‘’Kadınsız Ne Yapardık!‘’
Bundan epey bir süre önce WTA ve kadın tenisi hakkında yaptığım imakâr eleştirilerden dolayı beni kadın-düşmanı ilan edip dergimizi almamaya kadar giden kararlara varan bazı okurlarım vardı. Öncelikle şunu söyleyeyim. Her türlü dişiye taparım. Dostlarım, Eşim, Kızlarım, Torunlarım, Köpeğim, Kedim ve Kanaryam. Onlarsız bir yaşam düşünemem. Yapmış olduğum eleştiriler de yerini bulmuş ki yaşadıkları gelişim ile birlikte şu an için tenisin kurtuluşunu kadınlarda görüyorum. Bana 3-4 yıl önceki kadın-tenisi ile günümüzdekinin aynı olduğunu söyleyebilir misiniz? Onun için insanları eleştirmeden onları kendinizden soyutlamadan önce oturup derin birkaç nefes alıp düşünün : “Bu kişi acep ne demek istiyor?” diye. Tenisi kendisine bir yaşam biçimi olarak saptamış, maddi ve manevi yaşamının büyük bir kısmını da ona borçlu birinin böyle bir ayırımcılığa girebilmesine olanak var mıdır ?
Evet kadın-tenisidir bu güzel spora yeniden ivme kazandırıp onu canlandıracak olan.
2018 Roland Garros’una da gereken enerjiyi pompalayacak olan yine işte bu kadın-tenisidir. Tenisin insanlıktan çıkmasını, robotlaşmasını önleyecek olan da işte yine bu kadın-tenisidir. Hem de ITF ve WTA yöneticilerine rağmen. Çünkü hiçbir dişi aklına yatmayan, haksız bulduğu bir konu hakkında susmaz…Robot gibi yöneticilerinin fikirlerine uymaz. Çıkar ortaya ağzını açar, fikrini söyler hatta gerekirse kavgasını verir. Aynı Serena ve Venus Williams gibi. Aynı Navratilova gibi, Billie Jean King gibi. Sharapova gibi. Halep ya da Wozniacki gibi. Antipatik Alize Cornet gibi. Sanmayın ki hepsinin fikirlerini doğru buluyorum. Ama kendi doğrularını bir civan gibi ortaya çıkıp açıklayan Stakhovski haricinde bir erkek tenisci biliyor musunuz? Başta Federer olmak üzere çoğu bir dansözden öte kıvıra kıvıra neredeyse kopacaklar. Ne şiş yansın ne kebap usulü!
Yahu bir maçtan sonra sportmenlik dışı işler çevirmiş rakibini ya da felaket kararlara imza atmış hakemleri ya da turnuva boyu sürekli aksamalar olmuş, tribünler bomboş iken organizasyonu eleştiren bir tek erkek tenisçiye hiç rastladınız mı? Yapılan yorumlar sanki ellerine kazınmış. Okuyorlar. Birbirinin aynı beylik klasik laflar. Sanki maça yenmek için değil de karşılarındakine yenilmek üzere çıkmışlar. Hadi canım siz de…Toplu sahtekârlık bu! Yöneticilerinden oyuncularına kadar.
Kadınlarda hiç olmazsa bir terslikten sonra gidip rakibinin elini sıkmıyor, ya da yüzüne bile bakmıyor…Hakemle tartışabiliyor,bağırıyor. Hislerini ve bir insan olduğunu, göğsünde bir yürek taşıdığını ve o yüreğin çipli olmadığını kan pompaladığını açık ediyor. Kendi mensupları olan Sharapova’yı kıyasıya eleştirmediler mi. Maç sonrası onun elini bile sıkmaktan imtina eden oyuncu izlemedik mi?
İskoçya’nın İngiliz Milletler Topluluğundan ayrılmasını desteklediğini söyleyip ertesi gün fırçayı yedikten sonra söyleminden dönmek gibi sürüyle haddi olmadığı konularda beyanat verip ardından tükürdüğünü yalayan Andy Murray’i eleştirebilen ona “arkadaşımın neden sürekli boyundan büyük laflar edip kendini rezil ettiğini anlamıyorum?” diyebilen tek bir erkek tenisci duydunuz mu?
Bakınız bugüne bugün Roland Garros kadınlar şampiyonluğu ve WTA sıralamasında birincilik için öngörülen en az sekiz (rakamla 8) raket var. Şu anki bir numara ve başlıca favori Simona Halep kariyerindeki belki ilk grand-slam’i kazanacak. Hal kadınlarda böyleyken erkekler için ne tartışılıyor ? Acaba Nadal 12. kez şampiyon olabilecek mi? Rahmetli İsmet İnönü’nün bir lafı vardır : Hadi canım siz de!
İyi ki varsınız be kadınlar…Yoksa ne yapardık?
Sizler yine de hoş kalmaya çalışın.
‘’Nadal Şampiyon Diyelim mi!‘’
Evet aynen öyle. Fransa Açık’ın fikstürüne bakarsanız “Toprağın Kralı” Rafael Nadal’ın bu turnuvayı bir sürpriz olmadığı takdirde epey kolay kaldırabileceğini görürsünüz. Tabî tenistir bu. Gününde bir serseri kurşun gelir en favoriyi bulur ortalığı altüst eder. Esasen tenisin güzelliği de burada. Geçtiğimiz yıl Ostepenko diye bir kızın gelip şampiyon olacağını kim kestirebilirdi? Bu yıl da kadınların erkeklerden daha zevkli ve çekişmeli geçeceğini düşünüyorum.
Daha ilk bakışta kadınlarda maçları iple çekiyorum. İlk turlarda Julia Georges-Cibulkova, Serena Williams-Krystina Pliskova ve sonra da olası eşleşmelerden Shuai Zhang-Garcia, Kiki Bertens-Kerber, Sharapova-Karolina Pliskova mücadeleleri çok çekişmeli ve keyifli görüntüler getirecektir önümüze.
Roland Garros kortlarının zemini topu yavaşlatıp daha fazla sıçramasını sağlıyor. Dolayısıyla oyuncular daha etkili vuruşlar için hazırlık yapabiliyorlar. Servisler diğer zeminlere nazaran daha etkisiz. Puanlar çok daha uzun sürüyor ve böylece kuvvetli bacaklara sahip olan oyuncuların lehine bir durum doğuyor. İşte bu durumda tekrar erkeklere dönecek olursak Nadal’ın bulunduğu birinci bölümde gerçekten ona rakip olabilecek kimse yok. İrdelemek bile abes gibi ?
İkinci bölümün başında Cilic var. Cilic’in (yukarıda izah ettiğim gibi) Roland Garros gibi her türlü şartın İspanyol Boğasının yanında olan bir turnuvada ona rakip olabileceğini inanmıyorum. Buradaki Del Potro ise keşki sağlıklı olsa…Kasığındaki sakatlığın nüksetmesi an meselesi. Her an çekilebilir. Esasen bu denli ısrarcı olması da bir hata. Zira teniste kasık sakatlıkları tüm bir kariyere mal olabilir.
Ben burada İngiliz Edmund’un bir azizlik yapabileceğini düşünüyorum. Tüm tahminlerimin aksine bu genç adam kendisini süratle geliştirdi. Güzel de bir stili var ve en önemlisi risk almaktan hiç çekinmiyor. Cesur.
Yılların Berdych’i de var bu bölümde. Ağır-abilerin ardında hep solistaltı olarak kalmış biri. Ama pekala aradan sıyrılabilecek bir kariyerin sahibi.
Djokovic’te fena bir kura çekmedi. Formunda ve sağlığı yerine geldi. Bu adamın geri dönüşüne muhakkak gözüyle bakıyordum…Haklı çıkacağımı görüyorum. Belki de bunu burada kanıtlayacak. Onu izlemek bir zevk. Dimitrov ve Goffin var önünde. Bu formuyla onları geçmesi kimseyi şaşırtmamalı.
Erkeklerde son bölüm gayya kuyusu. Kimler yok ki? Thiem, Sacha Zverev, Tsitsipas, Nishikori, Wawrinka, Khachanov, Kyrgios, Querrey hep burada. Tüm yorumcular bir Thiem-Zverev çeyrek-finali bekliyor. Ben araya birinin gireceğini düşünüyorum. Bilhassa Thiem’i burada zorlayacaklardır. Bugün ilk gün. Yayın Eurosport’ta. Hoşkalın.
‘’Pislik!‘’
Çoğu tenis oyuncusu tarafından “kızıl pislik” diye anılan Roland Garros kortları yine şenleniyor. Her ne kadar arazinin küçüklüğünden, kortlar arasındaki darlıktan ve sıkışıklıktan, kortlarda çatı olmamasından ötürü yağmur yağdığında maçların aksamasından sürekli eleştiri alıyorsa da bence tenisin en güzeline şahit olunan başlıca turnuvadır Fransa Açık. Emin olun bunca yıldır işin ağırlığını taşıyan oyunculardan pek bir şikayet duymadım. Mızmızlananlar genellikle seyirciler. Halbuki New York denilen beton tarlasıyla özdeşleşen “ABD Açık”ta yaşanan karmaşa ve kaos’a ben Paris’i ve Roland Garros’u bin kez tercih ederim.
Bu kızıl pisliğin altında esasen bembeyaz kireçtaşı yatmaktadır. Bu kireçtaşına birkaç milimetre kalınlığında kiremit tozu serpiştirilmektedir. Kırmızı renk almasının nedeni budur. Kireçtaşının hemen altında 15cm kadar volkanik taşlar ve altında 1 metre derinlikte kum bulunur. Bunların hepsi bir beton yatağın üzerindedir.
Geçen yıldan %10 daha fazla ödül dağıtılacak. Rakam tam olarak 39.197.000 Euro. Şampiyon oyuncular 2.2 milyon Euro kazanacaklar. Eleme turnuvasının ilk turunda bile yenilenler altışar bin Euro kazandılar. Ana-tablo ilk tur mağlupları eve 40.000 Euro götürecek.
Turnuvada bu yıl bazı yeni kural uygulamaları var. Puan aralarında oyunculara 20 yerine 25’er saniye süre verilecek ve bu süre bir saat vasıtasıyla denetlenecek.
Kura atışı son oyuncunun sandalyesine erişmesinden itibaren 1 dakika içinde bitirilecek. Isınma 5 dakika ile sınırlandırılacak. Isınma bitiminden itibaren 1 dakika içinde maç başlayacak.
Gençler kategorisinde servis fileye çarpıp “let” olursa maç devam edecek. Yani servis baştan atılmayacak. Anlayacağınız ITF denilen Uluslaraarası Tenis Federasyonu, ATP ve WTA yetkilileri zamanlarını böyle boş, yersiz ve hiçbir amaca yararlı olmayacak adımlar atıyor. Düşünün ki ağır toprak kortta oyuncular bir puanda 20 hatta 30 vuruş yaptıktan sonra 25 saniye içerisinde servis atmaya zorlanıyorlar. Buna afedersiniz tam sokak lisanıyla “ÇÜŞ” derler. Tenisi canlandıracak, rekabeti körükleyecek insani uygulamalar yerine birkaç medya şirketinin kaprisleri doğrultusunda tüm camiayı robotlaştırarak bu güzelim sporun sonunu hazırlıyorlar.
Baksanıza doğum yaptığından dolayı bir yıldır tenis oynamayan Serena Williams’a fikstürde bir seri-başını bile çok gördüler. Roger Federer’e geçtiğimiz hafta sordular “sizce teniste ‘Tüm Zamanların En Büyüğü’ kimdir” diye. Adam “şüphesiz Serena Williams” dedi. İşte bu kadına seri-başı olmayı çok görenler sonra tenisin geleceği ile ilgili kararlar alıyorlar ! Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu…Utanmazlar.
‘’Yeni-Nesil ya da tenisin ölümü!‘’
Dışarıdan bakarak diyeceksiniz ki “oh ne güzel önce Monte Carlo, sonra Barcelona hatta İstanbul, ardından Madrid, Roma ve Paris. Bu tenisçiler dünyanın en güzel kentlerinde yarışıyorlar” ! Size doğrusunu söyliyeyim. Bu sporcuların hiç birisinin nerede olduklarından bile haberleri yok. Uçaktan uçağa birer bavul içerisinde otel odalarında yaşıyorlar. Evet en yakın arkadaşları bavulları. İlk 20 (ya da daha şanslı olup sponsorlarını çoğaltabilen ilk 50 genç) içindekilerin hiç olmazsa yanlarında yakınlarını ya da koçlarını, antrenman partnerlerini, masörlerini taşıyacak gelirleri var. Diğerleri tam bir boşluk ve endişe içerisindeler.
Tenis sağlam bir karakter, para, sabır ve metanet gerektiriyor. Yoksa yoksunuz.
Bu gece (ailecek spor kökenli) Rus asıllı Alman raket Alexander Zverev (21 yaşında) yeni 19’una basmış Kanadalı Shapovalov ile yarı-final oynadı. Buraya kadar Zverev kimseye set vermemişti. Yine vermedi. Shapovalov’u iki sette, 57 dakika gibi fazlasıyla kısa bir sürede adeta bitirdi. Organizasyon olarak normal bir 3 setlik maç için programa 1.5 saat koyarsınız. Anlayın artık maçta ne denli baskın olduğuna.
Shapovalov’un roketatar gibi servislerini arka-çizginin çok gerisinden alarak etkisini azalttı. Ardından iyi bir karşılamayla oyunu domine etti ve rakibini tüm maç boyu adeta ezdi. Kanadalıyı çok iyi irdelemiş. Bravo.
Şimdi finalde kendisi gibi güçlü, formda ve özgüveninin zirvelerinde bir rakibi var. Avusturyalı Dominik Thiem. Sinirine hakim olan bu maçı kazanır. Hem merakla hem endişeyle izleyeceğim.
Merakla çünkü gençlerin, ya da başlığım gibi “yeni nesil”in, ağır-abilerin yerini alıp alamayacaklarını tartabileceğim. Endişeyle çünkü, tüm samimiyetimle, ağır-abilerden sonra tenisin hiçbir zaman bu kalitede ve standartta olamayacağını düşünüyorum. Kimse onlardan sonra bir Federer gibi kortta sanat icra etmeyecek…Bir senfoni besteleyemeyecek. Kimse Djokovic gibi baskı altından atağa kalkamayacak…Tuvalde bir şaheser yaratamayacak. Kimse bittiğini düşündüğünüz bir maçtan Nadal gibi geri-dönüş gerçekleştiremeyecek…Mütevaziliğin bilgeliğine varamayacak.
Açıkcası bana göre bu yeni nesil ağır-abilerin yerini alınca profesyonel tenisin ölümü gerçekleşecek. Çünkü fizik ve güç yaratıcılığın yerini alacak. Bir sinema şaheseri izleyeceğinize “survivor” gibi ancak skandallarla benliğini sürdürebilen etkinliklere dönüşen turnuvalar önünüze gelebilecek. Voleye gelen olamayacak çünkü o bazuka gibi toplara gidebilecek yaratıcılığa cesaret eden olmayacak. Açıkcası hoyratlık sanatın yerini alacak.
Açıkcası korkuyorum. Gerçekten korkuyorum. Çünkü yaşantımın en güzel parçalarından biri olan tenisin bu hoyrat gelişim tarafından yok edileceğini hissediyorum. Ama açıkçası alışamıyorum işte. Çünkü benim oynadığım bu spor hala bir şaheser. Açıkcası vazgeçmeyeceğim.
Hoş kalmanızı dilerken tüm anaların ellerini doyasıya öpüyorum…Sizlerin varlıkları bizleri yaşatıyor.
‘’Üçüncüdür Durdurdu!‘’
Dünkü yazımda olabilirliğini öne sürmüştüm. Evet Avusturyalı genç raket Dominic Thiem “Toprağın Kralı”nı yine durdurdu. 2016’dan bu yana her yıl bir kez yeniyor rakibini. Bu üçüncü oldu. Onu toprakta üç kez yenebilen iki tenisci vardı şimdiye kadar. Djokovic ve gençliklerinde Gaudio. Thiem üçüncü oldu.
3 rakamıyla başlamışken sürdürelim! Daha 3 hafta önce Monte Carlo’da Nadal rakibini halkalayarak yenmişti. Onun hırsıyla dün sahada bambaşka bir Thiem vardı. İspanyol Boğasına hiç fırsat vermedi. İkinci sette durum 3-3 iken Nadal maça girmeye çalıştı ama olmadı.
Bu yenilgiyle birinciliği Federer’e kaptırıyor Nadal. Ama bunun onun için pek sorun olacağını sanmıyorum zira hemen gelecek hafta Roma ve ondan 10 gün sonra da Roland Garros var. Her ikisinin de toprak zemini daha yavaş. Tam Nadal’a göre.
Ancak Thiem ona en tehlikeli raketlerden biri olacağını kanıtladı. Müthiş bir özgüvenle çıkacak artık karşısına. Dolayısıyla kırmızı-pislik diye tabir edilen toprakta Nadal’ın tahtı artık eskisi kadar güvende değil. Gerçi teniste hiçbir şeyin garantisi yok ya! Aynı yaşama benziyor değil mi?
Şimdi karşısında Güney Afrikalı Anderson var. Kariyerinin zirvesini yaşayan bu 31 yaşındaki iyilik timsali raket 2014-2017 yılları arasında Avusturyalıyla 6 kez oynamış. Altısını da kazanmış ! Ama bu yengilerin hiçbiri toprakta değil. İlginç değil mi.
Erkeklerdeki bir diğer maç için beklentilerim yüksekti. Edmund ile Shapovalov gerçekten izleyenleri bile yoran bir mücadele sergilediler. Bir ara düşündüm bu topların biri ezkaza çizgi-hakemlerinden ya da top toplayıcı “Galaxy S9” güzellerinden birine çarpmaz inşallah diye. Anında hastahanelik ederdi inanın. Sonunda Shapovalov üç sette aldı maçı. Skora bakarsanız ne denli korakor bir mücadeleolduğunu daha iyi algılayabilirsiniz (75, 67, 64). Kanadalı raket bu gelişimini sürdürürse karşısında pek durabilen olmaz. Çok yetenekli ve çok güçlü ve çok genç. Üstelik beyinsel olgunluğa da sahip. Davis Kupasında yaşadıkları onun için fevkalade bir ders olmuş. İngiliz için bekleyip görelim diyeceğim. Bir sürekliliği yok adamın. Bu da bana bir tür güvensizlik yansıtıyor.
Akşam maçlarında ise Zverev ABD’deki son maçın hıncını aldı İsner’den. Hollandalı Bertens ise baştan sona üstün götürdüğü maçta Fransız Garcia’yı 6-2’lik iki kolay setle geçiverdi.
Bugün bizim saatimizle 19:30’da kadınlar finali var kaçırmayın. Çekyalı Kvitova kuşkusuz favori. Ancak Bertens ağır-topları yenmesini pek güzel beceriyor. Güzel maç olmaya aday.
Erkelerde ise yarı-finaller var. Shapovalov-Zverev maçı benim favorim. Bu maç bizim saatimizle 22:00’de. Ama önce saat 17:00’de Thiem-Anderson oynayacak.
Sizlere iyi bir haftasonu diliyorum…Hoşkalınız.
‘’JETON!‘’
Öncelikle bir özürle başlıyorum. Dünkü yazımda Sharapova’yı geçen “Hollandalı Bertens” yerine “Belçikalı Mertens”in adını kullanmışım. Uyaran okuruma da teşekkür ederim.
Evet Hollandalı Bertens’in bugünkü yarı-final rakibi Fransız Garcia önünde istatistiki olarak 3-0’lık bir üstünlüğü var. Ancak tenis bu son top bitmeden ne olacağını kestirmek zordur. Üstelik Garcia formda. Serseri mayınlığı terk etmiş gibi gözüküyor. Yarı-finale gelene kadar geçtiği raketler hiç yabana atılacak gibi değil…Tek set bile vermedi hiç birine. Sakın Bertens’in yengilerini küçümsediğimi sanmayın. Aksine o da burada Sevastova ve Wozniacki gibi iki seri-başını sonra da (hala dönüşüne bir türlü ısınamadığım) Sharapova’yı geçti.
Dün geceyarısına doğru Çekyalı Kvitova ile genç Rus yıldız Kasatkina karşılaştı. Rus raket henüz 21 yaşında. İlk 10’un eşiğinde. Ancak ikinci servisini düzeltmezse tüm yeteneğine rağmen ilk 10’un ancak asansör oyuncusu olabilir…
Dün gece bilge şampiyon Kvitova’nın ona bir telgraf göndermediği kaldı “zaten servisin zayıf, bari topu forehand’ime atma” diye. (Amiyane deyimle) jeton düşmeyip sürekli servisini solak rakibinin en güçlü yanı olan forehand’ine (yani soluna) atmayı sürdürünce yenilmekle kalmadı bir küsur saatte bir de halka yedi. Madrid halkının gece yaşantısı epey geç başlar. Benim gibilerin hesap ödediği saatte onlar yemeğe gelir. Sabaha karşı kalabalıktan sokaklarda yürüyemezsiniz bile. Anlaşılan Kvitova onları düşünüp elini tez tuttu.
Kasatkina kadın-tenisi için aynı Ostapenko gibi çok ferah bir nefes. Ancak ilk 10 arzuluyorsa oyununu geliştirmesi gerek. Zirvelerde rüzgâr değişik eser…Salt yetenek ve güç yeterli olmaz.
Öbür yarı-finalde iki Çekyalı var. Pliskova-Kvitova. Mutua için şov saatinde (20:00). Bu formuyla favorim Kvitova.
Erkeklerin çeyrek-finalleri Edmund-Shapovalov maçı haricinde ilginç gelmiyor. Bu gençlerin ikisi de doğdukları ülkenin vatandaşı değil. Edmund Güney Afrika’da doğup İngiliz vatandaşlığını diğeri de İsrail’de doğup Kanada’yı tercih etmiş. Ama ikisinin de ikametgahı Bahama’da gözüküyor!
Dünkü yazımda anlattığım kısmetsiz bir olaya sahne olan Davis Kupası karşılaşmasından sonra üç kez daha karşılaşmışlar ve Shapovalov 2-1 üstünlük kurmuş. Her maç korakor mücadelelere sahne olmuş. Bugün de uzun bir maç beklentisi içindeyiz. Formda ve morallerinin zirvesindeler. Maç 19:00’da.
Diğer maçlarda bu formuyla Nadal'ın (dün Coric karşısında epey zorlanmış olan) Thiem’e çok üstün geleceğini sanıyorum (17:00). Zverev-İsner karşılaşmasının kesin favorisi ise Alman raket. Güney Afrikalı Anderson’un ise Sırp sürpriz Lajovic’e “buraya kadar” diyeceğini sanıyorum.
İyi izlenceler. Hoşkalınız.
‘’Halep oradaysa arşın da burada !‘’
Son iki gündür kadınların 1 numarası Romen Simona Halep’i izliyorum. Her geçen gün yeteneğinin üzerine koyuyor. Belçikalı Kiki Mertens önünde bilhassa ilk sette öyle bir oyun ortaya koydu ki bana resmen “bu kadının önünde yakında kimse duramayacak ve bu böyle uzunca bir dönem sürecek” dedirtti. Ardından 2. sette konsantrasyon gitti. Resmen koptu oyundan bir ara. Çabuk toparlandı ama.
WTA’de 16. sırada olan Belçikalı raket en zeki tenisçilerden biri olarak gösteriliyor. Böyle bir rakibi (ne denli hasta olursa olsun) halkayla yenmek Halep’in gücünü en realist şekilde ortaya koyuyor. Üstelik hırsı mantığını bastırmadıkça, cinlikte de rakibinden hiç aşağı kalmıyor.
Öncelikle kadın tenisinin en fit ve çabuk raketlerinden biri. Ufak tefek fiziğinin dezavantajını hızı ve atletikliği ile kapatıyor. Çok süratli olduğundan en uzak topa bile yetişirken dengesini yitirmeden vurabiliyor…Bu da topları çıkarmak için değil puan almak için yönlendirerek vurması demek.
Yine atletikliği ve hızı sayesinde Halep te (Djokovic gibi) en zor pozisyonlardan atağa kalkabiliyor. Bunu yapabilen tenisci sayısı pek az. Hele sahanın içine girip puanı domine etmeye başlayınca karşısındakine Tanrı kolaylık versin!
Halep ile Djokovic bir konuda daha benzeşiyorlar. Halep te çoğunlukla fikstürlerin en zor bölümlerinde yer alıyor. Burada da fikstürün üst yanı ile altı, gece-gündüz farklılığında. Bir yanda Halep, Pliskovalar, Stephens, Kasatkina, Kvitova, Venus ve Muguruza, öbür yanda ise Svitolina ve serseri mayınlar Garcia ile Ostapenko ! Bugün elenen Wozniacki de burada.
Halep’in en problemli yanı kafa-yapısı. Ancak antrenörü Cahill galiba onun da üstesinden gelmesini sağlıyor. Eskisi gibi kendi kendini arap-bacılar gibi vırvır ederek bozmuyor. Böyle durumlarda “kendine gel” cinsinden tokatlamaya başladı kendini!
Şimdi karşısında Pliskova ikizlerinden iyisini bulacak. Krystina’yı kolay geçtiyse de Karolina “zor çamaşır” dedikleri cinsten. Toprak kortları yeni yeni benimsemeye başlayan bu Çekyalı bugün “ABD Açık” şampiyonu Stephens’in net skorla 2 sette saf dışı bıraktı. Soğukkanlılığı ile Halep’i zorlayabilecek kapasiteye sahip.
Simona Halep şimdiye kadar aldığı derecelerde hiç süreklilik sağlayamamıştı. Şimdi Madrid, ardından da Roma ve Roland Garros var. İşte onu eleştirenlere “Halep oradaysa arşın burada” dedirtmemek için en güzel olanak.
Günün diğer bir maçında Djokovic İngiliz Edmund’a 3 sette yenildi. Bu onun için hiç iyi değil. Geçen yıl yarı-final oynamıştı. Bu yıl daha üçüncü turda elendi. Dolayısıyla sıralaması daha da düşecek ve seri-başı olması tehlikeye giriyor. Turnuvalarda daha ilk turdan itibaren zorlu isimlerle karşılaşabilir. Gerçi bu onun eski formunu çabuk bulabilmesi için daha iyi olabilir.
Hoşkalınız.
‘’Madrid'te “Galaxy S9”lar!‘’
Madrid haftaya biraz şanssız başladı. Federer, Murray, Wawrinka, Tsonga, Kyrgios, Ferrer ve Rublev’den sonra son dakikada Cilic te sakatlık nedeniyle çekildi. Kadınlar biraz daha şanslı. En ses getiren çekilme Serena Williams ile yaşandı. Diğerleri Radwanska, Safarova ve Bachinsky.
Yorumcular Nadal’ın yolunun açıldığını ifade ediyorlarsa da bence katedeceği yol kolay değil. Schwartzmann, Thiem, Del Potro ve Zverev onu bekleyecekler arasında. Ayrıca İspanyol raketin bu denli art arda turnuva oynayarak yine yanlış yaptığını düşünüyorum…Çeşitli sakatlıklara açık olduğu kanıtlanan yaşlanan vücudunu zorlamayı sürdürüyor. Üstelik Caja Magica’nın süratlendirilmiş toprağı buna çok müsait. Göreceğiz.
Bugün önce Maria Sharapova’yı izledik. Bu kadın sanki tenis oynamıyor da etinden parçalar koparılıyor! Evet alışığız ama kariyer düştükçe çığlıkların desibeli artıyor galiba. Artık canhıraş hali aldı bu haykırışlar. Resmen insanı rahatsız ediyor. Peşpeşe iki Rumeni yenerken hiç zorlanmadı. Fitness salonlarında uzun zaman geçirmiş anlaşılan. Vucudu eskisine nazaran çok güçlenmiş.
Resmen teyit edilmediyse de en eski antrenörüne döndüğü söyleniyor…Florida’da Bollettieri Akademi’de eski bir ATP oyuncusu olan Hogstedt ile çalışmalarını sürdürmeye başlamıştı. Anlaşılan aşı tutacak. Bakalım ne süreyle? Şimdi karşısında Fransız Mladenovic var. Böyle maçlarda kanıtlar geleceğini.
Ardından Novak Djokovic’i izledik. Bu adam her nedense rakiplerinden çok daha ağır fikstürler çekiyor. Tüm kariyerinde bu böyle oldu. Karşılaştığı rakipler hep diğer ağır-abilerinkinden daha dişli oldu. Burada da ilk turda karşısına çıkan rakete bakın : Japon Nishikori!
Nole sakatlık molasından sonra anlaşılan forehand’ini daha açık (open-stance) hale getirmiş. Nereye vuracağı hiç belli olmuyor. Hele topu ortalarda yakaladığında rakibi her sefere yanlış yöne gitti.
Görüştüğüm yabancı yorumcuların çoğu Djokovic’in eski başarılarını tekrar etmesinin neredeyse imkansız olduğunu söylüyorlar. Yukarıdaki Nadal örneğinde olduğu gibi onlarla aynı kanıda değilim. Bu adamın savaşta bombalar altında geçirdiği çocukluktan da kaynaklandığını söyleyebileceğimiz inanılmaz bir iradesi ve hırsı var. İlk maçında karşılaşabileceği en zor rakiplerden biri olan Nishikori karşısında zevkle izlenen eski oyunundan görüntüler verdi. En zor durumlardan hücum ederek çıkabilen ikinci bir raket sayamayız. Epey çekişmeli geçen İlk seti kazanınca özgüveni yerine geldi ve ikinci sette daha rahat oynamaya başladı. Çekişme ve güzel tenis ikinci teniste de sürdü ve sonunda yine onun oldu (75, 64).
Muhakkak ki bu denli uzun süren bir sakatlıktan sonra yola tekrar koyulup zirveyi bulmak Djokovic için kolay olmayacak. Buradan itibaren önündeki yol fazlasıyla virajlı ve çatallı. Çatallarda yönlendirme de yok. Kendi yeteneğine kalmış nereye gideceği.
Turnuvanın ve tesisin sahibi eski Rumen Tenisci Ion Triac şimdilerde dünyanın en büyük yatırımcılarından biri. Bankaları var. İlginç fikirleriyle biliniyor. Buradaki kortların toprağı önceleri maviydi. Çoğu raket itiraz etti ve kırmızıya çevirttiler. Sonraları aynı adamlar ABD’de siyah-zemin üzerinde oynadılar! Halbuki bana göre güzel bir görüntü veriyordu mavi toprak.
Triac’ın buradaki diğer ilginçliği top-toplayıcıların “Galaxy S9”lar arasından seçilmiş olmasıydı! Buna da önce burun kıvrıldı. Ama artık hiç şikayetçi yok. Aksine gördüğünüz gibi pek yerinde bir görüntü veriyor. Güzele bakmak sevapmış !
Hoşkalınız.