline Garcia’yı geçti. Bu maç esasen turnuvada izlediğimiz en kaliteli karşılaşmasıydı. Yukarıda da belirttiğim gibi Garcia tecrübesizliğinin ve de karşısında tam bir eski kaşar olan Venus’un engin deneyiminin kurbanı oldu.
Finalde ise karşısında Caroline Wozniacki vardı. 7 grand-slam şampiyonu, hem teklerde, hem çiftlerde haftalarca 1 numara kalmış Williams ile kariyerinde hiç bir grand-slam kazanamamış bir 1 numara olan Wozniacki. Aralarındaki karşılaşmalarda 7-0 ABD’li raket önde. Oynadıkları 15 sette rakibine sadece 1 set vermiş olarak korta çıktı.
Yılların şampiyonu Venus o denli çok basit hatalar yaptı ki Wozniacki gibi (her ileri geçtiği kritik maçı yitirmesiyle bilinen) birine kazanmaktan başka bir yol kalmadı. İkinci sette Williams 0-5’ten durumu 4-5’e getirdi. Ama en kritik anlarda yine iki basit-hata ile Danimarkalıyı şampiyon yaptı. Ödül töreninde Wozniacki bile o son anlarda ayaklarının titremeye başladığını itiraf etti. THY’nin eski reklam yüzü olan bu raket sakatlıklarla geçirdiği önceki yıldan bu yana oyununu sürekli geliştirmiş olmakla bu başarıyı haketti. Şimdi sıra bir grand-slam kazanmasında. Gerçi Serena Williams’ın Avustralya ile birlikte tenise döneceğini açıklamasıyla tüm diğer kadınlar için artık büyük şampiyonuklar daha da zorlu olacak ama tenistir bu. İzleyip göreceğiz.
Umarım Garcia, Ostapenko, Mladenovic, Stephens, Georges, Van de Weghe gibi raketler biraz olsun yeteneklerini akıl ve zeka ile birleştirebilir de şu güzelim sporun kadınlar bölümüne de zevk tekrar yerleşebilir. Onca sporcu arasında fileye gelebilip doğru dürüst bir vole vurabilen birilerine bu denli seyrek rastlamak çok acı. Venus gibi bir şampiyonun attığı kısa-toplara izleyici locasındaki Clisters bile yetişebilirdi ! Pek yazık.
Bir hafta sonra Paris’te “ATP Rolex Masters” kapalısalon turnuvası başlıyor. Bu “ATP 1000” serisinin son turnuvası. Benim için fevkalade bir anısı olan bu etkinliği maalesef bu yıl beyaz camdan izleyeceğim. Çok güzel bir atmosferde ve genelde tüm ağır-abilerin katıldığı bu turnuvayı Londra’daki “ATP Masters” izleyecek ve profesyonel tenis 2017’ye veda edecek. Bakalım Nadal yılı zirvede bitirecek mi yoksa Federer burun farkıyla da olsa onu geçebilecek mi ? Hoşkalın.
‘’Aymazlık mı Yetersizlik mi?‘’
- “İzmir Challenger” turnuvası bugün(Pazartesi) başlamak üzere Federasyonun UTEM tesislerinde yapılacaktı. Herhalde ATP tarihinde bir turnuvanın başlamasından iki gün önce mekan değiştirmesine pek rastlanmaz! Turnuvanın UTEM’denKültürpark Tenis Kulübüne alınmasına nasıl sevindiysem yöntemine o denli üzüldüm. Kültürpark’ı yıllardır böyle bir organizasyondan soyutlayanlar bunu nasıl açıklar?
Böyle bir nakil için uluslararası bir gözlemcinin gelip UTEM’e dair “burada tenis oynanamaz (!)” kararı beklenmemeliydi.Üstelik UTEM gibi bir tesisin bu duruma düşürülmesi bir başka yetersizlik ya da aymazlık değil midir? Bunu sorumluları acaba bu ülkede tenisin yönetimi ile yükümlü bir merci olan Türkiye Tenis Federasyonu değilse kimdir acaba ? Bir bilen varsa bizleri aydınlatabilir mi acaba? Var olan tesisleri köreltip, dopingcilere gösteri oynatmak mıdır TTF tüzüğündeki yükümlülükler ?
- Tenisin Dünya Kupası sayılan “DavisKupası”nın en üst kategorisi olan Dünya Grubunda ve Play-Off’larda yarı-finaller oynandı. Türkiye’nin de bulunduğu Avrupa-Afrika Kategorisi 2. Grupta ise 3.tur maçları yapıldı.
Ulusal Tenis Takımımız bundan bir süre önce ilk turda Kıbrıs Rum Kesimini 4-1 yenmiş ancak 2. Turda İsveç’e Antalya’da 4-1 yenilmiştik. Böylece ne terfi edebildik ne de düştük. Olduğumuz yerde sayıyoruz. Bunu başarı addedebilenler de var!
İsveç ise Litvanya karşısında daha ikinci günün sonunda (4 ve 5. maçlarsız) 3-0 kazanarak bir üst gruba çıkmaya hak kazandı. İsveç’e bu zaferi YmerKardeşler kazandırdı. Maçlar onların en favori zeminleri olan toprakta oynandı. Salt bunun için İsveçliler kapalı salonunzemininitoprağa dönüştürüldü.
En önemli gerçek burada başlıyor.Biraz geri dönelim. Türkiye İsveç karşısında mekan ve zeminin seçim hakkını elinde bulunduruyordu. Bizim Federasyonumuz zemin hakkını toprak (!) için kullandı. Yani İsveç oyuncularının tercih ettikleri, bizimkilerin ise en acemisi oldukları zemin! Halbuki İsveç dişimize göre bir rakipti. Aynı onların şimdi yendikleri Litvanya gibi. Kırk yılda bir elimize geçen bir şansı Antalya’da bilinçsizce denize gömdük.
Hani sürekli söylüyor ve yazıyoruz ya “bu ülkenin tenisinin başlıca gereksinimi uluslararası tecrübesi kanıtlanmış (emekliliğe ırak) bir yabancı koordinatördür” diye. Alın size nedenlerden biri.
Ama dopingcilere gösteri maçları yaptırmak için tonla para akıtmak ve bu şovda beşuş çehrelerle görüntüye girmek birilerine çok daha albenili geliyor. Tenisimiz gelişeceğine olduğu yerde sayıyor hatta köreliyormuş…Vız gelip tırıs gidiyor. Yazık çok yazık…
- “…Alperen G. Ankara kökenli bir tenis antrenörü. Tenisci Lisansı olmadan ulusal takıma yükselmiş! Koza WosCup’ta maça çıkıp ilk turda elenmiş ama bu statüsü ile aynı yılın sonunda BESYO’ya sınavsız kayıt yaptırabilmiş. Millilik Belgesinin altında Türkiye Tenis Federasyonu Başkanının imzası var!...” (Gazetelerden).
------------------------------------
- Hafta başıdır. İçiniz kapanmasın. İlginç bazı sonuçlar da alındı dün (Pazar).Davis Kupası yarı-final karşılaşmaları fevkalade sürprizlere sahne oldu.
• Kazakistan hepimizin yakinen tanıdığı Kukushkin ile minik-dev Schwartzman’lı son Dünya Şampiyonu Arjantin’i saf dışı bıraktı (3-2). Del Potro takımda yoktu.
• Federer ve Wawrinka’sız İsviçre belarus’u 3-2 yenerek Dünya Grubunda kaldı.
• Hollanda dağarcığında 3 Dünya şampiyonluğu olan Çekya’yı geçti. Böylece Çekya tarihinde ikinci kez Bölgesel Gruplara düştü.
• Almanya Zverev Biraderler olmadan üstelik deplasmanda Portekiz’i 3-2 yendi.
• Macaristan Rusya’yı eledi (3-1). Rusya’da Khachanov oynadı ama Rublev yoktu.
• Belçika Avustralya’yı 3-2, Fransa’da Djokovic’siz Sırbistan’ı 3-1 geçti.
• Raonic’siz Kanada ise Hindistan’ı 3-1 yendi. Genç yıldız Shapovalov ülkesini Dünya grubuna taşıdı.
*http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/824753/Kiyak_millilik__FETO_ve_Nutuk.html
‘’“İstanbul Challenger Öğretileri”‘’
- TED Open – İstanbul Challenger bitti.Tunuslu MalekJaziripeşpeşe iki yıl şampiyon oldu. Finalde geleceğin yıldızı olabilecek genç İtalyan’ı üç sette yendi.
- Turnuvaya oyuncu kalitesi açısından beklenilenin altında bir katılım oldu. Gelen yıldız sayılabilir isimler ise birbiri ardında sakatlık yaşayıp çekildiler.Bir challenger’de bu denli çekilme pek yaşanmaz. Yazık oldu.
- Bugün başlayacak “İzmir Challenger”fikstürünü de göz önüne aldığımızda 75.000 Dolar ve eşdeğeri challenger’ler artık tenis camiasını tatmin eden katılıma sahip olmuyorlar. Dolayısıyla bunun arttırılması yerinde olur. Zira 125 veya 150.000$ ödüllü challenger’ların oyuncu kalitesi epey yüksek. Bunun hele kendi benliklerini bile zor idare edebilen kulüpler için çok ama çok zor olduğunu da bilmiyor değilim. Dolayısıyla başta federasyon olmak üzere kamu idaresinin böyle turnuvalara olan katkıların ve sponsorlukların arttırılabilmesi için somut çalışmalar yapması gerekir. Ya da kulüplerin sair giderlerinin düşürülmesi bu konuda en azından onlara yardımcı olmaktır.
- TED Open – İstanbul Challenger’inen başarılı yanı 80 yıllık çınarın çeşitli yan etkinliklerle kendisine yakışan pozitif bir tanıtım yapıp gelir elde etmesi oldu.
- Gelen oyuncuların sıralamalarının beklenilenden düşük olması bizim Marsel İlhan ile Cem İlkel’in organizatör hakkı (Wild-Card) kullanılmadan ana-tablo’da yer almalarını sağladı. Dolayısıyla da iki oyuncumuz (toplamda 6) daha bu Wild-Card’lar ile ana-tablo’da yer alabildiler.
- Önce Cem İlkel turnuvaya şansıyla* katılan 1072. sıradaki bir Rus’a yenildi. Sonra da Muhammed Haylaz, Mert Naci Türker ve Anıl Yüksel ilk turda elendiler. Marselİlhan ile Altuğ Çelikbilek ise çeyrekte turnuvaya veda ettiler.
- İzlediğim kadarıyla Altuğ Çelikbilek hasta olmasına rağmen aralarında en ümit vaat edendi. Hep yazıyorum. Yine yazacağım. Bu çocukları Futures Turnuvalarından soyutlayın. Oralarda ileri gitmezler. Oralarda gelişenler sadece turistik tesislerdir.
İlk turda karşısına takım arkadaşı Muhammed Haylaz çıkan Altuğ ikinci turda da (öğrendiğimiz kadarıyla biraz özgüven sorunu yaşayan) bir Fransızı üç sette yendi. Fransız son sette 5-1 ilerideyken teniscimiz oyuna geri döndü ve kazandı.
Bir sonraki maçı bir Mısırlıya karşıydı. 6-2, 6-4 yenildi. Hasta olmasa belki onu da kazanabilirdi. Umarım buradan yola çıkarak Altuğ ne dediğimi anlamıştır. 75.000 Dolarlık bir “Challenger Turnuvada” sadece 3 maç oynadı ve 17 puan kazandı. Oynadığı Futures’lardaise ilk turdan sıfır, ikinciden 1, çeyrekten 2, yarı-finalden 6, finalist olsa 10, kazansa 18 puan alıyor. Hadi bakalım buyurun buradan yakın!
- Diğer oyunculara ise bir ağabey nasihati. Çoğunuz 75.000 Dolarlık “Challenger” seviyesinde bile fizikeniki setlik oyuncularsınız. Tüm yeteneklerinize rağmen uzayan maçlarda yitirdiğiniz puanların çoğu fiziki yetersizlikten. Üçüncü seti korakor oynayabilecek seviyede hiç değil. İki maç peşisıra üç sette ise fevkalade zorlanır,150.000$’lık Challenger’lerde ya da TourEvent’lerdemahçupolursunuz. Bu fiziki yetersizliğinizi ivedilikle gidermenizi öneririm. Bunun adı da sadece güçlenmek değildir. Pazı şişirmek, vücut yapmakla tenis egzersizleri arasında çok fark vardır. Bunun için kendini geliştirmiş iyi bir kondüsyoner gerekir. Yoksa Futures’larla gelir Futures’larla gidersiniz.
Hoşkalınız.
*Turnuvaya girenlerden biri son anda çekildiği içinlucky-looser oldu..
‘’İncilerinizi Koruyun!‘’
Sağolsun Kulüp Başkanımız Mehmet Tınaz’ın ricasıyla yıllar sonra,doğumunu yaptırıp, büyütüp ve akabinde gençlere teslim etmiş olduğum,“İstanbul Challenger” için yazı yazmak insanı güzel bir duyguyla dolduruyor. Hoş buldum diyorum kendime…Turnuvaya, siz okuyuculara ve izleyicilere.
Bu turnuva Ülkemizin en eski ve en sürekli olan uluslararası spor etkinliğidir. İstanbul Enternasyonal Tenis Turnuvası adıyla başlamış. 11 Eylül 2017 günü 69. başlamış olacak. 81 yıllık bir çınar için fevkalade bir rakam. Verilen ufacık mola ise taşınma ve inşaat zorunluğundan. Var mı sizce böyle bir kurum ülkemizde?
Keşke adı “TED Open” olarak kalsaydı. Ya da “TED Open – Istanbul Challenger” olarak. Çok daha özgün ve albenili. Üstelik üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına rağmen uluslararası tenis camiasında adı hala öyle anılıyor ve anımsanıyor.Zamanında Şehr-eminiilişkileri düşlenerek bu değişikliğe gidilmişti.
Güzel ülkemizde “TED Open – İstanbul Challenger” gibi kendi alanında dünya birinciliğine* seçilmiş ikinci bir etkinliğimiz olduğunu da hiç ama hiç sanmıyorum.
Balık hafızalı olmaya başladık. Toplumsal değerlerimiz körelirken yanı sıra kişisel seçkilerimiz de yozlaşıyor. Nerelerden nereye geldiğimiz ve değerlerimiz süratle aklımızdan yitip gidiyor. Aklımız fikrimiz yıldızlarda, sansasyonlarda, skandallarda ve magazinlerde. Hoyratlık ve banallik sporda bile had safhada. Sporculuk, olimpizm, atletizm, estetik gibi kavramlar çok kıymetli birer gerçektir. Ama onlar önceliklerini yitirmek üzere. Baksanıza gösteri yapmak üzere tonla para verilerek getirtilen (organizatörlere göre davet edilen!)raketlerin biri kokainden öbürü de dopingden suçlu bulunarak ceza görmüş kişiler. Bu ülkenin parası bunlara bu denli kolay harcanmamalı. Eloğlunun turnuvalarında(üstelik davet sahibi sponsorun kendi ana-sponsor olduğu Fransa Açık’ta!) eleme turuna bile wild-card vermediklerinebu ülke kimin izleyeceği şüpheli bir gösteri maçı için tonla para saçmamalı. Tenisimizin en büyük kara-deliği olan hoca eksikliği, bu yararı ÇOK şüpheli tenisçilere ödenen, ”davet(!)” paralarıyla karşılanabilecekken hangi uyanık pazarlamacıya kurban gidiliyor bilmek herkesin hakkıdır? Üstelik kimin parası kime harcanıyor?
Evet eleştirebilirsiniz niye daha iyi tanıtıl(a)mıyor, ya da büyütülemiyor diye. O zaman oturup tartışabiliriz. Olanaklar elverdiğince hangi şartlarda nasıl ve neden diye? Ama tartışılabilecek bu konu,Challenger serisi turnuvaların güzel tenisi ve onun en çekişmeli maçlarını önünüze getirdiği gerçeğini örtemez. Zira bu turnuvalar profesyonel tenise doğru atılan en gerçek adımlardır. Bunlardan geçmeden zirvelere yol almanın olanağı yoktur (TabîFederer değilseniz!). Bu nedenle de oyuncular canlarını dişlerine takarlar. “Moralim bozuldu…Konsantre olamadım…Ayağım çekti bıraktım” diyene ben bu işteki 45 yıllık yaşamımda şahit olmadım desem gerçeklerden pek uzaklaşmış sayılmam.
Hiç unutmuyorum bir Fransa Açık esnasında Bahrami ve Nastase ile maç izlerken bu iki hınzır-ihtiyardanbiri “yahu yan kortlardaki maçlar daha zevkli” yorumunu yaparken öbürü yan-gözle beni süzerek bir olta daha attı: “Aynı challengerler gibi!” Hiç üstüme alınmadım. İkisi de daha haklı olamazdı. Büyük turnuvalarda ana-kortlarda(ya da ABD’lilerin tabiriyle şov-kortlarında)beni çekmeyen bir maç olduğu vakit çoğunlukla yan kortları izlerim. Minyatür tribünlerin arasına serpiştirilmiş bu sempatik kortlardaki çekişmeye (iğrenç bir tabirle “arena***” diye adlandırılan) devasa kortlarda nadiren rastlarsınız. Oradaki maçlar beni doğrudan “TED Open-İstanbul Challenger” maçlarına doğru yola çıkarıyor.Her birini en ince detayına kadar hafızamda tuttuğum anılarımla baş başa kalıyor yüzümü inceden bir tebessüm kaplıyor.Başarıya inandırılmış Türk İnsanının nasıl bitmeyen bir enerji ve içtenlikle çalışabildiğini bana kanıtlayan nice mesai arkadaşımıanımsıyorum…Yüreğim ısınıyor.Onlara teşekkürlerimi tekrarlamayı arzu ediyorum. Dile kolay…Yarım asra yakın.
Federasyon olarak güneydeki otelleri doldurmaya çalışmak beyhude. TTF Tüzüğünde beceriksiz tesislere katkı yapılır diye bir madde yok. Üstelik başta futures olmak üzere bu tür turnuvalar para kazanacaktesisler hariç kimsenin umurunda bile değil. Bırakın izleyicilerin, oyuncuların bile umurunda değiller! Ülkemize Challenger serisi turnuvalar yerleştirmek gerek…Faydasıtartışma konusu turnuvalarla, dopingciler venarco-teniscileringösterileriyle takvim doldurulacağına,gelecek vaat eden teniscilerimizindoğru dürüst puan(lar) alabilecekleri başlıca yöntem olan “Challenger”lereolanak ve destek vererek.Zira bunlardan puan toplayamayan teniscilerin zirveleri ancak düşlerinde görebileceklerini bu işin abecesindekiler bile biliyor.
Üstelik Batı Dünyasındaki ekonomik zorluklar Challenger takviminde epey boşluklar yarattı. Bu nedenle tarih konusunda da zorlanılmayacaktır.
Evet, “TED Open” Challenger serisi turnuvaların incisidir. Üstelik bu bizim incimizdir. Türk İnsanlarının elbirliği ile 44 ülke arasından zirveye oturttuğu bir siyah-incidir***. Pek nadir rastlanan bu inciyi korumak görevimizdir. Nasıl mı? Birer hemşehri olarak, gidip izleyerek. Hiç olmazsa final günü tribünleri doldurarak. Üstelik bir başka inci olarak hala ve ısrarla dokusunu sürdürenİstanbulumuzunsonbaharında…Artık tatilde de değilsiniz…Okullar açılıyor, kente döndünüz…Hem salt gözünüzü gönlünüzü değil karnınızı da doyurabilirsiniz!
Hiç bir şeyi kestirip atmasını sevmediğim gibi ümidimi de epey zorlarım. İnsanoğlunun unutmak üzere olduğu değerlerin bir gün yeniden benimseneceğine inanıyorum. Yeter ki onları onlara anımsatalım. Doğru her zaman tekdir, ikincisi olmaz!
İyi izlenceler. Hoş buldum. Umarım hoş kalırsınız.
*2003 yılındaki “TED Open” 49ülkede yapılan 156 Challenger Serisi Turnuva arasında profesyonel oyuncular ve ATP yöneticileri tarafından birinciliğe seçilmişti. 2004 yılında toplanılan oylarla bu başarı tekrarlanacaktı ki ATP son anda 2 yıl peşpeşe seçmeme kararı aldı.
**Arenalar Roma İmparatorluğu tarafından Hristiyanların zulum(işkence) edildikleri hatta yırtıcı hayvanlara parçalatıldıkları, gladyatör namı altında bir takım insanların birbirlerini öldürmeye zorlandıkları gösteri merkezleriydi. Üstelik bu yapılanın adı da hesapta spordu!
***İnci denizlerin bizlere sunduğu yegane kıymetli taştır. İncinin siyahı ise çok nadir bulunmasından dolayı en kıymetlisidir.
Asla neden ben demeyin....
Wimbledon’un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS’den ölüm döşeğindeydi..
Kendisine soruldu…“Tanrı böyle kötü bir hastalık için neden seni seçti?”
Ashe yanıtladı..
“Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu onu öğrenir, 500 bini profesyonel olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50’si Wimbledon’a kadar gelir, 4′ü yarı finale, 2’si finale kalır.
Elimde şampiyonluk kupasını tuttuğum zaman Tanrı’ya ‘Neden ben?’ diye hiç sormadım.
Şimdi sancı çekerken, Tanrı’ya nasıl ‘Neden ben?’ derim?
‘’Perdeyi “İspanyol Boğası” Kapattı!‘’
Beklenildiği gibi Rafael Nadal , New York’un tek-erkekler şampiyonu oldu. İlk beş raketten üçünün (Andy Murray, Novak Djokovic ve Stan Wawrinka) olmadığı bir ABD Açık turnuvasına formunun zirvesinde gelen Nadal en büyük rakibi İsviçreli Federer’in de çeyrek-finalde elenmesiyle epey rahatlamıştı. Buraya gelen en düşük sıradaki finalist olan Anderson karşısına tartışmasız favori olarak çıktı.
Nadal’ın üzerine gidip onu savunmaya zorlayacağını düşündüğümüz Güney Afrikalı tahminlerin aksine onun oyununu oynamaya başlayınca açıkcası görüntü kaybı (!) bile yaşadık. İzleyen kimse ekrana yapışmadı. Sahadaki iki sporcu aynı klasta değillerdi.
Böyle bir yerde bu oyunu İspanyol Boğasından iyi oynayacağını düşünmek bir nevi intihar. Anderson’un en büyük silahı olan servisleri de arzuladığı etkiyi gösteremeyince geriye bir şey kalmıyor. Birkaç oyun sonra olay kendiliğinden koptu ve maç 6-3, 6-3, 6-4 bitti. Nadal her sette rakibinin servisini kırdıktan sonra işi idare ederek kendini fazla zorlamadı bile. Böylece 16. Grand-Slam turnuvasını kazanmış oldu. Bu Federer’den üç eksik.
Her türlü sürprizi yaşadığımız bir ABD Açık izledik. Umulmadık raketler umulmadık yerlere geldiler. Gördüğüm kadarıyla gençliklerinden kaynaklanan güçleri bunların başlıca silahları. Tüm ağır-abilerin ve ablaların olacağı bir turnuvada süreklilik sağlamaları epey zor olacaktır. Bu olgu bilhassa kadınlarda geçerli olacaktır. Stephens haricindekilerin hiç biri böyle bir yükü sindirebilecek kafa yapısına sahip değil. Erkeklerde de Thiem ile Zverev haricindeki gençlerin (başta Rublev) hepsi bu kritere girer. Bunu en iyi gelecek yılın ilk grand-slam’i olan Avustralya Açık’ta görebiliriz. Yeter ki sakatlar iyileşebilsin, anneler de tenise dönebilsin.
Bir başka gerçeği aklımızdan çıkarmayalım. Nadal’ı Nadal yapan amcası Toni artık aktif antrenörlük görevini bırakıyor ve turnuvalarda/seyahatlerde onun yanında olmayacak. Onun her daim güvence aşılayan benliğinin eksikliğini İspanyol Boğası nasıl karşılayacak birlikte göreceğiz.
Artık normal bir uyku düzenine girme zamanı geldi. İyi haftalar dileyerek, hoş kalınız.
ABD Açık 2017’de diğer kategorilerdeki sonuçlar şöyle:
Çift Erkekler: Roger (HOL) & Tecau (ROM)
Çift Kadınlar: CHAN (TPE) & HINGIS (İSV)
Karışık Çiftler: HINGIS (ISV) & MURRAY (İNG)
Jünyor Erk.: WU (CİN)
Jünyor Kız.: ANISIMOVA (ABD)
Jünyor Erk.Çift: Japonları yenen ve ülkeleri birbirini tanımayan Taipei’li HSU ile Çinli WU çifti şampiyon oldu.
Jünyor Kız Çift: DANILOVIC (SRB) & KOSTYUK (UKR)
Efsaneler Çift Kadınlar: CLISTERS & NAVRATILOVA çifti DAVENPORT & FERNANDEZ çiftini yendi.
Efsaneler Çift Erkekler: McENROE (ABD) Kardeşler, LECONTE (FRA) & CASH (AUS) çiftini yendiler.
Tekerlekli Sandalye Erkekler: HOUDET (FRA) .
Tekerlekli Sandalye Kadınlar: KAMJI (JPN)
Buradan alınacak ders şudur : Uzakdoğu tenisi sağlam ve emin adımlarla gelmektedir. Yakında ilk 20 içerisinde Nishikori gibi bir kaç raket daha görürseniz hiç şaşırmayın.