Arama

Popüler aramalar

‘’Buna sürpriz denmez...‘’

Lüleburgaz, Dardanel derken İnegöl de kendine benzer bir sayfa açtı...Dünyanın her yerinde futbolda en çok sürpriz, kupa maçlarında yaşanır, biliyoruz. Çarpıcı sonuçların altında, birbirine benzer maç hikayeleri vardır. İsmi büyük olan takım, küçüğünü hırpalar-parçalar, ama kazanacağı golü bulamaz. Bu arada ismi küçük olan yapar bir afacanlık, kapıp kaçar galibiyeti...Dün böyle olmadı. Küçüğü, büyüğünü hem yendi hem de darmadağın etti. İnegölspor, İkinci Lig B Kategorisi’nde bir takım ise Beşiktaş’ın bu oyun profiliyle yeri Süper Lig mi olmalıydı? Doğrusu işin içinden çıkamadık.Koca Beşiktaş takımının rakibi karşısında topla en çok muhatap olan oyuncuları, stoperleriydi. Defalarca, çoğunda da zorlanarak kalelerine yönelen atakları sürekli savuşturmaya uğraşıyorlardı. Sanki 2 kişi kalmışlardı tüm takıma ait savunmayı yapacak. Sonunda pes ettiler, Toraman güzel bir asistle finale taşıdı bu ezikliği! Koray da aciz kalmıştı. Daha fazla dayanamayıp kendi kendini imha etti. Beşiktaş gole karşılık verecekti vermesine de, karşı kaleyi bulamadı bir türlü.Futbol sahasından çok bir termal tesisin havuzunu andıran sahada Siyah-Beyazlı beyzadelerin ayaklarına ağır gelmişti bu çamur. Yürüyemediler... Öyle ya, futbol oynamak için önce ayakta durmak lazımdı. Bu durumun aksine Tigana da bu sahada ne kadar yürüyemeyecek adam varsa, sürmüştü sahaya. Buna karşılık İnegöllüler hiç aldırış bile etmiyorlardı; karşılarında Sergen varmış, Kleberson hamle yapacakmış, Tümer ara pası atacakmış diye. Amatörce, ancak aslanlar gibi bir mücadeleyle bitirdiler Beşiktaş’ı. Kendilerine tarihi gelebilecek bir skorla ayrılırken sahadan Beşiktaş’ın bahtını da döndürdüler geriye.

15 Şubat 2006, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’‘İbrahim'siz ‘Akın'lar!‘’

Ailton-İbrahim Akın, İbrahim Akın-Ahmet Dursun ve buna benzer forvet eşleşmelerinde, Beşiktaş’ın rakiplerinin savunmaları her maç neredeyse, hiç bir müdahale görmeden orta alana kadar rahatça çıkıp oyun kurabiliyorlardı. Bu da; rakibi, ancak kendi sahasında karşılama zorunluluğunda bırakıyordu Siyah-Beyazlılar’ı...Gökhan Güleç ve Bobo ile başlayan rakip savunmayı rahatsız edecek pres, Diyarbakırlı defans oyuncularının kendi ceza alanları çevresinden öne çıkmalarına pek izin tanımadı...Sergen ve Tümer’in, karşı alanda fazla sayıda ve demarke durumda topla buluşup etkili olması da bu sebeptendir, Kleberson’un geçmişe nazaran pas yüzdesinin artması da...Genç Beşiktaş forveti, bir arkasındaki bölgeye geniş alanlar açmayı başarmıştır.Yine bu forvet yapısı aynı anda topsuz oyunun da, pozisyon üretimine ne denli kolaylıklar getirdiğini göstermiştir. Sergen’i dahi rakip savunma arkasına boş depar atmaya heveslendiren (ilk goldeki) pozisyon, Gökhan’ın sağ çizgiye deplasmanı ve tek top oynamayı benimsemesi yüzündendir...Diyarbakır karşısında 90 dakikanın genelinde, Tigana’nın dikkatle analiz etmesi gereken bölüm ise; İbrahim Akın’ı oyuna aldıktan sonra, geriye yaslanışa geçen takımının seyridir...İbrahim Akın, öğrenmemekte hâlâ direniyor. Top rakipteyken, yok... Araştırmacı yönü, sıfır... Sadece topla buluştuğunda, bireyselliği ile sonuç almaya uğraşıyor. Bu girişimlerin neticesi, yüzde 90 top kaybı, ardından da eli belinde seyir hali...Bundan sonra Tigana, yeni transferleri ile çift forvet düzeninde ısrar etmeye niyetliyken, İbrahim Akın’ı orta alanda denemeye alırsa, yine istediğini elde edemeyecektir...Gençlerin verdiği tatFutbolseverlerin gole doydukları bir haftada, bu oyunun en güzel meyvesinin tadı kadar, yavaş yavaş formayı sırtına geçiren genç filizlerin de kattığı bir lezzeti fark ettik. Galatasaray’da Ferhat, Beşiktaş’ta Gökhan Güleç ve Trabzonspor’da Ali Güzeldal temel eğitim sürecini en iyi değerlendirmiş oyuncular olarak göze çarptı. Galatasaray’da Ferhat-Aydın, Trabzon’da Ergin-Ali Güzeldal, saha içi işbirliği kıza zaman dilimlerine sıkışmış olsa da, arkası aynı okuldan olma bir diyaloğu, bir samimiyeti yansıtıyordu. Hani hep futboldaki homojenliği ve uyum sorununu konuşuruz ya, yönelmemiz gereken düşünceye ve yapmamız gereken yatırımlara adres verdi gibi geldi bize...

14 Şubat 2006, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ateşli ve kısmetli gençlik!‘’

Şimdiden iki yeni ateşli genç eklendi diye Siyah-Beyazlı ekibin tüm futbol çehresi değişti gibisinden hüküm verecek değilim. Ama Beşiktaş’ta yeni vizyona giren Bobo ve Gökhan isminden çok bir forvet düzeninin varlığını da gözardı etmek olanaksız. Atılan iki gole bakın. İkisi de boş alanda deplasman yapmanın eseri. Sergen ile Tümer’in neden bu kadar aktif olduğuna dikkat çekelim. Fovretiniz boş alanları kullanıp çapraz koşular yaparsa bu iki pas ustasının da dağıtımdaki alternatifi zenginleşir. Tigana’yı heyecenlarına ve gençliklerine aldırış etmeden iki yeni oyuncusunu direkt olarak 11’e soyundurduğu için kutlayalım. Ancak maç boyu Burhan ve Göksel’in amansızca saldırdığı takımının sol kanadını niye bu kadar gözardı ettiğini de eleştirelim. İbrahim Akın ve ona endeskli bir forvet düzenini ile Beşiktaş’ın ne denli zaman yitirdiğinin aşikar olduğu ortaya çıktı. Yeni santrforların takıma katılışından çok, İbrahim Akın ve Çağdaş’ın oynamamasıydı asıl sebep takım direncinin artmasında. Kleberson da geçmiş haftalardaki silik oyununun aksine takımı bölgesinde iyi koordine edince ve yine bu bölgede Ali Güneş’in olağanüstü performansı devreye girince Beşiktaş varolan açıklarını da kapamasını bildi. Üç yeni santrforun imzasıyla üç gollü bir galibiyet ve 19 yılın ardından bu deplasman kazancı tabii ki, anlamlı. Ama daha önemlisi Beşiktaş’ın daha çok savaşan, daha agresif ve savunmada daha kademeci bir düzene kavuşması.

11 Şubat 2006, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ses gelsin!‘’

Stratejik bölge oyuncuları söz konusu olduğunda ise; bu kez bir oyuncunun kötü performansı, tüm ekibi olumsuz etkileyebilir.Haftalardır son derece silik oyunu ile boy gösteriyor Beşiktaş’ın Brezilyalısı ve takımın en stratejik bölgesinde sorumluluk verilmiş bir oyuncu konumunda...Bilindiği gibi Siyah-Beyazlı ekibin savunması, geriden oyun kurma becerisinden yoksun. Tigana da, Kleberson’u hemen savunmanın önünde, oyunu biçimlendirme görevi ile sahaya bir nevi ‘santral oyuncu’ olarak sürüyor. Kesiciliği ile savunmayı rahatlatacak, güçlü tekniği ve oyunu geniş açıdan süzebilme yetenekleriyle de ofansif girişimlerin ilk komutunu verecek...Oysa takımın en az top çalanı ve en çok pas hatası yapanı Kleberson... Çünkü oldukça güçsüz, üstüne üstlük bir o kadar da gamsız...İbrahim Üzülmez oyuna dahil olmasa ve attığı şık golün ardından kazandığı moralle Ali Güneş’in mücadele performansı yükselmese, Gençlerbirliği ile korakor bir mücadeleyi, 90 dakika sürdürmesi çok güç olacaktı Kartal’ın...Tigana’nın, İbrahim Üzülmez’i kesecek kadar lüksü yok bu takımda. Bu söylediğim, Koray için de geçerli. İbrahim Toraman takıma döndüğünde, savunma; Mustafa Doğan-İbrahim Toraman tandemi ile oluşmalı, Kleberson’un yerine de o bölgede Koray görev almalıdır.Top rakipteyken zaten etliye-sütlüye hiç karışmayan Sergen, Tümer, İbrahim Akın gibi bir kurmay heyetinin varlığı söz konusu olduğundan, ilave bir ‘eli belde oyuncu’ savunma yükünün paylaşımında büyük zorluk getiriyor takıma...Jun kısa izlenimlere göre de olsa; çalışkan bir oyuncu ve paylaşmacı... Etkili bir forvet profili bulunmasa da, Beşiktaş’ın ileri ucunda ısrar edilmeli ve de tek forvet olarak... Arkası da Sergen, İbrahim Akın, Tümer ve yakında katılacak Ahmed Hassan dörtlüsünden, dönüşümlü bir ikili ile kurgulanmalı.Bu sayede Siyah-Beyazlı ekibin son derece kısıtlı hücum organizasyonları ile aşırı kırılgan takım savunması bir standart kazanabilir... Tigana’nın böyle bir orta yolu bulmak için fazla zorluk çekeceğini zannetmiyorum.Unutmadan Fransız hocaya nacizane bir öneriyle de yazıyı noktalayalım:“Sesini kısacak kadar çenesini yoruyorsa, ben ağzındaki kürdanla maçlara çıkmasın” derim.Neme lazım!..

07 Şubat 2006, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zorlama bir 3 puan‘’

Klasik bir hücum oyuncusunun bulunmadığı bu düzende 3 solaktan oluşan ofansif bir bloktu Beşiktaş’ınki ve doğrudan şahsi becerilere endeksli tuhaf bir denemeydi...Araları limoni Tümer ile Sergen’in dayanışma içerisinde olduklarına dair zorlamaları vardı. Bu ikili arasıra İbrahim Akın’ı da aralarına almaya uğraşıyorlardı da nafile. Ilımlı değildi İbrahim ve yine kendine has düşeş bir fırsat arıyordu her zamanki gibi. Ali Güneş golden sorumlu solakların eşref saatini beklemeden vurdu. Ömer öndeydi ve gecenin futbol adına en güzel karesi bu gol oluyordu. Gençlerbirliği, Beşiktaş’ın temposuzluğundan ve Kleberson’un başı çektiği çok top kaybı zaafından ilk yarıda neredeyse hiç yararlanamadı. Üstelik maç boyu sahiplendikleri taktik faullerin bu kez yararlarını değil zararlarını gördüler. İkinci yarı ile birlikte nispeten rakibi bozmayı değil, oyunda yapılanmayı tercih ettiler. Beraberliğin ardından Tigana’nın hamlesi geldi bu kez. Beşiktaş’ın yeni transferi Jun siftah yaptı. Kısa süre sonra da İbrahim Üzülmez-İsmet Arzuman’ın ortaklaşa zorladığı pozisyonda kazanılan penaltı yeniden Beşiktaş’ı öne geçirdi. Koray’ın savunmadaki hamle üstünlükleri 90 dakika içinde Siyah-Beyazlı ekibe katkı sağlayan en önemli etkendi. İbrahim Üzülmez’in eklediği dinamizm de işe yaradı. Beşiktaş kötü, Gençlerbirliği ondan daha kötü bir izlenim bıraktı futbol adına. Ve fukara gecenin kârı kağıt üzerinde Beşiktaş’ın kazandığı 3 puan oldu...

05 Şubat 2006, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Herşey göründüğü gibi değildir‘’

İkinci yarıda bulduğu üç gole zerre kadar aldırış etmeden bu takımın yine hiçbir hücum planının olmadığını öne çıkarırım. Kleberson’un nasıl futbolu unuttuğunu kafama takarım. Cordoba’nın kıl dönmelerinin ne zaman son bulacağını merak ederim. Mehmet Sedef’in savunma yönünün yetersiz olduğu farkedildiği halde İbrahim Üzülmez gibi savunmanın solunda oynayacak savaşçı bir kimliğin niye takımdan kesildiğini anlamakta zorluk çekerim. Siyah-Beyazlı savunma oyuncularının niye her pozisyonda hep rakiplerinin üstüne ağaca çıkar gibi çıktığını düşünür, Samsun gibi gücünden çok şey yitirmiş bir ekibin ilk yarı girdiği gol pozisyonları öncesinde verilen defans açıkları yüzünden kafayı yerim.Nihayetinde Sergen varsa varolan, yoksa da yok olan bir takımın teknik patronu ve yöneticileri olarak dün geceye sevineceğime düştüğüm bu duruma için için sızlanır dururum. Üç farklı kazanılmış bir maçın yorumu bu mu olur sorularını da ‘bugün bugünse yarın da yarındır’ karşılığı ile geçiştiririm.

02 Şubat 2006, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fulya yokuşu!‘’

İsmail Ünal gibi, Beşiktaşlılığı’na toz kondurtmayacak bir şahsiyet, Siyah-Beyazlı kulübün geleceğine ışık tutacak bir projeyi, küçük detaylar yüzünden niye engellemeye çalışır ki?Yıldırım Demirören, her fırsatta, Beşiktaş Belediyesi’nce yola taş koymayı medya aracılığı ile şikayet konusu yapadursun, diğer yanda kimse İsmail Ünal direnişinin altında, teknik uygunsuzluk gerekçesine inanmıyor...Beşiktaş’a ait geniş çevrede yaygın kanaat şu: 2000 yılında işbaşı yapan Bilgili Yönetimi’nin tek yumruk dava arkadaşlarının daha sonra kendi aralarında kamplaşması ve şahsi husumetlerin hala tüm hızıyla devam ettiği...Gerçekten de bu şahsi hesaplaşmalar, sözkonusu Beşiktaş’ın menfaatleri öne çıktığında, kinini sürdürür mü, yoksa başka nedenler de mi aramak gerekir?Yıldırım Demirören başkanlığındaki yönetimin icraatları ile bugün darboğaza sürüklendiği gözlenen Beşiktaş’ın mali tablosu, “Bu yönetime daha fazla kaynak aktarılmamalı” tezini, ortak görüş haline getirmiştir...Beşiktaş’ın iki yıldır süregelen transfer politikası, bu yönetimin parayı nasıl kullandığını açıkça ifade etmektedir... “Kulübün el değmemiş yeni kaynakları da Demirören iradesinde çar-çur edilirse, Beşiktaş’ın geleceği daha fazla ipotek altına girer” düşüncesi İsmail Ünal’a, geniş bir Beşiktaşlı kitle tarafından da tavsiye niteliğinde baskı olarak yansımaktadır...Ne belediye planlarına aykırılık ne de bir dönemin dava arkadaşlarının arasındaki şahsi hesaplaşmalar, ruhsatın önündeki gerçek engeldir...Beşiktaş’ın menfaatlerini, yönetim ayrı, yönetim dışındaki her bir grup ayrı yorumlamakta ve korumaya çabalamaktadır... Yönetim dışındaki genel Beşiktaş çevresinin buluştuğu ortak nokta; elden geldiğince şu an kendi içinde bile büyük sıkıntıları olan Demirören Yönetimi’ne, artık sınırsız tasarrufların tanınmaması görüşüdür...

31 Ocak 2006, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çek bi santrfor!‘’

Tigana, Veysel’i hiç benimsemediği için Ailton-İbrahim Akın forvetine (Pardon! Rakip ceza alanında iki oyuncu bulundurma zorunluluğuna) göre oynatmaya çalışıyordu sözümona ekibini... Tüm kornerlerini santrforunun attığı garip bir takımı vardı ve top, belden yukarı kalktığında ileri ikilisinin özürlü bir durumu olduğu ortaya çıkıyordu. Böylesine çağın gerisindeki bir anlayışta Siyah-Beyazlı ekibin kenar oyuncuları, orta alanı geçmez olmuştu. Doğruydu da; geçseler, hatta çizgiye inip orta kesseler, ne işe yarayacaktı ki!Paşa paşa oynuyordu Beşiktaş topunu, Sergen’e dayalı bir doğaçlamanın içinde...Şimdi Kartal bir santrfor transfer ettiğine göre, acaba Tigana sisteminde değişiklik mi yapacak, yoksa Jun’un yumuşak başlılığından da faydalanılıp Sergen ve İbrahim Akın’a pasör olma çıraklığı mı verilecek?Tomas Jun, Fatih Tekke’nin oynamadığı maçlarda bile yüzde 100 egemen olduğu ceza alanına giremedi Trabzon’da... Bu durum bir yönüyle Beşiktaş’taki saha içi hiyerarşisine çok benziyor. Zira bu işleyişe benzer bir ortamdan Ailton gibi bir ‘son vuruş uzmanı’ kaçtı. O yüzden Tomas Jun’dan beklentilerin hangi sınırlarda kalacağını tahmin etmek zor değil.Trabzon’a Gol Kralı olarak gelen, ancak yarım sezonda golle hiç tanışmadan ayrılan Çek oyuncu, zannederim Sparta Prag’da Sergen gibi bir starın himayesine ve becerisine dayalı olarak Gol Kralı olmadı. Ne de olsa Çek Futbolu’nu biraz biliyoruz.Ama bilmediğimiz, daha doğrusu öğrenmek için bir tarafımızı yırttığımız halde hiç anlayamadığımız mevzu, Beşiktaş takımının ne oynadığı ile Beşiktaş’ın nasıl yönetildiği...

29 Ocak 2006, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI