Arama

Popüler aramalar

‘’Bordeaux maçı umut dolu ama!‘’

Sezonun final bölümüne girildiğinde yapılan teknik adam değişikliklerinin takımlar üzerindeki etkileri tecrübeyle sabittir: 10 girişimden 7’sinde takımlar daha geriye gider, 2’sinde yerinde sayar, sadece 1’inde ilerleme kaydedilir. O nedenle Bülent Korkmaz’ın bu sezon başarma şansı yüzde 10 gibi gözüküyor. Taraftarları bunun ötesinde bir beklentiye sokmak da, biraz hayal tacirliği sanki!

Amaaa...
Değişim gerçekleştikten sonraki ilk sınavda o takımda bir canlanma gözlenir. Bu bazen sadece skora yansıma, bazen ise mücadele düzeyinin artması şeklinde olabilir. Ondan sonra çoğunlukla ‘eski tas eski hamam’a doğru hızlı bir dönüş yaşanır. Bunun için, bugünkü Bordeaux maçından umutlu olmak hayalcilik sayılmayabilir. Ancak ‘Bizim çocuk cengaverdir’ tarzı söylemlerle ‘yine’ üst düzey beklentiye sokulanlar dikkat, beklenti ne kadar büyük olursa, hayal kırıklığı da o oranda yaşanır!

Amaaa...
Şu da bir başka gerçek; Galatasaray ‘futbol olarak’ dibe vurmamıştır, son aldığı sonuçlar kötüdür! Korkmaz’ın göreve gelirken, benzer pozisyondaki meslektaşlarına göre böyle bir şansı ve ayrıcalığı söz konusudur. Elinde, ‘sakatlıkların izin verdiği ölçüde’ işleyebileceği ‘yeterli’ sayılabilecek bir kadro bulunmaktadır!

Amaaa...
Söylendiği gibi Skibbe takımı yeterince çalıştırmamışsa, bu saatten sonra Korkmaz ne yapabilir? Yok eğer bundan sonra çıkıp da aslanlar gibi savaşırsa bu futbolcular, o zaman takımı sabote edenler üzerinde durmak gerekir!

Amaaa...
Otorite boşluğunun olduğu da çok yazılıp, söylendi. Peki Skibbe’nin yanına monte edilen yönetimin gözü-kulağı uyudu mu? Ya geçen sezon Kalli’den sonra bu takımı şampiyon yapan teknik ekip! Ya ‘sihirbaz abiler!’ Ya Florya’da yatıp kalkan Futbol AŞ Genel Müdürü ve futbol şube sorumluları! Ya futbolcuların ‘Başkan’ demeyip ‘Abi’ diye hitap ettiği Adnan Polat! Gel de çık işin içinden bakalım.

Amaaa...
Bu sanki büyük bir planın parçası gibi! Sıranın Sezgin ve Polat’a gelebilmesi için, ilk hedefteki ismin bertaraf edilmesi gerekiyordu. Eeee, teknik adam kalkanı düştü yönetimin. Bundan sonra elinde futbolu emanet ettikleri kaldı. Skibbe gönderilince işler daha da karışacak sanki! Taraftar da tam kıvamına getirilmişken üstelik!

26 Şubat 2009, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Özgener istifa‘’

Sayın Mahmut Özgener’in, başkanı olduğu ülke federasyonunun bir üyesinin ‘her açıdan hayati önem taşıyan’ Avrupa kupası mücadelesini izlememesi tabii ki bazı özel durumlarda hoşgörülebilir. Bu, Türkiye’nin Avrupa’daki tek temsilcinin sınavı olsa bile üstelik! Ama çok önemli bir sağlık sorunu olabilir... Çok üst düzey bir şahsiyetin ‘davetine icabet göstermek’ gerekebilir... Elektrik kesilmiştir ya da! O zaman başka...
Ama ortada bu ve benzeri hiçbir neden yoksa... Olmadığı gibi aynı saatlerde bir ‘hoppidi hoppidi’ davetine katılmayı tercih etmişse o federasyon başkanı...
Bordeaux-Galatasaray maçını izlemediyse bu yüzden, bunun özrü olmaz.
Hele hele, “Söz konusu davette ‘aşırı alkol’ alan konuklardan birinin, başkan Özgener’e ‘Maçı seyretmiyor musunuz?’ diye monologda bulunduğu, ancak başkan Özgener’in kendisine herhangi bir cevap vermediği, ‘Ne Galatasaray’ı yaaa!’ şeklinde bir ifadesi kesinlikle olmamıştır” gibisinden bir ‘çırpınış’ açıklaması yapılırsa, buna dense dense, ‘özrü kabahatinden büyük’ denir.
O anda, ‘geçerli bir neden olmaksızın’ o UEFA Kupası maçının seyredilmemesi, ‘Ne Galatasaray’ı ya...’dan da öte, ‘Bana ne Galatasaray’dan, inşallah elenirler’ anlamı taşımaktadır başlı başına... Ayrıca diyaloğa da gerek yoktur! O maçı izlemeyen bir futbol federasyonu başkanının da, o koltukta bir saniye bile oturmaya hakkı olmamalıdır.

Bordeaux deplasmanında elde edilen golsüz beraberlik, temkinli karşılandı. Doğrudur, hayatta her şeyin daha iyisi vardır çünkü... Beraber olduğun sevgilinden daha çekicisi, aynen senden daha yakışıklı erkeklerin olabileceği gibi... Başını soktuğun 2 oda 1 salon daireden, içinde at koşturabileceğin büyüklükte ve lükste bir köşk gibi... 0-0 yerine, 1-1, 2-2’lik beraberlikler, hatta Galatasaray’ın 1-0, 2-0, 3-0 galibiyeti gibi... Bakın, bunların tümünün de daha iyisi var ama... Sorun da burada zaten...
Bırakın deplasmanda elde ettiğiniz golsüz beraberliği, eğer siz sahada adam gibi mücadele etmez ve savaşmazsanız rövanşta, 1-0, 2-0 hatta 5-0 kazansanız da o skor risklidir! Zaten Galatasaray, Ali Sami Yen Stadı’nda, belki de son yıllarda ilk kez yeniden tribünleri hınca hınç dolduracak taraftarının desteği ile Bordeaux’yu rahatça yenemezse, elensin gitsin!

21 Şubat 2009, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Florya'yı basın' çağrısı!‘’

Galatasaray Antalya’da yenildi, dünya yıkıldı! Öyle hava yaratıldı ki, sanki Sarı-Kırmızılılar kazanacak kadar oynamadı. Girilen onca gol pozisyonu, karşı karşıya kaçırılanlar görmezden gelindi!
Milli sınavlar, iki kupa ve lig maçları nedeniyle ‘bıkkın’ hale gelen oyuncuların durumu ‘es geçildi.’ Sakatlar keza öyle... Daha 14. dakikada, rakibinin direncini kıracak, oyun anlayışını daha fazla risk üzerine kurduracak Baros’un Ömer tarafından düşürülmesine çalınmayan penaltı mı, öyle bir şey mi oldu canım! Olmuşsa bile, ‘Baros da hep kendini yere atmasaydı, hakem yine öyle sandı!’ Hakemlerin ‘öyle sanmalarına’ kaldıysa çalınacak düdükler, durumun nerelere varacağını aynı maçta görmedik sanki, önce çıkan ikinci sarı kart, sonra... Sonrası ‘kurallar diyor ki...’ İyi ki de öyle oldu ve bir futbol emekçisinin hakkı yenmedi hiç değilse. Baros’un hakkı mı, geçiniz!

Şampiyonlar Ligi’ne kalamadı Galatasaray, tarih 27 Ağustos’tu, eleştiri üstüne eleştiri. Bugün 16 Şubat! Aradan 6 ay geçti hâlâ aynı terane, nasıl bir kinse bu! Sanki bugün başka bir takım Avrupa’da mücadele ediyormuş gibi! Bunun hiç önemi yok! Şimdi de pusuda Bordeaux’ya elenmesini bekliyorlar, adım gibi eminim!
Kupadan elendiler, saldırdılar. Kime, futboluna övgüler yağdırdıkları Sivasspor’a. Nasıl ve hangi şartlarda elenildiği unutuldu bile!

Ligde şampiyonluk şansı da uçtu onlara göre. Fenerbahçe 7-0’lık galibiyetin ardından henüz Galatasaray’ın puanına ulaştı, ama olsun. Onların şansı hep vardır, olmalıdır! ‘Bu ne yaman çelişki’, demeyin. Çelişki yok! Sonuçta Galatasaray bugün kötü sonuçlar alıyor, ama ya Kewell, Lincoln, Hakan Balta, Hasan Şaş, Uğur Uçar vs geri döndüğünde, taşlar yerli yerine oturduğunda n’olacak? Bunun telaşındalar şimdi ve onun için Galatasaray’ı yıkmak için ‘psikolojik’ saldırılar hiç durmuyor. Gerek malum kulübün milisleri... Gerekse ‘tarafsızlık’ kisvesi altında malı götürüp, başarı geldiğinde ‘kapalı kapılar arkasında Sarı-Kırmızı çekerek bugün eleştirdiklerine yaltaklananlar’ her fırsatı değerlendiriyor! İstiyorlar ki, Galatasaray’ın en güçlü kalesi de düşsün, taraftarı yüz çevirsin takımına! O nedenle, bir anlamda ‘Florya’yı basın’ çağrısı yapıyorlar çaktırmadan! Siz onlara kulak asmayın! Çünkü bu alemde ne söylenmedik söz kaldı, ne de yalanmadık tükürük!

17 Şubat 2009, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Adnan Polat'tan Başkan Polat'a‘’

Galatasaray Başkanı Adnan Polat’ın Divan’da yaptığı konuşma 10 numaraydı. İki konudaki vurgusu çok önemliydi. İlkinde, hakemlerden kendi kulübü adına ayrıcalıklı değil, rakipleri için de hakkaniyet ölçülerinde bir yönetim göstermesini istemesiydi. İkincisi ise, Federasyon ve kurullarına ‘ya düzeltirsiniz ya da gidersiniz’ mesajıydı. Bu bölüm ilk bakışta sert gibi gözükse de, daha önceleri tüm uzlaşma/diyalog yollarını denediği ve uyarma görevini yaptığı için haksız sayılamaz. Sayın Polat, bu duruşuyla Başkan Polat olma yolunda dev bir adım daha atmıştır.

Hakemlerin sorunu formsuzluk değil aslında... Temel sorun, birilerinin her zaman olduğu gibi kendine yontmak için dillendirdiği ‘Hakem futbol oynamış olmalı’ söyleminden de kaynaklanmıyor. Tam tersi, psikolojiden bihaber olmaları sonucunda bunlar geliyor futbolumuzun başına. Elinde adeta ‘satırla’ yatağa giren, rüyalarını bile önüne geleni doğrama sahnelerinin süslediği, hoşgörüden yoksun, bu çarpık düzenin hep kazandırdığı insanlara ‘her konuda’ bilirkişi rolü verilmesinin sancıları biraz da bunlar. Ve öylesine sardılar ki her yanımızı, kafamızı ne yana döndürsek onlarla karşılaşıyoruz. Pek çok alanda olduğun gibi, burada da müthiş bir yanlış yönlendirme/bilgilendirme ile karşı karşıya toplumumuz.

Öncelikli olarak eğiticilerin/yöneticilerin kendilerini geliştirmesi, olmazsa da bizim onları değiştirmemiz gerekiyor. Tepeden aşağıya doğru süratle sirayet eden ‘bu darbe dönemlerini çağrıştıran’ hoşgörüsüzlük ortamı ve güce boyun eğme/tapınma/onu kötü kullanma anlayışından sıyrılmak için, futbolla ilgili her birim ve birey üzerine düşeni yapmalı.

Daha önceki yazılarımda da sık sık belirtmeye çalıştım. İnsanlar maçlarda ve televizyon başında ‘Bakalım hakem bu kez ne gibi densizlikler yapacak’ merakıyla bulunmazlar. Üstelik nereden bulaştı bu ön plana çıkma hastalığı, onu da anlamak ve kabul etmek olanaklı değil. ‘90 dakikayı 22 futbolcuyla tamamlayabilen hakem iyi hakemdir’den, ‘kim daha çok adam atarsa, o iyidir’ anlayışına gelindi! Hani bizde ‘vur deyince öldürmek’ diye bir tabir vardır ya, bunca uyarıdan sonra saha içindeki futbol katillerine hoşgörü gösterilmez umarım!

12 Şubat 2009, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Lincoln'ü atan zihniyet!‘’

Siz hakemlerin beynini seminerlerde olsun, futbol programlarında olsun ‘Bu oyunun ana unsuru sizlersiniz’ diye yıkarsanız, onlar da osuruktan nem kapar hale gelir böyle! Bir gün çıkar yardımcının biri üzerime su sıçrattı diye artırır futbolcuyu, bir başka gün hakem ‘kaşının üstünde gözün var’ diye bir punduna getirip gıcık olduğuna yallah dışarı! Fasulye gibi kendini nimetten sayma olayı var ya, oraya doğru hızla gidiyoruz, hadi hayırlısı! Bir top toplayıcının, “Hakem amca, bu abi bana ‘bonitinho’ dedi” şikayeti ile Alex’in hem de Saracoğlu’ndaki hayati bir maçta atılacağı günü dört gözle bekliyorum şimdi!

Artık 11’e 11 futbol maçı izlemek haram oldu. Yıldız futbolcuları ise ancak ayda bir kez, o da beyefendilerin izin verdiği süre kadar izleyeceğiz anlaşılan! Kendilerinden başka ‘yıldız’ görmeye tahammülleri yok çünkü saha ve ekran ağalarının! On binlerce biletin, milyonlarca decoderın parasını, onların mastürbasyonunu izlemek için vermemiz isteniyor bizden yani!

İşin acı yanı, neredeyse hiçbir hakemin derdi güzel bir 90 dakikaya yardım etmek değil. Tamam, art niyetli değiller belki ama, aman birilerinin diline düşmeyim de, gerisinden bana ne havasında oldukları da aşikar! Kuralları ve yorumları herkes kendine yontuyor. Ne kadar kabadayı ve ‘futbol katili’ olurlarsa, o kadar delikanlı sayılıp prim kazanıyorlar. Örnekleri de zaten her akşam ekranlarda, belli ki onlara özeniyorlar!

Yakında Futbol Federasyonu basın toplantısı düzenleyip şöyle bir açıklama yaparsa şaşırmayın: “B Klasman hakemlerinden Erman Çakar, yıllık 2 milyon Euro karşılığında 3 yıllık sözleşme ile A Klasmana transfer edilmiştir. Kendisine ayrıca, emekliliğinde aynı maddi şartlara ilaveten yıllık 5 milyon Euro da prim ödenmesi karşılığında, TV’de yorumcu olarak hakemlere sallama garantisi verilmiştir. Maç başına 2 ikinci sarı karttan, 1 de direkt kırmızıdan olmak üzere 3 oyuncu atma ortalamasına sahip Erman Çakar, aynı zamanda maç başına 9 sarı kart gösteriyor. Hakemimiz, saha içinde 8 futbolcuya ‘Ne diyorsun lan sen dümbük’ çıkışıyla bu alanda da maç başı rekorunu elinden bulundurmaktadır! Ayşe Teyze ile de çok yakın bir ilişkisi vardır!”
Gidişat bu yönde... Birilerinin haberi olsun, birileri ise ayağını denk alsın!

09 Şubat 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Açıklayın!‘’

Her kafadan bir ses çıkıyor. Yok efendim Skibbe iyi çalıştırmıyormuş... Ya da sağlık ekibi bu işi bilmiyormuş... Sahada alınan bunca darbe karşısında bunlar çok doğalmış... Mış da, mış... Sağlık ekibinden teknik adamına, futboldan sorumlu yöneticisinden sakat oyunculara kadar herkesin katılımıyla bir basın toplantısı düzenlenir. Bu konu da açıklığa kavuşur. Nasıl bir vurdumduymazlıktır, nasıl bir yöneticilik anlayışıdır, anlaşılır gibi değil...

20 futbolcu aynı anda sakat olur mu?

Ortada yaşanan vahim bir durum söz konusu oysa... Bakın, bu tablo sadece üç gün öncesine ait, tam 20 futbolcunun bir şekilde arızası var! Ve benzer görüntü, Florya’da uzun süredir yaşanıyor:
Sağ ayak bileğine darbe alan Baros (1) antrenmana ancak kontrollü katılabildi...
Şikayetleri azalan Linderoth (2), Servet (3) ve Ferdi (4) lütfetti...
Sağ baldırına darbe alan Nonda (5) tedavide...
Semih (6) sakatlıktan yeni çıkmış ayak bileğine aldığı darbe sonucu çalışmayı tamamlayamadı...
Grip Yaser’in (7) aynı zamanda sağ arka adalesinde sertleşme oluştu...
Ümit (8) sağ ayak baş parmağında oluşan hemotom nedeniyle yürüyüşte...
Aydın (9), Sabri (10) tedavi olmakta. Hasan (11), Uğur (12), Kewell (13) ve Lincoln (14) takımdan ayrı çalışır gibi yapıyorlar...
Sol uyluk arka adalesinde zorlanma oluşan Meira (15), sağ ayak tarak kemiğine darbe kaynaklı ödemi bulunan Mehmet Topal (16), sağ ayak tarak kemiğine darbe alan Hakan Balta (17) ve sağ ayak bileğine darbe alan Mehmet Güven (18) dinleniyor.
Dizine darbe alan Barış (19) hastanede...
Diz problemi sebebiyle kontrole giden Orkun da (20) Florya’da bulunmamakta!
Salt bu tablo bile bir açıklamayı gerektirmiyor mu? Daha ne bekliyorsunuz?

07 Şubat 2009, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray yalnız değil!‘’

Geçmişten bugüne Galatasaray, bu sezon ise Gaziantepspor, Beşiktaş, Trabzonspor ve Ankaraspor gibi takımlar göze hoş gelen, hücum ağırlıklı futbol düşüncesini uygulamaya çalışıyor çaplarınca. Trabzonspor’u bunlardan biraz ayırabiliriz belki. Çünkü Karadeniz temsilcisi gol için ‘genelde’ daha kısa yolu, yani uzun topları tercih ediyor. Diğerleri ise, hızlı ve bol paslı değişik varyasyonları izleme ayrıcalığını sunma eğilimindeler.
***
Fenerbahçe, Sivas, Eskişehir gibi takımlar ise, başka bir futbol oynuyor. Bu sağlamcı, oynama yerine önce oynatmamayı yeğleyen anlayışın kazançları da var mutlaka. Ama hep bir şey söylüyorum, Sivas gibi, Eskişehir gibi başarıya aç takımların bu yolu seçmesi anlayışla karşılanabilir belki. Ama Fenerbahçe gibi varlığı ‘şaşaa’ üzerine kurulu kulübün Saracoğlu’nda bile ‘kontratak’ futbolu oynar hale getirilmesi kabul edilebilir mi?
***
Tabii ki hangisini, niçin beğendiğiniz size kalmış bir şey. Ama bir yandan ‘skor yazarı değiliz, futbolun marka değirini korumalıyız’ diyerek ‘her fırsatta’ kendilerine paye kazandırmaya çalışanların, bir taraftan da ‘işine geldiği zamanlarda’ ‘üstü örtülü’ skor tapınmacılığı yapmasını da içimize sindirmemiz olanaklı değil!
***
Sevindirici bir gelişme, Galatasaray’ın yaşadığı uzun süreli sakatlık kabusunun sonunda ‘mükemmeliyetçi vasatlar’ tarafından da görülmeye başlanmasıdır! Sezon başından bu yana, ‘bu kadar sakatlığın üst üste geldiği bir takımda en kariyerli hoca bile bundan iyisini yapamazdı’ dediğim için adımı ‘Skibbe’ci’ye çıkartanlar bile oldu. Şimdi onlar da at gözlüklerini çıkartıp, gerçeği kabul ediyorlar.
***
Ülkemizde ne yazık ki, iyi ya da kötü bir şöhretin olduktan sonra sırtın yere gelmez! Ve tabii en önemlisi de aidiyet olayı. Etkili-yetkili bir gruba dahil olabilirsen, ‘yürü ya kulum’ derler adama... Eee, böyle adamlar olunca da, bunlara yer açma adına birilerinin ayağını da kaydırmak gerekiyor! Gerets ve Kalli’nin ardından, Skibbe konusuna da bu gözle bakıyorum ben. Orada yapayalnız, yıpratılmış, hatta geldiği günden bu yana kabul edilmemiş bir yabancı damat var! Bu düzen içinde sezon sonunda kalması olanaklı gözükmüyor! Bu nedenle Adnan Polat’ın, yerli bir hoca düşünülüyorsa, Gaziantep’le sözleşmesi de sona eriyorsa, sisteme uygun Nurullah Sağlam ismini masaya yatırması gerekir, tabii öncelikli alarak Galatasaray’ın çıkarı düşünülüyorsa ve bu kez arkasında ‘gerçekten’ durulacaksa!

05 Şubat 2009, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Skibbe kaybeder Uygun kazanır!‘’

Bırakın Skibbe’yi, dünyanın en kariyerli hocası da olsa, bunca sakatlığın üst üste geldiği bir dönemde (hem de aynı mevkiide) elinden bundan iyisi gelemezdi. Üç gün arayla aynı rakiple üst düzey iki maç oynayacaksın. İlkinde elinde sadece bir stoperin olacak (o da yedek kulübesinden gelme Emre Aşık), diğerinde tek santrfor olarak (Lincoln ve Kewell desteğinden yoksun) Milan Baros... İlkinde üstelik 10 kişi kalacaksın henüz ilk yarının sonunda... Düşünebiliyor musunuz olayın vehametini! Üstelik ne çabuk unutuldu bu takımın haftalarca orta sahasız mücadele ederek buralara geldiği. Üç kulvarda birden şansını sürdüren tek Türk takımı hâlâ, yetmiyor mu?
***
‘Galatasaray elindeki kadroya göre iyi futbol oynamıyor’muş. Skibbe’ye vuracaklar ya... İyi de, bunca sakatlığı ‘es’ mi geçeceğiz. Hadi öyle yaptık diyelim. Peki, neredeyse tüm maçlarına ideal kadrosuyla çıkan, yere göğe sığdırılamayan Sivasspor mest mi ediyor seyredenleri! Hangi ‘büyük maça’ ‘mutlak kazanma’ baskısı ve mecburiyeti ile çıkıyorlar, bu niye sorgulamıyor da mazlum edebiyatı yapılıyor sadece. Büyük maçlarda 8 kişi ile kapan, sıfır riskle oyna, ‘çalışılmış’ uzun toplar sonunda iki süratli adamla ‘dolduuur, mandalina Bodrum’vari gol arayışında bulun, oh, yetti de arttı bile. Neymiş, üç kuruşluk bütçeyle büyük işler başarılıyormuş. Kazın ayağı hiç de öyle değil, bu sistem Sivas’a ve Türk futboluna değil, sadece Bülent Uygun’a kazandırır!
***
Bir yanda oynamayı değil ‘salt kazanma adına’ boğuşmayı, bozmayı düşünen Uygun’un ‘yakalarsam muck muck’ modeli, diğer yanda zevk alıp veren, karşı takımı bile oynamaya zorlayan, sürekli golü düşünen, risk alan, Galatasaray’ın gelenekselleşen hücum futbolu anlayışı... Belli ki büyük olmanın bedelini ödüyor böyle maçlarda Galatasaray! Peki sormazlar mı adama, “Hangisini istiyorsunuz” diye.
Tabii ki Sivasspor ‘sonuç’ bakımından başarılı, tabii ki incelenmeli. Ama oyunun adı futbolsa, futbolun seyir zevki ortadaysa, marka değeri de dillerden düşürülmüyorsa... Eeee, o zaman Galatasaray’ı yendi’ diye, puan cetvelinde ‘şimdilik’ zirvede diye, Sivasspor’un eksilerini hiç mi gündeme getirmeyecek kimse? Yoksa Sivasspor’un, ligde Kayserispor’a takılmasını, kupada Galatasaray’a elenmesini mi bekliyor insanlar? ‘Cesur yüreklerin’ bugün yazdıklarını biliyoruz, yarınkileri ise merakla bekliyoruz!

31 Ocak 2009, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI