‘’Küfür gecesi‘’
Galatasaray’ın Bursa’ya gidişi hoş bir jest. Ama maalesef misafir, anne ve babalarının hatrını sorduktan sonra, umduğunu değil, bir avuç küfür yiyor. Anlamak zor. Futbolu bu kadar seven Bursaspor taraftarına hiç yakışmadı.
Neyse biz futbola bakalım. Steaua Bükreş öncesi son prova. Galatasaray’da geçen seneki şablon aynı. Skibbe, Amerika’yı yeniden keşfetmeye kalkmamış, şampiyon takımın kimyasıyla da oynamamış. Yalnız futbolcular, geçen sezona göre, daha hızlı ve tempolu. Paslar sert buna rağmen isabet oranı fazla. Servet’in futbolla tekrar tokalaşması, Ümit Karan’ın hırsı artı arkadaşlarına yardımı, Barış’ın yükselen formu, Hasan’ın kendini yenileyip bizlere eski günlerinden kareler izlettirmesi, Mehmet Topal ve Arda’nın kaldıkları yerden aynı şekilde devam etmeleri konuk takımın artılarıydı. Ya eksileri... Nonda santrfor değil, adeta el freni. Ne olduğunu anlamak zor. Rakibin kullandığı duran toplarda ve özellikle köşe atışlarında anlaşmazlık hat safhada. Gol yollarındaki bonkörlük ise, tüm hızıyla devam. Buna hücumda çoğalamamayı da ekleyebiliriz. Lincoln, Kewell ve Meira’nın da takıma katılmasıyla bu tip hataların minimuma ineceğine inanıyorum. Siz skorun fakirliğine bakmayın. Galatasaray bu sene daha da keyifli...
‘’Nane şekeri!‘’
Avrupa arenasında rakiplerimiz belli oldu. Medyamız yine her sezon başı olduğu gibi coştu. İşte kura çekiminden sonra vizyona çıkan başlıklar; “Turu geçtik bir kere”, “Üçte üç yaparız”, Steaua Bayramı”, “Bir iki üç olsun”, “Biz bunları geçeriz”, falan... Sadece Fanatik; Arsenal, Liverpool, Barcelona, Juventus’u hesaba katarak doğru tespit etmiş; “Bundan iyisi Şam’da kayısı” demiş.
Steaua Bükreş’in diğerlerine göre boyu kısa kalabilir, ama asla kulak arkası yapılacak bir takım değil. Öncelikle Steaua Romanya futbolunun ekolü. Ülkesinde 23 kez lig, 20 kez kupa ve 5 kez de Süper Kupa şampiyonluğunu kazanan, inanılmaz bir rekorun sahibi. Gelelim dış hatlara... 1986 Şampiyonlar Ligi ve aynı sene Süper Kupa. Patronları Galatasaray yapısını ezberlemiş Becali. Doğal olarak milli duyguları ağır basacak Hagi ve Popescu da cabası. Bir de Steaua’nın oynadığı hazırlık maçlarına bakalım. Roma’yı 3-1, Beşiktaş’ı 1-0 yenip, Nürnberg’le 0-0 berabere kalmış. Skorlara bakarsak sezon öncesi prova oldukça başarılı. Takım son derece hızlı ve sert bir yapıya sahip. Defansları taş gibi. Kaptan Radoi ve Goian isimli oyuncular, top geçer, adam geçmez cinsinden. Üstelik 5 futbolcusu EURO 2008’de boy gösteren Romanya’nın değişmezlerinden. Petre de Galatasaray’daki görüntüsünden oldukça farklı, merkezin şefi.
Sanırım Romen takımı hakkında bu kadar bilgi yeter. Yönetim ve Skibbe işin farkındalar ki, kura çekimi bittiği andan itibaren temkinli konuşuyorlar. Doğrusu da bu. Tamam, sizin gözünüze ‘Gamlı Baykuş’ gibi görünmek istemiyorum. Galatasaray, Şampiyonlar Ligi’ne yüzde 99 katılacaktır, kimsenin şüphesi yok, ama yıldızların sakatlığı, 2 sene önceki Tromsö faciasını düşündükçe, o yüzde bir ihtimal tedirgin etmiyor değil. Kaldı ki, Steaua asla bir Tromsö değil. Medyadaki bazı ateşli arkadaşlar; yemeden şükür etmeyin, şeker gibi kura diyorsunuz, o şeker, nane çıkmasın sonra... Yazımın son satırlarını uzun zaman beraber çalıştığım, dünyanın en yürekli adamlarından, maalesef genç yaşta yitirdiğimiz usta sanatçı, prodüktör ve bir futbol aşığı Osman Yağmurdereli’ye ayırdım. Canım abim, Trabzonspor ve Galatasaray için biraz daha fazla heyecanlanırdın ama kulüp de ayırt etmezdin. Taraflı tarafsız herkesi severdin, aynen bizlerin seni sevdiği ve saydığı gibi. Nur içinde yat...
‘’Umuda yolculuk...‘’
Galatasaray için ısınma günleri sona erdi. İkinci Almanya seferi bugün başlıyor. Artık hataya yer yok. Birinci dönemde karne notu oldukça düşük olan Galatasaraylı futbolcuların gerçek kimliklerini bulma vakti gelmiştir. Sizleri karamsarlığa itmek istemiyorum, tam tersi, her zaman iddia ettiğim gibi; bu takım genciyle, millileriyle ve yeni transferleriyle şampiyonlugun en önemli adayıdır. Yeter ki yine inansınlar...
Futbolu bıraktıktan sonra kendini hızla geliştiren ve son olarak UEFA’dan pro antrenörlük lisansı alan ve şu anda Skibbe’nin yardımcığını yapan Ümit Davala’yla geçen akşam konuştum. İnanın, ekibinden söz ederken Ümit’in gözleri parlıyordu. Genç hoca, “Skibbe mükemmel bir insan. Eleştiriye açık. Futbolcularla aralarındaki bağ sadece hoca olarak değil, arkadaşça da. Yönetime gelirsek, bize müthiş bir kadro yarattılar. Herkes canla başla çalışıyor. Zaten geçen sezondan oldukça uyumlu bir ekip geldi. Sıkıntımız yok denilecek kadar az. Şu ana kadar oynadığımız maçlarda belki kimseyi tatmin edemedik, ama adı üzerinde hazırlık... Her takımda eskilerle yenilerinin kaynaşması zaman alır. Biz bunu minumum zamana sığdırdık. Artık çok daha keyifli bir Galatasaray izleyecekler” diyerek yüreklere su serpti.
Bunları niye yazdım? Medyada ben dahil bazı konularda acele edip yargısız infaz yapanlar var. Araştırma huyumuz sıfır, sadece eleştirmek için eleştirmek... Geçtiğimiz 2 aya göre yönetim artık bu konuda bizlere inanılmaz yardımcı. Onlar da anladılar, basınla arana duvar örersen, ortalık sanal haber çöplüğüne döner.
Neyse, biz konumuza dönelim. Galatasaray’ın umuda yolculuğu başlıyor. Rota, tüm kulvarlarda başarı. İsim olarak bakarsak kaptan da, tayfalar da işin ustası. Üstelik her türlü fırtınaya da dayanıklı. Ben hâlâ yüzde 99’a inanıyorum. Yüzde 1 mi? O kadar da olsun, diğerlerine ayıp etmeyelim. Unutmadan, bir üstadımız Lincoln’e ‘Hain’ demiş. Ben aynı üslupla cevap veremem. Öncelikle gazetem müsaade etmez. Sadece abimize üstteki satırları bir kez daha okumasını tavsiye ederim. Evde oturmakla, cafelerde duyduğunuz dedikodularla olmuyor bu işler. Atlayın gidin Florya’ya, bakın Lincoln neler yapıyor. Sonra da ne keserseniz kesin!
‘’Jenerik flu!‘’
Son 3 yıl şampiyonluğun favorisi flaş ve pahalı transferleriyle Fenerbahçe’ydi. Buna rağmen Galatasaray, ligi rakibinden önde bitirdi hem de duble yaparak. Şimdi ise durum farklı, Lucescu’dan sonra ilk kez sezon öncesi en iddialı takım Galatasaray. Tabii ki fal bakarak bunu söylemiyoruz. Çıkın mahallenize sorun, minimum iki kişiden biri aynı şeyi savunacaktır. Adnan Polat’ın getirdiği sinerji, gençlerin geçen sezona göre tecrübe kazanmaları, milli oyuncuların şampiyonada gösterdiği performans, artı Kewell ve Meira gibi ihtiyaç duyulan bölgelere yıldız kramponların alınması, taraftarın yanında bizim de takip ettiğimiz takımı şampiyonluğun ‘en’lerinden olduğu iddiasına getirdi.
Buraya kadar her şey gül bahçesi... Fakat ne yalan söyleyeyim, birinci kamp dönemi oynanan hazırlık maçları az da olsa umutlarımı kırdı. “Sen de amma yaptın, adı üzerinde hazırlık maçı” dediğinizi duyar gibiyim. Yok kardeşim, ister gazozuna olsun, ister kolasına, senin adın Galatasaray. Üstelik Türkiye’nin Avrupa’da en çok ve en fazla taraftarı olan kulübüsün. Böyle hiçbir amacı olmayan, adeta içi boşalmış takım kimliğinde görüntü vermeye hakkın yok. Evet, zaman zaman başta Lincoln ve Ümit Karan olmak üzere futbolculardan şık, artistvari hareketler gördük, ama neye yarar? Medrano Sirki mi bu! Hatırlayın, Harlem diye bir takım vardı, gerçi hâlâ var, ama eskisi kadar revaçta değil, işte Galatasaray’ın da bu takımdan pek farkı yok. Peki nasıl olacak?
Öncelikle Skibbe gol yollarına bir çare bulmalı, takım gol atamıyor. Nonda büyük koz, ama hâlâ soru işareti. Her ne kadar yalanlasalar da Lincoln’de problem var. Millilerin kafası karışık, gelen cazip transfer teklifleri akıl karıştırıcı. Aykut’un haklı olarak sabrı taşmak üzere... Yine de bu saydıklarımız sarılmayacak yaralar değil. Yalnız bir an önce önlemler alınmalı. Filmin vizyona girmesine az kaldı. Eğer sezonu kapalı gişe oynamak istiyorsanız, jenerikte flu olan görüntünün netleşmesi gerek, aynen geçen sene olduğu gibi...
‘’Yüzde bir!‘’
Galatasaray, yerinde transferlerine ve kamptan gelen haberlere bakarsak sezona en hazır takım hüviyetinde. Erken olmasına rağmen, yüzde 99’la şampiyonluğun en önemli adayı. Ama o yüzde bir var ya, onu unutmamakta yarar var. Demek istediğim başarıyı beklerken, affınıza sığınarak eşekten düşmekten beter bir durumda yaşamak söz konusu. Böyle bir fotoğrafla karşı karşıya kalmamak için hata yapmamak lazım. Nedir bu tehlikeler?
Yönetim
Adnan Polat ve ekibi transferde hatasız gitmelerine rağmen ister istemez iki futbolcusuna yazık ediyor. Gördüğüm kadarıyla başta Aykut ve Orkun’un moralleri sıfır. Nasıl olmaz ki... Sen her dakika kaleci arıyorsun. Hatta 10 gündür yılan hikayesine dönen Itandje denilen arkadaşın transfer haberleri gazetelerde tefrika olmuş halde. Üstüne üstlük dün Haldun Üstünel “Kaleci arayışından vazgeçtik, elimizdekilerle devam edeceğiz” diyor. Yahu şunu baştan düşünsenize. Hepimizin bildiği gibi futbolda stressiz ve kendine güvenin maksimum derecede olması gereken en önemli yer çerçeve önü. Eee, böyle davranırsanız nasıl sağlam basacak Aykut ve Orkun ayakları yere.
Skibbe
Heyecanı, sevecenliği, artı insanlığını bir anda seviverdik. Hakikaten Kalli’nin mahkeme duvarı gibi suratından sonra Skibbe ilaç gibi gelmişti hepimize. Ama son hazırlık maçında gördük ki, Alman hocanın kafasında hala ilk 11 belirlenmemiş, arayış sürmekte! Şampiyonlar Ligi ön eleme maçına sadece 21 gün kala bence büyük risk.
Avrupa sevdalıları
Adnan Polat’ın “Avrupa’dan kupa getirene kadar hiçbir futbolcumuzu satmayacağız” demesine rağmen, özellikle milli takımdan dönmüş futbolcuların “En büyük hayalim Avrupa’da oynamak” cümlesi adeta ağızlarına sakız olmuş durumda! Akıl alacak gibi değil. Ya bu arkadaşlar hala taşıdıkları formanın ağırlığını bilmiyorlar ya da paradan başka bir şey düşünmeyen menacerlerin dolduruşuna getiriliyorlar. Bakın kafanızı bu tip olaylara takarsanız önce kendinizi, sonrasında da sizi her türlü kabul eden taraftarı üzersiniz. Konsantrenizi sadece takımınıza verin. Aksi halde ‘kimler geldi, kimler geçti’yi söylemekten başka şansınız yok.
Evet, topyekün bu tehlikelerden arınırsanız, gerçekten rakiplerinizin kabusu olursunuz. Unutmayın, bütün kozlar sizde...
‘’Özhan Abi'den cevap‘’
Geçen çarşamba akşamı TRT FM’de yayınlanan spor programına konuk oldum. Aldığım en ilginç soru, “Aslantepe’deki stada Özhan Canaydın’ın ismi verilecek mi?” oldu. Bizim de kulağımıza gelmişti bu yöndeki teklif. Yönetimde bulunanların çoğunluğu, Özhan Abi’ye böyle bir jest yapmayı uygun görmüştü.
Haklılar da, 6 yıl canını dişine takmış, Galatasaray’ın ismine yakışır bir stadı olması için var gücüyle çalışmış, içten ve özellikle dıştan (onlar kendilerini çok iyi biliyorlar!) gelen her türlü engele rağmen projesini hayata geçirmiş kişiye tabii ki böyle bir güzellik yapılacaktı. Ama tanıdığım kadarıyla Özhan Abi bunu kabul etmezdi.
Merakımı gidermenin tek yolu vardı, aradım, konuyu kendisine ilettim. Canaydın, “Ben ve arkadaşlarım Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan gerekli izni aldık. Yüzlerce kez Ankara’ya giderek bütün pürüzleri giderdik. İhaleyi açtık ve sonunda temeli attık. Benden bu kadar. Şimdi her Galatasaraylı gibi en büyük arzum, 29 Ekim 2009’da açılışta orada olabilmek. İsim konusuna gelince, böyle düşünenler için teşekkür ederim. Benim için çok büyük onur, ama kesinlikle kabul edemem. Bu kulüpte benden önce hizmet etmiş büyüklerim var” karşılığını verdi.
Evet, Özhan Abi’den beklediğim cevabı almıştım. Ayrıca şunu sizlerle paylaşmak istiyorum; Canaydın’ın isim konusundaki en büyük rüyası da, stada şahıs isminin değil, parayı en çok veren sponsorun adının konmasıydı. Avrupa’da Allianz Arena (Bayern Münih), Emirates (Arsenal), Philips Stadion (PSV) misali... Böyle bir olay gerçekleşirse kulübün kasasına ekstra para girecekti. Şimdiki yönetime duyurulur.
Kısaca Özcan Canaydın hakettiği halde bu teklife “Hayır” diyor. Onun nasıl bir insan olduğunu çoğunuz anlamadı. Ektiği tohumların, attığı temellerin semeresi her gün biraz daha gün yüzüne çıkmakta. Ah sevgili Özhan Abi, bir de o ‘kırmızı renkteki dosyalarını’ açıklasan... İşte o zaman heykelini dikerlerdi.
‘’Kamuflaj!‘’
İyi ki, “Korkmakta haklısınız” diye yazdık ortalık toz duman alkış ve hakaret elele. Neydi yazımızın ana fikri; Galatasaray ve Adnan Polat’ın izlediği rotanın doğru olduğu ve bu seyrüseferden birilerinin rahatsızlıkları. Kewell’in iddia edilenin aksine sağlık kontrolünden turp gibi çıktığı, Adnan Başkan’ın takım olarak çok iyi bir jenerasyon yakalayıp başarının kapıda beklediğini yazıp altına tavsiyemizi de eklemiştik. “Galatasaray’ın ilk onbirini şöyle bir düşünün”... Korkmakta haklısınız!” diye.
İşte bu korkuyla Kalamışta’ki komşunun basındaki elçilerinin paniklemeleri devam ediyor. Planları açık ve net... Kendi yanlışlarını kamufle etmek için başkalarını lekelemek... Dilerseniz biraz nostalji yapıp 2004-2005 sezonuna gidelim. Galatasaray devre arasında Franck Ribery’i getiriyor. Kısa zamanda olsa müthiş bir performansa imza atıp adından söz ettiriyor. Ardından kulübün maddi sıkıntılarının tavana vurduğu günlerde bir darbe de bu Fransız’dan geliyor. Aniden gelişiyle geç ödenmiş 50 bin Doları bahane edip Türkiye’den gidişi bir oluyor. Bu olaydan sonra dönemin Başkanı Özhan Canaydın’ın bir tek Yassı Ada’ya götürülüp asılmadığı kalıyor. Hatırlayın o gün çıkan yazıları. Ali Sami Yen’in tribünlerini, komşu ve elçilerinin alaylarını...
Benzer olay, bence daha ağırı komşu da yaşanıyor. Marco, soyunma odasındaki pırasa edebiyatına baş kaldırınca bileti kesiliyor. Takımın adeta hamalı Brezilyalı’nın sonuna kadar hakettiği ufak bir zam talebi reddedilince o da ‘Riberyvari’ bir şekilde soluğu Avrupa topraklarında alıyor. Medyada ses yok, herkes sus pus. Tamam Ribery’deki yönetimin skandalıdır. Peki ya bu... Elbirliğiyle kamuflaj!
İkinci konumuz Kewell’in eleştirileri... Özellikle internet sitelerinde ışıl ışıl! Neymiş Avusturalyalı kampa doktoruyla gelmiş. Atınız, sonuna kadar utanıp sıkılmadan fütursuzca. Çok merak ediyorum. Neredeyse sabah akşam maç yapılan İngiltere’de 2005-2008 arası sadece 58 maçta yer alan ve geçen sezon büyük bölümünü sakatlığıyla geçiren Emre Belözoğlu hakkında niye ses yok? Elbirliğiyle kamuflaj!
Şimdi soruyorum size... İki kulüpte yaşanan benzer olaylar, her zamanki gibi farklı yorumlar. Bu nasıl iş? Gerçi biz nedenini bir kez daha yazalım da anlayan anlamayana anlatsın. a) Geçen sezon şerefli ikincilik gibi saçma sapan yorumları çöpe atan, sonuna kadar hakkıyla gelen şampiyonluk. b) Yine bu sezonda Galatasaray’ın ligin tartışmasız favorisi olması. c) Başkan ile kurmaylarının inanılmaz çalışmaları ve sorunların minumuma inmesi. Başka ne diyelim... Hayırlı kamuflajlar!
‘’Korkmakta haklısınız!‘’
Galatasaray doğru adreslere, doğru kişileri yerleştirdikçe birileri rahatsız oluyor. Salt Adnan Polat’ı karalamak uğruna, transferleri eleştirmek için eleştiriyorlar. Taktılar Kewell’a. Sakatmış da, her Mayıs ayında bu sakatlığı nüksedermiş de, 18 ay top yüzü görmemiş de, eğer iyi olsaymış Liverpool onu niye bırakırmış da. Medyayı kastediyorum...
Alemde, ‘mişli geçmiş zamanı’ bu kadar çok kullanan başkaları var mı acaba? Yahu bir merak edin sorun adamın sağlık kontrolünde ne oldu, raporu nedir diye. Öyle ya, bu kulübün bir doktoru var. Harry Kewell’ın kaç kez sağlık kontrolünden geçtiğini ve bu incemelerin hepsinden, deyim yerindeyse taş gibi çıktığını biliyor musunuz? Üşenmeyin, bir telefonunuz yeter, yeter ki sorun! Sinek küçük mide bulandırır misali, ‘Ortalığı karıştıralım da ne olursa olsun’cular; çabalarınız beyhude.
Gelelim niye Türkiye’yi seçtiğine... Yine hayattan bihaber olanlara sesleniyorum. Avustralyalı yıldızın kulübü Liverpool, kalmasını çok istedi, artı Portsmouth ve Roma kaç aydır peşindeydiler. Ama Kewell Galatasaray’ı seçti. O kadar kompleks içinde yanıp kavruluyoruz ki, adamın Florya’ya geldiğine bile inanamıyoruz.
Hatırlarsanız, Hagi ve Popescu da uzaydan değil, yine büyük bir kulüp Barcelona’dan geldiler ve aynı arkadaşlar Hagi’ye ‘Dede’ demişlerdi. Sonra ne oldu demekten ben bıktım, onlar bıkmadı! Anlayacağınız, Kewell’ın burayı seçmesinde anormal bir durum yok.
Aslında bu arkadaşların tek derdi Galatasaray korkusu. Hatırlayın, geçen sezon gelen şampiyonluktan sonra, “Bu, günü kurtarmaktır. Fenerbahçe ikinci olmasına rağmen, yaptığı icraatlarla futbolda devrim yapmıştır” gibi masallara bile imza attı muhterem arkadaşlar. Oysa ki, Özhan Başkan’dan bayrağı alan Adnan Polat her geçen gün yaptıklarıyla rüştünü ispat etmekte. Bakın, borç konuşuluyor mu, kimsenin alacağı var mı, özellikle bugünlerde stat projesinde gaza son hız basılmadı mı? Polat’ın “Kimse bizden büyük transfer beklemesin” demesine rağmen Harry Kewell’ı alması, eteklerinizi tutuşturmanızın en önemli nedeni. Bakın, hiç tavsiye etmem, ama Galatasaray’ın ilk onbirini şöyle bir beyninizde kurun... Korkmakta haklısınız!