‘’Uçurumun kenarından‘’
Beşiktaş takımının kırılgan yapısı, kendisine çok rahat götürdüğünü sandığı bir maçta bile sürpriz yapabiliyor. Dün akşam dikkate alınması gereken, saha koşullarıydı ve Ertuğrul Sağlam da takımını bu koşullara göre doğru tercihlendirmişti. Teknik kapasitesi güçlü oyuncuya ihtiyaç olmayacağı ortamda, Delgado bile sırıtıyordu. Cisse’nin dönüşüyle orta alana seçilen Ali Tandoğan ve Aydın tercihleri rakibe 80. dakikaya kadar pozisyon verilmemesinde pay sahibiydi. Ve Beşiktaş orta alanı daha agresif bir kimlik sergiledi. Gerekli goller de bulunmuştu. Ama futbol da rehavete hiç yer yok. Rakip 80 dakika kalenize organize bir biçimde hiç gelmese dahi, hata yapma lüksünüz yok. Hadi birinci gol neyse, ama ikinci gol de büyük bir savunma kusuru var.
Takımın en tecrübeli iki oyuncusu, topa çıkarken birbirini uyarmaz mı! Ve Beşiktaş’ın yediği golün iki dakika sonrasında bir tane daha yiyecek kadar, konsantre eksikliği taşıması normal midir! Neyse ki, son saniyelerde İbrahim Toraman, en azından hatasını telafi etmek adına rakip kalenin burnunun dibinde dolaştı da, takımına belki de şampiyonluk yarışına ‘dur’ diyebileceği bir anda attığı golle cansuyu oldu. Kötü saha koşullarında ilkonbirde ilk kez oynamasına rağmen, yeni transfer Gordon’u sakin tavırları ve doğru yer tutma özellikleriyle yararlı bir transfer olarak gördük.
Yunus Yıldırım da gördüğünü çalmaya gayret eden çabasıyla, olumlu bir görüntü çizdi.
‘’Hangi akla hizmet‘’
Cisse oynamayıp da, Beşiktaş yenilirse yangının çıkacağı belliydi. Çıktı da... Ama elektrik kontağından çıkan yangını, tüp patlaması olarak belirttik.
Neymiş? Koray Avcı’nın satılması büyük hataymış...
Koray devre sonunda sakatlanmıştı. Üç ay sahalardan uzak kalabileceği söylenmişti ve sözleşmesi de sezon sonunda bitiyordu. Nitekim Beşiktaş, Kayseri’de Cisse’siz bir 90 dakikaya çıktıktan 5 saat sonra Manisa, Galatasaray karşısındaydı. Yılmaz Vural’ın böylesi bir maçta Koray’ı oynatmayacak lüksü mü vardı? Kısaca, Koray Beşiktaş’ta kalsaydı bile, Kayseri’de olmayacaktı. Tıpkı, Serdar Kurtuluş’un yetişeceğinin umudu gibi... Koray’ın satılmasına öyle ya da böyle karar verilmişse, esas hata bu değil; o kararı verdikten sonra lig maratonunun zorluğunu gözeterek yerini bir başka oyuncuyla doldurmamaktır.
Zaten Beşiktaş’a yönelik hangi eleştiriyi yaparsak yapalım dönüp dolaşıp tek merkezde, tek tespitle bütünü aydınlatabiliriz. Bu kulüp idari ve teknik olarak ciddi yönetilmiyor. Kayserispor maçında sahadaki futbolcuların vurdumduymazlığı öne çıktı. Peki Ertuğrul Sağlam’ın böylesi zorlu bir deplasmanda Cisse’nin yerine Ricardinho’yu tercih etmesine diğer oyuncularının bakışı nasıl olabilirdi, hiç düşünen var mı?
Ya maç düdüğünün başlamasına ramak kala, Beşiktaş Başkanı’nın Mehmet Topuz’a 11 milyon Euro teklifini sunduğunu böbürlenerek teyit etmesine ne buyrulur?
Tabii ki oyuncular... Tello’nun sorumsuzluğu, İbrahim Kaş’ın devre biterken taç çizgisine yakın arkası dönük rakibine hiç gereği yokken yaptığı faul. Nereden bakarsanız bakın, toplayın çarpın, sonuç birimlerin işgüzarlığı.
Yeni transfer Gordon’u da Ankaraspor maçına sakladı herhalde Ertuğrul Sağlam. Ya da öncesinde her maç rakiplere birer asist yapan defans oyuncularının uyumunu bozar diye korktu! Oysa en azından Hırvat oyuncuya ilk 11’de stoperde yer verilip, İbrahim Kaş sağ beke çekilebilir, Ali Tandoğan da güçlü Kayseri orta alanına karşı savunmaya katkı olarak orta alanın sağında görevlendirilebilirdi. Sağlam, Ricardinho kartını çekti, Beşiktaş da ilk kez kaleye gidemeden paşa paşa bir 90 dakika seyretti. Sonuç olarak şunu söylememiz gerek; Ricardinho, Tello, Serdar Özkan, Delgado, Nobre ve Holosko kurgulu bir halka ile deplamanda Kayseri’ye karşı sonuç alacağını umması, Sağlam’ın teknik direktörlük notunu kolay kolay telafi edilmeyecek bir biçimde kırmıştır.
‘’Sert yapma!‘’
Rakip oyunda biraz sert yapınca, Beşiktaş’ın narinleri sahada buhar oluyor adeta. Oysa, futbolun içinde kavga da var, sertlikte. Beşiktaş çok efendice, kız kılıklı kalıyor böyle ortamlarda. Tabii bir de zemin var, mazeret gösterilebilecek.
Kartal’ın tek kavgacısı Cisse. O da oyunda yok. Ertuğrul Sağlam’ın yerine seçtiği adama bakar mısınız! Ricardinho. Maç bittiğinde formasının ütüsü bile bozulmadan gidiyor tünele.
İstatistikleri almadan bu notu düşüyorum ama bu kadar çok faul düdüğünün çalındığı başka bir maçı az hatırlıyorum. Türk savunmacıların kabalığı bir kez daha seriliyor gözlerimizin önüne.
Kafaya çıkmak değil onların ki, kafa göz yarmak adeta. Nitekim, Beşiktaşlı İbrahim, ilk yarının uzatma dakikaları gösterildikten sonra kaş yapayım derken, göz çıkarıyor ve cezalandırıyor takımını. Tıpkı Rize’de olduğu gibi.
İkinci yarıda top oynamaya niyetlenen Kayseri’de Cangele, tam Gökhan Zan’a havlu attıracakken, Kaf Dağı’ndan bir genelge ile kulübeye çekiliyor.
Beşiktaş kanadından bakıyoruz ikinci yarıya. Maalesef Tello bile eskisi gibi candan bakmıyor takımına. Delgado’nun sırrını söyleyeyim size; Ricardinho sahadayken asla.
Rakipler uyandı artık. Ortamı azıcık ger, biraz sert yap, süt dökmüş kediye çevirirsin Beşiktaş’ı.
Bir teknik direktör karakteri bu kadar mı yansır sahaya!
Sahi, ne kadar da şovelyeciydi, yeni transfer stoper Gordon’un 89.dakikada oyuna gol umudu olarak sokulması!
‘’Santrfor eksiği‘’
Daha bugünden konuşmak için, belki erken ama, Avrupa Şampiyonası’nda başarılı olabilecek en uygun orta alan, İsveç karşısında kurguladığımız olabilir... Oyunu iki yönlü oynayabilecek, takım savunmasını zaafa uğratmayacak, tecrübe birikimi en yüksek tercihlerdi Terim’in ki.
Hücumu çift forvetli düşünmek de bizim için en uygun olan düzen... Ama sırtını dönük oynayabilecek bir forvet eksiği, bu doğru sistem ve güçlü orta alana sonuç aldırmada sıkıntı çıkarabilir... Tıpkı dün akşam, İsveç savunmasını aşmak için zorlandığımız gibi. Semih oynasaydı daha somut veriler elde edebilirdik belki. Yıldıray ve Emre, en azından fazladan dripliklere ihtiyaç duymazlar, onun duvar olma becerisinden daha fazla yararlanabilirlerdi. Bu tip özelliklere sahip olmasına rağmen, ikinci yarıda görev alan Mehmet Yıldız, amaca uygun oynayamadı.
En önemli zaafımız ise; savunmanın solunda gözüktü... Gökhan’ın da maç eksikliği etkendi. Volkan, bu ortamda en güven verici oyuncu olarak öne çıktı.
Grup maçlarını çok farklı 11’lerle geçiştirdiğimiz için, bugün, en önemli ihtiyacımız; kolektif oyundan uzağız. Terim’in bunu, oyuncu becerisine dayandırıp, daha fazla tercih değişikliği arayışında bulunmaması gerekir. En azından dün geceki 11, bir pivot santrfor ve bir de sol kenar eksiği haricinde devamlılığını sürdürmelidir.
‘’4-3-3 seneye‘’
Ertuğrul Sağlam’ın reformcu bir teknik direktör olarak öne çıkma heyecanını anlayabiliyoruz. Ancak futbolda kurulum, öyle çok aceleye getirilecek bir iş değil. Hele ki Beşiktaş ‘Ben şampiyonluk yolunda ciddi bir adayım’ diyorsa, bunu iddialı yenilikler içeren, hatta zaman zaman fantezilere yer açan bir anlayışa teslim edemez.
Bizim ülkenin gerçekleri biraz farklı. Sağlam’a idealleri için önce bir unvan gerekiyor. Beşiktaş şampiyon olursa, Sağlam bu unvanı kazanacak. Yoksa kimse onu, 4-3-3 oynattı ama kaybetti diye alkışlamayacak.
Kasımpaşa maçında İbrahim Üzülmez’in stoperlerden biri olarak seçildiği üçlü savunma nasıl ki hiçbir futbol gerçeğine ait bir düzen değilse, Tello ve Delgado’nun oynamayacağı bir maçta üçlü forvetin servis alabileceği düşüncesi de ayağı yerebasmaz bir öngörü idi. Müşterinin bol olduğu restaurantta garson eksikliği gibisinden... Kaldı ki Delgado’nun forma giydiği oyunlarda Holosko-Bobo-Nobre forvetinin de hangi maç olursa olsun, Beşiktaş’ın bu yapısında risk taşıdığı gerçeği de var.
Bir diğer açıdan bakacak olursak da, Sağlam’ın Bobo’yu aşırı şımarttığının artık farkına varması gerektiğini söyleyebiliriz. Formsuz oyuncuların kamp söyleşilerinde terapi edilmesi çok da sonuç vermeyen bir metoddur. Her şartta kredisinin bol olduğuna kendisine inandırmış oyuncuların aklını başına kulübe getirir. Bir teknik direktör çalışanlarına karşı sistemden önce verimden ve görevden sorumlu adalet bakanı olmakla rüştünü ve otoritesini ispatlar. O yüzden ligdeki en kritik Kayseri sınavının öncesine denk gelen Rize maçındaki veriler, Ertuğrul Sağlam’a bu lig maratonunun sonuna kadar yaşayabileceği olumsuzlukların ipuçlarını da mesajlamıştır. Ders alınacak başka bir fırsat belki de artık olmayacak. O yüzden Ertuğrul Sağlam’a idealleri ve 4-3-3’ü başka bahara ertelemesi naçizane uyarılarımızdandır.
‘’Sağlam'ın inadı‘’
Beşiktaş’ın özellikle de ofansif anlamda, az-çok ezberine aldığı bir düzeni varsa, bunun en baştaki pay sahipleri; Tello ve Delgado... Peki, onların oynamadığı bir maçta, hem de bir deplasman oyununda Ertuğrul Sağlam 3’lü forvetinin etkin olabileceğini nasıl düşünür?.. Çok gereksiz bir düzendi Beşiktaş teknik direktörünün seçtiği.
Erdoğan Arıca da Beşiktaş’ın forvetini, adam adama kitleyince Siyah-Beyazlılar’ın oyunundaki etkisizlikte kaçınılmaz oldu. Ricardinho, çalışkanlığına rağmen, yeterince kaynak olamadı... Topla çok oynadı ancak adam eksilten ve savunmanın arkasına sarkan servislerde yoktu. Sadece Serdar Özkan’la geliştirilen ataklarda, Beşiktaş, rakip kaleye inebildi ama bu ataklar da Bobo’nun gamsızlığına takıldı. 70. dakikada asıl maça başlaması gereken bir düzene ancak geçti Siyah-Beyazlılar... Bobo, nihayet kulübeye alınabildi. Ama, hemen akabinde yine savunma elbirliğiyle evlere şenlik bir gol yedi. İbrahim Kaş’ın büyük hatası kadar, Gökhan gibi tecrübeli sayabileceğimiz bir oyuncunun da önemli yanlışı, bir öncesinde pay sahibiydi Rize’nin golünde. Beşiktaş, beklemediği golü yedikten sonra da motivasyon olarak geri düştü. Maçın sertleşmesinden daha çok etkilenen taraf da Siyah-Beyazlılar oldu. Cisse ve Serdar Özkan’ın dışında, görevini yapan oyuncu hemen hemen yok gibiydi.
Rize, özellikle de savunmadaki başarılı oyunuyla gözdoldurdu. Ertuğrul Sağlam, Erdoğan Arıca tarafından kilitlenen takımına çözüm getirememesi düşündürücüydü... Aslında bu maçı kazanamayacağı, karşılaşmadan önce soyunma odasındaki seçimlerinde saklıydı. Bu sezon, Rize karşısındaki kazanamama sendromu da devam etmiş oldu.
‘’Fenerbahçe avans mı verdi?‘’
Son üç maçını da izledikten sonra ister istemez Fenerbahçe’nin diğer yarışmacılara bugüne dek avans verdiği gibi bir izlenim çıkıyor ortaya.
‘Gaziantep onu oynatmadı, Sivas buna önlem almadı’ diye geçiştirilecek cinsten değil son maçlardaki bu performans. Her dönemin yıldızlar topluluğu, geleneksel varyemez ve lakayıt kimliğinden çok uzaklarda artık. Aksine her türlü koşulları ile lale devrini yaşarken anormal bir disiplin sahibi olma başarısını sergiliyorlar. Kalite ile rakibi dövmek onların yaptıkları... Galatasaraylı ve Beşiktaşlı oyuncuların üç çalım, dört pasta anca yababildiklerini tek işlemde becerebilme durumu, kısaca menüsü en hızlı en fonksiyonel takım yazılımına sahipler.
Brezilyalı fazlalığını hiç bir Avrupalı yönetmek istemez. Fenerbahçe galiba bu batı inanışına küçük bir farklılık ekleyerek durumu değiştirdi.
Brezilyalılar’ı Brezilyalı yönetirse, keder yerini keyife bırakır gibisinden.
Son cümlemi belki abartılı bulanlar olacak, ancak 2008 Fenerbahçe’sinin ezberi ve klası 2000’deki Avrupa Şampiyonu Galatasaray’ı da sollamış durumda.
Savunma bir düzendir
Ben iki yıldır Beşiktaş defansına kaliteli bir stoper gerekir diye direttikçe her karşılaştığımızda İbrahim Toraman’ın saygı çerçevesindeki sitemlerine muhattap olurum. ‘Abi bizim ne eksiğimiz var’ diye...
Bireysel anlamda ‘Ne İbrahim Toraman’ı ne de Gökhan’ı eksiği var’ diye nitelendiriyorum. Hatta fazlalıklarının olduğunu bile iddia edebilirim. Önemli olan eksik ya da yetersiz gibi gözükeni saklama, fazla tarafları öne çıkarma meselesi, yani düzen işi. Sorun İbrahim Toraman ile diğerlerinde olmadığı gibi güncel de değil, kalıtsal bir durum bu. Zira bu ülkede ‘30 yıldır doğru düzgün savunma oyuncusu yetişmiyor’ diyoruz. Aslında Toraman ve Gökhan Zan örneğinde olduğu gibi yetişiyor yetişmesine de, bir araya geldiklerinde ayrı durmaları engellenemiyor. Oysa savunma denilen şey, bir bütünün tek, bir tekin bütün olması sanatıdır.
Orta alan, forvet ya da kenar oyuncularının işi nispeten kolay, onlar oynadıkça pratikte de kendilerini geliştirebilirler. Savunmalar öyle değil, yazılıp oynanması lazım, yani biraz teori gerekiyor.
Eğitimini ıskaladık, teknik direktör çabalarının yetmediğini de rahatlıkla görüyoruz. O zaman en yakın çözümün bir bilenle oynamak ve olgunlaşmaktan geçtiğini söyledik defalarca. Servet’in Song ile oynamaya başlamasından sonra değişen performansı son noktadaki en iyi örnek.
Eğer Beşiktaş bugün hâlâ gevelemekten öteye geçemediği savunma oyuncusu transferini 1.5 yıl önce doğru bir kalitede yakalamış olsaydı, İbrahim Toraman veya Gökhan Zan kimlikleri ‘Ülkede savunma oyuncusu yetişmiyor’ tezini de rafa kaldırabilirdi.
‘’Harika Cisse‘’
Beşiktaş iddialı olduğu lig yarışını istediği gibi bitirebilir ancak bugünden belli olan tek gerçeği, bu savunma anlayışı ile ligin sonuna kadar sancılı bir yolculuk yapacağıdır. Gaziantep son 5 günde yediği 7 golün üstüne aklını başına toplamış aslan yürekli bir mücadeleye girmişti girmesine de, Beşiktaş sahaya defansında yine bir el bombası ile çıkmıştı. Baki 20. dakikada yenen golün öncesinde de hem de bir kaç kez tehlike sinyalleri vermişti ve Siyah-Beyazlılar yine bir maça geriden başlamak zorunda kalmıştı. Üstelik dün gece Tello ve Delgado gibi son haftaların en etkili isimleri de suskundu. Kalabalık Gaziantep orta alanı ancak geriden forvete çıkan uzun toplarla aşılmaya çalışıldı. Holosko, Nobre ve Bobo da yakın markajda yüzlerini dönemeyince bilinen ofansif üretim sağlanamadı. Bireysel bazda Nobre’nin çalışkanlığı yine işe yaradı. Holosko’nun ikinci yarıdaki araştırıcılığını da buna eklememiz gerek ama Beşiktaş’ın sahada en yararlı ve üretken ismi Cisse oldu. Hem soğuk kanlı bir şekilde kaydettiği beraberlik sayısı hem de ikinci goldeki önemli payı ile bir savunma oyunucusu sıfatına rağmen takımının öne çıkan en ofansif aktörüydü. Ertuğrul Sağlam kadrosunda belki alternatif oyuncu sıkıntısı çekiyor olabilir ama buna rağmen müdahalede geç kaldığı orta alana daha önceden bir formül bulabilirdi. Cüneyt Çakır bu kez fazla düdük çalarak alıştığımız yönetim tarzının biraz gerisinde kaldı.