Arama

Popüler aramalar

‘’Akhisar'ın Başkanı kim?‘’

İkinci en değerli oyuncusu, 1.8 milyon Euro verirseniz alabileceğiniz Bruno Mezenga... Geri kalanlar, dört büyüklerde doğmuş, büyümüş, hayal kırıklığı yaşamış isimler... Yolları, Akhisar’da kesişmiş... Oğuz Dağlaroğlu, Kerim Zengin, Bilal Kısa, Uğur Demirok, Çağdaş Atan, Emrah Eren, Mehmet Akyüz, Kenan Özer gibi...

Başlarında; şöhretli futbol günlerini, şaşalı Galatasaray kariyerini bir kez bile diline dolamamış, Fatih Terim’in yanında üstlendiği Milli Takım yardımcı antrenörlüğü görevini bahane edip takımını yalnız bırakmamış Hamza Hamzaoğlu...

Başkanları kim? Kaç kişi cevap verebilir buna!

Kerem Bulut, Bahattin Köse kim? Kaç kişi, yanıtlayabilir bu soruyu? Statları neresi? Sezon boyu deplasmandaydılar, bir kez sızlanmadılar. Ev bildiler, herkesi dize getirdiler...

Öncelikle hakkını teslim edelim bu mütevazı takımın... Bu başkanın, bu teknik adamın ve bu isimsiz kahramanların... Sonrasında geçelim maça...

***
Fenerbahçe şampiyonluğunu ilan etmiş, Akhisar’ın ne Avrupa hedefi ne de küme düşme stresi var. Aslına bakarsanız, maç gazozuna! Buna karşın, Akhisar’ın futbola olan saygısı alkışa değer... Fenerbahçe yedeklerinin ise neden onbirde olamadıklarının bir kanıtı bu 90 dakika...

Bazı isimler için küçük parantezler açmak şart... Gökhan Gönülsüz Fenerbahçe gece, Gökhan Gönüllü Fenerbahçe gündüz gibi... Mert sıfır hatayla oynuyor ve bu kadar gol yemek zorunda kalıyor, yazık! Emre, bu maçta bile hakeme küfrediyor. Ayıp!

Ve son sözlerimiz assoliste... Yıllar önce sınavdan iyi not almak için koştuğu bu topraklarda, dün Türkiye Şampiyonu olarak alkışlandı...

Tebriklerimiz Ersun Yanal’a...

05 Mayıs 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Unutulmaz!‘’

45 artı 9. dakikada Emenike atıyor golü... Evet, yanlış okumadınız, 45 artı 9... Çünkü çıkan olaylar nedeniyle tarihi bir uzatma gelmişti, fakat o uzatmalar bile oynanamadı. Hakem, maçı tatil etti ve bütün oyuncular soyunma odalarına girdi. Asıl gerilim ise işte o an başladı. Saniyeler yelkovanı, yelkovan akrepi kovalıyor; saatler akıp gidiyor; fakat Fenerbahçe kafilesi bir türlü Avni Aker Stadı’ndan çıkamıyordu. Tribünlerdeki gerilim, Trabzon caddelerine taşmıştı; havalimanı yolu güzergahında yeterli güvenlik sağlanamadığı için, Sarı- Lacivertliler soyunma odasında tutuluyordu. Maç, 19.57’de bitmişti. Fenerbahçe kafilesi ise 00.54’te ayrılabildi Avni Aker’den... Aradaki saatler nasıl geçti derseniz... Onu da o dadan biri anlatsın isterseniz;

“Stat içinde yaşanan olaylardan sonra soyunma odasına gittik. Normalde duşumuzu alır, otobüse biner ve uçağa gideriz diye düşünüyorduk. Ama öyle olmadı tabii ki... 15 metrekarelik o odadasaatlerce kaldık.

Biz kalabalığız, oda ise küçük... İçi daralıyor insanın, ama yapabileceğin hiç bir şey yok. Sohbet ettik sürekli. O anlar bizi daha da güçlü yaptı. Odada herkes birbirine söz verdi, herkes yemin etti. ‘Ne olursa olsun, bu yıl şampiyon olacağız’ diyorduk.

‘Büyük bir aile olduğumuzu dosta düşmana gösterelim’ diyorduk. O odada herkes inanılmaz hırslanmıştı. Bazı oyuncular şaşkındı, fakat olayları hemen unuttuk. Çünkü güçlü olmalıydık.”

Tarih, 18 Nisan 2014... Yer, Can Bartu Tesisleri’ndeki toplantı odası...

17 Nisan’da Yargıtay’dan kötü haber gelmiş... Televizyonlarda, gazetelerde, internet sitelerinde hep aynı yorumlar: Başkan Aziz Yıldırım her an cezaevine dönebilir...

20 Nisan’da Beşiktaş derbisi var; Fenerbahçe bu derbiyi kazanırsa, şampiyonluğunu ilan edecek. Fakat iki gün öncesinde moraller alt-üst... Samandıra’da adeta ölüm sessizliği var.

Başkan, adeta ‘veda konuşması’ için gelmiş Can Bartu Tesisleri’ne... Bir sandalyeye oturmuş, karşısında tüm Fenerbahçeli futbolcular, teknik ve idari kadro... Anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor...

“Fermanı verdiler, kalemi kırmışlar zaten. Alın terlerimize ihanet ettiler. Fenerbahçe şike yapmaz, bize kimse para teklif edememiştir. Bu ülkede şampiyonluk değil, Avrupa’da şampiyonluk istiyoruz. Siz görevinizi yapın, şampiyon olun...”

Aziz Başkan’ın bu sözlerine Emre Belözoğlu, 2010-2011 Şampiyonluk madalyasını hediye ederek karşılık vermek istedi.. Ve film koptu o an... Gördüklerimizi değil, orada olanları, orada olan bir dost anlatsın
şimdi;

“Başkan’ı dinlerken, gözlerinden düşen damlaları görüyorduk. Başkan kendisini zor tutuyordu, ama gözyaşlarına hakim olamıyordu. Bizler de ağlamak üzereydik. Aramızda ağlamaktan utananlar vardı. Şundan eminim, herkesin içi ağlıyordu. Hayatım boyunca yaşadığım en duygusal anlardan biriydi. Başkan’a söz verdik;Desteğiniz bize güç verdi. En kötü günümüzde yanımızda oldunuz. Biz de en kötü
gününüzde sizi yalnız bırakmayacağız. Hep sizin yanınızda olacağız.” O gün hüzünden dökülen gözyaşları, bir kaç gün sonra şampiyonluk coşkusuyla sevinçten dökülecekti.. Ve Fenerbahçeli futbolcular
sözlerini tutacak, Aziz Yıldırım’a tarihin en değerli şampiyonluk kupasını hediye edecekti.

İkinci yarının başlarında eriyen fark, yine açılmıştı. Fenerbahçe, tarihin en erken şampiyonu olmak için sahaya çıkıyordu. Sonuçta hedefe ulaştılar. 34 haftalık yarışı, 31. haftada noktaladılar ve Fenerbahçe’nin 19. şampiyonluğuna imza attılar. Bu kadar çok ‘gel git’in yaşandığı, sevinç ile hüznün, barış ile savaşın, öfke ile sükunetin bu kadar birbirine karıştığı bir dönem daha yoktu. Bedenleri 31 futbol maçı kadar yorulmuştu belki ama, beyinleri muhtemelen birkaç sezonluk efor sarfetmişti.Böylesine enteresan bir sezonun ardından akıllarda iki önemli olay kaldı. Kiminle konuşsak, kime sorsak, hep bu iki olaydan bahsetti. Onlar neler mi? Anlatalım...

Tarih, 10 Mart 2014... Yer; Avni Aker Stadı... Bir yanda Trabzonspor, diğer tarafta Fenerbahçe var. İlk yarı bitmeden maç bitti! Sarı- Lacivertli kafile, yaklaşık 5 saat soyunma odasında mahsur kaldı. O anlarda
neler yaşandı?

Tarih, 18 Nisan 2014... Yer, Can Bartu Tesisleri... Aziz Yıldırım karşısına almış bütün teknik ve idari kadroyu, futbolcuları... Veda ediyor sanki! Ne kadar uğraşsa da engel olamıyor gözyaşlarına, futbolcular da
ağlayacak ama...

Arena'da tuzağa düştük!

Bir Galatasaray-Fenerbahçe derbisinden daha çok, bir Felipe Melo-Emre Belözoğlu derbisi yaşanmıştı bu kez... Sonuçta kazanan, Felipe Melo’ydu. TT Arena’da oynanan o karşılaşmayı, Fenerbahçeli bir futbolcu şöyle anlatıyor: “Puan farkı açılmış, Arena’da rakiplere büyük bir darbe indirme fırsatı doğmuştu. Yöneticiler ve teknik heyet, bu maça büyük önem veriyordu. Galatasaray’ın sahasında galip gelerek işi bitirmek istiyorduk. Maçtan birkaç gün önce teknik heyet bizi sürekli uyarıyordu. Aslına bakarsanız, bizler, yani futbolcular da kendi aramızda sürekli konuşup, aynı uyarıları tekrarlıyorduk. Kesinlikle gergin olmayacaktık, provokasyona gelmeyecektik. Defalarca konuştuk, ama nasıl olduysa, Arena’da rakibimiz bizi inanılmaz olaylarla provoke etti. Biz her şeyin futbolun içinde kalmasını isterken; istenmeyen hareketler, istenmeyen derecede sertlik geliyordu rakipten... Sonuçta kartlar havada uçuştu. Evet, tuzağa düşmüştük.Büyük hayal kırıklığı yaşadık. Ancak bunun nedeni sadece kaybetmek değildi. Biz, futbolu sahaya oynayıp kazanmak ya da kaybetmek peşindeydik. Olmadı, çok üzüldük. Bir yandan da şunu anladık; hiç bir rakibi, Fenerbahçe’yi fizik gücü ve kalite üstünlüğüyle yenemez... Bu derbinin de, bu sezonun da özeti budur.”

03 Mayıs 2014, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için‘’

Eskişehir, Sivas ve Kasımpaşa galibiyetlerinin ardından takım içinde çok şey değişmişti. Hatta Ersun Yanal ile Sow arasındaki gerginlik bile bitmişti. Sow, kadrodışı kalmanın zihninde yarattığı tahribattan kurtulmuş; son düdük çalana kadar mücadele eden takımına nasıl fayda sağlayabileceğini düşünmeye başlamıştı. Aslında buna mecburdu, çünkü tesislerde, idmanlarda, fitness salonunda ya da maçta; neresine dönerse dönsün, bambaşka kişiler hep aynı şeyleri söylüyordu: “Biz takım olarak inanırsak, mücadele edersek, yüreğimize ortaya koyarsak her maçı kazanabiliriz. Kaybedebiliriz, ama asla pes etmemeliyiz...”

***

“Eskişehir’de, Sivas önünde ve Kasımpaşa’da gösterdiniz ki; biz bir takımız... Sizin bu savaşçı ruhunuz, bize her maçı kazandıracaktır. Son dakikada attığımız gol için herkes ‘şans’ yorumu yapıyor. Ben elbette bu görüşe katılmıyorum. Siz de reaksiyon gösterin, Fenerbahçe’nin, yani bu ailenin büyüklüğünü gösterin. Şansın değil; mücadelenin kazandığını gösterin. Çıkın, son düdüğe kadar savaşın.” Elazığ maçı öncesi, Fenerbahçe soyunma odasında Yanal’ın bu sözleri yankılanıyordu. Takım içinde motivasyon tavan yapmıştı. Fakat içlerinden biri için, bu konuşmanın çok daha büyük bir anlamı vardı. Kasımpaşa maçında kadrodışı kalan Sow’un özlemi sona ermiş, Yanal bu kez Emenike’yi tribüne yollamış, ona ilk 11’de görev vermişti. Senegalli mesajı aldı, ağlara 3 gol birden bıraktı.

***

Yabancı kuralı gereği, her hafta birileri dışarıda kalacaktı. Yanal’ın elinde ise hepsi birbirinden değerli yıldızlar vardı. Kasımpaşa ve Elazığ maçlarındaki tercihleri, Yanal’ın forma adaletini gösterdi. Belki de Ersun hoca ile takım arasındaki gerçek kaynaşma, işte o an başladı. Artık tribüne çıkan da mutluydu, kulübe de oturan da, sahada oynayan da...

***

Galatasaray derbisi kazanıldı, Beşiktaş derbisi 10 kişi kalınmasına rağmen berabere bitirildi. İlk yarıda tek hayal kırıklığı, Karabük’te yaşanmıştı. Her şey yolunda gidiyordu. Ancak ikinci devre kâbus gibi başladı. Bu kez,sakatlıklar baş ağrıtıyordu. Emenike 18, Webo 19, Sow ise 20. haftada sakatlandı. Bu arada 19. haftada Eskişehir’e, 20. haftada Sivasspor’a kaybedildi, 22. haftada Elazığ ile berabere kalındı. Üç maçta da ciddi hakem hataları vardı. Özellikle Sivas’ta Yunus Yıldırım’ın yönetimi, Sarı-Lacivertli camiada infiale yol açmıştı. Tablo sıkıntılıydı: Emenike, Webo, Sow sakattı... Egemen, Baroni cezalıydı. Üç maçta 8 puan kayıp vardı, rakiplerle aradaki puan farkı neredeyse sıfırlanmıştı. Ancak...

***

Santrforların yokluğunda önce Aziz Yıldırım sonra da savunmacılar devreye girdi! Ersun Yanal ve talebeleri yerlebir edilirken, Başkan’ın ağzından şu cümleler dökülüyordu: “Bu takım şampiyon olacak...” Kasımpaşa maçını Bekir kazandırdı, Elazığ’da beraberliği Topal getirdi, Gençlerbirliği maçını Emre Belözoğlu aldı. 24. haftada sıkıntılar bitti. Santrforların hepsi sahaya dönmüştü ama Emenike’nin dönüşü bir başkaydı! Üst üste Trabzon, Erciyes, Gaziantep maçlarında Fenerbahçe’nin 6 golünün 4’ünde, alınan 9 puanın tamamında onun imzası vardı. Bursa maçı ise santrforların defilesine şahit oldu: Asistler Emenike’den, goller Kuyt, Sow ve Webo’dan...

***

Bu süreç, şampiyonluk günü açılan o pankartın doğduğu süreçti... Çünkü sakatlar, cezalılar, hakem kararları ve daha bir çok olumsuzluğun yaşandığı bu anlarda, Fenerbahçe’yi yeniden ayağa kaldıran yegane güç ‘takım ruhu’ydu. En çaresiz anlarında, hep kendi kahramanını yarattı Fenerbahçe... Bir gün Kaptan Emre çıktı sahneye, bir başka gün Bekir İrtegün... “Fenerbahçe için henüz erken” denilen gencecik Alper harikalar yarattı, Caner Erkin kendini aştı. İhtiyaç anında Holmen kurtardı takımını, hiç umulmayan bir anda Kadlec... Gökhan dizindeki yırtıkla oynadı, Volkan ‘ameliyat şart’ denmesine karşın masaya yatmadı. Bu süreç, şampiyonluk günü pankart olarak Kadıköy’de açıldı: “Biz bir aileyiz... Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için...”

Filmin adı: Doksanlar - Başroller: Webo, Emenike, Egemen

Süper Lig’in 4. haftasında büyük bir kırılma yaşanabilirdi. Bir hafta önce Sivas önünde harikalar yaratan Fenerbahçe, bu kez ligin flaş ekiplerinden birine konuk oluyordu. Maçın özeti şuydu; Kasımpaşa öne geçiyor, Fenerbahçe yakalıyordu. Dakikalar 90+2’ye geldiğinde skorbordda 2-2’lik eşitlik yazıyordu. Artık evlerde televizyonlar kapatılmaya başlanmış, statta ‘kalabalığa kalmayalım’ diyerek eve dönüş yolculukları başlamıştı. Tam da o anda Pierre Webo çıktı sahneye ve daha sonra ‘serisi çekilecek bu filmin galasını’ yaptı. Kasımpaşa deplasmanından uzatmalarda attığı golle galip dönen Fenerbahçe, sonuçta üç puandan çok daha fazlasını kazanmıştı; Özgüven... İşte bu duygu, ligin ilerleyen haftalarında
defalarca gol olarak vücuda gelecek, Fenerbahçe’ye mucize puanlar kazandıracaktı. Kayseri’deki Erciyes maçında 90+5’te Emenike attı; Bursa’da 90+1’de gelen Batalla golüne 90+4’te Egemen yanıt verdi; Antalya’da 90’da Sow vardı. Kasımpaşa, Erciyes, Bursa ve Antalya... Dört zorlu deplasmanda, 4 uzatma golüyle gelen 12 puan... Fenerbahçe, ligin bitimine 3 hafta kala şampiyonluğunu ilan ederken, bu maçların önemi bir kez daha hatırlanacaktı.

Sivas'ta yaşananlar hakem hatası değildi


Eskişehir, Sivas ve Elazığ maçlarındaki hakem kararlarını sorduk Fenerbahçeli bir futbolcu dosta... İşte görüşleri; “Sivas’ta yaşadıklarımız herkesi şaşkına çevirdi. Kimse yüksek sesle söylemese bile, herkes içinden ‘önümüzü kesiyorlar, bilerek böyle yapıyorlar’ diye düşünüyordu. O ana kadar hakem hataları olduğuna inanıyorduk, Sivas maçından sonra bizim önümüzü kasten kesmek isteyenlerin olduğuna inanmaya başladık. Verilmeyen penaltılar, görülmeyen fauller, gösterilmeyen kartlar ve bizim aleyhimize inanılmaz hatalar... Öyle kartlar çıkartılıyordu ki bizim takıma... Panik yaşamadık desek yalan olur, fakat kısa sürede toparlandık. Biliyorduk ki, şampiyon olmamız için sadece maçları kazanmakla kalmayıp, savaşarak başka engelleri de aşmamız gerekiyordu. Karar aldık, savaşacak, engelleri aşacaktık.”

Yarın:

15 metrekarede 5 saatlik zirve!
Evet... Arena'da tuzağa düştük!
Ağladı, ağlattı... Güldü, güldürdü...

02 Mayıs 2014, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe'nin kurtuluş savaşı‘’

İki yıl geçmişti üzerinden... Fakat halen sakız gibi uzayıp gidiyordu '3 Temmuz' süreci... 2011'de başlamış bir kâbustu, bitmek bilmiyordu. Başkan Aziz Yıldırım, yöneticiler İlhan Ekşioğlu ve Şekip Mosturoğlu özgürlüklerine kavuşmuştu; fakat mahkemeler sürüyor, her alanda sayısız belirsizlik can sıkıyordu. 10 Haziran 2013'te bir büyük şok daha yaşandı; Fenerbahçe Spor Kulübü, UEFA Disiplin Kurulu'na sevk edildi. Ersun Yanal ve futbolcuları, bir taraftan yeni sezon hazırlıklarını yaparken, diğer taraftan UEFA'dan gelecek kararı bekliyordu.

25 Haziran 2013'te güneş karardı! Çünkü Disiplin Komitesi'nden 2 artı 1 yıllık ceza çıkmıştı. Bunun anlamı şuydu: Avrupa Kupaları'na katılamayacaksınız... Gökyüzünde güneş, tüm cömertliğiyle ısıtıyordu yeryüzünü... Fakat Fenerbahçe'nin üzerinden kara bulutlar eksik olmuyordu. 15 Temmuz 2013'te Tahkim Kurulu, artı biri kaldırdı, 18 Temmuz'da da CAS, UEFA yürütmesini durdurdu. İşte bu müjdeydi, çünkü karar, Sarı-Lacivertliler'e, Şampiyonlar Ligi ön eleme maçlarını oynama hakkını veriyordu.

Nihayet, kara bulutların arasından sıyrılmış, yüzünü göstermişti güneş... Mahkeme duvarlarından, futbol sahasına göç başlamıştı. Yanal ve futbolcuları, böylesine bir ortamda sezonu açtı! 31 Temmuz'da deplasmanda 1- 1 berabere kaldıkları Salzburg'u, 1 hafta sonra Kadıköy'de yerlebir ediyor; Şampiyonlar Ligi'nde gruplara bir adım daha yaklaşıyorlardı.

Ağustos süper başladı, ancak büyük bir felaketle sonuçlandı. Hem masada hem de sahada...

11 Ağustos'ta Süper Kupa, Galatasaray'a kaptırıldı... 17 Ağustos'ta Süper Lig'e, Konyaspor yenilgisiyle başlandı. 21 Ağustos'ta Kadıköy'de Arsenal karşısında alınan 3-0'lık yenilgi soğuk duş etkisi yarattı. 24 Ağustos'taki Eskişehir galibiyeti 'pansuman' görevi görürken; 27 Ağustos'ta Arsenal'e karşı bu kez 2-0'lık yenilgi alındı. Ve bir gün sonra... 28 Ağustos 2013'te... Sezonun ilk hezimeti yaşandı... CAS, UEFA'nın kararını onadı ve Fenerbahçe'yi 2 yıl boyunca Avrupa Kupaları'ndan men etti...

18 Temmuz'da başlayan süreç, meğerse 'yalancı baharmış', anlaşıldı.

Ne Arsenal yenilgileri ne de Konyaspor mağlubiyeti bu kadar acıtmamıştı Fenerbahçeliler'in canlarını...

Acı artıyor, isyan büyüyordu. Çünkü hiç bir Fenerbahçeli, Fenerbahçe'nin şike yaptığına inanmıyordu.

Fenerbahçe'nin yol haritası, çıkmaz sokaklarla dolmuştu. Fakat 3 Temmuz 2011'de başlayan o malum süreç, yakıp yıkmadı Fenerbahçe'yi...

Aksine, biraraya topladı. Şampiyonluk geldiği gün, futbol takımının sahaya çıktığı pankart, bunun kanıtı olacaktı.

Sezon nasıl başladı, diye soruyoruz bir futbolcu dosta... Sözlerine, "Herkesin bildiği ve takip ettiği 3 Temmuz sürecinin gerginliğiyle" diye başlıyor.. Ve devam ediyor: "Bizler, yani futbolcular olarak sezona nasıl başlanılacağını çok merak ediyorduk. Teknik heyetimiz de çaresizdi, çünkü sezonun ne zaman başlayacağını onlar bile bilmiyordu. Avrupa'ya gidecek miyiz, gitmeyecek miyiz? Bilmiyoruz. Süper Kupa maçından sonra bir karar alındı; Avrupa'da mücadele edilmeyeceğine dair... Kısa süre sonra bir haber geldi; Avrupa'da oynayacaksınız diye... Bir varız, bir yokuz kısacası... Zaten muammalı bu durum yüzünden doğru dürüst bir sezon öncesi kampı yapamamışız. Buna rağmen, tamamen bir takım duruşu sayesinde, Salzburg gibi hazır, genç ve kaliteli bir ekibi elemeyi başardık... Fakat Arsenal gibi üst düzey bir takım karşısında, sezona ne kadar hazır olmadığımız da apaçık ortaya çıktı. Çok çalışıp, bu durumu çözebilirdik. Ancak çok çalışıp çözemeyeceğimiz bir karar daha karşımıza çıktı: Avrupa'dan men cezası aldık. O an için yapılacak tek tanım var: Büyük bir hayal kırıklığı... Bir kez daha cezalandırılmıştık..."

Ya tası tarağı toplayıp gideceklerdi... Ya da kalacak, inadına mücadele edeceklerdi...

İkinci şıkkı seçti Sarı- Lacivertliler... Koskoca Fenerbahçe camiası, Başkan Aziz Yıldırım'ın etrafında birleşti yeniden. Teknik heyet ile futbolcular kenetlendi.

Takım içindeki tecrübeli isimler, devreye girmişti. Yaşanan süreci hiç bir şekilde anlayamayan yabancılara durum anlatıldı. Yabancılar da dahil, artık herkes, içinde bulundukları bu 'saçmasapan durumu' kabullenmişti. Bu durum böyle devam edecek, fakat Fenerbahçe, 'Kurtuluş Savaşı'na devam edecekti. Volkan Demirel, Emre Belözoğlu, Selçuk Şahin gibi isimlerbaşta olmak üzere; takım içinde sık sık toplantılar düzenleniyor, adeta 'Kurtuluş Savaşı'nın anayasası hazırlanıyordu.

Bu anayasanın ilk maddesinde şunlar yazılmıştı: "Şartlar ne olursa olsun, Fenerbahçe'nin tek hedefi vardır: Şampiyonluk... Şampiyon olmak için yapılması gereken belli: Savaşmak... Savaşırsak kazanırız... Kaybedersek bile kazanırız."

UEFA Disiplin Komitesi, UEFA Tahkim Kurulu, CAS... Silivri, Metris, Çağlayan... Zekeriya Öz, Mehmet Berk, Mehmet Ekinci... Polisler, mahkemeler, cezaevleri... Yarışı en önde bitirmek için, işte bunların hepsini geride bırakmak gerekiyordu.

CAS'tan gelen 'felaket karar'dan sadece 3 gün sonra oynanan Sivasspor maçında o karar alındı...

Oynanan müthiş futbol...
Rakip kaleye gönderilen 5 gol...
Bitmek-tükenmek bilmeyen enerji...
Bir an olsun bile pes etmeyen futbolcular...
Tribüne çıksa bile küsmeyen yabancılar...
Dopdolu tribünler...
İnanmış yöneticiler...
İnanmış teknik kadro...
İnanmış futbolcular..
Ve elbette yazılacak muhteşem hikayenin baş aktörleri;
İnanmış taraftarlar...
31 Ağustos 2013 günü...
Sezonun henüz 3. maçıydı ve bir yemin etmişti Fenerbahçe camiası: Şampiyon olacağız...



Yarın: Filmin adı: Doksanlar... Başrol oyuncusu: Pierre Webo... Karabük, Eskişehir ve Sivas'ta neler oldu neler... Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için..

01 Mayıs 2014, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Virüs‘’

“Fenerbahçe’nin değil, Aziz Yıldırım Bey’in şike yaptığına eminim” dedi bir zat-ı muhterem...



Bir başka arkadaşın marifetleri de şöyle... İktidar partisi ile cemaat arasından su sızmazken...

“İddianamenin 182 sayfasını okudum. Aziz Yıldırım’ın avukatı gibi okudum, ‘3 maç’ dedim. İyice aşırı legalist bir şekilde okursan 9 maça çıkar dedim. Nitekim savcının iddiası da bu yönde. Aziz Yıldırım ve ekibi şike yapmıştır”
dedi.

“Bende zigzag yok... Bir insan aleni suç işlemişse ömür boyu futboldan men edilmesi, hukuken gereğinin yapılması konusunda hiç kimse bir şey yapamaz. ” diye de ek yapmıştı. İktidar partisi ile cemaat birbirine girince...

“Fenerbahçe’yi ligde Başbakan tutmuştur. Küme düşürülmesi için Paralel güçler talimat vermişti. Ayrıca Aziz Yıldırım için 50 yıla yakın ceza verilmesi planlandı. Ama Başbakan el koydu. Yıldırım’a oynanan oyunu bozdu!” dedi. “Burada Aziz Yıldırım’ın soruşturulma sürecinde usûl hataları olduğu yönünde ciddi şüpheler var. En baştan Aziz Yıldırım’ın mimlendiği, ardından Yıldırım ile ilgili dinleme kararı alınmış gibi gözüküyor” dedi. “Bu emniyet-yargı yapılanmasının hedefi Aziz Yıldırım’dır, hedefi Fenerbahçe değildir. Burada mühim olan bu soruşturma sürecindeki bizim de bilmediğimiz, bugün öğrendiğimiz usûlsüzlükler varsa ortaya çıkarmaktır” dedi.

Herşeyi bilen adam var bir de... Ergenekon’da... Balyoz’da... Poyrazköy’de... Şike ve Teşvik Davası’nda... Onlarca hayatın içine girdi... Çocukların babasız büyümesine, suçsuzların yıllarca hapis yatmasına neden oldu. Her yerde o var! Her şeyi biliyor! Oysa ki kendisi de biliyor ki, bildiği her şey, eline tutuşturulan kağıtta yazdığı kadar... Sonrası... Gelecek bir sonraki kağıda bağlı!



Virüslerin işgali altındayız... Hani bilgisayarına girer, tüm programlarını bir anda bozar, atar ya... Onun gibi işte...



Ülkemizin içine girdiler.
Hayatlarımızın içine girdiler...
Takımlarımızın içine girdiler...



Bizden yana olduklarında sevdik onları...
Bize karşı olduklarında nefret ettik.
Sonra bir baktık ki, rüzgârgülü gibi bu
arkadaşlar... Rüzgâr nereden eserse, o tarafa
doğru dönüyorlar...



Bugün benden olan, yarın karşıma çıkıyor...
Sevsem mi, nefret mi etsem?
İnsanın kafası karışıyor!



İyi olan ne varsa, yok ettiler!
Kötü olan ne varsa, beynimize yerleştirdiler.
Yaratılan her düşmanlıkta, akan her damla
kanda... Yakılan her mağazada, çıkartılan her
olayda... Suretleri olmasa da parmak izleri var...



Bu dünyada kazandıklarını
düşünüyorlar... Gün olur, devran
döner... O da olmazsa;
Öbür dünya var, unutuyorlar!

30 Nisan 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’E-maganda!‘’

Hayat sana güzel kardeşim! Ne yaparsan yap...Yaptığın yanına kalıyor işte... Ne güzel!

Denize girmek için deniz kıyısında olmak yeterli senin için... Çünkü çıkartırsın tişörtünü, çıkartırsın pantalonunu, tamam... Hooop, denizdesin işte... Mayon var mı, deniz şortun var mı, ne dert... Külotun olsun yeter kardeşim!

Senin, sevişmek için bir kadın görmen yeterli! Sokakta, otobüste, barda, diskoda... Mekan fark etmez... Yaklaşırsın avına, değersin, ellersin, olur biter! Taksim, Kadıköy meydanları, yılbaşı günleri bayramındır senin. Kadını tanımıyor muşsun ne dert! Nasıl olsa girmiyorsun içeri, girsen de bir gün misafir edip salıyorlar seni...

Öfkeliysen dilediğini yapabilirsin sen; sana serbest çünkü... Çok mu kızdın Geziciler’e; al palayı eline, çık sokağa... Gördüğün ilk kadının poposuna vur palayla, sonra sırtına tekme at! Gördüğün ilk erkeğin şah damarına salla palanı, ölürse ölür, fark etmez... Nasıl olsa tutuklamıyorlar seni... Hakkınmış gibi yine bırakıyorlar insan içine...

Daha sükseli bir işe imza atmak istiyorsan, adresin belli; Türkiye Büyük Millet Meclisi! Sakıban mı var, aranıyor musun? Hiç önemli değil kardeşim... Elini kolunu sallaya girebilirsin içeri, hatta ceketli adamlarla el sıkışır, muhabbet bile edersin. Yetmedi mi? Git, milletvekillerini
yumrukla... Yetmezse, ana muhalefet partisi liderimiz var! Hazır, bekliyor yumruklanmak için! Bu herhalde keser artık seni... ‘Abi, asarlar beni’ deme! Başka bir suçtan aranmıyorsan, 1 saat sonra özgürsün kardeşim...

Eğlenmek istiyorsan, İstanbul’un bütün barları, diskoları senin maganda kardeşim! ‘Damsız girilmez’ yazısı, uyarısı senin için değil! Medeni insanlara yasak girişler, rahat ol! Zaten ‘dam’dan çıktığın için, ‘dam’ın da üzerinde senin... Sana serbest onun için! Gir diskoya, ye-iç-eğlen... Kesmedi mi! Çıkar emaneti, bas tetiğe... İnsanları vur, tavanları del! Yetti mi? Eğlendin mi? Bu kez alırlar seni içeri... Ama korkma! Bir kaç şey sorarlar, sonra salarlar yine!

Doğuştan futbol taraftarı mısın? Kesin öylesin... O halde durma, harekete geç... Atla otobüse, git stada, gir içeri... Takımın yeniliyor,yıldızın oynamıyor mu? Dal sahanın içine; at tekmeyi, bas yumruğu... 15 dakika ifade, 16. dakikada sokaktasın işte... Bir kaç hafta sonra
gidersin, yine futbol maçını izlersin! E-Bilet mi? Passolig mi? Sana ne kardeşim, onlar bize şart! Sana serbest...

Devletimiz, hükümetimiz, bakanlığımız, federasyonumuz kurallar koyuyorlar! Ne için? Şiddeti, kavgayı dövüşü, kötü tezahüratı bitirmek için! İyi güzel de, kurallara uyan adamlar, zaten küfretmiyor, zaten durup dururken kavga etmiyor ki! Yapacağın şey basit aslında senin! O
holiganları, o magandaları bulacaksın; ya tedavi edeceksin ya da toplumsal etkinliklerden uzaklaştıracaksın. Nasıl mı bulacaksın! Onları tanır herkes... Gittikleri tribün bellidir... Takıldıkları kahve, kafe, bar, meyhane bilinir... Kulüplere sorun önce; çekinip vermezlerse isimlerini dert değil... İki hafta boyunca iki tane sivil dikseniz tribüne, kahveye, kafeye, bara, meyhaneye yeter! Çözersiniz her şeyi... Bu da mı olmaz! Tamam... Bize sorun, söyleyelim... Gazetecilere yani! Biz bile biliyoruz yani!

E-Bilet mi? İşadamları giremedi Olimpiyat’tan içeri; Fernandes’i yumruklayan girdi... E-Bilet değil, E-Maganda EHoligan gerekli önce bize...

23 Nisan 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sinyor Mancini‘’

Fernando Muslera; İngilizce, İspanyolca, İtalyanca... Emmanuel Eboue; İngilizce, Fransızca... Aureleien Chedjou; Fransızca, İngilizce... Alex Telles; Portekizce... Felipe Melo; Portekizce, İspanyolca... Wesley Sneijder; Flemenkçe, İngilizce, Almanca, İtalyanca, İspanyolca... Didier Drogba; Fransızca, İngilizce... İzet Hajrovic; Boşnakça, İngilizce, Almanca... Guillermo Burdisso; İspanyolca, İngilizce... Lucas Ontivero; İspanyolca...
Peki ya yerliler...
Gurbetçi futbolcular Aykut Erçetin, Salih Dursun, Ceyhun Gülselam, Hakan Balta ve Koray Günter; Türkçe, Almanca ve İngilizce konuşabiliyorlar.
Türkiye'de doğmuş, büyümüş Sabri Sarıoğlu, Selçuk İnan, Burak Yılmaz, Emre Çolak, Gökhan Zan, Umut Bulut, Yekta Kurtuluş, Oğuzhan Kayer, Eray İşcan, Veysel Sarı ve Umut Gündoğan'ın Türkçe haricinde ana dili gibi konuşabildikleri bir yabancı lisanı yok. Fakat hepsi de İngilizce'den anlıyor. Gayet normal olarak, futbol lügatındaki tüm terimleri ezbere biliyorlar.
Bu arada...
Hamit Altıntop diye bir adam var Galatasaray'da, Google translate mübarek!
Türkçe, Almanca, İspanyolca ve İngilizce'yi ana dili gibi konuşabiliyor.
Sonra...
Cenk Ergün vardı kulübede; İtalyanca, Fransızca, İngilizce konuşabilen...
Tomas Ujfalusi geldi şimdi onun yerine... İngilizce, Çekçe, İtalyanca konuşuyor, anlıyor, anlatıyor.
Cladio Taffarel var; İngilizce ve Portekizce konuşuyor. Ayrıca artık bizden biri gibi Tafo, Hagi'nin tercümanından daha iyi Türkçesi var!
Antrenör Tugay Kerimoğlu... Türkçesi var, İngilizcesi ana dili gibi...
Hepsi hiç bir şey bilmese bile Mert Çetin diye bir adam Galatasaray'da... Türkçe, Portekizce, İspanyolca, İtalyanca ve İngilizce sözlüklerini yutmuş adam!

Hâl böyleyken...

Kağıt gönderiyor Roberto Mancini sahaya...
Bir kez olsa, iki kez olsa anlarsın... "Karmakarışık bir iş çevirecek. Rakibin aklını alacak. Bu nedenle komplike değişiklikler yapacak. O yüzden yazıp verdi" diye yorumlarsın! Ama her maç aynı şeyi yapıyor İtalyan...
O kağıtlarda ne yazdığını gördük zaten... Siz de görün diye koyduk yazının içine... Bildiğin diziliş var sadece; İleride solda Burak, sağda Umut, ortada Drogba... Arkalarında Sneijder... Defansın solunda Semih, tandemde Gökhan-Chedjou ve sağ bekte Eboue... Bunu anlatmak için o kağıda ne ihtiyaç var?
Söyle Mert'e, anlatsın...
Çağır içeriden bir topçuyu, istediğini yaptırsın.

İtalyansın, yıllarca İngiltere'de görev yapmışsın. Avrupa Birliği vatandaşısın. Nüfus kağıdın bize göre sükseli...
Kariyerin kupalarla dolu... Harika futbolcuymuşsun, çok da iyi antrenörsün...
Hepsine kabul!
Bizim ülkemiz Türkiye... İtalya kadar İngiltere kadar gelişmiş olmayabiliriz.
Buna da kabul!
Ama sen de şunu bil!
Biz de dumanla haberleşmiyoruz Sinyor Roberto Mancini...

16 Nisan 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fileler‘’

Beklenti, Fenerbahçe’nin müthiş bir baskıyla maça girip işi bitirmesiydi. Ancak görüldü ki eksikler Ersun Yanal’ın da takımının da kimyasını bozmuştu. Yanal ve Fenerbahçe’sinin gözden kaçırdığı bir gerçek vardı; Antalyaspor da dipteki rakipleri haftayı puanla kapattığı için kazanmak zorundaydı ve Antalyaspor’da da 4 önemli eksik vardı. Üstelik onların kadrosu, Fenerbahçe gibi bu eksikleri absorbe edemezdi.

*

Aynı durgunlukta başladı ikinci yarı... İki takım da dengeli, sakindi. Fenerbahçe, istediği an yükseltti tempoyu, istediği an düşürdü. Antalyaspor, koskoca ikinci yarıda bir kez zorlayabildi Fenerbahçe kalesini, Hasan Ali devreye girdi. Yanlış okumadınız Hasan Ali!

Bir cümle daha yazacağım; şok olmayın! Fenerbahçe’nin iki golü Kadlec’ten geldi. Kadlec... Hani o Çek olan! Önce Sow’a 6 dikiş atıldı. Sonra Kuyt yardı kafasını. Ortasında Salih’in de dudağı patladı. Kafalarında fileler vardı Fenerbahçeliler’in...

Hani kadınlarımız pazara gider domates biberle doldurur ya... İşte o filelerden. Fakat Sow’un Kuyt’ın kafasındaki o filelerin içinde domates, biber değil şampiyonluk kupası vardı. Bu iş bitti.

14 Nisan 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI