Arama

Popüler aramalar

‘’Şiddetin rengi yok‘’

Eyüpspor-Altay maçından sonra büyük kavgalar çıktı. Serhat Akın, önce Tayfun ardından Ali Cansun’a ‘çekiç’le saldırdı. PFDK, Serhat Akın’a 8 maçtan men ve 3 bin lira para cezası verdi.

Avni Aker’de Volkan Demirel’e bıçak atıldı. PFDK 4 maç seyircisiz cezası verdi. Bazı yöneticiler isyan etti, ‘bıçak açık değildi, Volkan açtı’ dedi! Görüntüler incelendi, açık atılmıştı bıçak, sanki nasıl atıldığı çok da önemliymiş gibi!

Bursaspor-Beşiktaş maçı oynatılamadı. Çünkü Beşiktaş, kaldığı otelden stada getirilemedi. Bursaspor’a 1 maç tarafsız sahada seyircisiz, 5 maç saha kapatma ve deplasmandaki ilk 3 maça seyirci götürmeme cezası verildi. Sonrasında 5 maçlık ceza affedildi.

Beşiktaş-Ankaragücü maçı öncesi iki takım taraftarları kapıştı. Polis biber gazı kullandı. PFDK, Beşiktaş’a 5 bin lira ceza verdi.

Şampiyonun belirlendiği Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin sonrasında çıkan olaylar nedeniyle, Fenerbahçe’ye kendi sahasında 6 maç seyircisiz oynama cezası verildi. Tahkim 1’ini affetti, 5 maç ceza çekildi. Olaylara karıştığı iddia edilen 2 taraftar yargılandı, ikisi de aklandı.

Boluspor-Ankaragücü maçı 1-1 bitti. Maçın ardından Ankaralı bir taraftar, pompalı tüfekle sahaya girdi. Sorgusunda varılan, daha doğrusu açıklanan sonuç şu: Adamcağız hatıra fotoğrafı çektirmek istemiş!

Samsunspor-Mersin İdman Yurdu maçında ağabeyi tribünden sahaya indi, kardeşi olan teknik direktör Yüksel Yeşilova’yı bıçakladı.

Türk Telekom Arena’da, 10 yaşındaki Batuhan’ın kafasına şişe isabet etti. Batuhan kardeşimiz, sayısız ameliyat geçirdi.

Olimpiyat’ta adam yaralandı, İnönü’de öldü...

Türkiye’nin her stadında olaylar var. İnsanlar yay gibi gergin...
Üç beş maç men, birkaç bin liralık cezalarla önlenmez bu şiddet...

Bakın...
Kayseri’deki olaylar, artık nerelere geldiğimizin göstergesi...
İnsanlar arasındaki kamplaşmanın örneği...
Fenerbahçe otobüsünü kullanan şoförün dediğine göre, otobüse saldıranların içinde Trabzonspor ve Galatasaray formalılar varmış. Nevzat Şakar, “Onlar bizim taraftarımız değil” diyor ama otobüsün üzerine atılan imza da, maçın 61. dakikasında yapılan tezahüratlar da aksini söylüyor. Üstelik, bir grup taraftarın bundan sonra da Fenerbahçe’nin bütün deplasmanlarına gitme kararı aldığı iddia ediliyor. Hatta bu grubun sosyal medya üzerinden haberleştiği de biliniyor.

İkitelli’de silah çekeni...
Dolmabahçe’de bıçağı saplayanı...
Seyrantepe’de şişeyi atanı...
Trabzon’da bıçağı savuranı...
Kadıköy’de polis arabasını devireni...
Bursa’yı savaş yerine çevireni...
Sahaya tüfekle dalanı, sahanın içinde adam bıçaklayanı...
Bulmak ve cezalandırmak zorundayız.

Yoksa ne mi olur?

“Hollanda’da hafta sonunda oynanan genç takımlar arasındaki futbol karşılaşması sonrasında saldırıya uğrayan 41 yaşındaki yan hakem Richard Nieuwenhuizen, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Oğlunun maçında gönüllü olarak yan hakemlik yapan babanın, 15 ve 16 yaş arası genç futbolcular tarafından öldürülmesi Hollanda’yı yasa boğdu...”
İşte bu olur!

Artık kimse “Kulübümün hakkını koruyorum” masalını okumasın. İsimlerinin önüne o kulüplerin adı yazılmasa, bir gün dahi gazeteye ya da televizyona çıkamayacak adamların, sorumsuzca konuşmasına, taraftarları karşı karşıya getirmesine izin verilmesin. Sadece sportif yargılamalar değil, gerekirse adli yargılamalar da yapılsın.
Artık durun ve düşünün...
Bugün seni yakan ateş, yarın beni de yakacak.
Çünkü hepimiz, aynı mahalledeki bitişik ahşap evlerde oturuyoruz.

05 Aralık 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Terim'e ömür boyu men‘’

Polisin arkası dönük... Aniden silahlar patlıyor. Polis yüzünü döndüğünde yerde bir ceset, ayakta iki zanlı görüyor. İçindeki sesi dinliyor, ‘Katil budur’ diyerek zanlının birini tutukluyor. Ertesi gün, yaşananlar, dışarıdaki zanlının içine sinmiyor. Çıkıyor, anlatıyor: “Bir dakika polis abi! Silahı ben çektim, adamı ben vurdum. O çocuğun suçu yok!”

İş, adli makamlara yansımıştır bir kere... Dolayısıyla, kanunun öngördüğü gibi gelişecektir her şey. Yani yanlışlıkla tutuklanıp yargılama sonrası hüküm giyen zanlı, bir üst mahkemede aklanacaktır!

Peki ne olur?

Üst mahkeme, ‘karakoldaki en güvenilir polis’ olduğu için o polisin yaptığı büyük yanlışı görmezden gelen alt mahkemenin kararını aynen onar.

Sonuç;

Alt mahkeme, ‘polis ne derse o’ demiştir.
Üst mahkeme, ‘alt mahkeme ne derse o’ demiştir.
Adam pisi pisine ölmüştür.
Katil halâ serbesttir.
Eline silah almayan adam, cinayetten hüküm giymiştir.

Veysel Sarı, Caner Erkin, Fırat Aydınus, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu (PFDK) ve Tahkim Kurulu arasında yaşanan olayın özeti işte budur. Hikayedeki kişilerle gerçektekileri yanyana getirip özdeşleştirdiğinizde, bir açık kalacaktır: Ölen şahıs...

O kim midir?

‘Adalet’tir!

Fatih Terim ile başlayıp Nurullah Sağlam ve Aykut Kocaman ile devam eden furya var bir de!

Fatih hocaya ‘hakeme hakaret’ten 3 maç ceza vermişlerdi, ‘1 yeter’ deyip diğerlerini 1 yıl sonraya ertelediler. 1 yıl içinde aynı suçu işlemezse affedilecek yani...
Sağlam’a ‘müsabaka hakemine yönelik sportmenliğe aykırı hareket’, Kocaman’a ise ‘sportmenliğe aykırı açıklamalar’ nedeniyle birer maç ceza verildi. Sağlam’ınki Terim gibi ertelendi, Kocaman’ınki paraya çevrildi.

Caner Erkin işlemediği suçun cezasını çekiyor.
Teknik direktörler, suç işledikleri halde ya affa uğruyor ya da işi parayla kurtarıyor.

‘Adalet nerede’ diye sormayın! İlk bölümün sonunda yazdık ya...

Fatih Terim, Nurullah Sağlam ve Aykut Kocaman hakkındaki bölümde, onlarla ilgili kararları da yazacaktım. Hatta özetlerini bile çıkarttım! Fakat içim bir hoş oldu!
Vaktiniz varsa, Türkiye Futbol Federasyonu’nun sitesine girin lütfen.

Orada; Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu ve Tahkim Kurulu’nun kararlarına bir göz atıverin.

Yahu adam, hakeme hakaret etmiş, hepsi bu... PFDK bir karar yazmış, 15 satır...

O kararı okusan, “Usame bin Ladin mi bu” falan diye düşünüyorsun bir de...

Yemin ederim, Fatih Terim’e Fatih Terim hakkındaki kararı okusunlar; Fatih Terim ‘Ulan bunların hepsini ben mi yaptım’ deyip kendisine ‘ömür boyu hapis cezası verir’!

Farkındayım; Kafanız karıştı!

Fakat o kararları ben okudum ve dolayısıyla benim kafam karmakarışık şimdi! Yine de size en basit ifadelerle neler olduğunu anlatmaya çalışacağım...
Teknik direktörler hakaret etmiş, PFDK ceza vermiş, Tahkim Kurulu ‘hakareti’ kabul etmiş ama cezayı ertelemiş. Daha doğru bir anlatımla AFFETMİŞ!
Futbolcu haksız bir kart görmüş, PFDK usûl gereği ceza vermiş, Tahkim Kurulu ‘aleyhe itiraz yok’ diye kararı onamış. Daha doğru bir anlatımla BASMIŞ CEZAYI!

İsimler, kulüpler önemli değil. Önemli olan sonuç... Çünkü bu saatten sonra:

1- Türkiye Ligleri’nde hiç bir teknik direktöre sahaya giriş yasağı koyamazsınız.
2- Suçsuz yere onlarca futbolcunun canını yakacaksınız.

Çünkü kanunda ‘emsal’ diye bi şey var!

Aferin! Müthiş bir iş başardınız!

28 Kasım 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Nefret iklimi!‘’

Herkesin hakkı yenen bir ülke olabilir mi?
Olur...
Türkiye!

Bebeklikte evde, çocuklukta mahallede, ergenlikte barda, yetişkinlikte işyerinde yeniyor bu ülke insanlarının hakkı!
Her annenin evladı, dünyanın en güzelidir.
Her babanın çocuğu, mahallenin en uslusudur.
Bardaki kavgayı, mutlaka diğer ergenler çıkarmıştır.
Ve işte en çok çalışan sensindir, ama müdürler, hep diğerlerinden seçilir!

Doğar, büyür, ölürüz.
Hakkımız bir kez bile teslim edilmeden!

Maalesef ‘arabesk kültür’ün ‘arabesk insanları’yız biz...
Ne kadar okusak da, ne kadar modern olsak da, içimizin bir yerine sinmiştir, genlerimizin mutlaka birkaçında yer edinmiştir o arabesk kültür.

Yeşilçam’ın kötü çocuğu ‘Tecavüzcü Coşkun’un gittiği her yerde dövülmesi bundan...
“Cüneyt Arkın’la kavga edilmez” efsanesinin nedeni de...
Bir zamanlar herkes Rıdvan Dilmen saçlıydı!
Şimdilerde, ‘siyah giyinen’ Polat Alemdar’larla dolu piyasa...

Hep rol modellerimiz var... Gülerken de, ağlarken de, içerken de, ölürken de!
Cem Yılmaz’ın anlattığı gibi değil mi? Artist cenazesi diye bir şey var bu ülkede! Teşvikiye Camii’nde Ray Ban sponsorluğunda!
Bakın televizyon dizilerine...
Herkes villalarda yaşıyor, havuzlu mavuzlu!
Ama evde oturup o diziyi izleyen insanların yüzde 80’i açlık sınırında yaşıyor, nefesi kokuyor.

Herkes güçlüyü, meşhuru, zengini örnek alıyor kendine... Bu nedenle siyasette de, sanatta da, sporda da ‘ilahlaştırıyoruz’ insanları...
Recep Tayyip Erdoğan gibi... Polat Alemdar gibi... Fatih Terim gibi...

Rol modellerimiz hep güçlüler, zenginler, meşhurlar olduğu için de; hep kazanmak istiyoruz. Oysa ki; bir mücadele varsa, kazanmak da var kaybetmek de...
Fakat ‘arabesk kültür’ün insana verdiği narkoz bu:
“Hamallık yapıyordu, şimdi multi milyoner oldu!”
“Florya’nın kenarından geçiyordu, şimdi Florya’da onun kanunları işliyor.”
“Bir pavyonda şarkı söylüyordu, Gazinocular Kralı keşfetti!”
Garibanın öyküsünü kimse dinlemez... Yoksulun, güçsüzün... Partisi yüzde 1 oy alan lider, makbul değildir! Ya da CD’leri az satan!

Gördünüz işte; Neşet Ertaş öldüğü gün, efsane ilan edildi. Erol Togay öldüğü gün dostları televizyon televizyon gezerek onu anlattı. Adnan Menderes idam edildikten sonra ‘anıtmezarı’ dikildi. Ve daha benzer nice hikaye...

Süper Lig Panorama sayfasında neden böyle bir yazı var, diye sorabilirsiniz. Anlatayım. Geçtiğimiz günlerde gazetelerde bir haber okudum, çok etkilendim. Ardından hafta sonu maçlar oynandı. Caner atıldı, Aykut Kocaman isyan etti, Şenol Güneş Aykut Kocaman’a yüklendi, Hasan Yener bütün Fenerbahçe’ye... Erman Toroğlu kimi bulduysa... Beyaz TV muhabiri, evinde oturan kadıncağıza da, ihbar nedeniyle o evin önüne gelen polise de racon kesti, ayıp etti! Birkaç gün önce Fatih Terim gündemdeydi; ‘orası değil burası’ muhabbetiyle...
Hepsi güçlü, hepsi zengin, hepsi rol model!
Yalan mı?

Bakın size bir rol model önerim var. İşte o haber ve kahramanı...
Adı Jose Mujica... Diego Lugano’nun hemşehrisi(!), Uruguaylı... Hatta Uruguay’ın Devlet Başkanı...
Lucia Topoulanski karısı, o da Senato Üyesi...
Adam, Dünya’nın en yoksul devlet başkanı... 2 otomobili, bir çiftlik evi varmış. (Araba denilen şeyin resmini gördüm, Türkiye’de kimse binmez yemin ederim.)
12 bin dolarlık maaşının 10 bin 800 dolarını (yüzde 90 yani) hayır kurumlarına bağışlıyor. Eşi de kendisi gibi...
BBC soruyor: “Nasıl geçiniyorsunuz?”
Jose Mujica cevap veriyor: “Hayatımın uzun yıllarını böyle yaşayarak geçirdim. Maaşımın geri kalanı bana yetiyor. Ben yoksul değilim. Pahalı hayat seçen insanlar, yoksulluk çeker...”

Zenginlik de güçlülük de budur işte...

21 Kasım 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Başarı kürsüsü‘’

Sezonun üçte biri geride kaldı ve aklımda netleşen bazı fikirler var. Mesela;

- Antalyaspor ile Mehmet Özdilek artık etle tırnak gibi... Yıllar süren birliktelik meyvesini vermeye başladı.. Ve görünen o ki, geçtiğimiz senelerde olduğu gibi bir anda durmayacak Antalyaspor, bir anda dibe çakılmayacak... Ertuğrul Sağlam ile Bursaspor, Bülent Uygun’la Sivasspor nasıl bir çizgi yakaladı ve artık puan cetvelinin üst sıralarındaki takımlardan olmaya alıştı, Antalyaspor için de böyle bir durum sözkonusu olacak. Fakat tek bir şartla! Dünyanın dört bir yanından milyonlarca turistin geldiği, 5 yıldızlı otellerin artık mahalle aralarına girdiği, turizm ekonomisinin 1 numaları şehrine, ‘gerçek bir stat’ yapmak... Her otel sahibi, 1 günlük gelirini Antalyaspor’a bağışlasa, bırakın stadı, takıma birkaç takviye yapılacak para da toplanır! Yanlış mı?

- Carvalhal’den arkadaş olur, dost olur, kanka olur, komşu olur, şovmen olur, amca olur, dayı olur, hatta ‘yardımcı antrenör’ olur ama ‘teknik patron’ olmaz. Geçtiğimiz yıllarda ‘dört büyükler’i ürküten, Anadolu takımlarına sahayı dar eden Belediye’nin düştüğü hale bakın? Kadrosunda Webo, Doka gibi yıldızları olan; sahadaki futboluyla tribünde bir taraftar grubu oluşturmaya başlayan takımın yerinde yeller esiyor artık! Ve böyle devam ederlerse, gelecekleri hiç de parlak gözükmüyor.

- Antalyaspor ve Şifo Mehmet için ne yazmışsak; Gençlerbirliği ile Fuat Çapa için de aynılarını yazmak lazım... Senelerdir küçücük çocukları alıp büyüten, bırakın Fenerbahçe’yi Galatasaray’ı Beşiktaş’ı, Real Madrid’e bile futbolcu ithal eden İlhan Cavcav’ın Gençlerbirliği; ‘Portekiz’in Portosu’ olma yolunda bir adım daha attı! Çünkü bizim bildiğimiz İlhan Cavcav; futbolcularından sonra Fuat Çapa’yı da bonservisinden para kazanarak gönderir!

- Eskişehirspor’un yeri hep buralardı aslında. Şimdi Ersun Yanal ile (benim gördüğüm) tarihin en iyi kadrosunu kurdular. Üstelik bu işi sadece transferle yapmadılar. Rıza Çalımbay ve Bülent Uygun döneminden başlayan ve Yanal ile devam edeceğini düşündüğümüz bir sistemleri var:
Kendi yıldızını kendin yarat! Alper Potuk, Veysel Sarı bu durumun en güzel örneği... Yenilerinin geleceğine de yürekten inanıyorum.

İnenler var, çıkanlar var bir de.. Bugün çıkanlar;
- Yekta Kurtuluş... Kasımpaşa’da patrondu! Bütün takımı o oynatıyordu. İyi paraya Galatasaray’a transfer oldu. Ciddi sakatlıklar geçirdi ve bu günlere geldi. Melo’yu kesti, kanımca Melo yeniden takıma girecekse de, Terim, Yekta-Melo’lu bir diziliş düşünecektir. Fakat bir ağabeyi olarak Yekta’ya küçük bir tavsiyem olacak, kabul ederse tabii ki... Bizim Türk insanının gözüne girmek istiyorsan, biraz tribünlere oyna! Ne bileyim, yetişemeyeceğini bildiğin topu kovala, tam tribünün önünde kayarak müdahale et, reklam panolarına çarp mesela... Veya gol atınca insan gibi sevinme! Pitbull ol, ama insan olma sakın!

- Sezer Öztürk... Ordu maçında oyuna girip gol attığı için kandırmadı bizi! Bir önceki maçta da sonradan oyuna dahil olmuş, Fenerbahçe’nin kalan süreçte oyuna hakim olması için yapılması gereken ne varsa üstlenmişti. Manisa’nın Süper Lig’e çıktığı sezon Birinci Lig’de yılın futbolcusu seçilmişti. O sezon Galatasaray istedi, Manisa vermedi, Sezer isyan etti, kadrodışı kaldı. Hayata dönüşü Eskişehir’de oldu. Sonra ‘neden o pozisyonda pas vermedin’, ‘neden gözünün üstünde kaşın var’ diyen savcılar alt üst etti kariyerini... Kolay değildi bu süreçleri atlatmak, o atlattı ve şundan eminim ki, bugüne kadar ‘Fenerbahçe’de ne işi var’ diyenler, bu sezon sonunda ‘sözleşme yenilensin’ demeye başlayacak, hatta yazı bile yazacaklar.

- Adrian... Soyadını yazıp kafanızı karıştırmak istemedim! Yaklaşık üç hafta önce, bu köşede Şenol Güneş’i eleştirmiş, Polonya Milli Takımı’nda banko oynayan Adrian’ın Trabzonspor’da neden dakika bile alamadığını sormuştum. ‘Ben yazdım oynattı’ demek küstahlığını yapmam. Fakat aklın yolu bir; şu Trabzonspor kadrosunda top en çok kimin ayağına yakışıyor, bir bakın yeter. Ne diyelim, onsuz geçen günlere yazık oldu!

- Necip... Beşiktaş’ın kaptanı... Üç ya da dört sene önce, Aralık ayının bir gününde, Ulus’taki parkta Sergen Yalçın ile konuşurken söylemişti: “Necip’in ölüsü bile bu takımda oynar...” Mustafa Denizli hocaydı, Sergen Yalçın da o dönem 17 maçın 16’sını kazanmış, diğerinde de berabere kalmış A2 takımının istifa eden hocasıydı! Denizli’ye sitem ediyordu, Necipler için, Hasan Türkler için... Hatta şu espriyi yapıyordu: “Mustafa hoca, 50 metre yanındaki bu çocuklara şöyle bakıyor: AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA2!”

Bakmak başka, görmek başkadır, derler ya... Tüm kulüplerimizin bakarken görebilen gözlerle çalışması dileğiyle...

13 Kasım 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Nihat Doğan başkan...‘’

“Benim halim, memleketin hali...
Üç gündür kabızım;
Dışarı çıkamıyorum...”
Diyor Can Yücel, Vaziyet-i Umumi adlı şiirinde...

Kıssadan hisse...
Spor, siyaset, magazin demeden; bakalım memleketin şu son bir haftaki haline!

Süper Lig’de 18 takım, Türkiye’de 70 milyon teknik direktör var!
Yalan mı?
Değil...
İzle herhangi bir maçı bir kahvehanede, ufkunu genişlet!
- Fenerbahçe 3-4-3 oynar mı?
- Galatasaray savunması nasıl düzelir!
- Beşiktaş’ın Q7’ye ihtiyacı var mı?
- Trabzonspor nasıl şampiyon olur?
Aklının ermediği tüm bu soruların cevaplarını bulacaksın orada!
Aykut Kocaman hoca bile değildir kimine göre! Hadi Aykut hoca daha genç, yeni, tecrübesi az falan filan... Ona vurmak normal yani! Tamam da, Fatih Terim’e bile “Bilmiyor bu işi” diyenler var!
Kahvehanedeki adamlar bir tarafa, bir de sanatçılarımız (!) girdiler bu işe!
Mesela ‘Medahı iftiharımız’ Nihat Doğan bey... Diyor ki ‘ünlü sanatçımız’;
“- Türk Sporu çökmüştür. Hâl böyleyken yorumcular ekranda asıp kesiyorlar.
- Her futbolcu iyi teknik direktör olamaz! Örnek mi? Gheorghe Hagi....
- Ersun Yanal hiç top oynamadı. Fatih Terim de iyi topçu değildi zaten!
- Tüpçüden, hastaneciden TFF Başkanı oluyorsa; türkücüden de teknik direktör neden olmasın?”
Der kardeşim... Çünkü sen sahip çıkmıyorsun ki mesleğine...
Tribünde bir başkanın yanına oturup, “Bu takım çok daha iyi olabilir” diyerek sahadaki meslektaşının kovulmasına neden olan teknik direktör yok mu bu ülkede?
Çooook!
O halde Nihat Doğan Bey de senin ayağını kaydırabilir elbette.
Zemini kayganlaştıran sensin, katlanacaksın o halde!

19 Mayıs’tan sonra 29 Ekim’in de formatı değişti! Artık gazlı, coplu, kavgalı kutlamalar makbul olanı!
Hâl böyleyken, ‘statlarda şiddet sona ersin’ demek de neyin nesi!
Bayramını kavga ederek kutlayan bir ülkenin insanı, rekabetini de çiçeklerle yapacak değil ya!
Nasılsa önce veriyorsun cezayı, sonra affediyorsun!
Kavga edenin yanına kâr kalıyor yani... O halde durmak yok, vurmaya devam; öyle değil mi!

Terör örgütü PKK’nın çocuk katili ikinci adamı Şemdin Sakık, Ergenekon’da ‘Gizli Tanık’mış! O söylemiş, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün generalleri içeri atılmış.
Yani...
Terör örgütü PKK’nın İkinci Adamı iddia etmiş; TSK’nın bütün üst düzey yöneticileri ‘terör örgütü mensubu’ ilan edilmiş.

Bir de ‘Poyraz’ vardı meşhur! O da Sedat Peker’in Tümer Metin’i tehdit ettiğini, Tümer’in kırmızı gördüğünü, Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı yendiğini ve bütün bu olayların gözü önünde olduğunu söylemişti.
Tümer’in kulübedeyken kırmızı kart gördüğü maç, Ankaragücü ile yapılmış meğerse...
Tümer’in kırmızı gördüğü bir Fenerbahçe maçı varmış, onu da Beşiktaş kazanmış!
O ‘Poyraz’ da Şike ve Teşvik Operasyonu’na nereden transfer olmuştu, hatırlar mısınız?
Hatırlatalım; ‘Ergenekon’dan...

Ünlü Türk Sanatçısı Nihat Doğan ile başladık, onun bir özlü sözüyle bitirelim isterseniz:
“Ben ne zaman bize saldıranları görüyorum, onlar bana inanılmaz güç veriyor, motivasyon veriyor. Benim amacım enkaz haline gelmiş Türk Sporu’na katkıda bulunmak. Keşke bizim gibi 3-5 hıyar daha olsa.”
Doğru söze ne söylenir!

07 Kasım 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Volkan ve Muslera!‘’

Kuyt, Krasiç gibi iki üst düzey forvet almış Fenerbahçe... Üstelik Sow (Fransa Ligi Gol Kralı), Semih (Türkiye Ligi Gol Kralı), Bienvenu (Beğen beğenme ama kariyeri boyunca oynadığı her sezonda çift haneli gol sayılarına ulaşmış) gibi direkt forvet oyuncuları varken... Bu hücum hattının hemen arkasına Meireles gibi bir fenomen, Mehmet Topal gibi İspanya görmüş bir Milli yıldız almışlar... Üstelik bu takımın omurgasında Baroni gibi futbolu iyi bilen bir Brezilyalı, Caner, Selçuk Şahin, Mehmet Topuz gibi Milli forma taşımış isimler varken...

İkinci ve üçüncü bölgeye yapılan onca yatırımın karşılığı ne peki?

9 maçta 11 gol atmış Fenerbahçe... Maç başı 1.2 gol yani...

Bunun en basit anlatımı şu: Rakip size 1 gol atarsa kazanamazsınız! Rakip iki gol atarsa kaybedersiniz!

Peki Milli Takım’ın stoperi Egemen ve sol beki Hasan Ali’nin alındığı savunmada durum ne? Bu takımın diğer stoperleri de Yobo, Bekir, Serdar ve sağ beki de Gökhan Gönül gibi yine Milli Takım oyuncuları...
9 maçta 8 gol yemişler... Maç başı 0.8 gol yani...

Bunun en basit anlatımı da şu: Fenerbahçe hemen her maç bir gol yemiş. Bu durumda (yukarıdaki oranlama da dikkate alınırsa) şu ana kadar 9 maçta kazandığı 13 puan bile mucize! 9 maçın sadece 3’ünü kazanmış Fenerbahçe... 4 beraberlik, 2 yenilgisi var... Neresinden baksanız ‘dram’dır bunun adı.

Unutun bütün rakamları... Fenerbahçe’nin kazandığı maçlardan sonra bile en çok konuşulan, alkışlanan adamı kim?

Volkan Demirel... Kalecisi yani! ‘Dram’ın ispatıdır bu...

Aykut Kocaman artık kağıdı kalemi eline alıp bir yerlere not etmeli; “Biz nerede yanlış yapıyoruz!”
Çünkü... Alınan onca adam; özünde “Sisteme uymuyor” diye gönderilen Alex de Souza ve “Artık yaşlandı” gibi sığ bir ifadeyle yollanan Emre Belözoğlu kadar iş yapmıyor!

“Devrimler kansız olmaz” elbette... Fakat bir ‘devrim’ peşinde koşuyorsa Aykut Kocaman, bir ‘devrimci’ gibi davranmalıdır o halde. Çünkü; Trabzonspor maçı golsüz devam ederken Recep Niyaz’ı, Antalyaspor maçı geride (1-2) devam ederken Salih Uçan’ı ‘kurtarıcı’ diye oyuna almak; bu çocukları ‘devrim’ yolunda ‘kurban’ etmekle eş değerdir.

Yıllar önce Şifo Mehmet, önceki gece Fenerbahçe’ye attıkları 3. golün birebir kopyasıyla kaybetmişti bir maçı Fenerbahçe’ye karşı.. Ve o gün hakkında yazılan-çizilenler, neredeyse ‘ömür boyu hapis’ yatmalı kararına kadar uzandı. Bugün, takımlar aynı, hocalardan sadece biri farklı...

Fenerbahçe’nin yediği o üçüncü golün adı ‘dram’ bile olmamalı!

Galatasaray’daki değişime bakarsanız, Fenerbahçe’deki dramı daha rahat anlarsınız!

Burak Yılmaz’ı, Umut Bulut’u, Amrabat’ı aldılar hücum bölgesine... 9 maçta 22 gole ulaştılar. Üstelik geçen sezonun neredeyse gol krallığına oynayan adamı Melo’nun henüz siftahı yokken; geçen yılın altın adamı Selçuk İnan ‘bir iyi bir kötü’ oynarken. Galatasaray ileride uçmuş gidiyor. Fakat onlar için de gerideki sıkıntı büyük.

9 maçta 12 gol yemiş Sarı-Kırmızılılar. Ortalaması 1.3 gol... Bunun da en basit anlatımı şu: Galatasaray bir maçı kazanmak istiyorsa en az 2 gol atmak zorunda.

Hakan Balta’nın yerine ya da yanına bir sol bek; Ujfalusi dönerse 1, dönemezse en az onun kadar değerli 2 stoper ve hatta Eboue’nin yerine ya da yanına da en az bir adam almak zorundalar. Fenerbahçe’nin ileride yaşadığı ‘dram’ı, Galatasaray da geride yaşıyor çünkü. Süper Lig’de hücum oyuncuları bu ‘dram’ı ‘zafer’e dönüştürüyor belki ama, bir üst düzey ligde, yani Şampiyonlar Ligi’nde yaşanan hüsran da bunun kanıtı işte. Yoksa her maç gol yemesine rağmen, yine her maçın bitiminde en çok konuşulan, alkışlanan adamlardan biri ‘Muslera’ olur mu?

Geçen yılki kadroları, Türkiye’nin en iyisiydi. Üstüne onca adam aldılar ama aynı kâbusu görmeye devam ediyorlar:

Ya Volkan ile Muslera’ya bir şey olursa!

31 Ekim 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Romanya'nın golüne sevinen Türk gazeteci!‘’

Milli Takım’ın attığı gole sevinmeyen futbolcu var; hem de Milli Takım kadrosunda...

Milli forma üstündeyken attığı gole sevinmeyen futbolcu da var; o da Milli Takım’da!

Stat kapısında sorsanız hepsi, “Bu ülke bu bayrak için ölürüm der” ama; maç Kadıköy’de oynanıyorsa Galatasaray, Arena’da ise Fenerbahçe formasıyla Milli maça gelmeyi marifet sayan taraftarlar var.
Romanya’ya kaybetmek üzeresiniz, maçın son anları, ve tribünlerde Alex de Souza tezahüratları...
Türk Telekom Arena’da Volkan Demirel yuhlanır, yanlış anlamayın, Fenerbahçe’nin değil, Milli Takım’ın kalesini korurken...

Şükrü Saracoğlu Stadı’nda Arda Turan’dır hedef, Atletico değil Galatasaray forması giyerken, ama üzerinde Ay-Yıldız varken...

Volkan Demirel hatalı bir gol yedikten sonra “Oh olsun” der gibi açıklama yapar Trabzonspor Kulübü... “Bizim Onur’u alsanız, o golü yemezdi” anlamında... Oysa ki kadrosunda Polonya Milli Takımı’nın bankosu Adrian var, ama kaç maçta kaç dakika oynamış, hesabı kitabı yapılmadan...

Hepsinden daha da dramatiği var sırada... Yazmak ya da yazmamak arasında çok gidip geldim. Bu nedenle gecikmiş bir anı (!) olacak bu ama kendimi yazmak zorunda hissettim. Romanya maçı nedeniyle Kadıköy’deydim, statta, basın tribününde... Hakikaten kötü oynuyorduk, ama içimde hep “Düzeliriz” düşüncesi vardı. Dakikalar 45+1’i gösterirken Romanya’nın golü geldi, statta zehir gibi bir suskunluk... Hemen önümde... Bir basın mensubu... Türk... Türkiye’de yaşıyor, Türkçe konuşuyor, büyük bir gazetede çalışıyor... Bir kol hareketi yaptı, herhalde ‘nasıl geç...ik” anlamına geliyordu bu... Sevindi, Romanya’nın golüne... Güle oynaya, kafasını sola sağa sallaya sallaya basın odasına gitti zafer kazanmış komutan edasıyla! Yanımdaki meslektaşım Can Gebetaş ile şaşkına döndük. Basın odasına gitsem hır çıkartacaktım, öfkem büyüktü, rezillik olmasın diye stattan çıktım.

Hâl böyleyken... Halâ “Abdullah Avcı kalsın mı gitsin mi?” diye papatya falları açıyoruz.
Yukarıda okuduklarınızdan sonra lütfen şu soruma yanıt verin: Sorulması gereken en son soru bu değil mi?

****************

Süper Lig’i yazacağımız daha 20 küsur hafta var önümüzde... O nedenle lütfen bu haftalık mazur görün, çünkü Milli Takım ile devam edeceğim... Bir de aklımın almadığı şu var: “Macaristan maçına 60’şar bin dolar prim...”

Neyin primi kardeşim! Macaristan takımında oynayan futbolcuların hepsinin bir yıllık kazançlarını toplasanız, bizim kulübede oturanlardan bir-ikisinin kazancından azdır. Romanya Milli Takımı’nın en pahalı futbolcusu kim mesela? Stancu! 4 milyon Euro... O da Galatasaray’a transfer edilirken ödenen bonservis bedeli yüzünden... Bizim Milli Takım’daki futbolcuların yıllık gelirleri ne kadar? Büyük çoğunluğunun, Stancu’nun bonservisi kadar!

****************

Hâl böyleyken... Romanya’yı Macaristan’ı yenmek için 60 bin dolarlık moral-motivasyona mı ihtiyacı var bu adamların!

****************

Birileri korumak için bu ülkeyi dağda bayırda şehit düşerken... Kolunu bacağını kaybedip ‘gazi’ olurken.. Ve o gazilere ayda 400-500 lira maaş verip, “Bununla geçiniver artık kardeşim” derken... Üzerine kutsal Ay-Yıldızlı formayı giydirdiğimiz adamlara “Şu kaleye gol atın, 60’şar bin dolar verelim” demek en hafif ifadesiyle ‘ayıp’tır. Hadi diyelim ki, büyükler bu ayıbı işledi. O futbolcular, “Bizim Milli formayı iyi temsil etmek için paraya ihtiyacımız yok” diyemez mi? Veya “Bu maçın primini o kahramanlara verelim” diyebilmek kimsenin aklına gelmez mi?

*****************

KÜÇÜK BİR NOT:
Ben askerliğimi yaparken aylık maaşım 5 TL’ydi. Şu an ne kadar bilmiyorum; ama 60 bin dolar, pardon, 60 TL olmadığı kesin!

25 Ekim 2012, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Q7 ve feda!‘’

Alanzinho, Adrian, Colman, Zokora, Aykut, Barış, Sapara, Soner ve hatta Serkan, Olcan...

Elmander, Baros, Burak, Umut, Riera, Amrabat, Aydın, Sercan...

Sow, Kuyt, Krasiç, Alex (gitti, ama sezon başı kadro seçiminde o da vardı), Stoch, Şentürk, Bienvenü.. Ve hatta Baroni, Meireles, Recep...

Türkiye Milli Takımı’na hiç bir oyuncusu çağrılmadığı için isyan ediyor Trabzonspor... Fakat Polonya Milli Takımı’na sürekli çağrılan Adrian’ın bu sezon kaç maçta kaç dakika oynadığını hesaplamıyor! Hatta iyi para verilip alındığı günden bu yana, kaç kez üst üste onbirde sahaya çıktığına bakmıyor! Yukarıda yazdığımız isimlerin hemen hepsi aynı bölgenin oyuncuları... Colman’ın iyileştiğini düşünürsek, Zokora’nın da yeri garanti olduğuna göre, diğerleri ne olacak? Kimisi kulübeye, kimisi tribüne...

Hücum hücum hücum... Galatasaray’ın temel futbol felsefesi bu... Evet, ama futbolda senin ne kadar attığın kadar, rakibin ne kadar attığı da önemli! Bu isimlerin hepsi forvet... Kimisini sağa, kimisini sola, kimisini göbeğe monte edebilirsiniz. Fakat sonuçta hepsi de gol atmak ya da attırmak konusunda becerikli isimler... Bu konuda Galatasaray’ın sorunu yok, bu adamlar, futbol denilen oyunda kendilerine biçilen görevi yerine getiriyor.
Ancak...
Ya gerisi... Hakan Balta’nın alternatifi Çağlar... Geldiği günden beri kaç kez onbir oynamış? Eboue’nin alternatifi Sabri... ‘Reyis’ lakabıyla sanal alemin fenomeni yaptılar Sabri’yi, fakat futboldan uzaklaştırdılar. Şahsi görüşüm, hakkında yazılan çizilen kadar eksik bir futbolcu olmadığı yönünde... Fakat artık onsekize girmesi bile haber konusu... Göbekte Dany ve Semih Kaya... Semih’teki gelişimi takdir etmeliyiz, fakat Antep’ten alınan Dany ile birlikte Şampiyonlar Ligi’nde Galatasaray’ın savunmasını kontrol edebileceğini düşünmek biraz fantastik... Cris alındı, ama onun da tecrübesi çok geldi sanki! Ağır, hareketsiz, Ujfalusi kadar agresif değil ve en önemlisi lider gibi davranmıyor.
Galatasaray’ın attıkları ve yediklerine bakarsanız; Eskişehirspor’dan yenilen o golü hatırlarsanız, bu takımın temel problemini de çözersiniz!

Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor’a oranla daha dengeli bir takım görüntüsü veriyor. Bahsettiğimiz sahada oynanan futbol değil, futbolcu listesindeki denge...
Sol bek gerekliydi, Hasan’ı aldılar. Stoperde sorun vardı, Egemen’i; Niang sonrası sıkıntı çekilen hücumda Sow’un yanına Kuyt’ı, Krasiç’i soktular. Hemen her maç rakibe verilen orta sahayı geri alabilmek için Topal’ı, Meireles’i transfer ettiler. Fakat yine de bir handikapı var bu takımın da... Kuyt ve Krasiç... İkisinin de gerçek mevkii sağ kanat.. Ve bu şartlarda bakılırsa Juventus’tan aldığınız, hatırı sayılı bir para ödediğiniz Krasiç, futbol hayatına kulübede devam edecek.

Bizim takımlarımız sezon başında kurmuyor takımını! Ocak ayını bekliyor. Eylül’den Ocak’a kadar ‘deneme süresi’ sanki! Sıkıntı üstüne sıkıntı... Fakat bu süreçte Avrupa treni kaçıyor ve hemen her demecinde “Türkiye’deki başarı bizim için amaç değil araçtır” diyen yöneticilerin yönettiği kulüplerde yapılıyor bu hatalar.

Beşiktaş’ı unutmadık elbette...
Onlar için özel bir sezon bu... ‘Feda’ dediler, bu yolda yürüyorlar.
Fakat...
Quaresma’ya yıllık 3.7 milyon Euro’sunu ödeyip oynatmamak;
Kirasını ödediğiniz evde oturmamak;
Ya da lokantaya gidip hesabı ödemek, ama masadakilerin hiçbirine el sürmemek gibi bir şeydi.
Korkulan, Quaresma’nın affedilmesiyle birlikte ‘takım havası’nın bozulmasıymış! Daha iyi değil mi bu? Affettiniz, kadroya soktunuz, takım havasını bozarsa, onu çok seven taraftara bir açıklama yaparsınız:

“Bu yemekten kıl çıktı!”
Şu anki doğru, parasını ödüyorsanız oynatmanızdı. ‘Feda’ demiştiniz, bu parayı sokağa atmayarak şimdi doğru tarafa geçtiniz!

09 Ekim 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI