Arama

Popüler aramalar

‘’Yazık oldu‘’

CSKA-Manchester maçının skoru, grubu daha enteresan bir hale getirmişti, tabii ki maçı da. Yazık oldu desek, abartmayız. Delikanlı bir hakem çıkınca, Alman takımı değil Alman şampiyonu Wolfsburg’a karşı Beşiktaş fena değil, hatta iyi de top oynadı. Denizli’ye onu niye oynattın, bunu niye oynattın diyemeyiz. Çünkü oyuncuların hepsini tek tek kefeye koyarsak, hepsi de aslanlar gibi oynadı. Üzüntümüz şu; böyle fırsatlar varken 40 trilyon verdiğin Tabata-İsmail Köybaşı neden kulübede ? Göndermek istediğin Fink, Bobo ve Tello neden sahada ?. Fark nerede, fark yok. Tek bir fark var, o da oyuncuların özgüvenlerinin yerinde olmaması.

Beşiktaş’a gol lazım. Gol atmak için de ceza sahasına girmek lazım. İlk yarıda Bobo’nun 27. dakikadaki pozisyonu dışında, tehlikeli atak yok. Ama Bobo 53. dakikada kendi ceza alanından öyle bir top çıkardı ki, mücadelenin kader anıydı. Herkes iyi oynadı, ancak iki kişiyi ayrı bir yere koymak istiyorum; Rüştü ve İbrahim Üzülmez. İbrahim Üzülmez bu takımın en pahalı topçusu! 10. senesini oynuyor, maliyeti 50 milyon Dolar. Rüştü’ye yapılanlar da ortada. Merak ediyorum, ilk İnönü’ye çıktığı zaman kim ıslıklayacak.

Gol pozisyonlarında Fink ile Ernst oyuncu tercihlerini sağlıklı yapabilseydi, Beşiktaş’ın sahadan 3 puanla çıkması işten bile değildi. Sıkıntı yok değil, var. Binbir güçlükle Ferrari, Sivok, Üzülmez ve Ernst ikili mücadelelerde topu kapıyor, ama mirasyedi gibi arkadaşları, bilhassa Bobo ve Nihat kaybediyor. İşte bu top kayıpları ilk 45 dakikada Beşiktaş defansının, Rüştü’nün önüne yaslanmasına sebep oldu. Ama bütün bu olumsuzluklara rağmen Denizli ve talebelerini tebrik ediyoruz. Puan puandır, belki bu bir puan Beşiktaş’ı en azından UEFA’ya taşıyacak.

22 Ekim 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Temizlendi mi?‘’

Dün Beşiktaş tribünleri temizlenmişti. Ama kimden, geçen hafta ki bana göre Beşiktaşlı olmayan bir takım menfaat güçleri tribünlerin içine soktuğu adamlardan. İstanbul Valiliği de, bu konuda tedbir almıştı. Görüntülerden tespit ettiği kişiler dün statta yoktu. Tepkiler aynı, küfür yok. Ama hepsinden önemlisi Beşiktaşlı, Beşiktaşlı’ya tokat atmıyor. Zaten ben geçen hafta da söyledim. O tribünlere giren menfaatçilerin çoğu da Beşiktaşlı değildi. Çoluğa çocuğa böyle vurmazlardı. Neyse maça gelelim. Beşiktaş için bu sıkıntılı dönemde, önce Denizli ardından Kasımpaşa maçları şanstı. Bu iki karşılaşmadan da bireysel becerileri ön plana çıkan iki oyuncunun temiz vuruşlarıyla kazanılan üç puan, belki bu sıkıntılı dönemde hayırlı oldu. Benim en çok sevindiğim Nihat. Çok istiyordum bir gol atmasını. Kendisine has attığı golle kimliğini de buldu ve tüm başarılı isimlerden biriydi.

Hafta içinde mutlaka Serdar Özkan’la bir araya geleceğim. Onu Eyüp Sultan’a götüreceğim. Okuyup üfleteceğim. Çünkü nazar var üstünde. Bu kadar mücadele ediyorsun, pozisyonlara giriyorsun. Olmuyor da olmuyor... Bir uğursuzluk var. Seyirci de yönetimle uğraşmaktan ‘kış kış cinler’ şarkısını söylemediğinden, bari ben ona bir kurşunun döktüreyim. Yalnız bir konuya değineyim. Beşiktaş’ın ilk golünden sonra, Kasımpaşa’nın attığı Hüseyin Göçek tarafından sayılmayan gol, çok yerinde bir karardı. Çünkü iki vuruş hakem düdüğüyle başlar. Bir penaltı, ikincisi santra.

18 Ekim 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kim bunlar?‘’

Cumartesi gecesi yaşananlar maalesef Beşiktaş tarihine kara leke olarak geçecek. Acı oldu. Hiç beklemediğimiz manzaralarla karşılaştım.Beşiktaş’ı, Beşiktaşlı’ya vurdurmanın, Beşiktaş ailesini bu kadar parçalamaya hiç kimsenin hakkı yok. Dünkü yazımda da söyledim: Bir numaralı sandıkta oy kullanan Beşiktaş’ın en genç üyesiyim. Bu gözler neler gördü, neler yaşadı. Ama cumartesi günkü manzara hoş değildi, beni de çok korkuttu.

Neden? Yıllardır hep özlemini çekmişimdir. 1950’lerde Beşiktaş İnönü Stadı’nın şeref tribününe girerken büyüteçle baksan kravatsız bir insan bile yoktu. Ya cumartesi gecesi? İşte son nokta oydu. Bana göre film koptu.

Bu saatten sonra kolay kolay bu yama dikiş tutmaz. Neden? 35 senedir kendimi bildim bileli Beşiktaş ailesindeyim, 6 senedir kapalı üstten maçları izlerim. Hemen hemen herkesi tanırım. Beşiktaşlılar’ın çoğu da beni tanır. Hele kapalı tribün beni çok iyi bilir. Ama maalesef cumartesi günü kapalı tribünü tanıyamadım. Bir sürü yabancı insan vardı. Kapalının ön tarafı, altın ön tarafını iyi tanıyorum. Karagümrüklü gençler...

Aslan gibi 90 dakika Beşiktaş’ı desteklemeye çalıştılar.
Üst ve orta da aynı.
Onlar pek suya sabuna dokunmak istemediler. Ama bir grup vardı. Kim olduklarını bilmiyorum. 100-150 kişilik bir grup. Kapalıya dağılmışlar, 10’arlı, 20’şerli halde... Demirören istifa diyene tekme tokat giriyorlar, yönetim istifa diyene tekme tokat saldırıyorlar, ne acıdır ki Beşiktaş diyene de saldırıyorlar. Kısacası ne amaç için orada oldukları belli değil. Dedim ya, hiçbirini tanımıyorum.

Ayrıca 150 kişilik grupta bir tane Beşiktaş atkısı olmaz mı? Bir tane Beşiktaş şapkası olmaz mı?
Bir tane Beşiktaş forması olmaz mı? Bir tane Beşiktaş bilekliği olmaz mı? Hayretler içinde kaldım.
Kadın erkek farketmedi.

Hiç suçu olmayan, yanında çocuğu olan babalara, ağabeylere durup dururken saldırdılar. Tepki gösteren bayanlara bile saldırdılar.

Kim bunlar? Beşiktaşlı, Beşiktaşlıya vurmaz, kulüp böyle parçalanmaz. Hele Beşiktaşlı, karşılık vermeyen, hele hele bir bayana tokat atmaz! Ne şartlarda olursa olsun... Çok merak ediyorum, kim bunlar, nasıl içeri girmişler.
Beşiktaş’ı bu hale getirip, parçalamaya çalışan, yönetimin içinden dışından muhalefetten bu olaylara kim sebep olmuşsa, Allah’ından bulsun.

Çünkü Beşiktaş şu günlerde birlik beraberliğe ihtiyacı var. Şu günlerde Beşiktaşlı’nın Beşiktaşlı’ya ihtiyacı var.
Bu asalakları da kim olduğu belli olmayan canavarları da tribünün içine sakın göndermeyin. Beşiktaş’a yazık oldu. Cumartesi günü belki skor olarak huzur buldular, ama yarınlar için hiç huzur yok.

Eğer kulüpte güç bu zihniyetteki insanlara kalmışsa, bu zihniyetteki insanlara kaldıysa iş bitmiştir. Beşiktaşlılık, zayıfa yumruk atmak değildir.

05 Ekim 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Delikanlı arıyorum!‘’

Dün geceki son Denizli maçı değildi, daha birçok Denizli maçları oynanacak. Bunun için maç yazısından daha çok Moskova dönüşünde yaşananlara değinmek istedim. Beşiktaş’ın 1 Numaralı Sandık’ta oy kullanan en genç üyesi olarak şok gelişmelere çok üzüldüm.

Belki bu satırların benzerini daha önce binlerce defa yazdım, “Düşün Yıldırım Demirören’in yakasından” dedim kadrolu yakalakalara. Sadece Demirören’in değil, kulübün yakasından da düşün...

Bir işe yaramayan bu kongre fareleri, 3-5 oyları var diye, başkanın CSKA maçından sonra karizmasını çizdirdiler... O görüntülerde ben, Yıldırım Demirören’in şahsına yapılanlardan değil, Beşiktaş Başkanlık makamındaki bir kişiye reva görülenlerden rahatsız oldum. Hele o işleri yapan 3-5 zibidi, 10 kişi bir araya gelince kendilerini birşey zannediyorlar. Kendilerini en büyük Beşiktaşlı olarak ilan eden bu kişiler, tek başına kaldıklarında ise kaçacak delik arıyorlar. Bunların, acaba Beşiktaş Kulübü’ne bir faydaları var mı? Kartal Yuvası’ndan bir tane ürün almışlar mı? Çok üzüldüm, hem de çok...

Ve şimdi asıl üzüntüme geliyorum... Başkan’ın bizzat yanındakilere... Yıllarca, başkanlar değişti, yöneticiler değişti, bu kişiler hiç değişmeden seyahatlerde, 5 yıldızlı otellerde kulübün parasıyla hep hava attı. Ancak yanında olmaları gerektiği anda, başkanı Sabiha Gökçen Havalimanı’nda yalnız bırakıp, kaçacak delik aradılar. Delikanlı geçinenleri aradım o fotoğraflarda, tv görüntülerinde... Ama malesef kulübün yakasından düşmeyen bu asalaklar biraz zoru görünce, bir saat havaalanından çıkmadılar. Başkan da Şeref Yalçın ve Hakan Aksoy’la dışarda, kendini Beşiktaşlı zanneden 3-5 çapulcunun elinde kaldı. Bu olayları gerçekleştirenlere “taraftar” demiyorum, çünkü taraftar olsalar, böyle köklü bir kulübün başkanına hakaret edip, arabasını tekmelemezler. Ben Yıldırım Demirören’e oy vermemiş biri olarak bu yaşananlardan çok utandım. Ancak, kendi düşen de ağlamaz. Moskova’da Bordo Clup’te bol keseden hava atan delikanlıları Sabiha Gökçen de gözlerim çok aradı, göremedi... Ne diyelim... İnşallah başkan bütün bunlardan ders alır, bu asalakları etrafından kovar, sağlıklı bir liste ile genel kurula gider...

04 Ekim 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yazık oldu‘’

Mustafa Denizli, “Benim kariyerim iki maçla ölçülmez. Türk futbolunda iz bırakan bir hocayım” diyordu. Doğru, hocanın kariyerinde dün akşamki gibi macera aradığı çok maç var. CSKA Moskova maçı Beşiktaş’ın geleceğinden çok Mustafa Denizli için daha büyük önem taşıyordu. Abartmıyorum, Rus temsilcisi ceza sahasına girmeden maçı 2-0 kazandı. Beşiktaş daha çok rakip ceza sahasına girdi, ama aylardır süren şanssızlık mı, kısmetsizlik mi, beceriksizlik mi; ne olduğunu Allah bilir... Olmayınca da olmuyor... Ceza sahasına giremediler ama o bölgeye kadar ellerini, kollarını sallaya sallaya geldiler. Krasic yürüye yürüye... Sebep de Denizli’nin macera arama düşüncesi. Sorarım şimdi; Fink, Tabata ile oyuna 75’te giren Bobo’yu bu maçta kullanmayacaksın da hangi karşılaşmada sahaya süreceksin. 8 milyon Euro verdiğin bir Tabata sahada yok.

Tek başına Ernst ne yapsın! Kayseri maçından sonra da söylemiştim. Mustafa Denizli ile Ekrem Dağ arasındaki duygusallığı çok merak ediyorum. Sağbekte, solda, orta sahada oynattı. Bir forvet kaldı... Gol kısırlığı var. Moskova’ya golü de attı 90+2’de, çare olabilir!

Aslında yazık oldu! CSKA Moskova kalite olarak Beşiktaş’tan üstün bir takım değil. Göreceksiniz İstanbul’da rövanş alınacak ama en azından Moskova’dan beraberlikle dönülebilirdi.

Alınacak bir puan Beşiktaş’ta yaşanan sorunları çözmezdi, ama geçici olarak bir barış sağlayıp, huzur getirebilirdi. Şimdi durum çok karışık. Tepeden tırnağa tartışılmayacak yönü yok. Ancak önce kariyerini düşünen Denizli tartışılacak.

01 Ekim 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kızmayacaksın hocam...‘’

Tabata oyundan çıkıyor, yerine giren Fink. Bu şu demek; “Ben 1-0 yenik durumdayım ama, fark 2 ya da 3 olmasın.” Oyun anlayışı son 5 dakika hariç buydu. Anlayın siz çileyi... Son 5-6 dakika hariç, maç öyle bir sıkıştı ki, açmak mümkün değil. Bir de sahada her şeye izin veren, eline bir düdük verilmiş, sürekli öttüren bir hakem ve yerden kalkmayan Kayserili oyuncular. Kimse kızmasın, ben de olsam aynısını yapardım. Hani kazanmak için her şey mübah ya... Yalnız anlamadığım bir şey var. Oyunu açmak lazım dedik ya, Mustafa Denizli’deki bu Ekrem Dağ aşkını anlayamadık. Biraz kabak tadı verdi. Mürekkep de yaladık, 35 sene de soyunma odalarında Bengay kokularını da çektik. Az çok bu işi biliyoruz. Mustafa hocam, katrandan olmaz şeker, Ekrem’den de solbek. Hatta hem sağbek hem de orta saha da olmaz. Fink kulübede. Biliyor musun hocam kovduğun Cisse, Marsilya’da harikalar yaratıyor. Şimdi diyecek ki Denizli, “Bobo’yu, Nobre’yi, Tabata’yı oynattım. Gelmiyor gol, ne yapayım?” Tamam da hocam, seni en çabuk kaleye götürecek olan Holosko nerede. Adamın kafasını bitirdin. Bobo geçen hafta yok, bu kez sahada. Medya yazınca kızıyorsun. Kızmayacaksın hocam, gerekeni yapacaksın. Kayseri’ye kızdın, ‘yatarak puan aldılar’ diye. Sen ve bazı talebelerinin ne farkı var, siz de yatarak Beşiktaş’ın paralarını alıyorsunuz. Kızmayacaksın hocam, hele bana hiç kızmayacaksın.

20 Eylül 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’12. adama...‘’

Derbiden çıkan sonuçtan sonra oyun ne kadar bazı kesimleri tatmin ettiyse de skor sıkıntılıydı. Kısacası işler yolunda değildi. Manchester maçı şans olabilirdi. Kötü de oynamadı takım, bilhassa defansif olarak. Ta ki 76’ya kadar. Ferguson’un talebelerine alan bırakmadılar. İki İbrahim de üzmedi. Demek ki bu iş biraz da tecrübe işi. Galatasaray maçında Keita’nın karşısında Köybaşı yerine Üzülmez olsaydı skor çok daha farklı olabilirdi.

Beşiktaş da zaten bu sezon defansif olarak, hatta kalede Hakan olduğu dakikalarda bile sıkıntı yok. Beşiktaş’ın sıkıntısı orta sahada ve ileride... Ceza sahası içinde tabelacısı yok. Bu maçın çıkardığı bir sonuç var; O da yabancı sayısında kısıtlama yok, oynat oynatabildiğin kadar. Tello’yu, Fink’i, eve gönderdiğin Bobo’yu eğer sen bu maçlarda oynatmayacaksan o zaman oturup düşünmen lazım. Transferde az buz değil çok hata yaptık. Borç da aldı başını gitti. Diyeceksiniz ki bu kadar yabancı oynatırsan bizim çocuklarımız ne olacak? Haklısınız. Ama alma o zaman. Bak, derbide de dün gece de 22 kişinin en iyisiydi Serdar Özkan. En azından top ona geldiğinde rakip alanda kalıyor, takımın da rahatlıyor. Serdar çıktı; top duvara çarpıp geri geldi ve beklenen de oldu, gol de geldi. Asıl üzüntüm taraftara. Yine muhteşemdi. Alkışların büyüklüğü onlara.

16 Eylül 2009, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İkisi de korktu‘’

Öncelikle belirtmeliyim atamayana atarlar. Serdar Özkan kaptan çıktığı bir maçta tarih yazabilirdi. Ama biraz fanteziye kaçması kendisinin ve Beşiktaş’ın da sıkıntısı oldu.
Denizli’ye sonra geleceğim, gelelim hakemliğini ve kendisini çok sevdiğim adamlığına da laf söyletmeyeceğim Bülent Yıldırım’a. 2 tane çok büyük hata yaptı. Hani derler ya; ‘maçın kaderiyle oynanır mı?’ diye. Hakem el kitabında 12. kuralda der ki, ‘Vurmak ya da vurmaya teşebbüs etmek, illa vurması şart değil teşebbüs bile kırmızı karttır...’ Yani 30. dakikada Mustafa Sarp tribüne gidecekti, ama hakem korktu. 2 sene önce Trabzon’da, 50 metreden Rüştü’ye kırmızı kart gösteren Bülent Yıldırım 56. dakikada Franco’nun pozisyonunda neredeydi. Hadi o uyudu, Bahattin Duran neredeydi. Franco’ya da kırmızı; kaldı mı Galatasaray 9 kişi. Beşiktaş futbol adına bir şey yapmaya çalışıyor, ama Mustafa Denizli’nin korkaklığından ceza sahası içinde topu 3 direk arasına gönderecek futbolcu yok.

Bobo, Nobre, Holosko kulübede. Oyun 2-0 olmuş Holosko’yu, Bobo’yu almışsın. Öküz ölmüş ortaklık bitmiş. Sen 9 puan geride kalmışsın. Hani sen yüzde 51 hücum hocasıydın. Nihat, milli takımda sakat diye 2 maçta oynamıyor, sen gol umudu diye Emre Aşık’la Servet’in arasına yolluyorsun. Topu da havadan atıyorsun, sanki Nihatın 1,90 boyu var. Fink, Bobo, Nobre, Holosko kulübede. Yahu 30-40 milyon dolar kulübede bu adamları kulübede otursun diye mi aldın?

Bir de müsade ederseniz güzellikten bahsedeyim. İki takımın kaptanı da Serdar Özkan ve Arda altyapılardan, özkaynak düzenlerinden geliyor. Trilyonlukların alayı kulübede. Demek ki yerli malı her zaman iyidir. Arda’yı da Serdar’ı da kutluyorum. Ah be Denizli Hocam! Bülent Yıldırım gibi sen de korktun. Bakalım simdi kaçıncı haftada bu puan farkı kapanır diyeceksin...

13 Eylül 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI