‘’Yarı-Finallere İlginçlikler !‘’
“Toprağın Kralı” Rafael Nadal için bugün Cumhuriyet Gazetesi fevkalade bir başlık atmıştı : “Yağmur Adam”! Ne kadar doğru. Gerçekten bu adam kötü giden mücadelerde her yağmurdan sonra durumu toparlıyor ve şimşek hızıyla maçı bitiriyor. Neden mi?
- Zemin ağırlaşıyor.
- Fiziği her türlü şartı karşılayabilecek durumda. Kafa yapısını da toparlayabiliyor.
- Ağır sahada forehand’i adeta bazuka etkisi yapıyor.
- Toprakta kayabilmek en önemli silahlardan biridir. Ağır zeminde rakipler daha az kayabiliyorlar. Ona pek farketmiyor zira dengesiyle süratini en iyi ayarlayan tenisci.
Bugünkü maçlara gelirsek…Bana daha ilginç gelen Nadal ile Del Potro’yu spor sevdalısı olup tanımayan pek yoktur kanısındayım. Ya da bilenler bilmeyenlere anlatsın! Onun için sadece ilginç birkaç anekdot yansıtacağım.
• Aralarında 14 kez karşılaşmışlar. Nadal 9-5 ileride. Toprakta 2 kez mücadele etmişler…Nadal rakibini ikisinde de geçmiş.
• Del Potro ATP sıralamasında hiç birinciliğe ulaşamadı. Ancak zirveye ulaşamayan raketler arasında birincileri en fazla yenen raket. Birincilerle 20 kez oynamış. Onları 9 kez yenip, 11 kez yenilmiş.
• Arjantin’in Tandil kentinden geliyor. Lakaplarından biri “Tandil’in Kulesi” ! Ama dostları arasında “Delpo”.
• 2014-2016 yılları arasında 3 kez bileğinden ameliyat oldu ve tenisi bırakma noktasına geldi.
• Delpo’nun koçu yok. Nadal’ın ki ise eski şampiyonlardan Carlos Moya.
• Nadal’ın maç esnasında bileklerini sardırmasının nedeni ellerine kolundan ter akmaması için.
• Delpo 2005’te Roland Garros jünyor finaline kaldı. Finalde yenilerek ikinci oldu. Kimdi rakibi biliyor musunuz? Andy Murray.
• Delpo kazansa da kaybetse de ATP sıralamasında 4. sıraya çıkacak.
• Schwartzman ise Pazartesi günü sıralamalar açıklanınca 11. sırada olacak. 2015 yılında İstanbul’da Federer’e yenildiğinde 63. olan bir raket için fevkalade bir gelişim.
• “Maç onun için iyi benim için kötü gidiyordu. Yağmurun yağdığı iyi oldu. Toparlanabildim ve roller değişti”. Bu beyanat anlayacağınız gibi Schwartzman maçından sonra Nadal’ın.
Avusturyalı Domink Thiem ile İtalyan Marco Cecchinato arasında oynanacak diğer yarı-finale gelirsek :
• Aralarındaki mücadelelerde durum 1-1. Ama bu maçlar ATP seviyesine gelmeden olmuş. ATP seviyesinde ilk kez karşılaşıyorlar.
• Şimdilerde 72. olan Cecchinato 19 yıldır yarı-finale çıkabilen en düşük sıradaki tenisci.
• Cecchi kazanırsa ilk 20’ye girecek.
• Geçen haftadan önce hiçbir büyük turnuvada bir ana-tablo maçı kazanamamıştı.
• İlginç bir karakter yapısı var. Moralini hiçbir şey bozamıyor!
İyi izlenceler…Hoşkalınız.
‘’Halep İlke Yakın !‘’
Dünden yarıda kalan maçlardan Nadal-Schwartzman arasındaki mücadele tam tersine dönük oldu. Toprağın Kralı rakibine en ufak bir şans vermedi. Oyunu bıraktıkları yerden itibaren üstünlük kurdu ve verdiği setten sonra 63,62,62 gibi açık bir farkla sonuca gitti.
Yarıda kalan diğer çeyrek-finali izlemedim. Del Potro (76, 57, 63, 75) kazanarak Nadal’ın rakibi oldu. Yarın hem Nadal-Del Potro hem de Thiem ile Cecchinato arasındaki yarı-final maçları oynanacak.
Kadınlar yarı-finalleri daha başlamadan ilginçlikler içeriyordu. Muguruza ile Halep arasındaki maçta kim kazanırsa WTA sıralamasının birinci basamağına yerleşecek. Muguruza bugüne kadar 3 büyük turnuvada şampiyon oldu. Halbuki Halep finale çıktığı 3 büyük turnuvadan da başı eğik ayrıldı.
Zaten birbirinin tam zıddı iki raket. Çok güçlü ve formda bir Muguruza için her şey çok kolay cereyan ederken rakibi Halep bıkıp usanmadan çabalamasıyla ön plana çıkıyor. Kadın adeta bir ömür-törpüsü. Hep geriden gelip kazanıyor.
Bu ikili daha önce toprakta bir kez karşılaştı ve onu da Halep aldı. Ama genel anlamda İspanyol 3-1 önde. İşin ilginç yanı Muguruza kazanırsa ikinci kez Halep’i birincilikten edecek. 2016 yazında Cincinnati’de ona çok fena bir yenilgi tattırmış (61,60) ve zirveyi bıraktırmıştı.
Halep’in fiziksel üstünlüğünü tartışmak abes. Bu kız hem sürati ve atikliği, hem dayanıklılığı ve atletik yeteneği ile belki de kadınlar tenisinin en iyisi. Ancak Muguruza bu formuyla bakalım ona yol verecek mi? Formda bir Muguruza’yı tutabilmek çok zor. Bir gün önce Sharapova’yı darmaduman etmişti.
Halep puanları uzatır rakibini sağa sola koşturursa şansı artacaktı. Ancak öbürünün de öyle güçlü vuruşları var ki rakibinin tüm savunmasını paramparça edebiliyor.
Servisler de önemli olacaktı bu maçta. İşte orada da İspanyol ağır basıyordu. Halep genel eğiliminin aksine işi baştan sıkı tutup öne geçerse pek çabuk morali çöken Muguruza’yı geçebileceğini düşünüyordum.
Ve maç başladı. Halep beklenilenin çok üzerinde atak ve cesur bir oyun ortaya koydu. Rakibinin hiç bir şekilde kontrolü ele almasına olanak vermedi. Onu sürekli bir köşeden diğerine koşturarak savunmadan çıkartmadı. Ve sonuçta ilk seti 6-1 gibi büyük bir farkla aldı. Ancak eşitlerin tenis dünyasında hiçbir tenis maçı (hele ki sonuçların fevkalade önemli olduğu maçlarda) bu denli farklılık göstermez. Öyle de oldu. Muguruza 2. sete daha atak hatta fileye gelerek başladı. Rakibini kırdı ve 3-1 öne geçti. Ama Rumen raket anlaşılan en sevdiği zeminde kupayı almaya fena odaklanmıştı. O pamuk ipliğine bağlı moralini bozmadı. Önce durumu eşitledi (4-4) sonra da epey çekişmeli ve uzun bir mücadeleden sonra 5-4 öne geçti. Ardından da rakibini kırarak (64) finale çıktı. Sıralamadaki birincilikteki yerini sağlama aldı ve en önemlisi ilk grand-slam kupasının son basamağında. Umarım tarihi bir kez daha tekerrür ettirmez. Rakibinin Sloane Stephens olacağını düşünüyorum. Hiç ama hiç kolay değil. Umarım 4. kez boynu bükük ayrılmak zorunda kalmaz.
Dünkü yazımda da belirttiğim gibi Keys ile Stephens arasındaki yarı-final aslında ABD Tenisine yapılan yatırımın en azından kadınlarda başarılı olduğunu gösteriyor. Stephens kazanırsa 2006 yılından bu yana ilk kez soyadı Williams olmayan biri ilk beş içerisine girmiş olacak!
Aralarındaki maçlarda Stephens 2-0 ileride. Üstelik epey farklı skorlarla. Son ABD Açık finalinde 6-3, 6-0’lık bir skor vardı! Burada da favori. İkisi de toprakta oynamayı sevmiyor. Bugünün yağışlı şartlarında daha güçlü vuruşlara sahip olan Keys avantajlı. Ama Stephens’de fevkalade zeki ve bu özelliğini kortu mükemmel kavrayarak kullanıyor.
Kasatkina gibi dişli bir rakibi bu denli kolay saf dışı bırakmak pek kolay değil. Üstelik en dişli maçlarda bile çok rahat. Kendini sıkmıyor.
Çift erkeklerin yarı-finalinde her iki tarafta da bir Hırvat-Avusturya karışımı takım var. Mektic (CRO) ile Peya (AUT) hep zirveye oynayan Fransız Herbert ile Mahut’la oynayacakken, diğer yanda Pavic (CRO) ile Marach (AUT) Lopez biraderler karşısında final arıyacak.
Çift-Kadınlarda ise bir yanda Çekyalılar kendi aralarında final ararken, diğer yanda Uzakdoğulular mücadele edecek.
‘’Sharapova'ya ne çarptı !‘’
Ben yazılarımda genellikle ezdi, parçaladı gibi sıfatlar kullanmam ama bugün kadınların ilk çeyrek-finalinin sonunda Sharapova kendine “bana ne çarptı?” diye sorsa hiç şaşırmazdım! Muguruza maçın başından itibaren öyle bir oyun oynadı ki yılların şampiyonunu 1’10 dakikada 62,61’lik bir skorla Paris’ten uğurladı. Böyle bir skorun sonunda zaten oyunun irdelemesini yapmak abes.
İkinci çeyrek-final ise beklentilerimizi karşıladı. Güncel 1 numara Rumen Halep ile selefi Alman Kerber arasında mücadele son set hariç tam dişediş oldu. İlkini 7-6 Alman aldı. Rumen 6-3’le eşitledi.
3. setin başlarında Halep rakibini hemen kırmasına rağmen Alman Panzeri hep geri geldi. Ama sonra Dünya 1 numarası vites değiştirdi ve rakibinde uzaklaşmaya başladı. Anlaşılan Halep’in üstün oyunu Kerber’e maçı kafasında kaybettirmişti. Sürekli basit-hatalarla göz açıp kapayana kadar önce 4-1, sonra da 5-2 oldu ve 6-2 bitti.
Halep’in oyununu tutturması için illa geri düşmesi gerekiyor. Bakın maçlarına illa önce taraftarlarını endişeye sevkedecek sonra da rahatlatacak ! Şimdiye kadar hiçbir grand-slam şampiyonluğu yok. Halbuki çalışkanlığı, yeteneği ve iyi niyeti ile bunu fazlasıyla hakediyor. Amma işte salt bunlarla olmuyor. Kafasında da kazanması gerek. Önündeki rakipler öne geçince ona geri-dönme olanağı vermeyebilirler. Zaten yolu inanılmaz zorlu. İlk yol ayırımında Kerber’i geçti. Şimdi karşısında Muguruza var. Sonra da Stephens-Keys galibi. Bunları kort kenarından izlemeyi gerçekten çok isterdim. Ama sevgili doktorum aziz dostum Azmi Hamzaoğlu sırtımda bir delik açmaya karar verince zorunlu bir ev hapsine çekildim. Şimdi o gidiyor ben kaldım. Haksızlık bu!
Yarın kadınlar yarı-finali var. 2002 yılındaki Serena Williams ile Jennifer Capriati maçından beri ilk kez iki ABD’li yarı-finalde. O tarihte Serena önce Capriati’yi sonra da ablası Venus’u yenip ilk Roland Garros şampiyonluğunu ilan etmişti. Yarınki yarı-final başka bir gerçeği daha ortaya koyuyor…Finalde %100 bir ABD’li olacak !
Stephens 25 yaşında ve 10. seri-başı iken rakibi Monica Keys 23’ünü sürdürüyor ve 13. seri-başı. Aralarındaki iki mücadeleden de Stephens galip çıkmış. Tenis camiası içinde de çok yakın dostlar. Böyle bir rekabet ortamı içerisinde dostluklar maalesef pek camia dışına çıkamıyor.
Nadal ile Schwartzman arasındaki maçın ilk puanından itibaren uzuuun bir maça tanık olacağımız belli oldu. Her ne kadar aralarındaki tüm 5 mücadeleyi de İspanyol kazandıysa ve rakibine oynadıkları 3 toprak kort maçında tek bir set bile vermediyse de Arjantinli kendisini hep geliştirdi ve geliştiriyor.
Arjantinli daha ilk puandan itibaren atak bir oyun benimsedi. Topu erken alıp rakibinin planlama yapmasını önledi ki bu Nadal’ın en nefret ettiği şey. İspanyol’un oyunu her şeyin kendi kontrolü altında cereyan etmesi üzerine kurulu. Aksine bir durumda o müthiş çark aksamaya başlıyor. Yorumcu sürekli “Nadal’ın nesi var” deyip durdu ama onun algılayamadığı Nadal’ın bir şeyi olmadığıydı. Sadece karşısındaki rakip onu oynatmıyordu. Bu kadar basit!
İlk set bu düzen üzerine kurulu olarak hep baskı altında 6-4 Schwartzman’ın oldu. İkinci sette durum 3-2 Arjantinli lehine iken yağmur nedeniyle ara verildi ama buraya kadar İspanyol Boğasının tüm servislerini kırdı minik dev. Yani öne farkı arttırmak için servis atacak. Verilen ara da Arjantinlinin lehine. Ne olsa fitness dendiğinde Toprağın Kralı’nın üzerine çıkacak pek tenisci yok. Ancak verilen ara sonrasında Nadal 5-3 öne geçti. Ve yine yağmur bindirdi… Devamı yarına!
Hazır yorumculara değinmişken eski şampiyonları bu konumda görmek fevkalade. Ama bilhassa kadınlarda Evert gibi şartlanmış ve kıskançlığa kadar varan ifadeler çok çiğ kaçıyor. İlla tarafsız olmalarına da gerek yok. İnsanoğlu bu doğal olarak bir yanı tutacak. Ama bunu sinsice yapmak utanmazlık!
Hoşkalın.
‘’Suçluluktan Yarı-Finale !‘’
ABD’liler ise kadınlarda harikalar yaratıyorlar. Yarı-finalde iki temsilcileri birden var. 2000’li yılların başlarından beri bu bir ilk sanırım. Serena Williams çekilmeseydi belki de üç raketleri birden olacaktı. Erkeklerde ise durumları pek parlak değil. İsner’ın yenilmesiyle 4. turda Paris’e veda ettiler.
21 yaşını sürdüren Alman Sacha Zverev Roland Garros 2014 Gençler Şampiyonu. Avusturyalı 24 yaşındaki Dominic Thiem’in ise aynı kategoride ikinciliği var. Alman raket burada çeyrek finale kalanların en genci.
Aralarındaki rekabette Thiem’in 4-2 üstünlüğü var ama son maçlarda rakibi galebe çalmış. Her ikisi de ATP ilk 10 sıralamasında. Zverev 3., Thiem ise 8. Açıkcası hem oynadığı tenisin daha komple olması hem güncel formuyla Zverev bana göre daha ağır basıyordu. Yoksa Zverev’in üç kez üstüste 5 maçta 18 set oynayıp 12 saat kortta kalmasına karşın rakibinin ondan 2.5 saat daha az oynadığı 15 set bu çapta genç raketler için pek bir fark yaratmamalı. Hani onlar next-gen (gelecek-nesil)’di? 30’un üzerindeki ağır-abileri bunları oynayabiliyorlar da gençlerin nesi eksik? Bilhassa toprak-kort sezonuna göre güçlendirici antrenmanlar, hazırlıklar ve diyetler var…Yapmazlarsa da kendi bilecekleri iştir…Birileri gelip onları geçecektir. Bu denli basit. Ayrıca da spor bu. Yengileri yenilgileri ve sakatlıkları ile hep bir bütün.
Tüm bu gerçeklerle oynanılan maç arada bir fevkalade puanlara şahit olduysa da Zverev’in baştan itibaren basit-hatalarının, 2. setin ortalarında baldırını sardırdıktan sonra da, sürmesiyle pek kısa sürdü. 3. setin sonuna doğru bir canlanıp kendisini belli etmeye çalıştıysa da Thiem ona müsaade etmedi ve çok kısa sayılabilecek 1’50” gibi bir sürede kazandı (62, 64, 61).
Djokovic ile onun zaman zaman antrenman yaptığı (2016 yılında maç-ayarlama suçlamasıyla hem para cezası alıp hem yasaklanmış 3 İtalyan raketten biri olan) Cecchinato arasındaki maçın tartışmasız favorisi Sırp raketti. (Cezası sonradan kaldırılan) Sicilyalı bir toprak kort uzmanı. Buna rağmen zirveye dönüş sinyalini cümle aleme vermiş olan Novak’ın ona pek şans tanımayacağını düşünüyor ama yine de zevkli bir maç bekliyordum. Zevklilik hususunda yanılmadım. Cezası hariç adını burada ilk kez duyduğum Cecchinato öyle bir oyun oynadı ki cümle aleme (!) parmak ısırttı. Baştan sona kadar adamın yaptığı her şey yerini buldu. Risk almaktan hiç ama hiç çekinmedi…Hepsinden de artı-değerle döndü. Uzun bir süredir böyle bir sürpriz tenisci izlemedim desem hiç abartmış olmam. 3. Seti Djokovic’e üstelik 6-1 verdikten sonra bu iş dönüyor dedik.
Adam tenisinin ardında durdu. Sırp raket nedense rakibini kırıp ileri geçtikten sonra bir anlık durakladı. Bu da sonu oldu. İtalyan kendini tekrar buldu ve 4-5 maç topu sonunda noktayı koydu. 1973 yılından bu yana ilk defa bir grand-slam’de bir İtalyan var. Bizler de turnuvanın en güzel olmasa da en çekişmeli maçlarından birine şahit olduk.
Maçın yegane çirkin yanı en antipatiklerden biri olan hakemin (Portekizli Carlos Ramos) maçın en kritik anlarından birinde İtalyan rakete verdiği “taktik alma uyarısıydı”. Ardından bir de puan cezası verdi! Evet bir yanlış varsa cezasını görmeli. Ama her şeyin bir yeri yurdu vardır. Ona en güzel tepkiyi ikircimli bir topta oyuncular verdi. Aldığı karara filede bir araya gelip gülerek.
Benim en merak ettiğim ABD’li Sloane Stephens ile Rus Daria Kasatkina arasındaki maçtı. Geçtiğimiz yıl Ostapenko nasıl parıldıyorsa, bu yılın şansını da Kasatkina olarak görüyorum. Rus’un tenisi diğerinden daha çeşitliliği barındırıyor. Bilhassa toprak kortta en rahatsız edici vuruş olan “slice” ve “drop-shot”u kullanmasını iyi biliyor. Böylece de fiziksel ufaklığını kapatabiliyor. Oyunu da iyi okumaya başladı. Geçen yıl ABD Açık şampiyonluğu başta olmak üzere tecrübesi ve gücü şüphesiz, formu da burada zirve yapan Stephens önünde oyunu karıştırabilirse çabuk demoralize olan ABD’liye karşı şansının hiç te az olmadığı kanatindeydim.
Ancak maçta tüm bunları yapan Stephens oldu. Olgun, güvenli, akıllı ve sürekliliği olan sabırlı bir güç-tenisi oynadı. Yaptığı drop-shot’lar öldürücü oldu. Buna mukabil Rus gücüne asıldı ve hata yaptıkça hırsı mantığının üstüne çıktı. İlk sette tam eşiitliğe yaklaşmışken 6-3 kaybetmesi tecrübesizliğinin başlıca kanıtıydı. İkinci sette ise Stephens aynı oyununu sürdürürken Kasatkina bir hatalar silsilesiydi. Çok çabuk bitti 1’10” (63,61). Ancak bu Rus kızı önümüzdeki zamanlarda çok izleyeceğiz. Stephens ise kadın-tenisinin zirvesinde yerini ayırtmış gözüküyor.
Bir diğer ABD’li Keys ise rakibi Kazak Putintseva önünde favoriydi. Sonuç ta değişmedi. Keys geliştirdiği oyununu kafasıyla da tamamlamış. Sakin ve kendinden emin, bazuka gibi toplarıyla pek az zorlanarak 1.5 saatten az bir sürede yenip yarı-finale çıkan ilk kadın oldu.
Yarınki tüm maçlar izlenir. Ama önceliği kadınlar maçlarına veriyorum. Hoşkalınız.
‘’Fognini ve Schwartzman‘’
Bu yıl kısmetime yazılarımın bir kısmını sağlık kurumlarından yollamak yazılmış anlaşılan. Tanrı beterinden korusun. Allahtan Roland Garros var televizyonda da, vakit geçebiliyor.
Serena Williams bir turnuvaya daha imzasını attı. Ancak bu kez kupa kaldırmak yerine çekilerek. Üç maçını kazanıp çeyrek-finalde ezeli rakibi Sharapova ile oynayacakken omuz kaslarındaki bir rahatsızlık nedeniyle çekildiğini açıkladı. Kardeşiyle birlikte bir gün önce çift-kadınlarda da yenilmişlerdi zaten.
Halep ile Kerber kesin favoriler olarak maçlarını kazandılar ve çeyrek-finalde birbirleriyle eşleştiler. Tahminimin aksine rakiplerini çok kolay skorlarla geçtiler.
Diğer yanda uzun yıllar sonra ilk kez Williams kızkardeşler dışında iki ABD’li genç kadın çeyrek-finallerde. Bu tenis dünyası için müjde demek…Zira ABD onca yatırımının karşılığını alıyor demektir. Böyle bir potansiyelin yeniden devreye girmesi bu güzel spor için adeta yeni bir enerji demek.
Keys, Kazak Putintseva, Stephens ise Rus Kasatkina önünde kağıt üzerinde favoridir. Her ikisi de büyük turnuvalarda daha tecrübeli . Hele Stephens geçen yılın ABD Açık şampiyonu olarak rakibine tecrübede fark atıyor. Ancak bu fevkalade yetenekli ve cesur Rus raketin epey dişli bir rakip olduğunu unutmamalı.
Kadınlarda çeyrek-finaller çok çekici eşleşmelere şahit olacak. Yukarıda yazdığım gibi Stephens-Kasatkina maçını kaçırmayın. Sonrası daha da ilginç: Ağır-Ablalar devreye giriyor : Halep-Kerber ve Muguruza-Sharapova. Bu maçlar kesinlikle izlenmeli.
Maalesef ABD için erkeklerde aynı müjdeyi veremiyoruz. Zira son temsilcileri İsner’i Del Potro 6-4’lük üç setle Paris’e veda etmek zorunda bıraktı. İşin acı yanı erkeklerde ABD için bir ışık ta pğek gözükmüyor.
Erkeklerin diğer bölümlerinde Nadal emin adımlarla şampiyonluğa gidiyor. Çeyrekteki rakibi minik dev adam Schwartzman oldu. Bu Arjantinli aldığı neticelerle tüm üstatların (!) yorumlarını adeta yutturuyor. Ama İspanyola rakip olabileceğini hiç sanmıyorum. Ama Anderson önünde 5 sette aldığı galibiyet adeta bir tenis dersi şeklindeydi. Son top bitmeden tenis bitmez!
Cilic-Fognini mücadelesi tek yanlı bir şekilde başlamasına rağmen İtalyan Aygırı kendine gelince müthiş bir mücadeleye dönüştü. Adam gitti bitti denilen maçı geri getirdi. Üstelik yaptığı vuruşlar tenis izleyicisine onur verdirecek cinstendi… “Yok artık” diye yorum yaptığımız çok oldu. Kısacası Fognini ve Schwartzman Paris’i benim için ayrı bir tavan yaptı! Kazansalar da kaybetseler de izleyiciyi eğlendiriyorlar. Zaten tenis te bir oyun değil mi? Oyunları da androidler değil insanlar oynamaz mı?
Diğer çeyrekte Cilic ile Del Potro karşılaşacak. Bu da ilginç bir mücadele olacak. Tabî tamamiyle bir geri oyunu çekişmesi olarak.
İkinci bölümde Djokovic’e İtalyan rakibi zorluk çıkaramaz. Thiem ile Zverev arasındaki maç ise turnuvanın en güzel mücadelelerinden biri olmaya aday. Bunları da kaçırmayın derim.
Sağlıcakla kalınız.
‘’İtalyan aygırı!‘’
İlk haftanın bence en iyi maçları bence Goffin-Monfils ve Fognini-Edmund arasındakilerdi. Bunlar sayfa komşum Mert’in belirttiği gibi mücadele yanında kaliteyi mumla aradığımız bir hafta içinde parıldıyanlardı. Üstelik mücadele de dişe diş. Zaten skorlar da bu gerçeği yansıtıyor.
“İtalyan Aygırı” lakaplı Fognini canı istediği zaman (bugünün tenis dünyasında) izlenmesi en zevkli raketlerden biri. Öncelikle fevkalade yetenekli. Ancak tipik bir Akdenizli. Minicik bir şeyden konsantrasyonunu yitiriyor ve oyundan kopabiliyor. Bazen bu olgu daha maça başlamadan gerçekleşirse maçı izlediğinize pişman da olabiliyorsunuz…Zira en ufak bir katkısı bile olmuyor mücadeleye. Göz açıp kapayana kadar sahayı rakiplerine terkedebiliyor. Bu adamı bir Davis Kupası maçında Andy Murray’e karşı Napoli’de izlemiştim. Unutamayacağım bir mücadele olarak hafızamda çakılıp kaldı. Sildi adamı sahadan adeta.
Fognini ve Monfils bu güzel spora estetik katan başlıca raketler arasında. Hiçbir zaman bir robotu ya da androidi andırmıyorlar. İkisi de birer showman. Beğendirirken eğlendiriyorlar da! Üstelik kaybederken de, olay çıkarttıklarında da!
Aynı durum Fransız Monfils için de geçerli. Bu adamın yeteneğini tartışmak bile abes. Dünyanın 8. sıradaki raketinin ilk servisine drop-shot atabilecek başka birini biliyorsunuz hemen söyleyin! Ancak şimdiye kadar ortaya koyabildiği tenisle fiziğinin ne denli yeterli olduğu şüphe yarattı. Goffin karşısında da ilk iki seti paylaşmış ve 3. sette 3-2 gerideyken hava muhalefeti nedeniyle maçın ertelenmesi ona pekala yardımcı oldu. Fırtına gibi 3 seti aldı. Dördüncü sette yine tükenme belirtileri gösterdi. Bu tükenme setin sonuna doğru onun hakemle ve hatta rakibiyle tartışmayı uzatmasına neden oldu. Anlaşılan nefeslenmeye çalışıyordu…Ama Goffin onu tükettiğinin kokusunu almış ve işi bitirmeye gidiyordu. Önce setleri eşitledi. Sonra da 5. seti kolayca alarak noktayı koydu. Şimdi Goffin’in karşısında İtalyan Cecchinato var. Bence onu da geçecek ve çeyrek-finalde Djokovic’in karşısına çıkacak.
Küçük dev adam Schwartzman ise “gelecek-nesil” üyelerinden Coric’i set vermeden geçti. Şimdi karşısında Güney Afrikalı Anderson var. Bence onu da geçecek ve çeyrek te Nadal’ın rakibi olacak. İki yıl önce bazı yorumcularla sohbet ederken “bu çocuk ilk 10’un kapısını çalıyor” dediğimde “ilk 30’a girerse kendini şanslı addet” demişlerdi. Çeyreğe geldiği takdirde değil kapıyı çalmasına gerek bile olmayacak!
Kadınlarda ise Sharapova beklenmedik bir süratle Karolina Pliskova’yı geçti. Benim için sürpriz oldu zira Çekyalı raketin bu turnuvada kürsüyü zorlayabileceğini düşünüyordum. Sharapova yaptıklarıyla pek saygıyla izlediğim bir raket değil. Ancak onun profesyonelliğine şapka çıkartmak gerektiğini de ifade etmeliyim. Şimdi karşısında eski “nemesis”i ve 2004’ten bu yana hiç yenemediği Serena Williams olacak. Bu kadın da tepeden tırnağa saygı hak eden biri. Annelikten sonra daha ilk dişli turnuvasında buralara kadar gelebilmesi azmini ve hırsını kanıtlıyor.
Şimdi önümüze gelecek çeyrek-final maçlarında nelere öncelik verebilirim derseniz erkeklerde Thiem-Nishikori derim. Kadınlarda ise 1 numara için 3 kişi mücadele edebilecek. Halep, Muguruza ve Wozniacki. İlk gün kesinlikle Wozniacki-Kasatkina sonra da Kontaveit-Stephens maçlarını izleyin derim. Diğer maçlar ertesi günlerde oynanacak. Onlara bilahare değiniriz. Şimdilik sizlere neşe dolu sağlıklı bir hafta dilerim.
‘’Kafa yerinde mi!‘’
Günümüz spor dünyasında hangi branş olursa olsun fiziğiniz ne denli mükemmel olursa olsun eğer kafaca daha iyi olmaya hazır değilseniz ağzınızla kuş tutsanız bir şampiyon olamazsınız. Bakınız bir karşılaşmayı kazanamazsınız demiyorum. Bir “şampiyon” olamazsınız diyorum.
Bazı vurdulu kırdılı branşlar var. Kusura bakmayın ben onları spor olarak benimseyemiyorum. Onun için sizler isterseniz onları bu kriterin dışında bırakabilirsiniz.
Şimdi tam anımsayamıyorum ama galiba Djokovic’in özgeçmişinde bir söylemi vardı. “…ATP sıralamasındaki ilk 100 raket arasında fiziksel olarak pek bir fark yok. Ancak zorlu anlarda sizi iyi oynatan, o baskının, o stresin altından kalkabilmenizi sağlayan, kafaca ne denli hazırlıklı olduğunuz, yani zihinsel yetinizdir.” İşte sizi iyi bir atlet olmaktan, bir şampiyon olmaya yönlendiren de vücudunuzdaki kaslara doğru talimatları vermesini bilen kafanızın içindekidir.
Bugün Chopin dünyanın en iyi piyanisti sayılıyorsa onun nedeni dev gibi elleri değil, müziğe olan duygusal ve yaşamsal bağlılığıdır. Roger Federer’i tüm zamanların en büyüğü yapan forehand’i ya da backhand’i değil topa olan önsezisi ve zamanlamasıdır. Dikkat ederseniz kimse Federer hakkında en iyi vuruşlardan birine sahip demez. Ama sahayı en iyi kullanabilen tenisci hatta “adam adeta bale yapıyor” derler. Tüm bunlar salt atletizmle, ya da doğal yeteneklerle olmaz. Onları yönlendirecek bir zihinsel yeti gerekir.
Tam Roland Garros esnasında bunları gündeme getirişime şaşmayınız. Zira her gün bir maç esnasında fevkalade bir yeteneğin kafaca hazırlıksız olduğu için zamansızca yenildiğini ya da kolayca alması gereken maçları zora soktuğunu görüyoruz. Sacha Zverev ve yılların Dimitrov’u sadece bugün gündeme oturanlar. İkisi de adeta kaybetmenin eşiğinden döndüler. İki tane “bilinmedik” rakip önünde ecel terleri döktüler.
Federer, Nadal, Djokovic’i ağır-abi yapan işte bu yeteneklerini tüm bir yıla yayabilmeleridir. Zora giren bir maçtan bile raket kırmadan sıyrılıp çıkabiliyorlar. Çoğu tenis yorumcusunun bile ümitlerini kesen uzun sakatlıklardan çıkıp zirvelerdeki yerlerini alabiliyorlar. Halbuki bu yorumcular zahmet edip bu adamların özgeçmişlerini okusalar, neredelerden nedenlerden çıkıp geldiklerini öğrenseler onların her türlü engeli aşabilecek yapıda olduklarını algılayabileceklerdi. Böyle olmasalar Djokovic’in dünkü maçtan sonra ki beyanatı nasıl verebilirdi ki: “Benim geçirdiklerim dünyada açlıkla savaşan onca insan varken bir hiçtir…Ama ben bir atletim ve daima daha iyi olmaya mecburum!”
İşte kişiyi başarıya ulaştıran içindeki öğrenme ve gelişme arzusudur. Fiziki yetenekler nasıl çalışarak gelişiyorsa zihni yeti de onu çalıştırmayı bilmekle oluşur. Yeterki isteyin.
Hoşkalın.
‘’Talih kuşu‘’
İlginç bir Roland Garros oluyor. Konulan yeni kurallar ilginç gelişmeleri de beraberinde getiriyor. Hakemlerin çoğunluğu konulan saat kısıtlamalarına hoşgörü ile yaklaşma talimatı almışlar anlaşılan. Zira hiçbir uyarıya rastlamadık ilk üç gün içerisinde.
Bir diğer yeni kural Lucky-Looser’larla ilgili. Paragöz oyuncuların salt para alabilmek amacıyla sakatlıklarını gizleyerek ilk tur maçlarını oynamalarını önlüyor bu kural. Para ödülü, sakatlığını açıklayan oyuncuyla “Lucky-Looser” arasında eşit olarak bölüşülüyor. Ama işin özünde Lucky-Looser olan tenisçilerin önünde yepyeni bir yaşam kapısı açılıyor. Öyle bir geçit ki bu öbür tarafa geçebilip aklını da kullanabilen sporcular hem varlığa hem şöhrete ulaşıyor…Hem de sülalecek.
İşte bu “Lucky-Looser” (yani “talihli-yenik” olarak tanımlayabileceğimiz) kuralının bu yeni uyarlamasıyla bu tür oyuncular fevkalade çoğaldı. 1982 yılından bu yana 8 “Lucky-Looser” hiç olmamış. Lucky-Looser fikstürde “LL” ibaresiyle gösteriliyor. Bunlar elemelerin en son turunda maçlarını kaybederek ana-tabloya çıkma hakkını son anda yitiren 16 oyuncu arasından seçiliyor. Tabî bu oyuncuların uyanık olup “LL” listesine isimlerini yazdırmaları gerekir. Yazdırmazlarsa haklarını yitirirler. Örneğin Avustralyalı yıldız Kyrgios ana-tablodan çekildiğini limitin dolmasına dakikalar kala en son anda açıkladı. Onun yerine “LL” olarak girme hakkı olan Arjantinli Trungelliti Barcelona’da tatilde olan ailesinin yanına çoktan dönmüştü bile. Bu haberi alınca uçak seferlerinin dengesiz ve pahalı, trenlerin ise an be an greve girdiklerinin bilinciyle otomobille 10 saaatlik bir yolculuğu göze alıp Paris’e ulaştı. İşin ilginç yanı ilk turdaki rakibi eleme turundan muzaffer çıkıp ana-tabloya hak kazanan yakından tanıdığımız (bir diğer huysuz) Avustralyalı Tomic* idi. Tomic rakibinin kim olduğunu ancak maçtan yarım saat önce öğrenebiliyordu! Hükmen tur geçeceğini sanırken oyununu hiç bilmediği birinin karşısına hazırlık yapamadan çıkıyordu. Talih Kuşu’nun kimin başına konacağı bilinemez değil mi?
“Lucky-Looser (LL)” Arjantinli Trungelliti “Qualifier (Q)” Tomic’i yenerek ikinci tura kaldı. Böylece ömründe göremediği bir parayı da evine götürecek (en az 100.000 Euro’ya yakın). İşin daha da ilginç yanı önündeki raket te geçebileceği biri. İşte size tenisin azizliği. Göreceğiz bakalım ne olacak.
Tüm bunların haricinde, yağmurun zaman zaman azizliğine rağmen, program aksamadan sürüyor. Benim için geçen yılın kadınlar şampiyonu Ostapenko’nun elenmesi haricinde pek beklenmedik sürprizler en azından bu yazı yazılana değin (Salı 20:11) olmadı. İngiliz Konta ile Venus Williams erken veda ettiler. Ancak her ikisinin de toprak kort kariyeri pek başarılarla dolu değil. Erkeklerde ise Wawrinka hala nekahat devrini sürdürdüğünden iyi de oynamasına rağmen yenilgisini anlayışla karşılamak gerek.
Serena Williams Fransız Tenis Federasyonunun kendisini bir seri-başı olarak görmemesine rağmen sükûnetini (şimdilik) korudu ve ters bir oyuncu olan Krystina Pliskova’yı zorlanarak ta olsa yendi. Eminim Serena bu düşüncesizliğe karşı fikrini pek yakında kamuoyu ile paylaşacaktır. Hoşkalınız.
*Bir ara Koza WOS’da antrenmanlarını yapıyordu.