‘’Plzen'i erken gol çözer‘’
Fenerbahçe, Avrupa Ligi son 16 eşleşmesinde Çek Cumhuriyeti’nden Viktoria Plzen’i elemek zorunda. Serinin ilk maçı yarın Plzen’in sahasında oynanacak. Çek futbolunun lokomotifleri Sparta ve Slavia’nın gölgesinde kalan Plzen, son üç yılda büyük aşama kaydetti. 2010-11 sezonunda ilk lig şampiyonluğuna ulaşan Viktoria’yı 5 yıldır Pavel Vrba çalıştırıyor. Geçen sezonu şampiyon Liberec’in 3 puan gerisinde tamamladılar. Sahalarında kolay maç kaybetmiyorlar. En son 2011 Kasım’ında Sampiyonlar Ligi’nde Barcelona’ya yenildiler. Bu yıl Avrupa Ligi’nde Arda Turan ve Emre’li Atletico’yu, 11 bin 700 kapasiteli statlarında stoper Prochazka’nın golüyle 1-0 yenerek grubu lider tamamladılar.
4-2-3-1 oynuyorlar
Çek Ligi’nde 18 maçta 38 puanla liderlik koltuğunda oturan Plzen, sahada 4-2-3-1 sistemini son derece ekonomik oynuyor. Pavel Vrba’nın öğrencilerinin oyun tarzı biraz buz hokeyi takımlarını andırıyor. Maça coşkulu başlıyorlar ve skoru bulduktan sonra topu rakibe verip, sonra da presle boğuyorlar. Oyunu dar alanda oynadıkları için 90 dakika fit kalıyorlar. Kaleci Kozacik, takımın en zayıf halkalarından biri. Defans dörtlüsü de risk alarak oynuyor. Sağbek Reznik ve solbek Limberski’nin hücum bindirmeleri Plzen’in artılarından. Stoperler Prochazka ve Cisovsky tempo fakiri olmalarına rağmen çok önde oynuyorlar. Eskişehirli Servet ve Diego gibi savunmayı orta yay civarında kurdukları için defans arkasına atılacak toplarda Sow, Webo ve Kuyt çok rahat pozisyon bulabilir.
Darida’ya baskı şart
Takım savunması çok üst düzey olan Plzen’in bireysel yetenekleri sınırlı. Takımın en etkili ve üretken oyuncusu Darida. Çek Milli Takımı’nın orta sahasında da dümene geçen Darida, geçen ay Manisa’daki hazırlık maçında Ay-Yıldızlı ekibimizi yıkan isimdi. Emre ve Meireles’in oynayamayacağı düşünüldüğünde Darida karşısında Mehmet Topal ve Salih’e büyük iş düşecek, her top aldığında göğüs göğüse temas şart.Ligde oynadıkları son Ostrava maçında Darida’ya ön sahada yapılan baskı sonucu kaybedilen topla basit bir gol yiyerek geri düştüler. Genelde skor olarak önde oynadıkları için golden sonra topu rakibe verip sağaçık Rajtoral ve solaçık Kovarik ile aralara sızıyorlar. Bir önceki turda Napoli’yi bu mantaliteyle kevgire çevirdiler. Ama Ostrava’ya karşı basit bir hatayla geri düştüklerinde panik futboluna dönüp puan kaybettiler. Şayet Fenerbahçe, perşembe gecesi ilk golü bulan taraf olursa farkı açma şansını da bulur. Tüm ayrıntılar düşünüldüğünde bireysel yetenekleri çok üst düzey olan Fenerbahçe’nin Sivas maçından beri Sow-Webo-Kuyt ile oynadığı üçlü forvet sistemi turu getirmeye yeter.
Darida’ya dikkat
Çek Milli Takımı ’nın yıldızı oyuncusu Darida, Plzen’in sahadaki lideri. Stoperlerin arasına girip top alıyor, oyun kuruyor, takım savunmasını başlatıyor. Tecrübe kazanması için bir sezon 2. Lig takımlarından Sokolov’da kiralık oynadı. Dönüşü muhteşem oldu. Plzen’de bu sezona damgasını vuran oyuncu. Muhtemelen önümüzdeki iki yılda büyük liglerden birine transfer olacak.
Bir bakışta Viktoria
Kozacik (Kaleci): 29 yaş, 24 maç, 3 sarı kart. Sezon başı Anorthosis’ten geldi. Vasat bir kaleci.
Reznic (Sağbek): 23 yaş, 26 maç, 3 asist. Banik Ostrava altyapısının ürünü. Çek Milli Takımı’nın da sağbeki. Stoper kökenli, oyuna katılmayı seviyor, hava hakimiyeti çok iyi. 2008’de U-19 Avrupa Şampiyonası’nın yıldızıydı. U-20 Dünya Şampiyonası’nda Aguero’lu Arjantin ile final oynayıp 2. oldular.
Prochazka (Stoper): 28 yaş, 28 maç, 4 gol, 1 kırmızı, 2 sarı. Hücum karakterli stoper. Yan toplarda Plzen’in en büyük silahı. Savunmayı çok önde kuruyor.
Cisovsky (Stoper): 33 yaş, 20 maç, 2 gol. Defansın sigortası. Oyunu en geriden kuruyor. Top kullanma yetenekleri sınırlı. Önde oynadıkları için defans arkası boş kalıyor.
Limberski (Solbek): 29 yaş, 28 maç, 8 sarı. Horvath yokken takım kaptanı. Sağ ayaklı ve hücum karakterli bir solbek. Milli takımda Kadlec’i kesti.
Darida (Orta saha): 22 yaş, 31 maç, 5 gol, 6 sarı. Takımın beyni, oyunu kuruyor, yönlendiriyor. Takım savunmasının fitilini o ateşliyor. Plzen’in Emre Belözoğlu’su.
Horvath (Önlibero): 37 yaş, 29 maç, 6 gol, 2 asist, 4 sarı. Eski Galatasaraylı ön libero. Temiz oynuyor, uzun top atmada usta.
Rajtoral (Sağaçık): 26 yaş, 27 maç, 6 gol, 1 sarı. Banik Ostrava’nın sağaçığında parladıktan sonra Plzen’e geldi. Petr Jiracek, Wolfsburg’a transfer olunca da Plzen’in sağ açığı oldu. Geçen sezon sağbek olarak da oynadı.
Kolar (Orta saha): 27 yaş, 18 maç, 6 gol, 2 sarı. Takımın 10 numarası ama savunma yönü çok güçlü.
Kovarik (Solaçık): 24 yaş, 3 maç, 1 gol, 2 asist. Jablenecek’ten ocak ayında alındı, takımın değişmezi oldu. Ortaları ve şutları etkili.
Tecl (forvet): 22 yaş, 3 maç, 2 gol. Jihlava’dan ocak ayında alındı. Hem santrfor hem sol kenar oynuyor. Napoli serisinin kahramanlarındandı.
‘’Fener, bir hamleyle mat oldu‘’
Beşiktaş’ta her şeyden biraz mevcut ama hiçbir şey tam değil. Başlama düdüğünden önce, Almeida, Oğuzhan, Cenk, Necip’in sakatlığı düşünüldüğünde Samet Aybaba’nın işi hiç de kolay değildi. Kalede McGregor ile başlağı için Escude’yi sahaya süremeyen Samet hoca, Toraman’ı orta sahaya atıp ligin en dirençli orta sahasıyla göğüs göğüse muharebeyi tercih etti. Toraman üretken bir oyuncu değil ama Emre-Meireles-Cristian üçlüsüne karşı Beşiktaş’ın direnç noktası oldu. Stoperlerin arasına girip açık kapattı. Veli, solda Olcay’ın sağda Holosko’nun kademelerine koşarken savruk görünse de doğru koşularla Fernandes’in enerjisini verimli kullanmasını sağladı. Bir buçuk yıldır üst düzey futboldan uzak kalan Niang ise oyun genelinde yalnızları oynasa da bir gol bir asistle maça damgasını vurdu.
Fenerbahçe belki de sezonun en kritik maçını kaybetti. Sivas’a yenildikleri maçtan beri doğru futbol oynayan Aykut Kocaman ve öğrencileri, Plzen öncesi lider G.Saray’a bir adım daha yaklaşma şansını da yitirdi. F.Bahçe maça yine alışageldiği üzere sağda Kuyt, solda Sow, önde de Webo ile başladı. Bu üçlünün kendi aralarındaki rotasyon Beşiktaş’ın başını döndürmeye başlamışken, Aykut hoca 72. Dakikada Cristian’ı orta sahadan alıp Caner’i sahaya sürdü. Meireles ile de Topal’ı değiştirip 4-4-2’ye döndü. Bu sistemi 5’li orta sahaya karşı oynamak zordur. F.Bahçe de orta saha üstünlüğünü bu hamleyle rakibine kaptırarak maçı kaybetti.
‘’Organize işler bunlar‘’
Geçen yıl Süper Final’den gelen cezası sebebiyle sezona seyircisiz başladı. UEFA’nın darbesi de gecikmedi, BATE maçı seyircisizdi. Boş tribünlere oynanan maçta bile UEFA cezayı yapıştırdı. Sebep? Paraşütle atılan yanıcı madde.
Avrupa’da haberi duyan, okuyan herkes gülme krizine giriyor. Paraşütle yanıcı madde mi atılır? Böylesi bir ilginçlik sizce bireysel bir hareket olabilir mi? Tabii ki hayır. Bana kimse, ‘Münferit bir olaydır’ dedirtemez bu olay için. Koca F.Bahçe kulübüne darbe vurmaktır bu, Türk futbolunun itibarını ayaklar altına almaktır. Sözün özü organize işlerdir. Son yıllarda Fenebahçe tribünleriyle yönetim arasında gerilim had safhada. Geçen ay bir grup taraftarın Aziz Yıldırım’ı istifaya çağırması çok manidar değil mi? Belli ki, bir grup Yıldırım’ı indirmek için devrede.
Yönetime zarar vermek için koca camiayı yakıyorlar. Sezon başından beri F.Bahçe 6 maçını seyircisiz oynadı. İtibar kaybı bir yana, sadece gişe zararı 30 milyon liraya ulaştı. Yani tam da Fenerlinin Fener ’e yaptığını düşmanları bile yapamaz durumu. Stat güvenliğinden tabii ki kulüp sorumlu. Ama burada bir mantık hatası var. Belli ki bariz bir kurgu söz konusu. Bu futbol teröristlerini stattan ve spordan uzaklaştırmak için kulübün çabası yetmez, bu işe devlet de el atmalı. Madem 6222 sayılı ‘Şiddeti önleme’ yasamız var, tam da uygulama vakti değil mi?
**************************
Aykut hoca ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilir
Aykut hoca ne yaparsa yapsın, büyük bir kesimin tepkisinden kurtulamıyor. Çünkü sahanın dışında kendini Kocaman kadar antrenör yetisine sahip gören ciddi bir kitle var. Taraftarların artık şunu anlaması gerekiyor; Fenerbahçe Türkiye’de üç cephede birden yol alan tek takım, şampiyonluğun en büyük favorilerinden birisi ve doğru futbol oynuyor. Artı, F.Bahçeli futbolcular rakiplerinden çok daha fazla maç oynamış durumda. Mesela Baroni 40, Kuyt 39 maça çıkmış, Sow 38, Topal 36’yı bulmuş. Fener’in sampiyonluk yolundaki rakibi G.Saray’da ise en çok maç oynayan futbolcu Amrabat (31), sonra 30 maçla Muslera ve Umut geliyor. Beşiktaş’ta Olcay 26 maçta oynayarak bu alanda zirveye çıkarken, Trabzon ’da Olcan 28 kez forma giyerek Bordo-Mavililer’in lideri olmuş. Aradaki fark bariz ortada. Fenerbahçe, sezonu neredeyse 60 maçla tamamlayacak. Bu tempoya can dayanmaz demeyin, dayanıyor. Fenerbahçe 2-1 kaybettiği Sivas maçından beri doğru futbol oynuyor, topun arkasında, tempolu ve coşkulu... Aykut hocanın işi hiç kolay değil. Bir yandan rotasyon yapacak, kimseyi küstürmeden tempoyu ayarlayacak, diğer taraftan yarışın içinde kalacak ve hiç kaybetmeyecek.
Belli ki hoca ne yaparsa yapsın kimseyi memnun edemeyecek. Rotasyonda futbolcusu küsecek, medya eleştirecek, taraftar tribünden ve sosyal medyadan bombalayacak. Kısacası Aykut hoca ne İsa’ya ne Musa’ya yaranacak!
****************************
Emre ve Webo Fener’i dönüştürdü
Koca bir takımın kimliğini kaç oyuncu değiştirebilir? Kasımpaşa maçında Şota’ya küfür etti mi etmedi mi bilemem ama Emre Belözoğlu Fenerbahçe’nin kimliğini değiştirdi.
Neden? Madrid’te Simeone’ye veremediği elektiriği içine depolayıp, kendini yeniden ispata geldiği için. Genç Salih’in Buca’dan Samandıra ’ya ayak bastığı günkü heyecanı taşıyor ve aynı hevesle oynuyor olması da cabası. Webo da Fener ’in çehresini değiştirenlerden. Neden? Çünkü yıllarca hep kendinden daha iyilerin gölgesinde kaldı. Kamerun Milli Takımı’nda Eto’o’nun yancısı oldu, La Liga’da hep başaltında kaldı hiç başpehlivanlığa soyunamadı. Yani yırtamadı, hep bir yanı eksik kaldı. İBB sonrası yırtmak için Fenerbahçe’ye geldi. Fenerbahçe sezonun ilk yarısında büyük takımdı ama büyük oynamıyordu, deplasmanda kolay kazanamıyordu, maç çeviremiyordu. Ama artık Emre ve Webo’yla hükmeden, arayan, ısıran bir takım.
‘’Bu futbol çeyrek finale yetmez‘’
Ama dün gece ki futbol çeyrek final için yeterli olmaz. UEFA kuralları gereği Emresiz başlanan maçta, Cristian-Topal ikilisi BATE'nin aynı bölgedeki direnç kaynakları Baga ile Olegnovich'e bariz üstünlük kurdu. Ama oyun 20. dakikada Baga'nın atılmasıyla çözüldü.
Aykut hocanın Selçuk Şahin dururken 17 yaşındaki Salih ile maça başlaması gecenin en şık hareketlerinden biriydi. Sow-Webo-Kuyt üçlüsünün arkasındaki Salih'in enerjisi Türk futbolu adına umut vericiydi. Süper performans sergilemedi belki, ama doğru oynamayı öğrendiğini gösterdi.
Dün gecenin en hayret verici performansı ise Kuyt'a aitti. Hollandalı tecrübe abidesinin, Sivas maçında kaçırdığı penaltıyla başlayan düşüşü BATE karşısında zirve yaptı. Allah'tan maç seyircisizdi de tribünler ıslıklamadı. Üçlü forvet hattında Kuyt, kendine uygun rolü bir türlü bulamıyor. Sow-Webo uyumu Kuyt-Webo arasında olmadığı gibi, Hollandalı'nın sahadaki 10 arkadaşıyla da uyum içerisinde olduğunu söylemek çok zor.
BATE, çok statik bir direnç takımı. Amaçları oynamak değil oynatmamak. Her sezon kendilerine bir tane kurban bulup fiyakalı bir zafere imza atıyorlar. Bu sene de Şampiyonlar Ligi'nde Bayern Münih'e patlayarak herkesi şaşırttılar. Devre arasında defansın bel kemiği Marko Simiç'i Kayseri'ye kaptırdıklarından beri savunmada balans sorunu yaşıyorlar. Dün gece de daha 20. dakikada Baga çift sarıdan atılınca dirençlerini kaybettiler. Ama bu kimseyi yanıltmasın, şayet eksilmeseler de F.Bahçe'nin orta alan üstünlüğü karşısında çok şansları olmayacaktı.
Aykut hocanın takımı üstün görünse de akıcı futbol oynamıyor. Favori oldukları turu beklendiği gibi geçtiler. Ama Kadıköy'deki futbol bundan sonrası için yetmez. Şimdi çeyrek final yolundaki tek engel Plzen. Çek rakibi hafife almayın. Napoli'yi şaşkına çeviren Plzen sahasındaki son mağlubiyetini geçen sezon Barcelona'ya karşı almıştı. Fener'in çeyrek final için daha fazlasına ihtiyacı var.
‘’Düzenli ordunun, gerillaya karşı zaferi!‘’
90 dakikanın sonunda gördük ki, Eskişehir'in yüksek risk içeren ama aynı oranda da heyecan veren futbol anlayışı, düzene yenik düştü. Bir anlamda zaman zaman muharebe kazanan gerillanın, savaşın sonunda düzenli orduya kaybetmesine şahit olduk.
Prosinecki, düzenli ordusunu kurarken sisteme odaklandığından oyuncuların ismi değişse de oyun formatı yine de işliyor. Mesela, Steinson'un sakatlığında orta sahadan Salih Dursun'u sağ beke çekti. Gelecek vaad eden genç yetenek hiç sırıtmadığı gibi karşısındaki yetenek zengini Erkan her pozisyonda yendi. Aynı devşirme işlemini sol bekte de gördük. Devre arasında gönderilen Malik Fathi'nin yerine de Abdullah montesi Prosinecki sisteminin başarısının bir göstergesi oldu. Yıllardır Kayseri kadrosunda yer alan ve bir orta saha oyuncusu olan Abdullah sol bekte, stoper Simic'in desteğiyle Kamara'ya geçit vermeyerek beklentileri karşılamaya devam etti.
Simic demişken küçük bir parantez açmakta fayda var. Marko Simic bu sezona, F.Bahçe'nin Avrupa Ligi'ndeki rakibi BATE Borisov'da başladı. BATE'nin bu sezon Şampiyonlar Ligi'ndeki 8 maçın tamamında 90 dakika forma giydi. Sırp stoper devre arasında da Kayserispor kadrosuna katıldı. Doğrusunu söylemek gerekirse Kayseri'nin nokta atışlarına güzel bir örnek oldu Simic.
Kayserispor, ikinci yarının açılış maçında Bursa'ya 2-1 mağlup olduktan sonra kadroya katılan Simic, defansın da sigortası durumunda. Zira tecrübeli stoper geldiğinden beri 4 maçta da 90 dakika oynadı ve bu sürede Kayseri 7 gol atarken sadece 1 gol yedi. (Akhisar-Kayseri: 1-2)Sağında oynayan Zurap'ın ve solunda oynayan Abdullah'ın sahadaki en büyük yardımcısı olan Simic, Prosinecki ile aynı dili konuşmanın avantajını da takımına pozitif yansıtıyor.
Eskişehir'deki 90 dakikada Prosinecki 4'lü savunmanın önünde Paraguay Milli Takımı'nın ön liberosu Riveros ile Ceyhun'u kullandı ve o bölgeden de maksimum verimi oldu. İkilinin önündeki Sefa-Cleyton-Mouche üçlüsü ise biri dışında başarıyla işledi. Takım içinde kendisine 'Messi' diye hitap edilmesini isteyip, bir ego gösterisi yapan Arjantinle Mouche dün sol açıkta beklenenin biraz gerisinde kalırken, Brizalyalı Cleyton Bobo'yu çok iyi besledi. Cleyton özellikle Servet'in sakatlanıp çıktığı dakikadan itibaren Akaminko'nun top kullanma zaaflarını değerlendirmek için Bobo ile 4-4-2 savunması yaptı, önde bastı, Eskişehir'i çıkarmadı.
Eskişehir'i bu ligde farklı kılan en önemli faktör, stoperlerini sürekli öne çıkarması. Bu kendi içinde büyük bir risk barındırsa da Diego ve Servet'in top kullanma becerileri Ersun hocanın en büyük cesaret kaynağı oluyor. Ama Servet çıktıktan sonra Akaminko'dan Servet verimi alınamadı. Bunun en önemli sebebi de Cleyton'un daha ilk topta Akaminko'ya basması oldu. Maçın kırılma noktası da bu oldu.
Ersun Yanal, 1-0'lık skor dezavantajını gidermek için risk üstüne risk aldı. 65'ten sonra topla tüfekle gitmeye başladı. 70'ten sonra 'çılgın proje'yi devreye sokarak stoper Diego'yu santrfora çekti, Hürriyet'i de önde oynayan takımın sigortası olarak stoperde son adam oynattı. Bu tercihi Türk futbolseverler, Bursaspor'un şampiyon olduğu sezonda Ömer Erdoğan'la tecrübe etmişti. Ama dediğim gibi bu büyük bir risk oyunuydu. Hele de Akaminko stoperken. Ya baskı gol getirecekti ya da Kayseri 2'yi bulacaktı. 2. seçenek gerçekleşti Kayseri 2'yi hatta 3'ü buldu.
Maçın yıldızı ise Sefa Yılmaz'dı. Duisburg'daki nefis sezonun ardından Kayseri'nin yolunu tutan gurbetçi sefa, bu yıl altın sezonunu yaşıyor. U21 Milli Takımımız'ın da vazgeçilmez oyuncusu olan genç sağ kanat, Eskişehir de 2 golünü bir asistle süsleyerek maça damgasını vurdu.
Sefa'nın bu performansı tabii ki onu maçın yıldızı mertebesine çıkarsa da Bobo'nun etkinliğini görmezden gelmek olmaz. Beşiktaş sonrası Brezilya da tutunamayıp Süper Lig'e dönen Bobo, attıklarının ötesinde takımını önde tutarak aranan adam oluyor. Şu anki formuyla Bobo, Süper Lig standartlarının üzerinde bir santrfor. Hemen hemen her pozisyonun içinde başrol oyuncusuydu eski Beşiktaşlı.
Süper Lig'de puan farkları bu kadar daralmışken Kayseri'nin Eskişehir galibiyeti 10 kat daha fazla öneme haiz. Kayseri halkının da bunun farkına varıp yarın havalanında Bobo ve arkadaşlarını karşılayıp omuzlara alması gerek.Alsınlar ki bu takım kendini rahatlıkla ilk beşin içine atsın. Kayseri'de kadro potansiyeli var ama maalesef şehrin havası bunu desteklemiyor. Prosineçki ve öğrencileri sahada oynuyor, onları tribünde de desteklemek gerek. Kayseri bunun farkına varmalı.
‘’Aykut hoca istifa etsin!‘’
Aykut hoca da İbrahim Tatlıses’in albümünü dinleyip beğenmediğinde, ‘Tatlıses müziği bıraksın’ diye tweet atsın mesela. Hakkı var mı buna? Ee, onun yoksa senin niye var. Ya da komedyen arkadaşların gişe yapmak için çektiği sanatsal değeri olmayan çerez tadındaki filmlerle ilgili tweet atsın Aykut hoca. Kabul mü? Olmaz değil mi! Ama senin ‘Aykut istifa’ demeye hakkın var. O’nun da olsun. Kamuoyu önünde sen de rencide ol mesela. Taksici arkadaş diyor ki; Aykut hoca nasıl Krasiç’i oynatmaz, Stoch’u niye kadro dışı bırakır? Acaba Aykut hoca 24 saatin minimum 10 saatini o topçuyla birlikte geçirdiği için olabilir mi? İdman performansını beğenmediği için mesela. Yoksa Krasiç’le ne derdi olabilir ki? Ya da Stoch’un hiç mi kabahati yok? Niye bu açıdan bakmaz kimse. Ya da sen git kasiyer arkadaş. Hareket gelsin markete, ciro katlanır belki. Aykut hoca neden gitsin diye sorduğunda kimsenin net bir cevabı yok. Ama gitsin, hareket gelsin. bereket gelsin. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan ender milletlerden biriyiz, buna şüphe yok. Şimdi son tartışma F.Bahçe’nin 4-4-2’yi oynaması. 4-3-3 de olur. 4-2-3-1’e bulaşmasın da gerisi mühim değil.
Büyük takım tek forvet mi oynar kardeşim? Oynamaz değil mi? İyi de bu işin ilmini yemiş yutmuş Aykut hoca, pro-lisansi var adamın. O bilmiyor mu hangi sistemin takımına uygun olduğunu. Üstelik Fener, Emre-Webo-Ziegler geldiğinden beri farklı oynuyor, doğru da oynuyor. Ama yine de istifa etsin Aykut hoca. En eleştirilebilir iş futbol antrenörlüğü değil mi? Abdullah Avcı Milli Takımı bıraksın, Terim istifa etsin, Aybaba karşıya bile geçmesin. Eleştirileri yaparken insafı elden bırakmayın. Biraz rahat olun, futbola ölüm kalım meselesiymiş gibi değil renkli bakmayı deneyin. Hele de Aykut Kocaman’a biraz pozitif bakmaya çalışın. Hoca istifadan donmeyecekti, döndü hata yaptı. Ama o donemler artık geride kaldı. 3 Temmuz sürecinde bırakın takımı, kulübün lideri olmuş adama bu davranışlar reva değil. Hem de hiç. Kocaman’ın takımı Avrupa Ligi’nde devam ediyor mu? Ediyor. Ligde şampiyonluk şansı var mı? Var. Kupada gidiyor mu? Gidiyor. O halde hocaya daha sağlam gerekçelerle gelin. Yoksa ayıp ediyorsunuz!
Serkan Akcan
‘’Bakkal süpermarkete yenik mi düşecek?‘’
Film maddi sıkıntılarla boğuşan bir beyzbol takımının başına geçen Genel Menacer Billy Beane’nin sıfırdan bir takım yaratıp ülke gündemine oturmasını konu alıyor. Aslına bakılırsa Aybaba’nın başlangıç senaryosu ‘Kazanma Sanatı’ndan kesitler içeriyordu. Takımın yıldızları bir bir gönderildi, takımda kalmak isteyenler feda yaptı. Sezonun ilk bölümünde Aybaba ve öğrencilerinin gözalıcı futbolu, fiyakalı sonuçlarla birleşince, ‘Moneyball’ senaryosunun gerçekleşme ihtimali de en azından futbolseverlerin zihninde belirmeye başlamıştı.
Sanki Beşiktaş, mahallenin süpermarkete direnen küçük bakkalı gibiydi. Herkes bakkalın, süpermarkete karşı duruşunu ayakta alkışlıyor ve direnişine içten içe destek veriyordu. Ta ki, bakkal da süpermarkete dönüşünceye kadar.
G.Saray ve F.Bahçe raflarını pahalı ithal ürünlerle doldurunca Beşiktaş da, ‘İzleyici istiyor’ diyerek bu direniş senaryosunda küçük tadilatlar yapma yoluna girdi. Oysa ki izleyici büyük bir saygı besleyerek izliyordu bu direniş filmini. Keşke senaryo hiç değişmese diyen Beşiktaşlılar’la dolu etraf. Haksız da sayılmazlar. Böylesine bir feda sezonunda bu kadar saygı ve sempati kazanılmışken, F.Bahçe’nin eskisi yaşlı! Niang’a, Lucescu’nun pişmesini istediği Dentinho’ya, İBB’de ilk onbire giremeyen Gökhan Süzen’e milyonlar saçıp, dükkana yeni raf yaptırarak Süpermarkete öykünmenin Beşiktaş’a ne faydası olabilir ki? Sezonun bitmesine 14 hafta kaldı, Niang ne zaman form tutacakta, kaç maç oynayacak. İlk iki maçta hiç ışık vermeyen ve idmanda sakatlanan Dentinho ne zaman dönecek? Yazık oldu o kadar yatırıma.rekabet ortamında ‘Süpermarketle yarışacağım!’ diye açılmanın faturası elbette bakkalın önüne konacak. Hele de Aybaba’nın antrenörlük zaafları ilk üç haftada bu kadar göze batıyorken...
Gökhan’ın boyut değişimi
Büyüklere gelmek boyut değiştirmek midir? Cevabı çok net: Evet... Devre arasında İBB’den aynı şehrin diğer takımına transfer olan Gökhan Süzen’in medyanın ilgisi karşısındaki şaşkınlığı, zamanında Beşiktaş’ı çalıştıran Ertuğrul Sağlam’ın, “Üç büyüklerden birinde oynayan başka boyuta geçiyor.” sözlerini hatırlattı bana.Kendi mahallesinin bıçkın delikanlısıyken, sosyete semtine taşınan gencin yaşadığı şaşkınlığa eşdeğer şu anda Gökhan’ın yaşadıkları.
Ayağının tozuyla Fernandes’e yumruğu yapıştırması yeni muhitteki arkadaşlara bir gözdağıydı belki de. Bir tutunma hikayesinin başlangıcı onunki. Gökhan, G.Saray alt yapısının ürünü. Üç farklı pozisyonu oynayabiliyor. Henüz Abdullah Avcı’nın Milli Takım havuzuna giremedi ama galiba artık Ay-Yıldızlı formaya daha yakın. Ne diyelim... Allah yolunu açık etsin. Eski mahalle yaşantısını unutmaması kafi...
‘’Futbol ekolümüz kimin umurunda?‘’
Çarpık futbol coğrafyamızda maalesef istikrara yer yok, bunu bir kez daha anladık. Türkiye’de hocalar camialar tarafından müthiş bir baskıya maruz kalınca suçu sahiplenip istifayı seçiyorlar. İyi de yanlış politikalarla kulüpleri kıpırdayamaz hale getiren yönetimlerin hiç mi suçu yok? Hocalar gidince tüm dertler bitiyor mu? Neyse bunlar derin mevzu, biz asıl konumuza dönelim.
Türkiye’de futbolun temel direği ve geleceği Futbol Gelişim Merkezi’dir. Bunun başında da tüm futbol kamuoyunun beceri ve yeterliliğine inandığı bir direktör olur. Tolunay Kafkas da gelecek vaad eden, yetenekli bir antrenör olarak hem Futbol Gelişim Merkezi’nin patronu hem de Ümit Milli Takım’ın teknik direktörü idi. Yani Türk futbolunun tüm alt yapı faaliyetlerinin başındaki adamdı. 2016 Avrupa Şampiyonası’nda A Milli Futbol Takımımız’ın kadrosunu yetiştirmekle görevliydi, Türk futbolunun damarına kan pompalayan kalbi yönetiyordu.
Trabzon’dan gelen teklifle aynı gün koltuğu bırakıp gitti, ardına bile bakmadan. Tıpkı Ersun Yanal gibi, Ünal Karaman gibi. Peki şimdi ne olacak onca proje? Abdullah Avcı’nın omuzlarına bir yük daha mı konacak?
Demek ki her antrenörün gönlünde yatan aslan, büyük bir kulübü çalıştırmakmış. Türk futbolunun geleceği ve alt yapı şeması kimsenin umurunda değilmiş. Oysa ki bu kez çok umutlanmıştık, alt yapılarımız sağlam ellerde diye rahat nefes almıştık.
Bildiğim kadarıyla Türkiye Futbol Federasyonu bu koltukta oturan antrenörlere her imkanı sunuyor. Ama nedense büyük kulüplerin reytingi bizim hocaların aklını çelmeye yetiyor.
Antrenörleri; yarışmacı ve eğitici diye ikiye ayırmak gerek. Demek ki bundan sonra Futbol Gelişim Direktörlüğü koltuğuna oturacak hocanın hırslarını bastırmış, yarışmacı kimliğini törpülemiş olması gerekiyor. Mesela Şenol Güneş. Bu iş için biçilmiş kaftan. Futbol için fikir üreten gerçek bir entelektüeldir Şenol hoca. Birikimlerini tüm genç fidanlara aktarsın, camiaların kör dövüşlerine kurban edilmeden.
2004 yılından beri Ümit Milli Takım’ın başına tam 7 farklı antrenörün geçtiğini biliyor musunuz? Şimdi 8. gelecek. Raşit Çetiner’in yıllarca üçlü savunma oynattığı Ümit Milli Takım, Reha Kapsal’la 4’lü savunmaya geçtiğinde ciddi bir kimlik değişimi yaşamıştı futbolumuz. Peki ya sonra? Neden bir adım öteye gidemedik?
Bu da yetmezmiş gibi son 7-8 yılda Futbol Gelişim Merkezi’nin bırakın direktörünü, ismi bile defalarca değiştikten sonra, ‘Neden bir futbol ekolümüz yok?’ diye sorma hakkımız olur mu?
Sonra oturup koltuklarımızdan, ‘Neden jenerasyon değişimini yapamıyoruz?’ diye komik sorular sormayalım. İşte bu yüzden yapamıyoruz.









































