‘’Daha ne olsun?‘’
Dünyadaki en organize tenis etkinliklerinden biri olan Avustralya Açık önceki yıllarını aratıyor. Başından bu yana web-sitesi ile ilgili aksaklıklar dünyanın en gelişmemiş ücra köşelerinde bile rastlanmayacak potlarla doldu taştı. Hala ve hala oyuncuların milliyetlerinin yanlışlıklarından tutun, sonuçların ve fikstürlerin bir gün sonra bile girilmemiş olması görülür şey değil. Ertesi günün programları yansıtılırken günün tarihi bile yanlış aksettiriliyor! Tüm bunlara bir de hakemlerin çuvallaması ekleniyor. Tam bir kaos. Daha ne olsun?
Halbuki turnuva sportif anlamda belki de son 50 yılın en büyük sürprizleriyle fevkalade ilginç bir hale dönüştü. Ben bunca beklenmedik skorlarla neredeyse hiç karşılaşmadım desem pek abartı olmaz. Evet onca oyuncu sakatlıklarla boğuşarak buraya geldi ama maç içi sakatlıklara da pek rastlamadık (diye yazmıştık ama! Nadal’a geçmiş olsun demek boynumuzun borcu!).
Bugün de önce kadınlarda yine favoriler arasında gösterilen Ukraynalı Svitolina Belçikalı Mertens’e yenildi. Vatandaşı unutulmaz şampiyon Clisters’in talebesi olan bu dünya 37 numarası Belçikalı çok zeki. 4 yaşında tenise balamış. Başlatan da şimdilerde bir Hollanda Hava Yolları (KLM) pilotu olan ablası. Kızın antrenörü olan sevgilisi Robbin Ceysenns bizzat Clisters tarafından tenis camiasının başlıca koçları arasında gösteriliyor. Mertens turnuvanın 4 numarası Svitolina’yı bir de halkayla uğurladı. Şimdi yarı-finalde THY’nin güzeli Wozniacki ile oynayacak. İyi bir maç olacağını düşünüyorum.
Ardından kariyerinin en formda haliyle Melbourne’a gelen dünya 3 numarası Dimitrov veda etti turnuvaya. Maçın galibi ise hiç ama hiç kimsenin en ufak bir şans bile vermediği ve sıralaması 49 olan 23 yaşındaki İngiliz Edmund. Dört sette Bulgar yıldızı saf dışı bıraktı. İngilizler vatandaşları talihsiz Andy Murray ile üzülürken bir diğer vatandaşları Edmund ile sevindi.
Bunca sürpriz isimden sonra sahaya ağır-abiler çıktı. Nadal ile Cilic. Her ne kadar Nadal buraya gelirken sakatlığını tam atlatamadığı ortaya konulduysa da o her zamanki gibi verebileceği eforun azamisini sahaya sürdü. Bu adamın en önemsiz bir maçta bile alnının tüm terini ortaya koymadığını söylemek hem tenis hem insanlık için günah olur.
Ancak Cilic’in de ona kolay teslim olmayacağı gün gibi aşikârdı. Öyle de oldu. Fakat maç beş sete uzayınca İspanyol’un sakatlığı tekrarladı ve maalesef, 3.5 saati aşkın bir süre sonra, son sette durum 2-0 rakibinin lehine iken, bırakmak zorunda kaldı.
ATP’nin en alçakgönüllü ve hayırsever raketlerinden biri olan Hırvat Cilic’in karşısında şimdi Edmund olacak. Finale çıkmak için mücadele edecekler. Çok kısa vuruşlu bir maç olacağından başka bir öngörüm yok. Bu turnuva insanda öngörü bırakmadı ki!
Yarın maçlar yine sabah 03:00’te başlıyor. İlk maç kadınların: Kerber-Keys. Onu erkeklerin çeyrek-final maçı “Sandgren-Chung” izleyecek. Sonra ve sabah 07:00’den önce olmamak kaydıyla yine hanımlar sahnede : Halep-Pliskova oynayacak.
Federer-Berdych maçı ise sabah 11:30’da başlayacak. Ama siz yine de isterseniz Eurosport programına bakınız. Bu yıl bu Avustralyalılara güven olmuyor. Coğrafyanın çok dibinde kaldılar!
‘’Şok üstüne şok!‘’
Sabahleyin Federer’in iyi bir antrenmanla Macar rakibini üç sette geçmesinden sonra Melbourne şok üzerine şok yaşadı.
Önce dünya 5 numarası Avusturyalı Thiem ABD’li bir mayının azizliğine uğradı. Adı bile tenisle özdeşleşen (dünya 97 numarası)Tennys Sandgren sahada tüm izleyenleri ağzı açık bırakan bir oyunla rakibini 5 sette saf dışı bıraktı. Dört saate yakın öyle bir maç oldu ki skorunu yazmadan edemeyeceğim 62, 46, 76, 67, 63. Bu adam henüz ikinci turda Wawrinka’yı elemişti ama İsviçrelinin geçmek bilmeyen sakatlığını öne sürebiliyordum. Şimdi ise söylenebilecek hiçbir şey yok. Fevkalade oynadı ve kazandı. Bu oyununu sürdürebilirse erkek tenisi için müthiş bir kazanç olur.
Sandgren 26 yaşında ve 1.88 boyunda. Kayda değer hiçbir başarısı yok şimdiye kadar. Çok sakin ve kendiyle barışık biri. Dört saate yakın bir süre bu sükûnetini muhafaza etti. Şapka çıkartmak gerek. Thiem gibi istim üzerinde birini hele burada yenmek hiç kolay değil. Tam anlamıyla şok.
Biz şok derken esasını Chung yaşattı. 58. sıradaki Koreli 6 kez Avustralya Şampiyonu Djokovic’i Melbourne’dan üç sette evine gönderdi. Ancak bu beklenmeyen bir sonuç değildi. 21 yaşındaki özgüveni tavana vurmuş bu delikanlı Milano’daki 21 yaşaltı Next Gen finallerinde şampiyon olmuştu. Burada da Djokovic’in önüne gelene kadar önce Zverev kardeşleri ve Medvedev’i yenmişti. Sırp raket ise hala formunu tam bulabilmiş değil ama “geliyorum” dedi. O ne yaptıysa Koreli daha iyisini yaptı. Filede onu öyle çok geçti ki koskoca şampiyon maçın sonlarına doğru gelmesi gereken anlarda bile voleden vazgeçti.
Hyeon Chung şimdi çeyrek-finalde Sandgren ile karşılaşacak. Birkaç hafta önce yine Avustralya’da bir hazırlık turnuvasında karşılaştıklarında üç sette Koreli kazanmış. Yine fevkalade bir maç bizleri bekliyor diyeceğim ama böyle beklentiler hep hayal kırıklığı yaşatıyor.
Yarın Nadal-Cilic ve Dimitrov-Edmunds maçları var. İspanyol Boğasının rakibine 5-1 üstünlüğü var ve burada da favori.
Bulgar raket ise klası ve kariyeri itibarıyla çok ağır basıyor ama Edmunds karşısında oynadığı iki maçı da zor almış.
Kadınlarda ise Wozniacki, bugünkü formuyla Carla Suarez-Navarro karşısında ağır basıyor ama İspanyol raket onun en sevmediği oyunu oynuyor. Üstelik çok sabırlı ve her topu çevirebilen pire gibi bir yapısı var. Danimarkalının sinirini bozabilir. O zaman yandı gülümü keten helva!
Diğer yanda Ukraynalı Svitolina, Belçikalı Mertens, karşısında tartışmasız favori.
Hoşkalınız.
‘’Uzakdoğulular geliyor!‘’
Taipei’li Hsieh kısa bir süre öncesine kadar kadınların 1 numarası olan Alman Kerber karşısında öyle bir oyun oynadı ki sabahın köründe kalkıp izlediğime değmesi bir yana ağzım bir karış açık kaldı. Oynadığı her puan taktiksel bir şaheser. Her bir vuruşunun altında mantık vardı. Emin olun bu olgu maçın son anına kadar da sürdü. Yitirdiği puanlarda bile bu gerçek değişmedi.
Bir Alman Panzerinin dayanıklılığında ve gücünde olan Kerber’i tek kelimeyle perişan etti. Bu kadın/kızcağız hiçbir şeyden de çekinmiyor. En olmadık yerde aniden topu dikiveriyor. Bir kere nereye vuracağını önceden kestiremiyorsunuz çünkü raketini hem sağdan hem soldan son ana kadar açmıyor. Kerber her yolu denedi. Defansta kalıp onu öne çekmeye çalıştı olmadı. Baskı kurup domine etmeye çalıştı…Bir köşeden diğerine savurdu. Yine olmadı. İkinci setin başarında Alman raket baktı ki her şey ama her şey rakibinin lehinde önce onu alkışlamaya başladı. Ama öyle olmadık vuruşlar gelmeye başladı ki alkışı bırakıp gülmeye başladı. İnanmayacaksınız ama maçın tekrarını izleyin göreceksiniz. Sizler de “olmaz bu kadar” deyip gülmeden yapamayacaksınız. Ben sabahın altısında “yok artık” diyordum.
Ama Alman raket kurt! Bir kez inanılmaz sebatkâr ve dayanıklı. Umudunu hiç yitirmiyor ve maçı bırakmıyor. Başka biri olsa çoktan halkayı yemiş soyunma odasına gitmişti. Öyle Hsieh’in yanında gitti maç.
Alman ikinci setin ortalarından sonra baktı ki tek bir çare kaldı. Başladı topu oyunda tutup, kısa uzun, sağ sol karıştırarak rakibini ambale ederek fiziksel direncini kırmaya….Ve başarıya ulaştı sonunda.Tükenişlik sanki yavaş yavaş kendisini hissettirmeye başlamış, Taipei’li raketin servisleri yumuşamaya, sadece smaçları değil attığı normal toplar da avuta çıkmaya başlamıştı. 64, 57’lik bir skorla son sete gelindiğinde iki saat bitmek üzereydi.
Son sette anlaşılan Hsieh için perde kapanıyordu. Hem de hızla. Artık şansı da yaver gitmiyordu. Bir tırnak içeri düşen toplar, şimdi bir tırnak dışarı düşüyordu. Tükenmişti. Bu sefer gülen kendisiydi. Kaderine acı acı gülüyordu. Son kozlarını oynamaya çalıştı ama çare olmadı. Alman artık maça sahip olduğunu anlamış emin adımlarla sonuca gitti (62).
Şapka çıkarmak lazım Kerber’e. Sebat, sabır, süreklilik (3S). Hepsi vardı kızda. Her iki raketi de alkışlamak gerek. Limitlerinin sonuna kadar gittiler.
Kadınlar kategorisinde son 16’da iki uzak-doğulu raket var. Erkeklerde de Koreli Chung çeyrek-finali arayacak Djokovic önünde. Evet çekik-gözlüler geliyor. Bu kesin. Onları 2018 yılında çok göreceğiz anlaşılan.
Sabahın esas beklenilen maçı ise umutları boşa çıkardı. İtalyan Aygırı Fognini yine herkezi şaşırtmaktan geri kalmadı. “Dünya umurumda değil” havasında bomboş bir oyun oynadı. Konsantrasyonu sıfır. Formunun zirvesinde olan Berdych’te onu hiç oyuna sokmadı. Benzer durum kadınların diğer maçında vardı. Keys Fransız Garcia karşısında kolay bir yengi aldı.
Şimdi sıra İsviçreli Maestro’da idi. Federer’i her izlediğimde aynı duyguya kapılıyorum. Bir oyun bu denli kolaylaştırılabilir mi?Beklenmedik bir rakip vardı karşısında . Macar Fucsovics. Bu tip oyuncular her büyük turnuvada çıkıyor. Sonra da onları bir daha gören olmuyor. Bu da öyle. 25 yaşında. Burada yaptığı aşama ile büyük bir olasılıkla 60’lar civarına çıkacak. Bu şimdiye kadar sıralamada çıktığı en yüksek yer olacak. Sıkılıp izlemeyi bıraktığımda haşmetmeabları ilk iki seti almış sıkı bir antrenman yapıyordu.
İyi haftalar, hoşkalınız.
‘’Efor…‘’
İki gündür ardı ardına atletisizmin en güzel örneklerini izliyoruz. Dün Halep ile Davis üç seti dört saate yakın oynadılar. Bugün de Nadal ile minik-dev Schwartzmann dört seti benzer süreye sığdırdılar. Davis ile Schwartzman kendi kategorilerinin en kısa oyuncuları. Bu raketlerin kortta sarfettikleri efor her türlü alkışı hakediyor.
Fiziksel sınırları zorlayan fevkalade bir ikinci set izledik. İstatistik vermeyi sevmiyorum ama ilk iki set bittiğinde iki saat çoktan dolmuştu. Her bir puan için adeta 15-20 vuruşluk muharebe içerisindeydi her iki tenisci de. Böyle bir maç oynayabilmek için korttaki fiziklerin ne denli gelişmiş olması gerektiğini düşünebiliyor musunuz ? Maç ilerledikçe İspanyol Boğasının üstün fiziği ve tecrübesi galebe çalmaya başladı. Puanların süresi kısalmaya, basit-hatalar artmaya başladı. Nadal kaçıyor sinir katsayısı kaynamaya başlayan Arjantinli kovalamaya çalışıyordu. Nihayet Nadal dördüncü maç-topunda kaçabildi (3-1)!
Küçük-dev adamın burada bu maçla birlikte yeni bir lakabı oldu: Aslan Yürekli. Maçtan sonra rakibi sahadan çıkarken Nadal’ın ona gösterdiği saygı ise bizim spor akademilerinde ders olarak okutulmalı.
Kadınlarda Hırvat Petra Martic tenis için fevkalade bir fiziğe sahip. Yaşı tenis için az değil. Yani tecrübeli. Ama hal böyleyken sürekliliği hiç yok. En olmadık yerde sıkılıp puan alıcı tek-vuruş yapmaya çalışıyor ve hazırlığını tam yapamadığı için ya fileye takıyor ya da avuta atıyor. Fevkalade bir puan oynayıp ardından çift-hata yapabiliyor. Rakibi Belçikalı Mertens ise genç ve sabırlı. Cin gibi. İkisi de iyi vole vurdukları için fileye çıkmaktan çekinmiyor. İzledikçe zevk aldık. Kadın tenisinde ilk 10 içerisindekiler bile file önünde sudan çıkmış balık gibi olup voleyi arka brandaya vurabildiklerinden bu iki raket bizlere ferah bir nefes aldırdı. Genç ve sabırlı olan kazandı.
Sonra sahneye beklenen maç çıktı. Dimitrov-Kyrgios. Bulgar Dimitrov yıla çok iyi bir giriş yapmıştı. Onu sürdürüyor. Konsantrasyonu zirvelerde. Kyrgios gibi atipik bir oyuncu karşısında ilk kapanış oyunu hariç bu konsantrasyonunu hiç bozmadı. ATP’nin en atletik raketlerinden biri olarak gösterilen Dimitrov Venezuellalı koçu Valverdu eşliğinde inanılmaz bir gelişme kaydetti. Dünya 3. sırasındaki bu genç-adam ilk sıraya göz diktiğini saklamıyor.
Kygios ise anlaşılan vatandaşlarını bir yıl daha bekletecek. Onun forehand’i ile (hiç bir ilave hareket yapmadan) ürettiği güç korkunç. Üstelik bunu beklenmedik bir zamanda yapabildiği için daha da etkili oluyor. Bu vuruşları karşılamak fevkalade zor.
Kyrgios’un üst sıralarda süreklilik sağlaması için kafasını biraz daha toparlaması gerekiyor. En kritik anlarda çeşitli küfürlerle en büyük zararı kendisine verdiğini görmesi gerek. Umarım bu küfürlerden bir kez daha ceza almaz. Zira televizyonda hepsi ayan beyan belli oldu.
Görünüş o ki bir Nadal-Dimitrov yarı-finali izleyeceğiz. Federer’in ise diğer yarı-finalde karşısında rakip olarak Thiem’i bulma olasılığı yüksek. Avusturyalının Djokovic’i geçeceğini düşünüyorum. Tabî daha önce Koreli Chung, Sırp rakibine bir azizlik yapmazsa.
Yarın (Pazartesi) maçlar bizim saatimizle sabahın 03:00’ün de başlıyor. Sizlere önerim bu sattten sonra ikinci maç olan Fognini-Berdych ve ardından Hsieh-Kerber ve Chung-Djokovic maçlarını kaçırmamanız. Akşam seansında ise önerim Halep-Osaka. Hoşkalınız.
‘’Fışkıran Yetenekler !‘’
İki gündür Avustralya’dan fevkalade maçlar izliyoruz. Bu fevkalade maçları da fevkalade sürprizler izliyor. İşin doğal bir parçası bu. Hem kadınlarda hem erkeklerde fikstürün ikinci yarısında 4. tura kalan 8 raketin hepsi ayrı ülkelerden. Nadir karşılaşılan bir durum.
Yılın ilk turnuvası Avustralya. Tatilden yeni çıkılmış. Oyuncuların bir kısmı sakatlıklardan arınabilmiş değil. İstimlerini yeni buluyorlar. Böyle bir durumda beklenmedik sonuçlar ve adını bile duymadığımız oyuncuların ortaya çıkması çok doğal. Yılın geri kalan kısmında Sandgren(ABD), Fucsovics(MAC), Edmunds(İNG) gibi oyuncuları pek göremeyeceğiz. Dolayısıyla burası yılın geri kalanı için bir gösterge olamaz.
Mert Ertunga’nın da belirttiği gibi organizasyon açısından bu yıl olumlu not alamıyorlar. Bu olumsuzluklara bir de cehennem sıcağı, maç esnasında devreden çıkan şahin-göz ile hakem hataları eklendi. Erkek maçlarına konan hanımlar burada biraz çuvalladı. Halbuki şimdiye kadar örnek gösterilecek kadar iyilerdi.
En ağır-abiler (Nadal, Federer, Djokovic, Cilic, Berdych) sessiz, sakin seferlerini sürdürüyorlar. Aralarına bir tek Dimitrov ile Thiem girmek için uğraş veriyor. Diğerleri hep elendi.
Tenisi güzelleştiren bazı yıldızların formu çok sevindirici. Anladığım kadarıyla kafa yapılarıyla ilgili bir özeleştiri gerçekleşmiş. Kendileriyle hesaplaşmışlar. Kyrgios bence şu anda ilk 150 raket içerisindeki en yeteneklisi. Onu izlemek bir zevk. Fransız Tsonga karşısında öyle vuruşlar yaptı ki fizik kaidelerine aykırıydı! Bir Avustralya vatandaşı (Newcombe) en son 1975’te kazanmış burayı. Bakalım Kyrgios şeytanın bacağını kırabilecek mi?
Bundan iki yıl önce bu genç adamı ülkesinin idarecileri hani neredeyse kaybediyorlardı. Allahtan onlara rağmen iyi toparladı kendini. Ne kolay değil mi bir genci yitirmek. Yahu adı üzerinde o bir “delikanlı”. Hergeleliği o yapmayacak ta kim yapacak? Şimdi ne oldu? O ülkenin bir numaralı umudu olarak spor yaşantısını hem de milyarder olarak sürdürüyor. Eli maşalı idareciler birer birer yok oldu. Yaşam nobranlığı, yasakçılığı kaldırmıyor. Eninde sonunda onun sahiplerini ortalıktan siliyor.
Yaşamının en başarılı tenisini oynayan sempatik Tsonga ise süreklilik sağlarsa ilk sıraların değişmez raketi olur. Onu da izlemek bir başka zevk. Hele voleye geldiğindeki yumuşaklığı olağanüstü. Vatandaşı Monfils de sempatiklik ve yeteneklilik hususunda onu aratmıyor. Ama onun için bir maç en fazla 3 set. Daha fazlasını kaldıramıyor. Ne yazık.
Diğer bir yetenek ise İtalyan Aygırı lakaplı Fabio Fognini. Bu adamı saha kenarından iki kez izledim. Üstelik bir keresinde Murray’e karşı. Aldığım zevki anlatamam. Tam bir yıldız ve şovmen. Bazuka gibi gelen bir topu yerden kalkmayan bir drop-shot’a çevirebilecek kadar da yumuşak bir eli var.
Dimitrov-Kyrgios, Fognini-Berdych maçlarını iple çekiyorum.
Çift-erkeklerde ise yaprak dökümü var. Daha ikinci tur bitmeden 16 seri-başının 10’u elendi. Elenenlerin arasında Murray-Soares, Herbert-Mahut ve Kontnen-Peers gibi dünyanın ilk sıralarındaki çift takımları var.
Kadınlarda ise ortalık darmaduman. Alman şampiyon Kerber’in özgüvenini kazanıp geri-dönüşü sevindirici. Dopingden dolayı pek hazetmediği Sharapova karşısında bilhassa ilk sette çok üstündü. Bir ara iş kedi-fare oyununa döndü. Sonra Rus biraz toparlandı ama yetmedi. Bir saatte bitti.
Dünya 1 numarası olarak buraya gelen Halep ise çok dişli rakiplerle döşeli fikstürünü zorla da olsa birer birer aşıyor. ABD’li Davis karşısında 3’44” oynadı (46,64,15-13). Üç kez maç-puanı attı. Üç kez de maç-puanı kurtardı. Sadece son set 2 saat 22 dakika sürdü. Şimdi karşısında Japon Osaka var. Sonra da esas ağır rakip Çek Pliskova. Onu da geçerse bir Halep-Kerber yarı-finali izlemek güzel olur. Eğer kızda enerji kalırsa tabî.
Yarın erkeklerde Nadal-Schwartzman, Dimitrov-Kyrgios maçlarını kaçırmayın.
‘’Johanna Konta ve eşcinsel evlilik!‘’
İngiliz kadın tenisci Johanna Konta boş zamanlarında klasik müzik dinleyen, sinemaya giden ve kitap okuyan bir tenisci. Yani “hobiniz nedir” sorusuna büyük bir çoğunlukla “play-station oynamak” diyen spor camiası için epey antipik bir birey.
Avustralya’nın efsanelerinden teklerde 24 grand-slam turnuvası kazanmış ve şimdilerde 75 yaşında bir rahibe olarak yaşantısını sürdüren Margaret Court 2017 yani geçen yılın başlarında LGBT ve eşcinsel-evliliklerini tasvip etmediğini belirtmiş ve görüşünü ortaya koyarken de kullandığı benzetmeler hoş karşılanmamıştı. Onun bu söylemlerine başta Andy Murray olmak üzere hem ATP hem WTA mensupları epey tepki vermiş, onu ayıplamışlardı. Zamanla konu sıcaklığını yitirdi ve gündemden çekildi.
Başını Martina Navratilova ve Billy Jean King’in çektiği teniste kadın-haklarının amazonları da (ki ikisi de lezbiyen olduklarını ilk açıklayan şampiyon tenisçilerdir) sahnede kendilerine yer açmak istermişçesine artık magazinden bile düşen bu konuyu 2018 Avustralyasına taşımaya çabaladılar. Anlaşılan illa fotoğraf verecekler! Baksanıza bizim derginin web-sayfasında bile Billy Jean King arz-ı endam etmiş. Haklı çocuklar. Kadının portresi bile ana-sayfaya taşımaya yeter. Truman Capote ile Liberace arası bir bireyi andırıyor.
Dünya ABD kaynaklı olarak çoğu coğrafyada kaynarken birden bire yine ABD’den kadın-tacizi olayları gittikçe çığrından çıkarılarak ortama servis edildi ! Garip değil mi? Kimin kiminle güreş tutmaya çalıştığı, bilhassa okuma-yazması olup, okuduğunu bir türlü anlayamayan büyük çoğunluğun çok ilgisini çekti tabiatıyla! Bunlar gündemden bir türlü düşmezken, King ve Navratilova’nın sorunları neymiş biliyor musunuz? Avustralya Açık’ın oynandığı tesislerdeki ana-kortlardan birinin adı “Margaret Court”….Bunun değiştirilmesi gerekirmiş.
Bakın konu Konta’ya* sorulduğunda ne yanıt vermiş : “Ben onun fikirlerine karşıyım. Ama herkesin fikirleri ve inançları farklı olabilir. Üstelik inançlar başka sportif başarılar başkadır. Margaret Court’un adı söylemlerinden dolayı değil eriştiği sportif başarılar nedeniyle bir korta verilmiştir. Benim maçım onun adını taşıyan korta konulursa hiçbir itiraz etmeden orada çıkar oynarım. Süregelen tüm bu tartışmaları da yersiz buluyorum…Bunlar sportmence yaklaşımlar değil. Bunu sürekli gündeme getirmenin ne sosyal ne de sportif açıdan bir yararı olabileceğini sanmıyorum.“
Şimdi bana söyler misiniz hangi yaklaşım daha akil?
Magazin, sansasyon, skandallardan ve incir çekirdeğini doldurmayan iğrenç haberlerden geçilmeyen medyayı izledikçe içim kapanıyor. Hiç mi kalite kalmadı ? İzlenenler nasıl oluyor da en alt-katmanlardan oluşabiliyor? Seçkilerdeki adileşme nasıl oluyor da gittikçe daha dibe vurabiliyor ? Tanrının selamını bile almak istemeyen hemşehrilerden oluşan bir toplum yaşamaya başladı büyük kentlerde. Eğer buna yaşamak denirse tabî.
Ancak şükrediyorum ki Konta’lar zaman zaman da olsa ortaya çıkabiliyor. O zaman körelmekte olan ümidim kıpırdamaya başlıyor.
Hoşkalmaya çalışın.
• Bugün geç saatte oyuncular arasında yapılan bir araştırmada soru sorulanların tümü (ör.: Halep, Muguruza, Wozniacki, Nadal, Dimitrov ve tekrar Konta) açılan tartışmanın yersizliğini ve saçmalığını vurgulayarak hangi korta konulurlarsa orada bir ayırım yapmadan oynayacaklarını belirttiler.
‘’Meçhul Güney Ülkesi !‘’
Evet Avustralya keşfedilmeden önce böyle anılıyordu (Latincesi “Terra Australis”, İngilizcesi “unknown southern land”). Ardından güney yarımküresindeki konumu dolayısıyla “Dibin Altında” (Down Under) denildi. Avrupalı kaşifler (Kaptan Cook) 18. Yüzyılın sonlarına doğru, 1770’lerde Asya kıtası altında bir kara parçası arıyorlardı. İşte önce Yeni Zelanda’yı sonra da burayı buldular.
Roger Federer’in “mutlu turnuva” diye adlandırdığı “Avustralya Açık” Pazartesi başlıyor. Bilhassa erkeklerde sakatlıklardan dolayı çekilenler epey fazla ve önemli. Murray, Nishikori, Serena Williams ve Azarenka bunların başında geliyor. Ama durumu kritik ve her an havlu atabilecek olanlar daha da önemli : Nadal, Djokovic, Wawrinka, Muguruza ve Konta. Hepsi sakatlıklarla boğuşup iyileşme dönemini tam atlatamadılar.
Andy Murray çekildiğinin ertesi günü yine Avustralya’da kalçasından ameliyat oldu. Böylece erkeklerde tek bir İngiliz kaldı: Kyle Edmunds. Federer’in ilk turdaki rakibi Alijaz Bedene ise bundan bir süre önce İngiliz vatandaşlığını terkedip esas ülkesine yani Slovenya’ya geri döndü. Edmunds da esasen Güney Afrika kökenli.
Erkeklerde en merakla beklenilen ağır-abilerin bir kısmı yok ve bir kısmı da sakatlıktan tam çıkamamışken genç yıldızların ne yapacağı. Avusturyalı Thiem, Alman Alex Zverev, Rus Khachanov ve Rublev, Hırvat Coric ve henüz ilk turda birbirlerine düşen Yunan Tsitsipas ile Kanadalı Shapovalov. Bilhassa bu Kanadalıyı iyi izleyin. Hem tenisiyle hem de yaşama ve spora yaklaşımıyla yaşından beklenmeyecek olgunlukta bir yıldız geliyor.
İsviçreli haşmetmeab turnuvaya başlıca favori olarak giriyor. Fisktürde Nadal ile ayrı uçtalar. Yani ancak finalde karşılaşabilecekler.
Kadınlarda ise uzun kariyerinde ilk kez 1 numaraya yükselen Romen Halep’i inanılmaz zor bir fikstür bekliyor. Kvitova, Vesnina, Konta, Strykova, Safarova ve yemezmiş gibi bir de Karolina Pliskova hep aynı bölümde. Halep’in özgüven problemi oyununa çok yansıyor. Bir numaraya da biraz rakiplerinin yenilgileri sayesinde eriştiğinin farkında. Dolayısıyla bu dişli rakipler karşısında yine titremeye başlarsa o bir numarayı bir daha görmesi zor. Üstelik Kvitova, Konta ve Pliskova gibi hiç sürekliliklerini bozmayan oyuncular karşısında konsantrasyonunu çok yükseklerde tutması gerekecek.
Bir altta yani ikinci çeyrekte Muguruza’nın işi de zor. Olası rakipleri arasında Radwanska, Kerber, Sevastova, Mladenovic, Keys ve Carolina Garcia var. Muguruza’nın sakatlık problemiyle bu bölümün çeyrek finalinde Kerber-Keys karşılaşması olası.
İkinci bölümün başında Venus Williams var. Tenis otoriteleri onun fikstürünün diğerlerine nazaran çok hafif olduğu görüşündeler. Bence kağıt üzerinde öyle ama 4. turda karşısına Alman Georges gelebilir. Bu genç hanım bence turnuvanın gizli favorisidir. Tabî Venus’ten sonra Ukraynalı sabır küpü Svitolina’yı da geçerse.
Son bölümde Roland Garros’un beklenmedik şampiyonu ve bence kadınlar tenisinin geleceğini çizecek olan Leton Ostapenko var. Vandeweghe ile Cibulkova kozlarını paylaşırken, Wozniacki kolay fikstürü ile kafasını yitirmezse çeyreğe kadar çok kolay gelecektir.
Bizim tenisçilerimiz eleme turundan çıkamadılar.
• Cem İlkel İtalyan Caruso’ya ilk turda 62,64 kaybetti. Caruso sonraki tüm maçlarını kazanıp ana-tabloya çıktı.
• Çağla Büyükakçay seri başı rakibi Boserup karşısında ilk turda 64,64 yenilerek elendi. Boserup ta bir sonraki maçında elendi.
• Başak Eraydın yine seri başı olan eski kurtlardan İrina Falconi karşısında 61,60 yenildi. İtalyan raket sonraki iki maçını da kazanıp ana-tabloya kaldı.
• Bir başka oyuncumuz İpek Soylu ise yine seri-başlarından İsviçreli Stephanie Voegele karşısında alabileceği maçı verdi (64,62). Nedeni de tecrübesizlik, antrenörsüzlük. O denli basit. Voegele son maçını yitirerek elemelerden çıkamadı.
Ancak eleme turundan çıkamayan öyle bazı yıldızlar sayacağım ki işin ne zor olduğunu anlayasınız : (2016 Kasım’ında dünya 17’si idi) Tomic, (Dünya 31 no. olmuş) Stakhovski, (Dünya Çift 1.) Mahut, (2016’da 43 no.)Gabashvili, (Kadınlarda ilk 10 ve çiftlerde 1 numara olmuş) Errani, (Çiftlerde 1, teklerde 6 no olmuş) Roberta Vinci, (39 yaşında, 7 no’ya kadar yükselmişti) Schnyder, (teklerde 12’liği görmüş) Wickmayer.
Şimdilik hoşkalınız.
Hamiş.: Eurosport çoğu maçı iki kanalında birden canlı yayınlıyor. Onlar bizden 8 saat önde. Yani turnuvanın gündüz maçları bizim saatimizle 03:00’te başlıyor ve tüm gün sürüyor. Akşam maçlarında ise bizim saatimiz sabah 11:00 olacak. Yani kısmen gece mesaisine kalacağız !
‘’Güle Güle Aydın Ağabey…‘’
Ömrü boyu yaşadığı evrene gülerek düşünmesini benimsetmeye çalışan bir insanı, Aydın Boysan’ı efsaneliğe uğurlarken “güle güle” demekten daha uygun bir hitap düşünemedim.
Yılar önce bir televizyon kanalında yaptığım turizm programlarından birkaç tanesine konuğum olmuştu. Kültür Turizminden söz açılınca Prag yolcularına oraya gitmeden Kafka’yı okumalarını öğütlüyordu. “Yoksa çok ararsınız o güzelim kentin gizemini” demişti.
Bir başka programda Trans-Sibirya Ekspresinin çoğu yerleşim bölgesinde durmasının yararlarını anlatıyordu : “Votkamızı her durakta inip, kara saplıyorduk…Anında buz gibi oluyordu!”
Bir Ramazan’da kanalın iftar programına Sultanahmet Meydanına davet edilmişti. Yayına girildiğinde kıymeti kendinden menkul bir sunucu dersini iyi çalışmamış olacak ki onu o soğukta bekletip diğer konuğu olan sanatçıyla boş bir muhabbete dalınca zaman tükendi. Program sona yaklaşırken de zevahiri kurtarmak için mimarlığını ve yazarlığını bir kenara bırakıp “Ee Aydın Bey, siz aşçılığınızla bilinirsiniz bari bize bir cacık anlatın” diye çiğ bir yaklaşımda bulundu.
Aydın Bey lapa lapa yağan karın altında kulaklarını da örten kalpağı kafasında, tüm babacanlığı ile cacığın yapılışının esasen bilindiği kadar basit olmadığını belirtti. Onun üzerine muhatabı “Yahu Aydın Bey yapmayın allasen, yoğurda suyu ve hıyarı katar çalkalarsınız olur size cacık” demek gafletinde bulundu.
İşte orada Aydın Beyin (kendi çok sevdiği deyişiyle) hergele yanı ortaya çıktı. “O sizin söylediğinize hıyar çorbası derler”!
Aziz Aydın Ağabey, sizi tanımış olmak bana inanılmaz bir onur veriyor. Belki de yaşantımda yapmış olduğum en doğru işlerden biri her bir kitabınızı size imzalatmak olmuştur. Her birinde yüzümde bıkmak bilmeyen bir tebessüm ve tatmin duygusuyla okuyor, okuyorum. Her okuyuşumda başka bir zevk alıyorum. Sizi çok arıyacağız. Nurlar içinde yatın ve her nereye gittiyseniz orada da öğretirken neşelendirin. Ellerinizden öperim…Güle güle Aydın Ağabey.