Arama

Popüler aramalar

‘’Organize yalan!‘’

Bir kadına ofsaytı anlatmak ne kadar zor ise...
İşte o kadar zordur futbolla uğraşmayana futbolun içindeki hareketleri anlatmak...
H
Çağlayan’da devam etmekte olan Şike ve Teşvik Davası’nı takip ederken aklıma düştü bu fikir...
Çünkü kalın kalın o anayasa kitaplarını, tüm hukuk kurallarını ezbere bilen bir hakim;
“Fenerbahçe maçındaki ilk golde sanki elin topa gitmek istemiyor gibi...”
dedi Korcan Çelikay’a...
Fenerbahçeli Selçuk Şahin’in attığı ve dolayısıyla kendisinin yediği ikinci gol nedeniyle aylarca hapis yatan, dışarı çıktıktan sonra günlerce ‘çalışma izni’ bekleyen, izini aldığında ise neredeyse lig biten Korcan dumura uğramıştı elbette!
“Bana herkes ikinci golü soruyordu, ilk defa birinci golü soranı gördüm!” diyebildi!
H
Eskişehirspor’dan Fenerbahçe’ye transfer olan Sezer Öztürk; “Savcı bana ‘transferde Eskişehir’in haberi var mı’ dedi, ben de ‘baştan beri vardı’ dedim. Savcı beyin bunu iddianameye koymamasına çok üzüldüm” dedi.
Bülent Uygun, İbrahim Akın, Ümit Karan ve birkaç kişi daha, Savcı’nın kendilerine baskı yaptığını ileri sürmüş ve ifadelerini değiştirmişti.
Dün, menacer Mithat Halis, “İddianameyi okumaya bile gerek duymadım. Çünkü savcı ifademi dahi almadı. Beni ciddiye almadılar” dedi.
Dün, menacer Özden Arslan, “Savcı ifade vermeyince beni azarladı. ‘Çık 5 dakika düşün yoksa seni tutuklarım’ dedi. Savcıya ‘İfadeleri kabul etmiyorum, suçsuzum’ demiştim. Beni dinlemedi. Emniyet ve savcılıkta baskı gördüm. Buradaki ifadelerimi kabul etmiyorum. Savcı ‘Çocuğunu bir daha göremezsin’ dedi. O an elim ayağıma dolandı” dedi.
Sezer Öztürk, İbrahim Akın, Ümit Karan, Mithat Halis, Özden Aslan ve bu tip iddialarda bulunanların tümü yalan söylüyor olabilir. Bu kadar çok sayıda kişi, aynı yalanı söylüyorsa eğer, hakikaten ortada organize bir durum da vardır.
Fakat aynı şeyi savunan bu kadar kişi, doğru söylüyor da olabilir. Bu durumda Sayın Savcı Mehmet Berk hakkında da bir kovuşturma yapılması gerekmez mi?
H
İddianame hazırlandıktan sonra açıklanan ek tapeleri de hatırlıyor herkes...
Gencecik bir futbolcunun sevgilisiyle uygunsuz konuşmalarını, eşcinsel bir menacerin tamamen özel diyaloglarını, bir kız çocukları bulunan karı-koca arasındaki uygunsuz yazışmaları...
Davaya ne gibi bir katkısı olabilirdi ki bu konuşmaların, yazışmaların?
H
Aylardır yazıyorduk ya; Türk Futbolu’nu yöneten akîl adamlar, içeriden cevap verme şansı bile olmayan insanlar hakkında veriyor veriştiriyor, ayıp diye... Hepsi hakim, hepsi savcı, hepsi emniyet ve hepsi gizli ajan sanki diye...
Sağolsun, Fatih Terim çıktı televizyona, çekti ayarı...
Aylardır etik duruşu, beyefendiliği, diksiyonu ve karakteriyle övgüler yağdırılan Nedim Türkmen, ‘yalancı şahit’e bile yanıt veremeyerek hepimizi şok etti!
H
Bu kadar ciddi konu yeter, finalde, sizleri biraz olsun güldürebilecek bir açıklamaya yer verelim.
H
Menacer Ümit Aydın: “Menacerlik sınavında kopya çektim, ancak başarılı olamadım...”
Yuh be kardeşim!

28 Mart 2012, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Akîl hastası olmak!‘’

Önce onlar...
H
Şike ve Teşvik Operasyonu’nun fitilini kim ateşledi?
Mehmet Baransu...
Taraf gazetesi muhabiri...
Ergenekon, Balyoz soruşturmalarının mimarlarından..
“Kasımpaşalı Erdoğan’dan mı korkacağım” diyebilen zat-ı muhterem...
H
Şike ve Teşvik Operasyonu sonrası UEFA’yı kim harekete geçirdi?
Talip Doğan Karlıbel...
Alman güvenlik teşkilatına hizmet etmiş eski bir istihbaratçı...
25 arkadaşı ile birlikte Fenerbahçe’yi UEFA’ya şikayet etmişler.
H
Şike ve Teşvik Operasyonu’nda en çok tanınan yorumcu kim?
Rasim Ozan Kütahyalı...
Tıpkı Baransu gibi Türkiye’yi sarsan o soruşturmayla yıldızı parlayanlardan...
Cumhurbaşkanı danışmanlarına “O yasayı veto edin lütfen” diyebilen, TFF eski başkanını cepten canlı yayına alabilen liberal-demokrat yazar...
3 Temmuz’dan beri avukat, savcı, emniyet mensubu ve hakim...
H
Şike ve Teşvik Operasyonu’nu Ergenekon’a bağlamak isteyen kim?
Şamil Tayyar...
Eski gazeteci, yeni milletvekili...
Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlarda büyük sükse yapmıştı.
“Ergenekon’un kalbi ve beyni TSK’nın içindedir” demiş ve Aziz Yıldırım ile Ergenekon arasında da bağlantı kurmuştu.
HHH
Sonra onlar...
H
UEFA...
“Hangi ülkede siyaset spora müdahil olursa, o ülkeyi tüm organizasyonlardan men ederiz” diyen Avrupa Futbol Birliği...
H
Michel Platini...
UEFA Başkanı...
Önceki gün Ankara’da Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan ile görüştü. “Bir nezaket ziyareti” dediler. Tam 1.5 saat sürdü!
HHH
En sonunda onlar...
H
Ünal Aysal dedi ki: “Anlaşılan o ki, Fenerbahçeli taraftarlar, Galatasaray taraftarlarının ulaştığı kültürel spor ahlâkının uzağındalar.”
H
Ali Koç dedi ki: “Ünal Aysal’ı samimi bulmuyorum. Bu fırsatçılıktır.”
H
Ömer Temelli dedi ki: “Abdi İpekçi Spor Salonu’nda ‘Kupayı içeride verelim’ diyenleri de çok iyi hatırlıyoruz. Florya’da 17 yaşaltı maçında gencecik çocuklara saldırıp dövenleri de unutmamak gerekir...”
H
Ünal Aysal demiş ki: “Ali Koç’un benimle ilgili yaptığı açıklamaları onun gençliğine ve çocukluğuna veriyorum...”
H
Trabzonspor dedi ki: “Geçen yılki sponsorumuz Medical Park’ın ana sponsoru olduğu Galatasaray Basketbol Takımı’nın 10 maçlık galibiyet serisine, küme düşme mücadelesindeki en büyük rakibimiz olan Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından son verilmesi, sadece bizim tarafımızdan değil tüm spor camiası tarafından da hayretle karşılanmıştır. Salonlarda bunlar yaşanırken, kişisel ihtirasların ve hesaplaşmaların basketbol kulübümüz üzerinden yapılma çabalarına da şahit olmak bizleri fazlasıyla üzmektedir.”
*
Başkan Adayı Fikret Orman dedi ki: “Eskiden Beşiktaş’ın talibi çoktu. Eldeki malzeme kötü olunca talibi de çok yok.”
***
Futbol dünyası birbirini yemeye devam etsin.
Nasıl olsa; futbolumuzu yöneten akîl adamlarımız var!

21 Mart 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Okyanus ve kum tanesi‘’

Birinci adam...
Bonservis ücreti: Sıfır Türk Lirası... (Yok yazacaktım, ama herhalde bu daha etkili!)
Yıllık ücreti: 500 bin Euro...
Tazminat maddesi: Sıfır Türk Lirası...
Toplam maliyet: 500 bin Euro...
Yaklaşık Türk Lirası karşılığı: 1.2 milyon TL...

İkinci adam...
Bonservis ücreti: 7.3 milyon Euro...
3 yıllık ücreti: 11 milyon Euro...
İlk yıl 3.5 milyon Euro, ikinci ve üçüncü yılda ise 3 milyon 750’şer bin Euro...
Toplam maliyet: 18.3 milyon Euro...
Yaklaşık Türk Lirası karşılığı: 43 milyon TL...

Çok büyük bir şirketin, çok üst düzey bir yetkilisi olsanız; hangi çalışanı hoş tutmaya çalışırsınız?

Bu, göreceli bir soru; dolayısıyla yanıtları da bir değil iki tane!
Birinci yanıt: Elbette, ‘Birinci Adam’ı hoş tutarım... Adamcağıza bu kadarcık para vermişim, karşılığında neler neler istiyorum. Sonuçta o da bir şeyler yapmaya çalışıyor...
İkinci yanıt: Elbette, ‘İkinci Adam’ı hoş tutarım. Sonuçta bu kadar çok para vermişim, bu paranın karşılığını alabilmek için onun etinden, sütünden, yağından faydalanırım...

Birinci Adam’ı şirketin yönetim kuruluna almışsınız.
İkinci Adam, şirketin bir çalışanı...
Fakat öyle bir düzen kurmuşsunuz ki...
‘Birinci Adam’a kullanmamak üzere yetki vermişsiniz!
‘İkinci Adam’a ise kullanmak üzere sınırsız özgürlük...

Bu şartlar altında ‘Birinci Adam’dan ‘İkinci Adam’ın da içinde bulunduğu grubu yönetmesini istiyorsunuz. ‘Birinci Adam’ kendisine yönelik ilk icraatta ‘İkinci Adam’ın hışmına uğruyor. Şirketin çok üst düzey yetkilisi ise yatırılan paradan dem vurarak ‘İkinci Adam’ın yanında duruyor, ‘Birinci Adam’ı refüze ediyor.

Yazıda anlatmak istediklerimizi, bir de gerçek kişi ve kurumlarla destekleyelim isterseniz...
Kurum: Beşiktaş...
Üst düzey şirket yöneticisi: Tayfur Havutçu...
Birinci Adam: Carlos Carvalhal...
İkinci Adam: Ricardo Quaresma...
Bana göre;
Ricardo Quaresma’nın kadrodışı cezası devam etmelidir. Ta ki takım arkadaşları önünde Carlos Carvalhal’den özür dileyip af dileyeceği güne kadar...
Quaresma’nın özrüyle itibarı iade edilen Carlos Carvalhal, teknik direktörlük yetilerindeki noksanlık nedeniyle bir an önce eski görevine, yani altyapıya gönderilmelidir.
Tayfur Havutçu, bu krizde maalesef sınıfta kalmıştır. Çünkü kendi atadığı ‘Birinci Adam’ı ‘İkinci Adam’a mağlup etmiştir. Bu nedenle ya dümenin başına geçmelidir ya da...
Beşiktaş Kulübü, bir an önce yeni yönetimini seçmeli ve oluşacak heyete bütün camia tam destek vermelidir. Ancak böylece ‘İkinci Adam’lara, “Beşiktaş bir okyanus, sen ise bir kum tanesisin” mesajı verilebilir.

Üstteki yazıyla da sporla da bir ilgisi yok, ama Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan bir vatandaş olarak aşağıdaki cümleleri de yazmak istedim...
Televizyonlarda son dönemde ilginç şeyler yaşanıyor. Mesela şu evlilik ya da genelde sabah kuşağı programlarına bir bakın lütfen... Bir kadın yaşadığı dramı anlatıyor ve ağlıyor; o an, ekranın altında aynen şunlar yazıyor: “Aynur ağlıyor...” Veya bir kadın, çok mutlu bir anını anlatıyor, coşku içinde, kahkahalar atıyor; o an, ekranın altında şunlar yazıyor: “Aynur’un sevinç anları...”
Gülen insanın mutluluğunu ya da ağlayan insanın üzüntüsünü altyazılarla mı anlıyoruz artık!
Bu kadar mı aptal bu millet?
Bu kadar mı geri zekalı...
Lütfen televizyonlardaki üst düzey yöneticiler; bu duruma bir el atın...

14 Mart 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Burak Yılmaz‘’

Alex de Souza bilerek mi gördü o sarı kartı? Bilerek gördüyse iki maç ceza alır mı? İki maç ceza alırsa, Tahkim de onaylar ve Galatasaray derbisinde oynayamaz mı?
Günlerdir spor kamuoyunun gündemini oluşturuyor bu konu...
Yazılı kurallar ışığında bakarsanız bu konuya; gündeme getirenler de gündemde tutanlar da haklı...

HHH

Biraz geçmişe dönelim...
Emre Belözoğlu, Cangele’ye ‘seni boğazlarım’ işareti yaptığında, televizyon görüntülerinden ceza verilmişti.
Caner Erkin ‘s...r g.t’ dediği için 3 maç ceza aldı.
Kazım Kazım da ‘fuck off’ dediği için atılmış, sonra kendisine hakim olamadığı için 4 maç ceza almıştı.
Milan Baros atılmıştı daha geçen günlerde... Bu kırmızı, onun Galatasaray macerasını bitirme noktasına bile getirmişti.
Bahsettiklerimizin tamamı, futbol dışı nedenlerle görülen kartlar ya da alınan cezalar... Yani ne gole giden adamı indirmişler, ne taktik faul yapmışlar, ne de topa elle müdahale etmişler. Daha da basitçe ifade edelim:
Küfür etmişler!
Şimdi de Beşiktaş-Trabzonspor karşılaşmasına bakalım...

HHH

Trabzonspor’un muhteşem futbolu, Beşiktaş’ın yabancılarının vurdumduymazlığı ve alınan sonucun ligin 3 ile 7. sıralarında yarattığı müthiş heyecan ortada.
İnönü’de boş geçmeyerek gol sayısını 30’a çıkartan Burak Yılmaz’ı da yeterince alkışmadı spor kamuoyu...
Fatih Tekke’yi geçmesi artık kesin gibi; yani Trabzonspor tarihinde adını altın harflerle yazdırması neredeyse garanti.
Hatta 1987-88 sezonunda 38 maçta 39 gol atan Tanju Çolak’ı geçme ve Türk Futbol Tarihi’ne de adını altın harflerle yazdırma ihtimali de sürüyor.. Ve aslında Burak’ın sadece 25 maçta 30 gol attığı düşünülürse, ortalama bakımından Tanju’yu çoktan geçtiği de ortada...

HHH

Yaklaşık bir ay önce, “Çocukluktan beri Beşiktaş taraftarıyım. Halen Beşiktaşlıyım, ama Trabzonspor için ölürüm” demişti.
Türkiye’de, yani tutkuların aklın önüne geçtiği bir ülkede, böylesi sözler sarfetmek iki şekilde açıklanabilir:
1- Burak Yılmaz, gerçek bir profesyoneldir, dik bir adamdır.
2- Burak Yılmaz, Türkiye gerçeklerinden bihaberdir.
Şahsi görüşüm, 1. maddeden yana... Çünkü Slovakya maçında sakatlanacaksın, sonra çok ağır bir grip geçireceksin, 4 şişe serum yiyeceksin. Maç gününe kadar oynayıp oynamayacağın belirsiz... Hocana “Oynayacağım” diyeceksin, çıkacaksın sahaya ve “Çocukluktan beri taraftarıyım” dediğin Beşiktaş’a attığın golle, Trabzonspor’u galip getireceksin.
Tüm bu yazılanlar dolayısıyla Burak Yılmaz’ı elleri patlarcasına alkışlamalı Trabzonsporlular ve halâ varsa eğer futbolseverler...
Fakat...
Bir de işin diğer boyutu var...

HHH

FatihTekke’yi geçmek için iki...
Tanju Çolak’ı geçmek için 10 gol atması gerekirken...
Trabzonspor’un Play-Off’ta yer alması için çok hayati 5 maç (Sivasspor, Gençlerbirliği (D), Fenerbahçe, Galatasaray (D) ve Orduspor) kalmışken...
O gol atamazken, Trabzonspor dururken...
İnönü’de maçın hakemi Bülent Yıldırım’a “O....u Ç.....u” dedi Burak Yılmaz...
Bir kararını beğenmediği için...

HHH

Hakem ve gözlemci durumu rapor etse, Burak Yılmaz ceza alsa ne olacak?
Alex bilerek mi gördü o sarı kartı, sabaha karşı tartışıp durulur.
Fakat Burak tartışmasız dedi bu lafı, o maçı izleyen binlerce göz gördü...
Nurtopu gibi bir krizimiz daha oldu değil mi?
Ne olacak şimdi?

07 Mart 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Neden Galatasaray?‘’

Terim kazanmak istedi, Carvalhal ‘beraberlik iyidir’ dedi...

Fatih Terim; 64’te Riera, 76’da Baros ve Aydın’ı aldı oyuna... Melo’yu, Emre’yi, Necati’yi çıkartarak... Aldığı üç adam da topu ayağına aldığı anda direkt rakip kaleyi düşünen futbolcular... Yani öyle sağa sola, geriye dönecek, oyunu tutacak değil; Cenk neredeyse oraya gidecek adamlar... Nitekim onlar girdi, Galatasaray takım halinde 10 metre daha ileriye taşıdı bütün hatlarını.. Ve beklenen hata önce Cenk, sonra Veli ile Sidnei’den geldi.

Carvalhal, 39’da Sidnei, 61’de Mustafa Pektemek’i aldı oyuna... Sidnei, Egemen’in sakatlığı nedeniyle yapılan mecburi değişiklik... Bu durumda taktik anlamda yapılan tek değişiklik, Mustafa...
Sakat İsmail’i haftalar sonra böyle bir derbide sahaya sürdü Carvalhal... Oysa ki Ekrem, en azından mücadele gücüyle bu bölge için bir alternatif olabilirdi.
Egemen sakatlanıp Sidnei oyuna girerken, kameralar uzun süre gösterdi Sidnei’yi... Muhtemelen izleyen herkes görmüştür fazla kilolarını... Resmen göbeği vardı çünkü... Peki, haftalardır şans vererek maç kondisyonunu yükseltmek istediği Ersan nerede? Fiziki açıdan daha heybetli olan Ersan, Elmander gibi bir kuleyle daha korakor bir mücadeleye giremez miydi?
Tüm bunlar, elbette teknik adamın kararı, saygı duyulmalı... Tamam ama ya şu soruya nasıl bir cevap verebilir ki;

Arena’da öyle ya da böyle 2-2’yi bulmuşsun, uzatma dakikaları başlamış. Halen bir oyuncu değişikliği hakkın var. Üçüncü oyuncu değişikliğini yapsa, oyunu soğutsa, belki de Galatasaray, Beşiktaş ceza sahasına giremeden maçı bitirecek. Çünkü bizim ülkede her oyuncu değişikliği en az

1 dakika sürüyor!

Her şeyi bir kenara bırakın, sadece bu bile, bir teknik adamın yeterliliğini göstermez mi?
Hatalı değişiklikler, yanlış onbirler, kötü taktikler... Hepsi, anlaşılabilir veya ‘teknik adam kararı’ denilerek en azından saygı gösterilebilir eksikler...
Fakat yapılması şart olan bir hamleyi unutmak!
Bu affedilemez...

HHH

Ligin en çok kazanan, ligin en az yenilen, ligin en çok gol atan, ligin en az gol yiyen, ligin en çok puan toplayan takımı Galatasaray...
Doğal olarak da liderler.
Fakat koskoca Galatasaray-Beşiktaş derbisinin dört kelimelik özeti ise herşeye rağmen şu;
Almeida atamadı, Elmander attı...
Bu durumdan Galatasaray’ın da Beşiktaş’ın da çıkartması gereken sonuçlar olmalı...

HHH

Çünkü;
Almeida atsa, dakika 90’da Beşiktaş 3-2 öne geçecekti ve büyük ihtimalle maçı galip bitirecekti. Yukarıda ligin her istatistiğinde zirveyi sonuna kadar hak ettiğini söylediğimiz Galatasaray, bu derbiden üç kayıp puanla çıkabilirdi.

Çünkü;

Carvalhal, ayakları bir kaplumbağa kadar ağır olan Almeida’nın, rakiplerine üstünlük sağladığı hava toplarında da istediği verimi gösteremediğini gördüğü an, Mustafa’nın yanına Holosko ya da Ekrem gibi en azından çalışkan, saldıran bir adamı alarak oyuna etki edebilirdi. Galatasaray’ın topla tüfekle kendilerine saldırmasını önleyebilir, en ileride basan iki-üç adamla rakibin 4’lü savunması ve ön liberolarını tehdit edebilirdi. Yapmadı...

HHH

Fatih Terim dün gece Beşiktaş’ın başında olsa, Carvalhal’in yapmadığı her şeyi yapar, yine bu maçı kazanabilirdi.

Carvalhal, ligin en iyi istatistiklerine sahip Galatasaray’ın başında olsaydı, Terim’in yaptıklarının hiç birini yapmaz ve yine kaybedebilirdi.
Almeida atsa, Fatih Terim’e haksızlık olurdu...
Elmander kaçırsa, yine Fatih Terim’e haksızlık olurdu...

HHH

Başkanı olmadan Galatasaray derbisine çıkan Beşiktaş’ın aslında teknik direktörü de yoktu Arena’da... Almeida’nın kaçırdığı golden çok daha acı bir gerçek bu...
Çünkü Almeida kaçırır, bir maç kaybedersin; fakat kulüben yetersiz ise maç kazanman sadece sahadaki kaliteli isimlerin insafına kalır...
Avrupa Kupası’ndaki Beşiktaş ile Süper Lig’deki Beşiktaş arasındaki dağlar kadar büyük farkın açıklaması budur...

28 Şubat 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hakikaten yeter!‘’

Yıllardır Beşiktaş’ın içinde, Beşiktaş için verdikleri ortada... Herkes, “Kardeşim, kulübün ona borcu çok, ama getirdiği adamlar da ortada. Yani bu borcu gereksiz yere yapan da o” diyor.
Tamam ama Sayın Yıldırım Demirören de evinin bahçesindeki çiçekleri sulasın ya da özel şoförlüğünü yapsın diye almadı ki bu adamları...
Kleberson, Ailton kötü futbolcular mıydı? Keza; Quaresma, Simao, Almeida, Fernandes bu piyasanın bilinen isimleri değil mi? Vicente Del Bosque, Jean Tigana, Schuster kötü teknik adamlar mıydı?
Hani bir söz vardır; İnsanda biraz da şans olacak diye... Maalesef şans, Sayın Yıldırım Demirören’in yanından bir kez bile geçmedi.
H
Galibiyetlerde de mağlubiyetlerde de gözyaşları döktü. Bu kez de ‘ağlayan lider’ istemiyoruz dediler.
Bakın, Fenerbahçe televizyonu günlerdir, aylardır Aziz Yıldırım’ın döktüğü o gözyaşlarının klibini yayınlıyor.
Ağlamak ayıp mı? Beşiktaş için ağlamak ayıp mı?
H
Ahmet Dursun, Seba gitsin...
Serdar Bilgili istifa...
Yeter Yıldırım Demirören...
Peki, sıra kimde?
H
Beşiktaş camiası, Beşiktaş taraftarı artık kendisiyle yüzleşmek durumunda...
Çarşı her şeye karşı, buna kabul, ama nereye kadar!
Kim kaldı elinizde, böyle devam ederseniz bu değirmen daha kimleri öğütecek ve kim kalacak elinizde...
H
Başkanları bir bir gönderiyor bu tribünler...
Futbol takımına İnönü’de maç oynatmıyor. Bir hafta içeride oynasa takım, bir sonraki iç saha maçında cezalı duruma düşüyor.
Kombine kart alan adam “Bir daha alırsam...” diyor. Haklı... Çünkü bir sezonda en az 4-5 maç izlememe ihtimali var.
H
Bu yapılanların hangisi Beşiktaş lehine...
Başkanları bir bir göndermek mi?
Her maç küfür ederek stadı kapattırmak mı?
Deplasmanlarda konuk takım stadını yakıp yıkmak mı?
H
Ezeli rakiplerinizin taraftarları para kazandırıyor kulüplerine... Siz para ödetiyorsunuz...
Sonra da ‘Yeter Yıldırım Demirören’ diye bağırıyorsunuz.
H
Şimdi düşünmenin tam zamanı...
Çünkü Süleyman Seba, Serdar Bilgili, Yıldırım Demirören derken bir gün başkan adayı bulamayacaksınız Beşiktaş’a...
İçinizden “Koskoca Beşiktaş sahipsiz mi kalacak” diyorsunuz, farkındayım; ama şunu asla unutmayın: Para verip üstüne küfür yemeyi göze alacak kaç başkan adayınız kalmış olabilir ki!
H
Artık yeter...
Hakikaten YETER!
H
NOT 1: Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı’na aday oldu Sayın Yıldırım Demirören... En ciddi rakibi öncelikle Ata Aksu, sonra da İbrahim Hacıosmanoğlu... Bu yarışta toplam 20 aday olacak, fakat öngörüme güvenerek şimdiden hayırlı olsun diyorum Sayın Yıldırım Demirören’e... Umarım TFF Başkanlığı döneminiz daha verimli, daha şanslı geçer.
NOT 2: Ünlü Türk düşünürü, ‘Yeni Türkiye’nin iftiharı Rasim Ozan Kütahyalı, geçtiğimiz günlerde televizyonda veryansın ediyordu: “Galatasaray’ı yakacaklar... Galatasaray’ı Avrupa’ya göndermeyecekler” diye... Sonra da TFF Başkanlığı ve şike krizinin çözümü için dahiyane bir fikirden bahsediyordu: “TFF Genel Kurumu, Başbakan’a bağlansın...” FIFA ya da UEFA, Türkiye kadar ciddiye alsa Kütahyalı’nın bu önerisini, işte o zaman Galatasaray’ı Avrupa’ya almazlar. Çünkü futbolla biraz ilgilenen herkes bilir ki; FIFA ve UEFA, bir ülkede siyasetin futbola müdahil olduğunu görürse, o ülkeyi tüm uluslararası yarışlardan men eder...
NOT 3: TFF... Açılımı, Türkiye Futbol Federasyonu’dur... Başındaki kişiye de Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı denir... Bu açıklama da bizden hediye!

22 Şubat 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe kaç para!‘’

Abuk subuk bir süreç yaşanıp gidiyor Türk Futbolu’nda... İyi şeyler de var not defterimizde kötüler de...

İYİ: Geçen seneden sadece Sabri oynadı son Kayseri maçında... Bir de Emre var, ama geçen sezon kaç maçta oynatılmış ki! Florya’nın havasını yeni yeni solumaya başlamış 9 yeni adam.. Buna karşın içeride de (13 maç, 32 puan) dışarıda da (13 maç, 25 puan) en çok puan toplayan takım.

Rijkaard, Bülent Korkmaz, Hagi ile geçirilen günlere bakın bir de... Ne onların çalıştırdığı Galatasaray’ın bu kadar kötü olması normal, ne de bu seneki Galatasaray’ın bu kadar iyi olması... Çünkü Rijkaard, Korkmaz ve Hagi’nin elindeki kadro da Türkiye Milli Takımı’na en çok oyuncu gönderen Galatasaray’dı ve o Galatasaray’ın yabancıları da milli takımlarında oynuyordu. (Neill, Kewell, Cana, Baros, Elano, Misimovic, Stancu...) Değişen bir şey var; Teknik adam... Ne demişler; At sahibine göre kişner...

KÖTÜ: Değişen bir de yönetim var aslında... Aysal ve ekibinin yarattığı pozitif havayı unutmuş değiliz. Fakat bir de içine düştükleri hatalar var. Yönetimde her gün aynı polemik yaşanıyor, Ali Dürüstçüler ve Adnan Öztürkçüler arasında...

“Birlik-beraberlik mesajı verilecek” deniyor, Antep’e gidilince köşe kapmaca oynanıyor, yemek bile ayrı yeniyor.
Galatasaray, hayati bir maça çıkarken, tribüne Eric Gerets getiriliyor.
Geçinemedikleri Mars’ta bile bilinen Fatih Terim ile Bülent Tulun, aynı havayı teneffüs etmeye zorlanıyor.
Bütün şartlar lehlerine işlerken, kendi ayaklarına ateş ediyorlar.

İYİ: Servet ve Gökhan gibi Milli Takım’a sürekli seçilen iki stoperi varken, Semih’i oynatıyor Terim... Riera gibi bir yıldızı varken de Emre’yi. Gencecik iki adam kazanıyor Galatasaray, hem de yıllarca bu formayı emanet edebileceği iki gencecik adam...
KÖTÜ: Gökhan Gönül’ü, Topuz’u, Bekir’i varken Orhan’ı aldırıyor Aykut hoca... Orhan’ı aldırdığı için Okan Alkan’ı kiralatıyor. Oysa ki Okan, Gökhan’ın yokluğunda çok iyi iki maç oynamıştı. ‘Maç temposu kazansın’ diye gönderildiği Kayseri’de topu topu 7 maçta oynatılmış. Kayseri’de yedek kalacağına Fenerbahçe’de otursa ne değişirdi ki! Gökhan yok, Emre yok diye diziliş baştan sona değişiyor. Orhan sağ beke, Topuz ön liberoya, Caner sağ açığa... Olmuyor, Caner sola geçiyor Stoch sola... Caner verimli olamıyor, verimi zirve yapan Stoch sıradanlaşıyor. Gökhan yoksa Okan, Emre yoksa Gökay... Şampiyon olan; Lugano, Santos ve Niang’lı Fenerbahçe’de 11 maç oynatılan Gökay, bu sene neden sadece 3 maçta forma giyebiliyor? Hepsini geçin; Karabük’te Okan’lı Gökay’lı kadroyla kaybetseniz, size kim ne diyebilir ki!

H
İYİ: Futbol Federasyonu eski Başkanı Mehmet Ali Aydınlar, Türk Futbolu’nu kurtarmak için elinden geleni yaptığını söylüyor.

KÖTÜ: Aynı Aydınlar, UEFA’daki gizli pazarlıkları neden ve hangi sıfatla Rıdvan Dilmen ile paylaşıyor? “UEFA, Türkiye’de yaşanan her olaydan haberdar” derken bir taraftan, diğer taraftan neden televizyona çıkıp, “Durum halâ çok vahim. Trabzonspor ve Beşiktaş da büyük risk altında” diyor? Birkaç gün önce TFF’yi yöneten bir şahsın bu sözleri, UEFA’da nasıl yankı bulur, davayı nasıl etkiler?

İYİ: Sayın Aydınlar, istifa nedeni olarak üç şıktan bahsediyor. Samimi olması iyi.

KÖTÜ: Fakat TV’ye çıkıp o 3 şıkkı çürütüyor. İstifa ederken yerden yere vurduğu kişileri, TV’de öve öve bitiremiyor.

İYİ: Aykut Kocaman konuşmuyor, o gün aynı masaya oturduğu Aydınlar ve Dilmen’i ateşe atmıyor.

KÖTÜ: Aydınlar yakın çevresine, Dilmen ise bizzat TV’den birbirine meydan okuyor: O konuşursa ben de devam ederim.

İYİ: Ordu’da 9 bin taraftar Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni okuyor.

KÖTÜ: Hikmet Karaman, sahaya 7. yabancıyı sürüyor. Yardımcıları ne iş yapıyor!

ÇİRKİN: Aydınlar, “Fenerbahçe benim yüzümden bir maddi kayıp yaşamışsa, cebimden karşılamaya razıyım” diyor. 3 Temmuz’dan bugüne Fenerbahçe’nin sadece para kaybettiğini mi düşünüyor Sayın Aydınlar?
Bir Fenerbahçe kaç lira eder o zaman?

14 Şubat 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’'Ateş'imiz çıktı‘’

Pazar günü, Kadıköy’de bir yandan dostlarla laflıyor, diğer taraftan derbi özel programlarını izliyorduk. Mustafa Doğan, Oktay Derelioğlu derken; ekranda Oğuz Çetin belirdi. Bir ara söz, Gaziantepspor-Galatasaray karşılaşmasına geldi. Söz bu maça gelince, Necati Ateş’in konuşulması da kaçınılmazdı tabii ki... Oğuz Çetin’i dinlerken, altımdaki sandalyenin kayıp gittiğini düşündüm bir an... Çünkü ya biz bu dünyada yaşamıyorduk ya da Oğuz Çetin üçüncü boyuta geçmişti!

Özetle dedi ki; “Necati, Türkiye’nin en iyi, en önemli, en yetenekli isimlerinden birisidir. Galatasaray, büyük iş başardı...”

Dediklerine harfiyen katılıyorum; Necati, Oğuz Çetin’in anlattıkları kadar ve bana göre daha da fazlası olan bir futbolcu... Çalkantılı Florya günlerinden sonra Antalya’da hem futbol oynayıp hem rehabilite olduğu da gün gibi ortada.

Ancak...

* * *

Bu sözleri eden Oğuz Çetin, 1 Temmuz 2005’ten 8 Aralık 2011’e kadar Türkiye Milli Takımı’nda yardımcılık görevlerinde bulundu. 1 Temmuz 2005 ile 14 Ekim 2009 tarihleri arasında Fatih Terim’in, 1 Ağustos 2010-16 Kasım 2011 tarihleri arasında da Guus Hiddink’in yardımcılıklarını yaptı. Hatta; 1 Şubat 2010 ile 31 Temmuz 2010 arasında vekaleten Milli Takım Teknik Direktörü’ydü. Tam; 2 bin 366 gün bu ülkenin en değerli forması için yönetici pozisyonunda çalıştı.

* * *

Peki ya Necati Ateş...

22 Nisan 1998’de Romanya’yı 4-0 yendiğimiz özel maçta (U17) ilk kez milli formayı giymiş. 19 Haziran 2003’te FIFA Konfederasyon Kupası’nda Amerika Birleşik Devletleri’ni 2-1 yendiğimiz maçta ilk kez A Milli Takım’da oynamış.

Ve.. 16 Ağustos 2006’da Lüksemburg’u 1-0 yendiğimiz maçta son kez milli formayı giymiş.

* * *

Oğuz Çetin Milli Takım’da yardımcı antrenörlük yaparken; Necati sadece 10 kez Milli Takıma çağırılmış. 9’unda oynamış, birinde sadece kampta yer almış. Bu 10 maçın sadece ikisi resmi (4-2’lik İsviçre ve 1-0’lık Arnavutluk galibiyetlerimiz...) Diğer 8’i özel maç...

Oğuz Çetin’li günler başlamış, Necati Ateş’li günler bitmiş yani!

* * *

Sayın Oğuz Çetin;

Bu kadar yetenekli, iyi, tecrübeli, önemli bir futbolcuymuş Necati...

Siz öyle diyorsunuz.

Peki o halde neden Milli Takım’a bu kadar az alındı? Necati Ateş’in kadroya alınması konusunda hiç ısrarcı oldunuz mu? Milli Takım teknik heyetindeki Oğuz Çetin mi doğru düşünüyor yoksa yayıncı kuruluşta yorum yapan Oğuz Çetin mi?

Anlamakta güçlük çekiyoruz, anlatırsanız seviniriz.

Ancak lütfen...

“Milli Takım’da karar verici ben değildim, ben sadece yardımcıydım” cümlesi ile başlamayın söze...
Çünkü; “O dönem Fatih Terim, Necati’yi hiç düşünmedi” derseniz...

Aklımıza şu soru gelir; “25 yaşında düşünmediği adamı, 32’sinde neden Galatasaray’a aldırdı?”
“Guus Hiddink bir kez adını bile anmadı” derseniz;

“Hiddink, İstanbul dışında kaç oyuncu izledi” diye sorarız..

Ve hatta, özellikle Hiddink döneminde, Türkiye’deki organizasyonun çoğunluğu size bağlı değil miydi?

* * *

Bu satırların yazarına göre;

Necati Ateş, Türkiye standartlarının üzerinde bir oyuncu...

Alex de Souza gibi kullanabileceğiniz bir adam; yani isterseniz Elmander ile önde, isterseniz öndeki Elmander-Baros ikilisinin arkasında...

Tekniği ortalamanın çok üzerinde, tecrübesi tartışılmayacak kadar çok, golcü özellikleri var, asist yapabiliyor, hatta takımın oyun anlayışını üzerine kurabileceğiniz kadar yetenekli bir futbolcudur.

* * *

Oğuz Çetin de bizim gibi düşündüğüne göre soralım;

Neden 2 bin 366 günlük görev sürenizde sadece 10 kez aklınıza gelebildi?

Milli Takım’da bu kadar büyük bir gol sıkıntısı yaşanırken, neden hiç düşünülmedi?

Bilmemiz gereken başka gerçekler mi var?

Ya da size göre Milli Takım topçusu değil mi?

08 Şubat 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI